hesabın var mı? giriş yap

  • hasta ruhlu ve psikopat din adamı. ailesi padova kökenli fakat doğumundan az önce ferrara’ya yerleşmişler. padova üniversitesinde hekimlik yapan ve kutsal kitap’tan kaynaklanan çok katı fikirleri bulunan dedesinden etkileniyor ilk başlarda.

    ciddi bir öğrenim görüyor ama 1475'te birdenbire ailesi ve yaşadığı kentle bağlarını kopararak bologna’da dominikenlerin arasına katılıyor. çok katı bir gözetim altında tutulan bu manastırda, kendini vaaz ve din dersleri vermek üzere hazırlar. 1482'de floransa yolunu tutar ve buradaki san marco manastırı’nda kutsal kitap okutmanı olur. bir yolculuk dönemi dışında ölene kadar da bu manastırda yaşamış zaten.

    savonarola verdiği vaazlarla başlangıçta pek başarılı olamıyor. bununla birlikte yaşamının sonuna kadar vereceği bütün vaazların temelini oluşturan üç önerisini açıklamaya başlar:

    1. italya cezalandırılmalıdır.
    2. kilise yeniden düzenlenmelidir.
    3. bu işler pek yakında gerçekleşecektir.

    savonarola, 1490'da daha önce tanışmış olduğu yeni eflatuncu mistik felsefeci pico della mirandola’nın girişimi üstüne lorenzo de medici tarafından floransa’ya çağrılır. san marco’daki görevini yenidien üstlenir. floransa’da vaazlar vererek dindarlığın erdemleri üstüne yazılar yayımlamaya başlar.

    italyanların o dönem tartıştıkları güç koşullar** söylevlerinin temel konusunu oluşturuyor. gerçekte daha çok soyluların ve kilise’nin çürümesine, floransa skandallarına karşı saldırılarda bulunuyordu. yalnızca geleneklerdeki sapkınlıkları değil medici ailesinin katı yönetimini de kınıyordu aynı zamanda. 1491'de san marco manastırı’nın başrahibi olan savonarola aynı konularda vaazlar vermeye devam ediyor. yanlış yönetenlerin cezalandırılmalarını ve kilise’nin yeniden biçimlendirilmesi görüşlerini sürekli olarak savunur. bir yandan da daha geniş bir özgürlük kazanabilmek için toscana’da özerk bir dominiken topluluğu oluşturmaya çabalar.

    daha sonra charles vııı’in kuvvetlerinin italya’ya girmesi, savonarola’nın sözünü ettiği cezalandırmanın başladığının göstergesi oluyor. medici ailesinin kaçışı yerini töreleri düzeltmek isteyen savonarola’nın önderliğindeki bir cumhuriyete bırakır. savonarola, isa’yı floransa’nın tek hakimi olarak ilan ettikten sonra vaazlarıyla kent halkının düşüncelerinin doğrultusunu tümüyle değiştirdi. oyunları ve şenlikleri yasaklattı. ahlaka aykırı davranışlara ve tefeciliğe karşı mücadeleye başladı. bazı sanat yapıtlarını ve değerli eşyaları halka yaktırttı*. çocukları ve gençleri askeri bir düzene soktu. jurnalciliği yönetimin olağan bir aracı olarak kullanmaya başladı.

    savonarola aynı zamanda papa alexander vı’ya da saldırıyor ve fransa kralı charles vııı’ü kandırarak papayı görevden alma yetkisi olan bir piskoposlar kurulu toplattırmaya çalışıyor. charles vııı, 1495'ten başlayarak italya’dan çekilince, papa gizlenen savonarola’yı roma’ya çağırır. 1495 sonunda da hocalık ve vaizlik görevlerini askıya alır. bu arada papanın, kente giriş-çıkışı yasaklayan bir kararname çıkartacağı söylentileri üstüne floransa’da da savonarola’ya karşı bir direniş belirmeye başladı. çünkü böylesine bir yasaklama kentin ticari yaşamı üstünde korkunç sonuçlar yaratır. papa, medici ailesini floransa’ya yeniden sokma konusunda başarısız olurken, savonarola da aforoz ediliyor.

    bununla birlikte, 1498'de yeniden vaaz vermeye başlayan savonarola papalığın kendisine karşı almış olduğu karara şiddetle karşı çıkar. bir yandan da avrupa’daki hükümdarlara alexander vı’yı görevden alacak bir psikoposlar kurulu toplamaları için mektuplar yazıyor. ama kente yöneltilen yasaklama tehdidi karşısında burjuvazi halkın sevgisini de iyiden iyiye yitiren savonarola’yı kesin olarak yalnız bırakır. 1498'de savonarola tutuklandı ve işkenceye alındı. önce sözlerini geriye aldı, sonra yeniden direnmeye başlayınca iki dominiken arkadaşı ile birlikte ölüme mahkum ediliyor. 1498'de floransa’da asılıp cesedi yakılır ve külleri ise arno ırmağına atılır.

