hesabın var mı? giriş yap

  • rahibeler ya da rahiplerin herhangi bir din bağı olmayan insanlarca ayartılması veya birbirlerini ayartmaları bir çok edebi ve görsel eserce işlenmiş popüler muhalif konulardan.

    m.fazıl coşkun un uzak ihtimal i de ilk bakışta işlediği “rahibe ve müezzin yakınlaşması” ile bu tipolojinin uç örnekleri arasında kabul edilebilecekken film bir “olamama” ya da “mümkün olamama” durumuna bağlandığı için farklılaşıyor.

    bu olamama hali filmin isminin de çağrıştırabileceği gibi bakış açısının -yönetmenin ve karakterin-böyle bir ilişkinin uzak ihtimal dahilinde olduğu şeklindeki ön kabulünden ileri geliyor. filmi tamamıyle müezzin in açısından izlememiz bu şekilde düşünmeme sebep olan etkenlerden biri. olaylar, olaylara müezzinin verdiği safiyane tepkiler, müezzinin şehir kültürüne yabancılığı filmin ilgilendikleri. asıl problem olarak görünen türkiyede-istanbulda rahibe olmak olgusu filmde yeterince detaylandırılmıyor hatta görkem yeltanın kiliseden çıkıp hızlı hızlı evine yürüyüşü ve şileye dahi o yaşına kadar gitmeyişi dışında filmde bu bahse dair pek bir şey yok . bu izolasyonun sebebinin toplum baskısı mı , kızın farklı bir din mensubu veya öksüzlüğünden kaynaklanan bir karakter sorunu mu olduğu şeklindeki sorular cevapsız kalıyor . kızın adeta asosyal bir karaktermişcesine sunulup sahafla tanıştıktan sonra yavaş yavaş açılması şeklinde verilen bilgi akışı filme hakim olan gercekçi bakış açısına aykırı düşüyor .

    bunların yerine müezzin karakterinin taşralılığı, edilgenliği ve şaşkınlığı filmin temposunu belirliyor. filmdeki baba-sahaf figürü iki karakteri birbirine bağlayacak eskiliği-yaşanmışlığı ya da tarihselliği ki bunu iki büyük dinin derin geçmişleriyle de ilişkilendirebiliriz, taşıyor. bu sorumluluk hadi sizi yalnız bırakıyım cılıktan öteye gitmese de karakterlerin birbirleriyle temasının ancak ve tek belirleyicisi/müsebbibi olması bakımından filmin omurgasını oluşturuyor. ancak bu figürün ki bunu tarih in ta kendisi olarak anlamlandırmayı uygun görüyorum, daha babalığını açıklamanın zamanının gelmediğini belirtmesi ve akabinde müezzin in de aynı yönteme başvurmasıyla filmdeki sonsuza giden ihtimalsizliğin ve asla biraraya gelemeyişin de tek sebebi olarak görülebilmesi filmdeki önemli bir çelişki olarak göze batıyor. müezzin ve rahibe nin bir araya gelişi babanın kol kanat germesiyle pekala olabilecekken, bu durumun akışına bırakılması rahibenin anavatanına dönmesiyle sonuçlanıyor ve olası bir birleşmenin ve yıkılası bir tabunun daha da derinleşmesine ve en fazla uzak ihtimal olabilecek kadar yakınsayabileceğine ispat görünüyor. film bu tespiti yaparak bize bir şey söylemiş olmuyor, sadece olamamasının meşrulaştırılması ya da toplumsal ve psikolojik kökenleriyle tanışıklığımızın artmasına yardımcı oluyor.

