hesabın var mı? giriş yap

  • kokuya neden olan bakterilerin bile pislikten ölmesi sonucu ortaya çıkan durum. nasıl bir pislikse artık..

  • bu flört denen evre çok modern gözükse de “nerede o eski aşklar” sözü tamamen bu flört zırvalığı yüzünden denen bir şeydir aslında. flört “birbirimizi tanıyoruz” adı altında tamamen bir modern zaman kaçamağı bakın. tamamen bir yedekleme manevrası. iki tarafa da zerre sorumluluk yüklemeyen bir korkaklık. “hesap soramam sevgilim değil ki, hesap mı vereceğim hemen gelin güvey oldum sanar” diye düşündürten bir dengesizlik fırsatı. ortada flört varsa aşk yoktur. flört isteyende aşk yoktur. flört olayını taze ve tatlı bir başlangıç evresi diye yutturdular bize. birini “gerçekten” isteyen biri flört edemez. o kişinin hayatına girer ve o kişiyi hayatına alır. kafası karışık değildir. isteği maximum seviyededir. prosedür yoktur. flörtmüş. sonra “ah nerede o eski aşklar sudenaz :(“

    sudenaz kızım sen aptal mısın? konuşsana. cevabını ver bunlara sesin çıksın biraz. ismin çok iğrenç ama bu da senin suçun değil.

    eskiden insanların birbirini beğenince, birbirlerine yönelince, direkt birbirlerine karşı sorumlu olduklarını bilir ona göre davranırmış. denek fare gibi karşındaki tanıma amaçlı flört etmek, tamamen bir kaçamak, tamamen bir korkaklık. sorumluluktan kaçma. ya üzülürsem özgüvensizliği, sonra nasıl ayrılacağım sıkıntısı. öbür konuştuğum flörtüm daha güzel sanki ya yedeklemesi. dur biraz daha bakayım doyumsuzluğu. ne istediğini bilememe. yani sevmeme. sevmeyi istememe. “ben bir bakayım bu istediğim gibi biriyse o zaman severim bunu ben” diye bir şey yok. seversen sevmişsindir, istediysen istemişsindir. tutar elinden yürürsün. hey gidi bre. (güldüm)

    beni flört edenlere sesleniyorum:

    denek sensin fare de sana .....

  • başbakan'ı eleştirenin işinden atıldığı, hapislerde çürüdüğü, başbakanın konvoyuna uzaktan metalci işareti yapanın iki gün nezarete atıldığı, parasız eğitim istiyoruz diye pankart açanların yıllarca hapiste kaldığı bir ileri demokrasi ülkesinde hala başbakan protesto edebiliyorlar. gerçekten aşk olsun.

  • ingilizcedeki “goodbye” sözcüğünün "good be with ye (tanrı seninle olsun)" sözünün kısaltması olan “godbwye” sözünden geldiği.

    elimizdeki kaynaklara göre, bu kısaltma ilk olarak 1565 ile 1575 yılları arasında kullanılmış. içinde "goodbwye" geçen ilk yazı, ingiliz yazar ve akademisyen gabriel harvey'in 1573'te yazdığı bir mektupmuş. bu mektupta harvey, "to requite your gallonde of godbwyes, ı regive you a pottle of howdyes." demiş. zaman ilerledikçe bu tabir, "good day" ve "good evening" laflarının etkisi altında kalmış.

    goodbywe'nin goodbye'a evrilme süreci ise kronolojik olarak şu şekilde gerçekleşmiş:

    • god be with ye (godbwye)
    • god-b'wye
    • good-b'wy
    • goodbye

    kaynak: good-bye'in etimolojisi

  • muharrem ince yalova’da oy kullanmak için sandık başına gelirken etrafındaki herkesi o harika gülümsemesiyle selamlar. o esnada bir “canlı” da hemen önünde beklemektedir. muharrem ince bu mahlukun görüntüsüne aldırış etmeksizin elini uzatır. kadın, tam bu esnada, bu ülkede dindarlar tarafından 16 yıldır oluşturulan tiksintinin arayüzü olur.

  • nihayet bitirdiğim fps türünün bence en tepe noktasındaki oyun.

    görseller ve grafikler: oyunun grafiklerindeki geometrik detaylar, renklerin kullanımı ve harita tasarımları / mekan çeşitliliği gerçekten muhteşem. id software, id tech 7 ile cidden kendisini aşmış diyebiliriz. fps türünün mucidi bu firmaya zaten saygımız büyüktü ama son noktayı da koymuşlar. animasyonlar da tıpkı genel grafikler gibi bir önceki oyuna (2016 doom) göre geliştirilmiş. artık yaratıklara vurduğumuz zaman beden parçalarının dağıldığını görebiliyoruz. vuruş hissi olarak, animasyon bakımından daha önce hiçbir fpsde görmediğim kadar tatmin edici diyebilirim. optimizasyon konusunda da, pek çok kişinin dediği gibi, firma adeta ders vermiş. gtx 1060 kartlı laptop'ımda 1080p, ayarların hepsi ultra nightmare olmasa da nightmare'de 50 - 60 fps arası oynayabildim. oyunu bir arkadaşımın hdr destekli televizyonunda da denedik, zaten şahane olan grafikler 2 kat daha güzel gözüktü gözümüze. o renkler, o ayrıntılar... harika. oyun cidden hdr destekli bir monitörde ya da tvde oynanmayı hak ediyor.

