hesabın var mı? giriş yap

  • isim verip de rencide etmek istemiyorum ama, dünyaya geliş amaçları sadece national geographic'te yayınlanan belgesellerde gözükmek olan hayvanlardır. hayır bakıyorsun, tip desen yok; dünyaya bi' faydası desen, o da yok. ama bakıyorsun ayda en az üç defa belgeseli yayınlanıyor. yemin ediyorum bu belgesellerden elde ettiği kazanç benim kazandığım paradan daha fazla. kıskanmıyorum desem yalan olur. evet.

  • --- spoiler ---

    april ve frank iki çocukları olan genç bir çifttir. frank tipik bir kapitalist şirket olan knox’un sıradan elemanlarından biridir. komşuları ve etrafındakiler tarafından mutlu bir çift olarak görülseler de, frank yaşadığı hayatın rutin ve sıkıcı olduğunu fark etmiş ve bunu renklendirmek için küçük kaçamaklar dahi yapmaktadır. bir gün karısı april’in ısrarıyla bu rutin ve sıkıcı hayatı bırakıp paris’e gitme fikrini tartışmaya başlarlar.

    cornelius castoriadis insanlığın kaostan doğduğunu kaos üzerine var olduğunu söylemişti [1]. ona göre insanın bütün çabası bu kaos temelsizlik durumunu gizlemek görmezden gelmek üzerine kurludur ve tüm çabasını bu doğrultuda sarf eder. bir an durup düşünüldüğünde her şeyin ne kadar boş olduğunun fark edilmesi tam da bu nedenledir (tüm anlam dünyalarımızı kaosun üzerine inşa edişimiz nedeniyle) fakat bu düşünce katlanılmazdır. bu düşünceyi başımızdan savmak için kısa vadede kalkar yürür ya da o an saçma da olsa bir şeyler yaparız uzun vadede ise sisteme dahil olmak en iyi yoldur. evlenmek, iş sahibi olmak, çoluk çocuk yetiştirmek, onların geleceği ile uğraşmak gibi tüm aktiviteler bu saçmalığı örtmek çabasının sonuçlarıdırlar.

    kaosu örten bütün bu aktiviteler imgesel olanı temsil ederken, bir kaos üzerinde var olduğumuz olgusu da gerçekliğin ta kendisidir. fakat gerçeklik insan bünyesinin kaldırabileceği bir şey olmadığından imgeseldeki yaşamı tercih ederiz. kapitalist dünya her ne kadar imgesel yönü fazlasıyla güçlü olsa da (gerçeği unutturmada fazlasıyla başarılı olsa da), makinenin bir dişlisine dönüşmek de bir o kadar sıkıcıdır. tam da bu nedenle kapitalist dünyanın öznesi kendisine bir başka imgesel kurarak bu sıkıcılığın dışında bir hayatın olduğu ve buna istediği zaman kavuşabileceği ümidini üretir.

    frank wheeler’in paris’i tam da bu ikinci imgeseldir. ilk fırsatta oraya döneceği, yaşamla dolu insanların arasına karışıp, yaşamı hissedeceği yer olan paris onun için kapitalist çarkı katlanılır kılan ikinci imgeseldir. her şey normal seyrinde akarken, karısı april, paris’i imgesel olmaktan çıkarmayı teklif eder. april imgeseli gerçekleştirmekte bir hayli kararlıdır: “sen her zaman, oranın, geri dönüp yaşamak istediğin tek yer olduğunu söylerdin. yaşamaya değer tek yerin orası olduğunu. peki öyleyse neden oraya gitmiyoruz?”

    frank, april ve ev sahiplerinin zihinsel hastalıklı oğulları john givings arasında ormanda geçen konuşma tüm bunların özetidir. frank neden paris’e gittiklerini “belki de kaçıyoruzdur buradaki umutsuz, boş hayattan kaçıyor olabiliriz, öyle değil mi?” şeklinde açıklarken, john givings’in bu gerekçeye tepkisi gerçeğin dillendirilmesidir: “pek çok insan, boşluğa düşer ama umutsuzluğu görmek cesaret isteyen bir şeydir. vay canına.” umut diye bir şey yoktur, çünkü kaosun üzerinde kurulu bir yaşamda umuttan bahsedilemez. bunu herkes bilse de, dillendirilmesi (ya da kabul edilmesi) insanın tüm yapıp ettiklerini anlamsızlaştıracağından diğer bir ifadeyle yaşamın sürdürülmesini gereksizleştireceğinden kimse bunu dillendirmez. aklına her geldiğinde bunu unutmak için kendini oyalayacak her türlü işe sarılır.