  • merhabalar,

    godfather filminin bir yerinde, şu söz vardır, çok hoşuma gider ve her yerde kullanırım:

    -eğer birini seviyorsan, bırak gitsin... dönerse senindir, iskenderse benimdir!! hahahahahahaahhaahhaahah!!!

    bu kısa girişten sonrai kendimi tanıtayım... spontan bir insanım... mesela face'de profilini gördüm ve hemen sana yazmaya karar verdim...

    kendini nasıl tanımlarsın?

    asi?
    şatafatlı?
    kaderci?

    ilk harflerine bak, beni göreceksin:)

    mustafa

  • amerika'daki her sey oldugu gibi bu da eyaletten eyalete degisen bir seydir. zamaninda obamacare getirildiginde en buyuk amac eyaletler arasindaki farki mumkun oldugunca azaltip ulke boyunca benzer, standart ve ortak bir saglik sistemine ulasmakti ama bunun ne kadar basarili oldugu tartisilir.

    oncelikle sunu soyleyeyim (cunku bu konuda cok soru geliyor) amerika'ya green card yoluyla veya baska bir sekilde geldiyseniz ulkeye adiminizi atar atmaz ilk yapacaginiz sey saglik sigortasi almak olmalidir. bunun kesinlikle sakasi yok. saglik sigortaniz yoksa bir ambulansin sizi alip bir sokak otedeki hastaneye goturmesi 2 bin dolar, acil serviste size basit bir pansuman yapilmasi 800 dolar, basit bir doktor ziyareti 400 dolar gibi fiyatlar cekebilirler. yukaridaki entry'lerde de siklikla bahsedildigi icin bu rakamlarin ayrintisina girmeyecegim ama bu rakamlar abartma degil. biz turkler'de genelde "bana bir sey olmaz" zihniyeti olur ama bu konuda risk almaya degmez. sahsen 15 senedir hic doktora gitmeme ragmen sigortam var cunku yarin ne olacagi belli olmaz. sirf hava degisiminden dolayi ucaktan iner inmez hasta olan ve doktora gitmek zorunda kalan ve ayaginin tozuyla binlerce dolar zarara giren insanlar var.

    yine de cok karamsar olmamak lazim. son istatistiklere gore amerikalilarin %92'sinin saglik sigortasi mevcut. obamacare oncesi bu rakam %84'tu ve obamacare sayesinde sigortasizlarin orani %16'dan %8'e dustu. bu oran almanya ve ingiltere'deki sigortali oraninin biraz daha altinda ama obamacare sonrasi arada cok fazla fark kalmadi.

    yukarida bahsettigim gibi amerika'daki saglik sistemi eyaletten eyalete degisiyor. saglik sistemi olarak iskandinav modelini birebir uygulayan oregon, washington, minnesota, california gibi eyaletler oldugu gibi, tam tersi model uygulayan alabama, teksas gibi eyaletler de mevcut. mesela her zamanki gibi oregon'u ornek vereyim. gecen sene gecen bir kanunla "oregon health plan" adinda bir saglik sigorta sistemine gecildi. buna gore aylik 1400 dolarin altinda geliri olan tekil kisiler, 1600 dolarin altinda geliri olan ciftler veya 2800 dolarin altinda geliri olan cocuklu aileler tamamen ucretsiz bir saglik sigortasina sahip olabiliyor. bu iskandinav modelinin birebir uygulamasidir. bu sistemdeki saglik sigortasi hemen hemen akla gelecek tum tibbi durumlari karsilamaktadir (dogum yapmak, uyusturucu tedavisi, psikolojik tedavi, dis sagligi dahil oldukca kapsamli bir sigorta).

    bu konuda her eyalet oregon kadar comert degil ama california'da da asagi yukari benzer bir sistem var. hatta california'daki birazcik daha comert cunku oregon'daki sigortadan faydalanabilmek icin en az green card veya vatandas olmaniz gerekirken california'da kacak gocmen olup saglik sigortasindan faydalanan insanlar var.

    yine de eyaletlerin kendi saglik sigortasi cok az kisiyi kapsiyor. amerika'daki sigortalilarin buyuk cogunlugu (yaklasik %60) calistiklari sirket tarafindan sigortalanmaktadir. her sirketin sigorta politikasi ve ucretleri farkli oldugu icin burada tam bir birlik saglanabilmis degil. mesela nike'in calisanlarina sagladigi sigorta ile intel'in calisanlarian sagladigi sigorta arasinda farklar mevcut. genelde buyuk ve kurumsal firmalarin sigortalari daha kapsamli ve daha ucuz oluyor. sirketlerin sagladigi sigorta calisanin ailesi ve cocuklarini da kapsarken ucret bedava ile ayda 500-600 dolar arasinda degisiyor. kisisel bir ornek olmasi acisindan: su anda calistigim sirkette kendim ve esimi kapsayan saglik sigortasi icin hic para odemiyorum ama onceki sirkette sirf kendi sigortam icin ayda 200 dolar oduyordum.