  • evrim teorisinin tümüyle rastlantısallık demek olduğunu savunanların hakkında bir şey bilmeden konuştukları mekanizma. bu yüzdendir ki; geniş kitleler tarafından evrim saçmalık olarak nitelendiriliyor. elbette ki bunun birçok sebebi var. aşağıda toplumlarda evrim teorisinin niçin boş ve temelsiz argümanlarla yanlı bir biçimde lekelenmeye çalışıldığının nedenlerini ve birikimli seçilim (cumulative selection) mevzusunu bulacaksınız. kaynak olarak the origin of species ve the blind watchmaker kitaplarından yararlandığımı söylemeden geçmeyeyim.

    çoğumuz kuantum teorisini ya da göreliliği tam olarak anlamasak bile bu teorilere karşı çıkmıyoruz. ancak diğer taraftan evrim teorisine karşı çıkmaya meyilliyiz. burada richard dawkins de belirttiği gibi belki de darwincilikle ilgili olan temel sorun herkesin evrim teorisini anladığını düşünmesi. asla ve asla basit bir konu ve süreç olmayan evrim teorisi büyük yanlış anlamalar ve biaslar ile çok basit ve sığ şekilde değerlendirildiği için, örneğin son derece karmaşık olan kuantum fiziği hakkında hiçbir yorum yapamayan tipler, konu evrim olduğunda uzman kesilip temelsiz savlar ortaya koymakta.

    diğer yandan insan beyni, darwinciliği yanlış anlamaya kodlanmış gibidir. özellikle şans konusu kör şans olarak dalga geçer bir biçimde dile getirilir. zaten teoriye saldıran insanların çok büyük bir kısmı sürekli olarak teorinin "rastgele şanstan" ibaret olduğu şeklinde yanlış olan bir fikirle karşımıza çıkarlar. canlıların mükemmel derecede olan karmaşık yapısı ve iyi tasarımlı hali, şans ve rastgelelik kavramıyla taban tabana zıt göründüğü için teorinin safsata şeklinde değerlendirilmesini kolay olarak bulurlar. aslında darwin'in de açıkladığı gibi, teori özünde "kalıtsal çeşitlenmelerin olduğu rastgele olamayan bir üreme eğer değişimlerin birikmesi için yeterli zaman varsa, çok yönlü sonuçlara yol açar" şeklinde bir manaya gelmektedir. insan beyni yaşam uzunluğu gereği yıllar ve on yıllar sürecek bir zaman dilimini anlamaya meyillidir. fakat tam aksine evrim teorisi, tamamlanması on milyonlarca yıla dayanan yavaş birikimli süreçlerin teorisidir. neyin olası olup neyin olası olmadığına ilişkin sezgisel fikirlerimiz bu zaman dilimlerinde yetersiz kalır.

    evrim'i yanlış anlamadaki diğer bir sebep de, içinde bulunduğumuz dünyadaki yapıların bir mühendislik ve sanat harikası olduğu yönündeki fikrin beynimizde temellenmiş olmasıdır. yani zarif ve mükemmel tasarım fikrine tamamen alışkınız. bu da kesinlikle "mutlaka gerçeküstü bir şeylerin olması gerektiği gibi" bir yanlılığa neden olur. bu noktada, büyük bir paradigma değişimi ile darwin ve wallace büyük bir sıçramaya yol açtılar. burada olan şey tam olarak büyük bir düşleme ve düşünme becerisiydi.