    frank paris’e gitme fikri üzerinde bir süre düşünür: “sahip olduklarınızı tartarak, virgül, ihtiyaçlarınızı bilerek, virgül, ne olmadan yapamayacağınızı bilerek, tire envanter kontrolü yapıldı.” vardığı sonuç paris’in imgesel olarak kaldığı sürece bir anlamı olduğudur ve gitmekten vazgeçer. fakat bu vazgeçiş, frank hayatın saçma bir şey olduğunu unutturacak daha yoğun bir işe sahip olduğundan onun için katlanılabilir bir şeyken, april için katlanılamazdır. april kendisini saçmalığa mahkûm eden frank’tan ve onun bahane olarak öne sürdüğü karnındaki bebekten nefret eder.

    hayatı yeniden anlamlı görmeye başlayan frank yeniden john givings’le muhatap olur fakat bu sefer onun söyledikleri katlanılamazdır. “onca şeyden sonra, buranın daha iyi olduğuna mı karar verdin? her şeyden sonra buradaki umutsuzluğun ve boşluğun daha rahat olduğunu mu fark ettin?” sorusu frank’i kızdırır. anlamsızlığın üzerine örttüğü perdeyi kaldırır. perdeyi koruma noktasında frank’ın tavrı nettir: “buraya gelip, aklına her gelen kahrolası lanet şeyi söylüyorsun. sanırım artık birisi o lanet olası çeneni kapatmalı.”

    ayrıca, filmde üç önemli dönüm noktası vardır. april’in oyunculuk serüvenini bırakıp ev kadını olması, frank’in paris’e gitme fikrinden vazgeçmesi, april’in karnındaki çocuğu almaya karar vermesi. bu üç dönüm noktası, karakterlerin ayna’da kendilerine baktıktan sonra verdikleri kararlarla şekillenmiştir. april oyun sonrasında aynanın karşısında oturur, frank tuvalete gitmek için üst kata çıktığında aynanın karşısına geçer, april bebeğini almaya yarayacak aleti aynanın karşısında kutudan çıkarır. karakterlerin yeni öznelere geçiş aşamalarının bu şekilde ayna ile temsil edilmesi fazlasıyla dikkat çekicidir.

    --- spoiler ---

  • mrna aşılarının karşıtları inanılmaz cahilsiniz ama yapacağım açıklamalar sizi iyi etmeye yetmez. o nedenle size değil burayı okuyup aklı karışabilecek olan eğitilebilir cahillere seslenmek istiyorum.

    mrna sitoplazmaya girer, çekirdeğe girmez.
    mrna dizisinin okunma sayısı bellidir, üreteceği protein sayısı bellidir.
    üretilen proteinin ömrü bellidir.

    bu parametreler sabitken bu aşının uzun dönem bir etkisinin olması imkansızdır.
    bakın düşük bir ihtimal de olsa olasıdır, mümkündür bile demiyorum
    imkansızdır.

    rica ediyorum sizden daha cahil insanların görüşleriyle aşı karşıtlığına kapılmayın.

    bu alanda makale yazıyor olsam ben de uzun dönem etkileri araştırmalar henüz yapılmadığı için bilinemez yazardım ama halkın bu tip bir kesinliğe ihtiyacı yok. halk mümkün olan/makul olan kesinlikle yetinmek durumunda. her gün 3 kilo domates yemenin 10 yıllık etkileri üzerine de bir çalışma yok ve bu tarz bir beslenmenin uzun vadede insana ne yapacağı bilinemez. ancak domatesi biliyorsanız yiyecek adama yeme demezsiniz. hakkında makale yazıyorsanız bilemeyiz dersiniz.

    mrna aşılarının uzun vadeli etkilerini bilmiyoruz demek bu tarz bir veridir.

    biliminsanları kafalarına göre asla zarar veremez, kesin zararsızdır diyemezler makalelerinde. bir şeyi bilmiyorlarsa bilmiyoruz yazarlar. zaten öyle de yazmak zorundalar. ben de bilimsel bir metin yazarken %99.9 emin de olsam %100 değilse bilemiyoruz yeterli çalışma yok yazıyorum. ancak mrna'yı biliyoruz, hücreyi biliyoruz, mrna'nın sitoplazma içinde ne yaptığını biliyoruz, aşının nasıl işe yaradığını çok net biliyoruz. tüm bileşenlerin ömürlerini biliyoruz. aşının insanlar üzerinde yapılan faz çalışmalarını ve sonuçlarını biliyoruz.