    bunun disinda 65 yasinin uzerindeki tum vatandaslar, engelliler, federal devlet icin calisan memurlar ve askerler federal devlet tarafindan sigortalanmaktadir ve bu kisilerin sigorta masraflarini sosyal sigortalar kurumu (gilicdar batirdi hep) odemektedir. 65 yasinin uzerindeki tum vatandaslar ssk'dan emekli oldugu icin saglik masraflarini da ssk oderken kalici olarak engelli olan vatandaslar da ayni kapsama giriyor. bu kisiler ayni zamanda bazi eyaletlerde de ek sigortalardan faydalanabiliyorlar.

    peki obamacare nerede devreye giriyor? diyelim ki 65 yasinin altindasiniz, bilinen bir engeliniz yok, calistiginiz sirket size sigorta saglamiyor, geliriniz sigorta satin almaya yetmiyor ve oregon gibi iskandinav sistemini benimsemis bir eyalette yasamiyorsunuz. bu durumda obamacare'in sisteminden indirimli olarak kendi ozel sigortanizi satin alabiliyorsunuz. obamacare oncesi bu durumdakiler icin sigorta policesi almak cok pahaliydi ama obamacare ile bu ucret biraz daha indi ama obamacare'in asil faydasi bu olmadi. obamacare oncesi sigorta sirketleri kanser, seker, kalp hastaligi gibi masrafli bir hastaliginiz varsa sizi sisteme kabul etmemezlik yapabiliyordu ama artik bu yasaklandi. sigorta sirketleri artik hangi hastaliginiz olursa olsun sizi kabul etmek zorundalar (trump bunu degistirmek istemisti ama kendi partisi bile karsi cikti).

    her seye ragmen sigortasi olmayan %8'lik kesim buyuk bir risk aliyor. sigortaniz yokken doktora gittiginizde en basit bir islem bile yuzlerce, hatta binlerce dolar tutabiliyor. bunun da birkac sebebi var. buyrun liste yapalim:

    1) bir hastanenin acil servisine gittiginizde ne olursa olsun sizi kabul etmek ve size ilk mudaheleyi yapmak zorundalar. yaninizda bir kimlik olmasa ve paraniz olmasa bile bu hastanelerin kanuni zorunlulugu. bu yuzden evsizler ve kacak gocmenler genelde acil bir durum oldugunda doktora gidip acil serviste takiliyorlar. bunlar ucret odemedigi icin kabak odeyenlerin basina patliyor cunku hastane herkesin masrafini odeyenlerden cikartmaya calisiyor.

    2) acil servisler sadece acil durumlar icin oldugundan hastaneler acil servis kullanimini azaltmak istiyorlar ve bunu ucretleri yuksek tutarak yapiyorlar. kanunen gelen kimseyi geri ceviremedikleri icin her basi agriyan veya burnu akanin acil serviste olmasini istemiyorlar ve fiyatlari caydirici bir guc olarak kullaniyorlar.

    3) abd'de tip okumak asiri derecede pahali oldugu icin doktorlar 200-300 bin gibi borclarla mezun oluyor ve ayda birkac bin dolar ogrenci kredisi odedikleri icin bu rakami musteriye yansitiyorlar.

    4) doktorlar yanlis tedavi uygulayip hastaya bir zarar verirlerse hastanin mahkemeye gitme ve cok ciddi oranda tazminat isteme hakki oluyor (malpractice). doktorlar bu ihtimale karsi ozel bir sigorta satin aliyorlar ve bu da her ay binlerce dolar tutuyor. sonunda doktor mahkemeye verilirse tazminati sigorta sirketi oduyor. bunun parasi da musteriye yansitiliyor.

    5) hemsireden hasta bakiciya kadar saglik personelinin maaslari oldukca yuksek ve dunya standartlarinin uzerinde oldugu icin bu da fiyatlara yansiyor. abd'de bir hemsirenin yillik 100 bin dolar ve uzerinde kazanmasi hic de nadir degil.