    sesler ve müzikler: sesler atmosfere sokuyor ve son derece tatmin edici. müziklere gelince... özellikle açıp dinleyeceğim müzikleri yok ancak oyun içindeki görevlerini başarıyla yerine getiriyorlar, atmosferi tamamlıyorlar diyebilirim. müzik kullanımı ise harika. müziğin hangi tonda ve ne zaman başlayıp biteceğini çok iyi ayarlamışlar.

    oynanabilirlik: oyun son derece keyifli ve adeta yağ gibi akıyor. gelişim sistemi biraz kafa karıştırsa da azıcık zaman harcayınca çözüyorsunuz her şeyini. ancak bugüne kadar çıkan bütün doom oyunlarını bitirmiş biri olarak diyebilirim ki şu ana kadar çıkmış en zor doom oyunu budur. insanın gözünü zihnini yoruyor adeta. aksiyon dozu biraz aşırıya kaçmış gibi.* can almak için glory kill yapmak gerekiyor. ammo almak için zayıf bir düşman üzerinde testereyi kullanmanız, armor almak için de düşmanların üzerine ateş püskürtmeniz grekiyor. bunları zamanında ve yerinde yapmazsanız sürekli ölüyorsunuz zaten ve sürekli mermi sıkıntısı yaşıyorsunuz. oyundaki platform öğelerini ben beğendim. abartıya kaçmamışlar ve oyuna zenginlik katmışlar bence. azıcık hoplayıp zıplamak ve hedefe ulaşmak insana keyif veriyor. düşman çeşitliliği de güzel yalnız sevmediğim ve sinir olduğum bir detay var: marauder ve arch-vile isimli düşmanlar. birincisi boss olarak tamam, zorluyor epey ve güzel ancak oyunun sonlarına doğru sürekli çıkmaya başlıyor karşınıza. ateş ettiğinizde anında kalkanı çıkartıyor, epey sinir bozuyor sürekli karşınıza gelmesi. arch-vile ise daha da sinir bozucu: yanlış hatırlamıyorsam taras nabad isimli bölümdeydim. açıklık bir alanda birden düşmanlar üzerime yüklenmeye başladı. yaratıkları kesiyorum kesiyorum bitmiyor, ateşten bir heykel olarak yeniden oluşuyorlar. böyle 5- 6 kez öldüm aynı yerde. meğerse yan tarafta bu arch-vile denilen iblis hepsini summonluyormuş, önce onu yok etmek gerekiyormuş ki o da epey zor ölüyor. her yaratık hakkında bilgi veren oyun nedense bu yaratığı atlamış ya da ben göremedim! bu 2 yaratık olmasaymış bence oyun daha da iyi olurmuş.

    multiplayer: battle mode pek sarmadı beni. keşke 2016 doom'daki gibi deathmatch ve farklı haritalar koysalarmış dedim.

    sonuç: yapılan en iyi fpslerden biri olduğunu düşünüyorum. puanım: 9 / 10

  • valla partim bana bu kadar gerizekalı muamelesi yapsa bırak oy vermeyi önlerinden geçmem bir daha..

  • onbir, oniki yaşlarındayken arada annemle beraber gündeliğe giderdim. genelde büyük temizlik yapılacaksa ek yardım olarak. anneme beş veriyorlarsa bana da iki, üç verirlerdi. şimdi düşününce, çok küçükmüşüm ama erken gelişmiştim. bir de fakir fukaranın çocuğu pek çocuk olamaz. çocuk olmaya vaktimiz de paramız da yoktu. neyse bu bir başka entry konusu...ben aslında başka bir şey anlatacaktım;

    yine annemle gündeliğe gittiğimiz birgün, evini temizlediğimiz kadının eşi, mahmut amca, ertesi gün okuldan sonra onlara gitmemi ve bana kışlık ayakkabı alacağını söyledi. annem de okul çıkışı mutlaka gelmemi söyleyince gittim mecburen. mahmut amca ile kapıda buluştuk, sonra beraber yakınlardaki bir ayakkabıcıya gittik. annem gelseydi bari ama gelmedi. calismasi gerekiyordu çünkü. mahmut amca'yla ayakkabılara baktık. bir tane denedik, aldık ve çıktık. sanırım hayatımın en mutsuz günlerinden biriydi. ayakkabı alındıktan sonra da, eve geldikten sonra da sadece ağlamak istediğimi ama kendimi tuttuğumu hatırlıyorum. bir de sonradan mahmut amca anneme asık suratlılığımdan dem vurmuş. sanırım bunu, ayakkabı alındıktan sonra sevinçle bacaklarına sarılan bir çocuk hayal ettiği halde, eskisinden de mutsuz bir çocukla karşılaştığı için hayal kırıklığı ile söylemişti. aslinda cok iyi niyetli bir adamdi ve ailece cabamizi takdir ediyordu.

