hesabın var mı? giriş yap

  • sivil hayatında mandanın bokundan bile daha önemsiz görüldüklerinden, burada erkekçilik oynamışlar. 1 sene sonra o işkence ettikleri çocuk gibi birinin önünde süklüm püklüm iş isteyecek veya işinin görülmesi için yalvaracak. eminim ki bundan öte gidemeyecek zavallılar topluluğu.

  • bisiklete binmeyen birisi olarak hiç görmediğim elitistlik. olm siz ne yiyip içiyorsunuz ya nereden kaynaklanıyor bu kadar eziklik? yeminle merakımdan soruyorum laf sokmak için değil.

    adam bisiklete biniyor amk. bi sik let. hatta mal sürücüler yüzünden ölüm tehlikesi falan da atlatıyor. adam gelmiş elitistlik diyor ya.

  • 1478 - 1535 yılları arasında yaşamış, hem düşünce sistemlerinin hem de ölüm sebeplerinin az çok benzer olması sebebiyle döneminin sokratesi sayılan, en meşhur eseri "nowhere" anlamına gelen utopia olan ingiliz filozof.

    utopia kitabında her ne kadar devlet adamlarını saray kuklaları diye nitelendirse de, hiç istemeyerek ilk olarak lord chancellor* olarak görevlendirilmiş, yaptığı işler ve verdiği kararlar ile toplum nezdinde çok büyük popülariteye sahip olmuştur. daha sonra kendi döneminin kralı olan henry viii tarafından lord high chancellor* olarak görevlendirilmiş, birkaç yıl bu görevi ifa ettikten sonra henry viii ile bir takım konularda uzlaşmasının mümkün olmayacağını düşündüğü için sağlık durumlarını bahane ederek görevden çekilmeyi talep etmiş ve kabul edilmiştir. ancak o dönemde öngördüğü sorunlar sonradan ölüm sebebi olacaktır.

    aşırı dindar olduğu bilinen thomas more her ne kadar rönesans ve hümanizm hareketlerini destekleyip önderlik bile etmiş olsa da reform hareketlerinin bir o kadar karşısında durmaktaydı. dinin/kilisenin reforme edilmesi ona göre dinde ve toplumda bölünmelere yol açacak ve onarılamaz yol ayrılıklarına düşülecekti (nitekim öyle de oldu). bu görüşleri uğruna dönemin kralı henry viii'e karşı durmuş, bir nevi vicdan özgürlüğü uğruna ölmüştür. o dönemde ispanya kraliçesi aragonlu catherine ile evli olan kral henry viii anne boleyn'e aşık olmuş ve eşinden boşanmak istemiş, boşanmaya katı bir şekilde karşı olan ve boşanma kararlarını onaylayan papa bunu reddetmiş, o zaman siyasi anlamda çok güçlü olan ispanya ile ters düşmek istememiştir. bunun üzerine henry viii papalığı tanımadığını ve ingiliz kiliselerinin başında kralın olması gerektiğini savunmuş ve parlamentosunda bunu kabul ettirmiştir. zaten reform akımlarının etkisinde olan avrupa'da ingilitere bu olayla nasibini almış ve daha sonra anglikan kilisesi olarak anılacak mezhebin temelleri atılmıştır. katolik kilisesine aşırı bağlı olan thomas more'un lord high chancellor'luk görevinden çekilmesine sebep olan temel sorun kilisenin parlamento kararı ile krala bağlanmak istenmesi olmuştur. kral henry viii parlamentoda bu doğrultuda aldığı kararları herkese kabul ettirmeye çalışmış ve kanaat önderlerinin de herkesin önünde yemin etmelerini istemiştir. thomas more bu olaylara sessiz kalarak işten sıyrılamamış, ingiliz toplumu üzerinde büyük bir etkiye sahip olması sebebiyle kral tarafından ant içmeye zorlanmıştır. aşırı dindar olan thomas more "tanrı tanrı değildir diyemeyen parlamento, kral'ı da kilisenin başına geçiremez" diyerek kralın bu uygulamasını vicdani olarak reddetmiş ve tabii ki ölüm cezasına çarptırılmıştır. kral'ın aşkı yüzünden kilise bölünmüş ve thomas more da öldürülmüştür. çok şakacı olduğu bilinen more kafasının kesileceği sırada sakalını kenara çekmiş "sakalım bir suç işlemedi" diyerek son anlarında da espri yapmayı ihmal etmemiştir. trajik olan bu olay daha sonraları trajikomik bir hal almış, kral kendine ihanet ettiğini düşünerek biricik aşkı anne boleyn'i de idam ettirmiştir. uğruna dinin bölündüğü, thomas more ve daha bir çok insanın ölümüne sebep olan kadın idam edilmiştir.

    thomas more utopia kelimesini ve fikrini ilk kullanan kişidir. utopia isimli eserinde ideal devleti ve toplumu bir ada üzerinde betimlemiştir. sosyalizm üzerine kurulu bir sistem tasarlamıştır. çalışma saatleri, kadın erkek ilişkileri, yerel yönetimler, idare, bürokrasi, aile, mülkiyet hakkı, dinler, savaş ve daha birçok konuda bugün bile etkileri hissedilen görüşler ortaya koymuştur. yakın dostu erasmus'un da desteklediği idam cezasının uygulanmasının çok ağır suçlarda gerçekleşmesini(hatta kaldırılmasını), ortak mülkiyet hakkını(sosyalizm), dinlere eşit mesafede durulması ve devlet yönetiminde dinlerin olmaması gerektiğini yani sekülarizmi, ailenin yapısının korunmasını, eğitimin önemini ve sanatın belirli bir zümreye değil herkese ait olmasını ve demokratik seçim sisteminin uygulanması gibi konuları "ütopia"sına işlemiştir.