    birikimli seçilime (cumulative selection) gelince, öncelikle rastgelelik ve mutasyon kısımlarından başlayalım. çakıllı bir kumsalda yürüdüğünüzde çakılların rastgele dağılmadığını fark ederiz. daha küçük çakıl taşları ve daha büyük çakıl taşları kumsal boyunca farklı kuşaklar oluşturacak şekilde dağılmışlardır. ilkel bir kabilenin bunu doğa üstü bir etkene bağlaması normal görülebilir. ancak diğer yandan daha makul bir şekilde dalgalar gibi fiziksel kuvvetlerin bu düzene neden olmuş olduğu öne sürülebilir. bu çok basit bir anti-rastgelelik örneğidir. ya da gökyüzündeki bulutların rüzgarların etkisiyle şekilden şekile girmesi örneği gibi. konu canlılar dünyası olduğunda sistem çok daha karmaşıktır. biraz önce bahsettiklerimiz tek basamaklı seçilimdir. canlılar dünyasındaki karmaşık moleküller mesela hemoglobin molekülü tek seferlik bir seçilimle oluşamayacak kadar karmaşıktır. hemoglobin molekülü 4 aminoasit zincirinden oluşur. her bir zincirin 146 amino asitten oluştuğunu ve canlılarda genellikle 20 çeşit aminoasit bulunduğunu düşünürsek, olası 146 halkalı zincir sayısı 20 üzeri 146 olup, bu ihtimal şok edici büyük bir ihtimaldir. diğer bir örnek de, yarasaların yönlerini ve avlarını belirlemek için kullandıkları muazzam güzellikteki ekolokasyon (kısaca ses ile yön ve hedef belirleme) sistemi, tek basamaklı bir seçilimle oluşamayacak kadar girifttir.

    birikimli seçilimde ise, varlıklar ürerler veya başka bazı yollarla bir eleme işleminin sonuçları onu takip eden eleme işlemine girer ve bu şekilde uzayarak birbirini takip eden birçok nesil boyunca seçilime uğrarlar. bir birikimli seçilimin son ürünü, bir sonraki neslin seçilimin ana kaynağıdır. yani darwinci evrim rastgele değildir. tam tersi şans darwinciliğin çok ufak bir bileşenidir (mutasyonlar). en önemli faktör birikimli seçilimdir. birikimli seçilim ise anti-rastgele bir kavramdır. gerçek hayatta genlerdeki küçük rastgele değişimler yani mutasyonlar, aslında birikimli seçilimin çok küçük bir kısmıdır. darwin'den alıntılarsak:

    "we cannot suppose that all the breeds were suddenly produced as perfect and as useful as we now see them; indeed, in several cases, we know that this has not been their history. the key is man's power of accumulative selection: nature gives successive variations; man adds them up in certain directions useful to him. in this sense he may be said to make for himself useful breeds."

    "the great power of this principle of selection is not hypothetical. it is certain that several of our eminent breeders have, even within a single lifetime, modified to a large extent some breeds of cattle and sheep. in order fully to realise what they have done, it is almost necessary to read several of the many treatises devoted to this subject, and to inspect the animals."

    kısaca meali: tüm ırkların birdenbire şimdi onları gördüğümüz kadar kusursuz olarak üretildiğini düşünemeyiz; gerçekten de bunun onların tarihi olmadığını biliyoruz. burada kilit nokta, insanın birikimli seçilim gücüdür: doğa ardışık varyasyonlar verir; insanlar ona yararlı olan yönleri üzerine ekler. bu anlamda kendisinin yararlı ırklar yapacağı söylenebilir. bu seçilim ilkesinin gücü, hipotetik değildir. bazı seçkin yetiştiricilerimizin ömürleri boyunca büyük ölçüde bazı sığır ve koyun ırklarını değişime uğrattığı açıktır. tam olarak ne yaptıklarını anlayabilmek için hayvanları incelemek gereklidir.

    kaynaklar: kör saatçi, richard dawkins-kuzey yayınları ve on the origin of species by charles darwin

  • insanlığın düşebileceği son noktalardan zannediyorum.

    çocuk bu insanlıktan nasibini almamış taksici, çocuk!

    arabasına kartopu geldi diye küçücük bir çocuğu taksisiyle ters yönde giderek kovalıyor insanlıktan nasibini alamamış yaratık. hem çocuğu ölesiye korkutarak hem de o anda trafikte olan yüzlerce kişinin hayatını riske atarak.

    garibim yusuf korkarak kaçarken bir arabanın altında kalıyor.

    peki bu delikanlılığı çocuğa söken taksici ve ondan bir farkı olmayan yusuf'un altında can verdiği arabanın şoförü ne yapıyor? çocuğu orada kanlar içinde bırakıp kaçıyor.

    yusuf, hayatının son anlarında arabayla kovalanarak korka korka can vermiş bir çocuk. iki tane korkak ise halen aranıyor.

    ne desem gg.

    http://gundem.milliyet.com.tr/…/1807010/default.htm

    bir çocuğun ölümüyle sonuçlanmıştır.

    ne bekliyordunuz?