    6) ilac firmalari genelde paralarini bati ulkelerinden cikartirlar. mesela abd ve avrupa'da 5-10 bin dolar tutan bir ilac ayni marka ve ayni sirket tarafindan satilmasina ragmen cin veya hindistan'da 50-60 dolara kadar dusebiliyor. mesela abd'de 85 bin dolar tutan bir ilac hindistan'da 500 dolara sattigi icin bir cok amerikali hindistan'a gidip ilaci oradan aliyor (link asagida). genelde ilac firmalari ar-ge masraflarin bati ulkelerindeki ilac satislarindan cikartirken diger ulkelere maliyetin cok az uzerine ilac satarlar. ozellikle bu konu cok ilginc ve bu konuda yazilan bir suru makale ve kitap var. ilac firmalari abd'de ve avrupa'da satis yaparken en buyuk masraf kalemleri olan ar-ge'yi fiyata ekliyor ama asya ulkelerinde sadece ilacin fabrika uretim masraflari sayiliyor.

    https://money.cnn.com/…osbuvir-hepatitis/index.html

    7) tum bati ulkelerinde oldugu gibi abd'de de nufus gittikce yaslaniyor ve saglik hizmetlerine olan talep artiyor. amerikalilar'in ekseriyeti sagligina dikkat etmedigi, fazla egzersiz yapmadigi ve sagliksiz beslendigi gercekleriyle de yuzlesince ulkede yeterince saglik personeli yok. talep arza gore kat kat fazla olunca da saglik hizmetleri daha pahali oluyor (serbest piyasa ekonomisi).

    8) hastanelerin, medikal ofislerin ve kullanilan yuksek teknolojili makinelerin kirasi inanilmaz derecede yuksek ve bu da musteriye yansitiliyor.

    bazi durumlarda saglik masraflarinizi saglik sigortaniz disindaki kaynaklar da odeyebiliyor. ornegin trafik kazasi gecirdiginizde hastane masraflarinizi araba sigortaniz karsilar. isyerinde kaza gecirip sakatlandiginizda masraflarinizi sirketiniz ceker. eve hirsiz gelip sizi yaralasa hastane masraflarini ev sigortaniz ceker. yine de saglik sigortasi cok onemlidir ve buradaki hayatin olmazsa olmazlarindandir. sakin ihmal etmeyin.

    aslinda sigorta konusu oldukca karmasik. bunun deductible'i var, out of pocket'i var, out of network goygoyu var, bunlarin hepsinden bahsetmeye kalkarsam entry cok uzayacagi icin bahsetmiyorum ama mevzu burada bahsettigimden daha komplike. bazi durumlar oluyor, saglik sigortaniz oldugu halde saglik masraflarina bir araba dolusu para dokmeniz gerekiyor. bu yuzden sigortanin sartlarini, nerede nasil gectigini de iyice incelemek gerekiyor.

    amerika iyidir, hostur, firsatlar ulkesidir, bazi yerleri cennet gibidir (ornegin oregon) de kendi hakkinizi kendiniz aramaniz ve her seyi en ince ayrintisina kadar irdelemeniz gerekiyor yoksa bu ulke insani kagit gibi ogutur. her seyden onemlisi saglik giderlerini kismanin en iyi yolu yedigine ictigine dikkat etmek, sagligina ozen gostermek, sinirden stresten uzak durmak, havasi suyu temiz bir yerde yasamak, egzersiz yapmak gibi seyler geliyor. ornek olarak soyluyorum, gidip daha ucuz diye kalitesiz, junk food veya fast food tuketip sonra doktora binlerce dolar bayilacagima biraz daha organik, kaliteli beslenip doktor masraflarini kisabilirim mesela. hayatta yapilan yatirimlar icinde insanin kendi sagligina yapacagi yatirim gibisi yoktur cunku istedigin kadar mal mulk topla, onlari zevkle ve afiyetle yiyebilecegin sagligin yoksa ne yapabilirsin ki?