    noktaları birleştirince makul kesinlikle aşının insanlığa faydalı olduğu sonucuna ulaşıyoruz.

    bunları bilerek isteyen aşısını olur, istemeyen olmaz.

    konu bu.

    edit: mesaj kutum çöktü. ilginize de eleştirilerinize de teşekkürler ama cevap yazmaya yetişmem mümkün değil. sözlüğün bu dinamik yapısı beni hep cezbetti. iyi ki varsınız.

    kamu spotu: şeker orta vadede kesin olarak ömrünüzü kısaltıyor. aşıyı istiyorsanız tartışın ama şekerden uzak durun.

  • 500t'nin de bir canı olduğunu gösteren gelişmedir. sen kalk istanbul'un en çilekeş güzergahında milyonlarca yolcu taşı, haftalık izninde bir ankara kaçamağını çok görsünler.

  • geçen akşam otobüste ayakta gidiyorum. zaten cüsseliyim bir de elimde çanta var. otobüsün önünden "arkadaşlar sağlı sollu ilerleyelim" diye bağırıyorlar. çift sıra ikili koltukların olduğu koridora tek başıma zor sığıyorum, adam sağlı sollu diyor, bak sen. neyse, dedim, sabredelim biraz daha. sonra yaşlı bir teyzem başladı konuşmaya, "sanki otobüsun arka tarafı başka yere gidiyor. illa orta bölümde bekleyecekler". bize laf sokuyor aklınca, bunu duyan diğer yaşlı teyzeler de koroya katıldılar. "hiç... insanımız böyle işte... iki adım ilerleyip de herkes rahat etsin diye uğraşmazlar. cık cık cık.". diğer taraftan bir amca bağlandı, "yürünsenize evladım, bak yolcular binemiyor". elimdeki çantayı kaldırdım havaya, "amca nereye yürüyeyim, hani, göster de yürüyeyim, nereye yürüyeyim?" dedim. sonra, bir kaç yolcu daha katıldı isyanıma, "bitti işte daha yolcu almayın, akraba olacaz burda" falan... sonra teyzeler biraz yumuşar gibi oldu, "aslında buraya minibüs seferi de koymalılar, çok yoğun bir yer". "olur mu canım, bu kadar sıkışık trafiği daha da felç mi etsin?"...

    ah benim koyun insanım... otobüsün zar zor geçtiği daracık yollara, bu yetmezmiş gibi sürekli bir tarafı kazılıp tekrar yamanan asfalta, yetersiz otobüs seferlerine ve toplu taşıma seçeneklerine değil de birbirinize kızın. "sağlı sollu yürüyün" diye birbirinize bağırın böyle. yer dar diye birbirinize kızın, siz birbirinize kızasınız diye yeri dar tutanlara değil.

  • karşı cinsten istediği ilgiyi elde edemeyen erkeklerin kafalarında yarattıkları bir savunma mekanizmasıdır. şu cümleleri duyarsınız genelde, "kızlar şöyle böyle erkekleri tercih ediyorlar, efendi iyi erkek yalnız kalıyor" gibi. başarısız olduğumuz konularda sorumluluk almak yerine başkalarını suçlamak daha kolay oluyor. bunları kendimden biliyorum açıkcası, böyle düşündüğüm ve davrandığım çok oldu.

    şikayet etmek, birilerini suçlamak hiçbir şeyi çözmez. bu hava durumuna kızmaya benziyor, hava soğuk diye tepki gösterince hava düzelmiyor. bu sendromdaki insanların farkındalık kazanmaları gerek yani mesela kadınların ilgisini neden çekemediğinin cevabını dürüstçe kendinde bulabilmelisin, kendini tanımalısın, sonrasında mental olarak güçlenmeleri ve kendi eksiklerinin, sorunlarının üstüne gitmeleri gerekiyor. ancak çoğu kişi bunları pas geçecek, mental sorunlarımız fiziksel sorunlar kadar açık olmuyor, büyürken de ruh sağlığımız konusunda eğitilmiyoruz.

  • on günde 6.7 milyon izlenme.
    demek ki izleyen tekrar tekrar izleyip ne olduğunu anlamaya çalışıyor, başka açıklaması olamaz.