  • çılgıncasına yapılaşan, dağı taşı tipsiz çirkin evlerle dolan belde.
    fakat susuz belde.
    su yok datça’da.
    yok abi su.
    yeraltısuları var, onlar da kuruyor.
    yol kenarında, bayırda çayırdaki çeşmeler birer birer kuruyor.
    buna rağmen evlerin otellerin bahçelerinde havuzlar dolup taşıyor, bahçelere yerleştirilmiş sulama sistemleri tüm gün fırıl fırıl çalışıyor, sular yollara taşıyor. evin sahibini uyardığında “faturasını ben ödüyorum sanane” diyor.
    3-5 seneye datça çöle dönecek, içecek su kalmayacak,kimse farkında değil.

    hadi, doğal yaşamı, ağaçları, estetiği falan geçtik, unuttuk, vazgeçtik bunlardan. ama su olmadan nasıl yaşanacak? şu an datça’da son 1-2 senede yapılmış evlerin tamamı dolsa, mevcut yeraltı suları birkaç senede tükenir. her sene daha da kuraklaşıyor, daha az yağmur alıyor. bu kadar insan, bu kadar ev susuz ne yapacak, çok merak ediyorum.

    2017 de 1 ay kadar süren bir susuzluk yaşadık, mahvolduk. denizden bidonlarla su taşıdık tuvalete dökmek için. ve geçen 3 senede binlerce yeni ev yapıldı. ve bu evler 1+1 400.000 liraya satılıyor, bahçeli falan da değil. 2.000 liradan aşağı kiralık ev bulmak zor.

    bu işin bir ilmi yok mu?
    buranın su kaynağı bu kadardır, bu kadar eve yeter, bu yüzden böyle böyle tedbirler alınmalıdır..
    tabii burası türkiye, bugünü kurtaralım, yarına allah kerim.

    belediye de bütün yıl datça’ya gelin diye deli gibi reklam yapıyor. tamam turizm geliri önemli datça için. ama su yok abi, çok yakında susuz kalacak datça.
    kaçak yapılar, site inşaatları türkiye’nin en önemli tarihi kazı bölgelerinden biri olan knidos’un dibine kadar girmiş, denize sıfır (gerçekten sıfır, adam kapıdan çıkıp denize giriyor, bağlarözü isimli, knidos’a 3-4 km mesafede bir kıyı) evler yapılmış, hepsi dimdik ayakta duruyor, hızla çoğalıyor, belediyenin umrunda değil. belediye sağda solda prefabrikleri, derme çatma barakaları yıkıp fotoğraflarını facebook’tan paylaşıyor.

    huzur adası falan değil; biraz etrafında olup bitenlere duyarlı insanlar için huzursuzluğun, yokoluşun, çirkinleşmenin, yıkımın, çölleşmenin adresi datça.

    edit: ekşişeyler’e düştükten sonra çok sayıda mesaj geldi, hepsini cevaplayacak vaktim yok, özür dilerim. herkese teşekkürler.
    datça belediyesi de “kısmen doğru” demiş, yanlış olan ne varsa memnuniyetle düzeltirim.

  • (bkz: gelin arabası süslemek) kadar saçma.
    sırf gelenek diye, körükörüne yapılıyor bu saçmalıklar.

    bu geleneğin ve gelin arabası önü kesmeye çalışanların bitmesini diliyorum.
    bazen çığrından çıkıyor.
    benim arabamın kapısını açıp, torpidoya ve gelinin elindekilere saldırdılar.
    kovaladım.
    hareket ederken kaputa yatıp sileceklere asıldılar.
    ''koparırım bak. para ver!'' diye bağırıyordu it.
    bu fakirlik değil.
    bu gasp arkadaşlar.
    rızanızla olan bir şey değil.
    davul çalıp gürültü yapanlar da aynıdır benim gözümde.

  • yarın akşam 2 tane bulgar dilberini istanbul'da ağırlayacak olmama vesile olan çağrı.
    1500 dolar yol parası gönderdim hesaplarına, yarın akşam gidip karşılıycam havaalanından kısmetse.

    az önce de bi siteye girdim, tak! siteye giren 1 milyonuncu kişiymişim, hediyeler filan. bu aralar acaip şanslıyım lan!