    su anda bu yaziyi okuyan herkes nefes alip veriyor. bunu hic dusunmeden, aklimiza bile gelmeden yapiyoruz. nefes aliyoruz, nefes veriyoruz. hic dusunmuyoruz ama 2-3 gun hasta olsak, bogazimiz veya burnumuz tikali olsa rahat rahat nefes almanin aslinda ne kadar lezzetli ve keyifli bir sey oldugunu anliyoruz. hastalik gecer gecmez "oh be dunya varmis" diyoruz, aradan birkac gun gecince yine unutuyoruz cunku insan bir seyi kaybetmeden kiymetini anlamiyor. simdi bu yaziyi okuyanlara bir sozum var, derin bir nefes alin, sonra birakin, sonra yeniden nefes alin, simdi de bunun ne kadar keyifli oldugunu ama aslinda hic kiymetini bilmedigimizi dusunun.

    ha diyeceksiniz ki "sen oregon'un tertemiz taptaze yemyesil havasini nefes cekiyorsun, tabi keyif alirsin". onun yeri ayri. nefes her yerde nefestir.

    neyse, yukarida dedigim gibi abd'de saglik sisteminden vergi sistemine, egitim sisteminden cevreyi koruma kanunlarina kadar her sey eyaletlere birakilmis. bu yuzden eyaletinizi de iyi secmek onemli. yine yukarida soyledigim gibi bazi eyaletler saglik sisteminde iskandinav modelini benimsiyor ama bu eyaletler vergilendirmede de iskandinav modelini benimsiyor. mesela teksas'ta yasayip yilda 100 bin dolar kazanan biri 28 bin dolar gelir vergisi oderken california'da yasayan ve yilda 100 bin dolar kazanan biri yilda 38 bin dolar gelir vergisi odeyecektir. sonucta iskandinav ulkelerinde de bedava saglik hizmeti olmakla beraber gelir vergilerinin oranlari %50'nin uzerine cikabilmektedir (mesela isvec'te gelir vergisi %62'ye kadar cikabilmektedir). kisaca dunyanin hicbir yerinde bedava saglik hizmeti diye birseyden soz etmek mumkun degildir cunku bunlarin parasi halktan o veya bu sekilde cikmaktadir.

    yine de abd gibi dunya tarihinin gelmis gecmis en varlikli ve zengin ulkesine vatandaslarinin doktora gidemedigi icin veya ilacsizliktan dolayi olmesi yakismiyor. ideal olan bunun hic olmamasi, ulkenin %100'unun (kacak gocmenler de dahil) sigortali olmasidir. umarim bir gun o da olur.

  • celal şengör'ün az önce teketek programında sarfettiği söz. hocaya olan sevgimden dolayı sert eleştirmekten her zaman kaçındım ancak bu sefer kantarın topuzunu kaçırdı diye düşünüyorum. bülent ecevit bu ülkedeki en iyi eğitim almış başbakanlardan birisidir.
    gelen mesajlar üzerine edit:
    bazı arkadaşlar bülent ecevit'in lise mezunu olduğundan bahsederek mesajlar atıyorlar. duyanda sanır şişli endüstri meslek lisesi mezunu. ecevit robert koleji mezunudur beyler bayanlar. ankara dil tarih fakültesi'nde ve londra üniversitesinde eğitim gördü. bu üniversiteleri bitirmedi ama kapasitesi yetmediği için bitirmediğini zannetmiyorum. ki daha sonra burslu olarak harvard üniversitesinde bir yıla yakın süreyle birtakım akademik çalışmalarda bulundu. bu üniversitelerin önünden dahi geçemeyecek adamlar “ama lise mezunuuu” dedikleri zaman kafayı yiyorum.

  • bu millete bayılıyorum ya.

    abi siz kendinizi tam olarak ne sanıyorsunuz millet olarak? hani akp'liler diyor ki "almanya bizi kıskanıyor" da siz de bu kafaya girerseniz o latteye yakın zamanda 640 tl de verirsiniz. hatta o latteler bu ülke topraklarından da uzaklaşır yakında...

    işin gerçeği şu. biz millet olarak akp gibi bir partiye, tayyip gibi bir elemana 20 senelik yetki verdik. tek gerçek budur abi. benim yorumum, senin yorumun değil. 20 sene bunlar var başımızda. gerçekler bunlar.

    siz elin cunta rejimiyle yönetilen afrikalı vatandaşına, o vatandaş "ya şöyle güzel son çıkan telefonları, bilgisayarları alayım, avrupa'ya tatile gidelim" dediğinde gerizekalı gözüyle bakmaz mısınız? demez misiniz "lan elinde keleş, boynunda altından zincir, ot içip cümle kuramayacak tipler tarafından yönetiliyorsun istediğin şeylere bak" demez misin?

    o yüzden başa dönüyorum: sen 20 senedir akp rejimi ile yönetilmeyi kabul edip bir de yukardaki afrikalı gibi refah içinde yaşamak düşüncesini mi geçiriyorsun içinden? kimsin abi sen?