    buraya nereden geldim peki...dün nuri bilgi ceylan'ın kış uykusu nu izledim...orada da vicdanını (ki vicdan genelde korkakların sevdiği bir sözcüktür ve öncelikle güçlüleri dehşete salmaya yarar.)* rahatlatmak için fakir bir aileye para vermeye çalışan kadına kızarken hatıralar beni buralara getirdi galiba. kadın parayı açıklama yapmadan gizlice kapıya bırakabilirdi...ama hayır, o şık kıyafetleriyle yardım ettiği ailenin gözlerinde sevinç görme, minnet duygusuyla sarmalanıp sarılma ve başkalarının mutluluğuyla mutlu olma fikrinden ziyade, mutluluğu için teşekkür edilmesiyle tatmin olma yolunu seçtiği için.
    çoğu zaman insanlar egolarına yenik düşüyorlar, birilerine yardım etmek güzel de teşekkür beklemek niye? teşekkürü bırak da arkandan etsin. illa yüzüne edilince ne oluyor?

    bir çocuğu mutlu edecekseniz o çocuğa yapılacak yardımın gizli olmasına, hatta çocuktan bile gizli tutulmasına dikkat etmeniz lazım. eskiden bir laf varmış, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek diye, ne doğru laf.

    bana şükret, sayemde bak yine iyisin'le iyi edilemiyor. kış uykusu bunun gibi pek çok anımı canlandırdı. daha gelirim ben buralara.

    * filmden alıntı

  • baska okullari bilemiyorum, amma bizim okulda ortaokul ve dahi lise boyunca ceketleri cikarmak icin hocalardan izin almak gerekiyordu. ondandir ki yaz gelip de sinif isinmaya basladiginda "ceketlerimizi cikarabilir miyiz" sorusu ve onu sormaktan sorumlu birileri olurdu. bu soruya cogunluk olumlu yanit verilse de, olumsuz yanit verildigi de oluyordu. bu tip yanitlari veren hocalarin ogle teneffusunde ogretmenler odasina kendisini kabul ettirememis, okul bahcesinde tek basina gezen tuhaf tiplerden ya da (ifrada kacmak gibi olmasin ama) okul mudurlerinden olusmasi tesaduf olmamali.

    neyse, ceketi cikarabilince bir rahatlama, kisa sureli de olsa otoriteden yirtma hissi geldigini cok net hatirliyorum. ve fakat o seneler icinde "neden ceketimi cikarmak icin bu dudukten izin almam gerekiyor?" sorusunu irdeledigimi, dert edindigimi hic hatirlamiyorum. bunlar bana o zaman dert olaydi, ergenligi bu denli gec yasta yasayip, sinir ve asabiyete rotarla ulasmis olmazdim sanirim. zamaninda yasardim fak di sistim'i, zamaninda alirdim hirsimi. kismet buguneymis.

  • - hiç ummadığınız anda tanımadığınız bi kadın size çiçek verse ne yaparsınız ?
    - kadın ney ?
    - avrat yani..
    - oğul veririm ona... tohum ekerim...

  • maaşlı şakirt troll'lerin son zamanlarda sarıldıkları yeni tür cümlelerin ortak paydası.
    bir de uzun ve süslü entry'lerle pekiştiriyorlar güya düşüncelerini.
    sanırsın ki her gün gaz yemiş, her gün ıslanmış, özgürlük ve demokrasi için parkta sürünmüş, evine gidip yatmamış bile..

    "ben oraya ağaçlar için çıktım ama apo posteri açılınca nasıl bir oyunun parçası olduğumu anladım"
    "ben oraya ağaçlar için çıktım ama polise taş atılınca nasıl bir oyunun parçası olduğumu anladım"
    "ben oraya ağaçlar için çıktım amaesnaf siftah yapamayınca nasıl bir oyunun parçası olduğumu anladım"
    "ben oraya ağaçlar için çıktım ama borsa çakılınca nasıl bir oyunun parçası olduğumu anladım"
    "ben oraya ağaçlar için çıktım ama mitinglere 1,5 milyon kişi katılınca nasıl bir oyunun parçası olduğumu anladım"
    "ben oraya ağaçlar için çıktım ama iş dükkan boykotuna gelince nasıl bir oyunun parçası olduğumu anladım"
    "ben oraya ağaçlar için çıktım ama ab desteğini görünce nasıl bir oyunun parçası olduğumu anladım"
    "ben oraya ağaçlar için çıktım ama cnn 8,5 saat yayın yapınca nasıl bir oyunun parçası olduğumu anladım"
    "ben oraya ağaçlar için çıktım ama kabul edelim beyler, yenildik ve ben nasıl bir oyunun parçası olduğumu anladım"

    he gülüm he..
    ben o başlığa düşüncelerimi yazmak için geldim ama senin troll entry'ni görünce nasıl bir oyunun parçası olduğunu anladım..