  • insanın doğaya aykırı bir canlı gibi görünmesi, aslında hatalı bir bakış açısından kaynaklanır. zira insanı doğadan ayrı bir yere koymak, doğanın ve insanın anlamını daraltarak büyük resmi görmeyi engellemekten başka bir işe yaramıyor. doğa, milyonlarca yıldır değişen halleriyle, birbirinin kuyusunu kazan milyarlarca canlısıyla, soyu tükenen ve yeni türeyen türleriyle, düzenli işleyen bir sistemden ziyade böyle bir tarifin içine sokulamayacak ölçüde kaotik bir dinamik üzerinde hareket ediyor. o yüzden doğayı düzenli bir sistem ve onun belirli niteliklere sahip canlıları gibi dar kapsamlı bir tarifle ele alarak, insanı bu sistemin dışına koymak birçok şeyi ıskalamaya sebep olacaktır. ama yine de, insan denen canlının doğanın diğer evlatlarından farklı özelliklerle donatılmış olduğunu reddetmek mümkün değil.

    iki ayak üstünde yürümekle mi başladı acaba her şey? iki ayaklı duruştan kaynaklanan kalça daralması sebebiyle erken doğuma zorlanan insan, henüz gelişimini tamamlamamış yavrusuna bakabilmek için tek başına yaşayamazdı. irili ufaklı sosyal gruplarda işbölümünün kurulması zorunluydu. hayatla tek başına mücadele etmek yerine güvenli bir kalkan oluşturan yetişkinler arasında büyüme şansı bulan insan yavruları, hazır reflekslerle ve kıskaç, zehir, ağ gibi doğal silahlarla doğmak yerine, bunları zamanla edinme şansı buldu. silahlarını kendi bedeninin dışında kurabilme, yani alet yapma yeteneği sayesinde edindiği esneklikle diğer düşmanlarıyla mücadelede büyük avantajlar kazandı ve soyunu genişletti. hazır verili silahlarla hayata atılmak yerine bunları dış çevrede imal edebilmek için, yapı malzemeleri ve enerji bedenin diğer bölümlerinden ziyade büyük bir beynin kurulmasına harcandı. bu da akılla hareket etme yetisini daha da artırdı. akıl, sebep sonuç ilişkilerini çözdü, simgeleri kullanma yeteneğini yani dili doğurdu, dil yeni bir bilgi aktarım alanı olan kültürü kurdu, kültür nesillerin birbirine bilgi aktarmasını sağladı; öyle ki, neden sonuç zincirleri kurduğunda zorunlu olarak ölüm gerçeğiyle karşılaşan, kendisinin de ölümlü olduğunu farkeden insanoğlu, bu kaçınılmaz sonu ruh gibi bir kavramla, insanın ölümsüz bileşeni ile aşmaya çalıştı. cenaze törenlerinin ne kadar eski tarihlere uzandığı bunun göstergesidir.

    şu anda beyne bu kadar yatırım yapan başka bir canlı yok bildiğim kadarıyla, yani o bizim en büyük silahımız. ama bir zamanlar, buna benzer bir gelişim gösteren bir canlı türü daha vardı: neandertaller. ölülerine tören yaptıkları, alet edevat geliştirdikleri biliniyor. demek ki bir zamanlar şu koca dünyada "taşı elimden bırakırsam düşer" gibi basit olgulardan yola çıkıp ölümlülük gibi inanılmaz gerçeklere ulaşan, neden sonuç ilişkisi kurma yeteneğine sahip olan tek tür biz değildik. inanılmaz...

    o kadar yalnızız ki... kendi aramızda konuşuyor, tartışıyor, ama bulduğumuz sonuçları bizden farklı olan hiçbir canlı ile mütala edemiyoruz. verdiğimiz her karar, nereye varacağını bilemeyeceğimiz yollara sokuyor bizi. deneme-yanılma üzerine bir dünya inşa etmişiz, çünkü başka şansımız yok. bu yüzden elfleri, hatta orkları icat ediyoruz. bizden olmayan, ama yine de ölüm gerçeğiyle yüzleşebilecek kadar akıl sahibi olan, bildiklerimizi karşılaştırabileceğimiz sanal türler yaratıyoruz. uzaylıları arıyoruz belki bir şeyler biliyorlardır diye. ama, yalnızlığımızdan kurtulamıyoruz.