  • senin şehrinde kafede oturmandan ne farkı var? suçluyu yanlış yerde aramayın.

    edit: insanların hangi ruh halinde olduklarını bu açıdan nasıl anladınız?

  • instagram hikayesinde şu şekilde görülmektedir:

    “türkiye apaçık bir parti devletine dönüşmüştür, şu an nazi almanyası’ndan farkı yoktur. bu hükümet meşruiyetini tamamen yitirmiştir. satılan geleceğimizin, toprağımızın, emeklerimizin, mutluluğumuzun hesabını hakkını sormayan, şu saatten sonra ses çıkarmayan herkese yazıklar olsun! biliyorum keyfiniz bozulmasın istiyorsunuz ama artık çüş.”

    t: bir rapçiye ait açıklamalar

  • bu entrye yolu düşenlerle paylaşma arzusunda olduğum ilginç bir hakikat de pek çok dilde "mutluluk" sözcüğünün şans, baht, talih ve hatta kader gibi sözcüklerle ya birebir aynı olması, ya da etimolojisinde bu izleri barındırmasıdır.

    hint avrupa dilleri'nde bu pek bir nettir: misal almanca’da glück bugün hem mutluluk, hem de şans anlamındadır. keza italyan, ispanyol ve portekizliler’in mutluluk yerine kullandığı kelimeler (sırasıyla felicita, felicidad, felicidade olacak) hep latince “felix” gibi köklerden uzanırlar bizlere, ki talih, baht anlamları da aynı kökün içindedir. fransızca mutluluk demek olan bonheur’ü ise modern dile rahatlıkla “iyi talih” şeklinde çevirebiliriz. ingilizce’ye gelince, happiness kelimesinin middle english’teki “hap” kelimesinden evrildiğini anlatır bize sözlükler ve perhaps, haphazard, to happen gibi kelimelerde de kendini belli ettiği üzere, “hap” başa gelen şey, şans anlamındadır. son olarak sevgili türkçe’ye dönersek görürüz ki, “mutluluk” kelimesi sonradan üretilmiş köksüz, acayip bir kelime olduğu için, şansla, talihle, kader kısmetle bir alakası yoktur, fakat en azından (farsça asıllı) bahtiyar kelimesi açık açık baht’tan türememiş midir?

    bu saydığım ve bir de aşina olmadığım daha kimbilir kaç dildeki mutluluk-talih bağlantısı mutluluğun insan arzu ve iradesinin çok dışında, ancak fortuna’nın döngülerinde, bahtın rüzgarlarında, kaderin cilvelerinde bir yerlerde denk gelinebilecek bir mefhum olarak algılandığı çağların ürünü olsa gerektir. mutluluğun, ilahi lütuflarla değil de bireysel tasarrufla ulaşılabilecek ve hatta ulaşılması gereken bir hak olduğu fikrinin yaygınlaşacağı aydınlanma çağı’na daha vardır.

    sözlerimi şu bilgi parçasıyla nihayetlendireyim ki, amerika ve avrupa’da yapılan araştırmalar kişinin hayatında başına gelenlerle öznel mutluluk düzeyi arasında öyle beklendiği kadar kuvvetli korelasyonlar bulamıyorlar. talih ve mutluluk öyle görünüyor ki atalarımızın varsaydığı kadar özdeş değiller, en azından asri zamanlarda, en azından batı alemlerinde...

  • "haydi gel benimle ol
    oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize dermiş sezen aksu..ben de habire
    oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki resmimize anlardım.....seneler sonra bugün anladım cdyi dinleyince elimde kartonetle....