    şimdi bu pencereden baktığım zaman, bir zamanlar dünya üzerinde ölümlülükle yüzleşmiş tek tür olmadığımızı, bizler gibi varoluşunu anlamlandırmaya çalışan bir türle aynı dünyayı paylaştığımızı görüyor ve irkiliyorum. dünyayı anlayan, ama bana benzemeyen bir canlı ile yüzyüze gelmek... ürpertici!

    ama dünya sohbet odası değil ki oturup varoluşumuzun ve evrenin anlamları üzerine istişare edelim? büyük bir yaşam mücadelesinin içinde, sana bana çok benzeyen, düşünen, alet yapan, ama özünde farklı bir canlı ile karşılaşıyorsun. iç dünyasında ne olduğunu bilme şansın yok, ama eylemleri senin için ölümcül olabilir. zira, en büyük silahın olarak inşa ettiğin beynin bir benzerine o da sahip. seni günlerce gözleyerek davranışını çözümleyebilir, tuzak kurabilir, kabileni yok edebilir. diğer canlılarla mücadelende eşsiz bir fark getiren akıl, karşında olduğu zaman başına gelebilecek en büyük beladır, bunu seziyor, biliyorsun.

    o halde, ne yapacağını da biliyorsun insanoğlu: "o saldırmadan önce sen ona saldır. habil'i öldür!"

  • öyle bir anda gelen hissiyattır. aslında bu durumun vuku bulması için onlarca neden vardır ortada. bakmak zorunda olduğunuz bir anneniz, ilerlemek zorunda olduğunuz bir kariyeriniz kısacası vermek zorunda olduğunuz bir hayat mücadeleniz vardır. her şey darma dağınıkken hayatınızda, bir kişiye daha yer yoktur dünyanızda. içiniz burkulur ilk anladığınız anda. insanız sonuçta sevilmek istiyor egomuz. bir de... bir de çocuk mevzusu var tabi. serde kadınlık var ya illa tadılmak isteniyor o duygu. her bir arkadaşınız doğum yaptığında bu ihtimalden daha da uzaklaştığınızı anlıyorsunuz. velhasıl kelam kabullenilmesi zor bir iştir. kim ne derse desin erkekle kadın birbirine muhtaçtır. gelin görün ki bazıları için tek kişiliktir yaşamak.

    meraklısına 5 sene sonra gelen edit: hala evlenmedim.

    7 sene sonra gelen edit: hala evlenmedim. iyi ki evlenmedim modundayım. bekarlık gerçekten sultanlıkmış. tavsiye ederim.

    9 sene sonra gelen edit: hala bekarım. hayat çok güzel. aynen böyle devam :))

    10 yıl sonra gelen edit: bu entryden sonra neler olduğunun resimli arşivi için instagram hesabımı bırakıyorum buraya :)

    https://instagram.com/…q5zdc2odk2za==&utm_source=qr

    şu an geldiğim noktada iyi ki de evlenmedim diyorum. 37 yılda 5 ülkede yaşadım, sayısız ülke gezdim. evlenmiş olsaydım bunların hiçbirini yapamazdım muhtemelen. bundan sonra ne olur bilemem ama bugün dönüp baktığım dolu dolu bir hayat yaşamış olduğumu görüyorum. iyi ki diyorum, iyi ki… :)

  • gün içerisinde yazılan entrylerden görüyorum ki kendilerini "bilinçli jenerasyon" addedip buranın kahvelerine ve fiyatlarına bok atmayı "kapitalizm karşıtı" duruş olarak gören bir güruh var.

    iyi hoş tabii dile getirsinler düşüncelerini.

    4,5 liraya kahvesini alıp oturup keyif yapan adama skimsonik siyasi ideolojileriyle sataşmaya kalkışmalarının saçmalığından dem vurmuyorum bile.

    ister istemez merak ediyorum bir yandan, bu sataşan kesim gidip köşedeki tekel'den 2,5 liraya alabileceği biraya beyoğlu'nda herhangi bir mekanda 6-8 lira arası bir fiyat ödemedi mi hiç? aynı mantık değil mi lan?

    köhnemiş binanın 2. katındaki bardaysan içtiğin biraya olması gerekenin 3 katı fiyat ödemen normal, sistem karşıtı olabilirsin. bir amerikan şirketinde kahve içiyorsan kapitalistsin. vay anasını.

    yerim lan seni. asi şey.