    eflatun gibi ateistlere çok sert ifadeler kullanmış, tabiri caizse "allah korkusu olmayan adam ahlaktan yoksun olur, toplum düzenini bozar, devlette görev alamaz ama ateist olduğu için de kimseye bir şey yapamayız" demiştir. tasarladığı toplum aile (karı-koca) ilişkilerinin koruyan, demokrasiyi uygulayan ve sınıfsal ayrımı sonlandıran more, bu görüşleriyle ise eflatundan ayrılmaktadır.

    utopia'da diğer devletlerin borç ile kontrol altında tutulduğu, bunun savaş zamanlarında önemli bir politik koz olarak kullanılabildiği anlatılmıştır. savaş olursa borçlu olan devletlerden askerler alınıp düşman devlete karşı savaş açılır ya da para ile düşman devletten bürokrat, asker satın alınıp devlete karşı savaş açılır. bu yöntem günümüzde de "adi ingiliz politikası" olarak uygulanmaya devam etmektedir.

    yaşadığı çağın çok ilerisinde görüşlere sahip olan more, meşhur bir çok sosyalist düşünürün ve liderin fikir babası olmuştur.

  • tolstoy'un erkek kardeşine evin köşesinde ayakta durup beyaz ayıyı hiç aklına getirmemesini istemesi üzerine kardeşi tüm çabalarına rağmen beyaz ayıyı düşünmeden edememiş, klinik psikologlar tolstoy'un bu deneyine ithafen insanın bir türlü denetleyemediği ve kendi kendine tekrar ortaya çıkardığı saplantılı düşüncelerine beyaz ayı sendromu adını vermişler. (1)

    düşünmemeye çalıştığımız şeylerin aslında buna programlı olduğumuzdan sık sık düşünüp düşünmediğimizi kontrol ederek bir nevi o düşünceleri tekrar canlandırma olayı.

    tolstoy'un kardeşi beyaz ayıyı düşünmemesi gerektiğinden aklının bir köşesinde bunu daima canlı tutmuş, tıpkı olumsuz duygularımızdan veya rahatsız edici saplantılarımızdan kaçmamız gibi. ama arada yapıp yapmadığımızı kontrol ederken de o düşünceler tekrar bir canlılık kazanarak taze kalıyor ve döngü devam ediyor.

    bu kimi yerlerde olumsuzluklardan kaçarken aslında onlara bağlı kalmakla da açıklanabiliyor. yani kişi ne kadar olumsuzlukları veya bu takıntıları ertelemeye veya düşünmemeye çalışıp üstünü örterse artarak devam edebiliyor. bu sebeple de o olumsuzlukları/saplantıları düşünmemek yerine kabullenip ilerlemek bu olayı hafifletecek çözümler arasında.

    (1)-psikeart/obsesyonsaplantıtakıntı murat kemaloğlu

  • uzun yıllardır yurt dışında yaşadığımdan türk televizyonlarini takip etmiyorum. zaten televizyon da seyretmiyorum. türkiye’deki arkadaşlar çok övdüler, ben de internetten bir kaç kısa bölümünü seyrettim. oraya gelen konuklara ‘sen ne iş yapıyon lan’ şeklinde konuşan varosun teki. millet kendine hakaret ettirmeye ve kendini televizyona çıkarmaya gelmiş. hep beraber öyle varos varos takılıyorlar.

  • topuklu ayakkabı giydirip, makyaj yapıp sonra elbise giydirdikleri tacizciye ceza adı altında kendi kafalarındaki fantazileri uygulanması.

  • babamın ufak bir şirketi vardı, vergisini ve çalışanlarının sigortaları düzenli ödeyip kimsenin hakkına girmezdi. bir zaman sonra işleri bozuldu ticaret sonuçta neyse baya vergi ve çalışan sigorta borcu birikti. onları toparlayım derken yorgun düştü yüreği ve çok erken kaybettik güzel yürekli babamı. sevgili devletimiz 1 dul 3 yetim kız çocuğundan 1 gün bile ertelemeden aldı bütün borcu, hepsini ödedik bitti şükür herşeyin üstesinden geldik. söyleceklerim bu kadar...

  • başlığın uzun hali: "muslera'nın bu ayki maaşını şehit ailelerine bağışlaması" olacaktı.
    çok karakterli, ekmek yediği yere ve değerlerine saygılı, umarım hep böyle olur.
    hesaplamadan söyleyeyim bağışlayacağı tutar, 375 bin euro (2.5 milyon tl) olacak.
    örnek davranış, helal olsun. kaynak

  • kökenlerine bakıldığında en önemli fark, jazz'ın şehir, blues'un ise kırsal kökenli olduklarıdır, hatta bu durum türk sanat müziği (klasik olanı haliyle, muazzez ersoy'un nostalji serisinden söz edilmemektedir) ve türk halk müziği arasındaki farka dahi benzetilebilir... illaki kategorize etmek gerekiyorsa tabii... ikisinin de temelinin aynı olduğu söylenir, hatta 1920'lerin sonuna kadar aralarında çok da büyük farklar görülmez. blues'un imparatoriçesi olarak bilinen bessie smith'in birçok kaydında korneti louis armstrong çalmaktadır, üstelik bir stüdyo müzisyeni gibi değil, çalınması gerektiği gibi...

    ancak burada çalınan parçaların aslında blues olmadığını söyleyenler de bulunmaktadır. w.c. handy'nin bestesi olan st louis blues, adında blues geçmesine rağmen minör ve majör tonaliteler arasında dolanır, önceden belirlenmiş bir formu vardır. aynı durum, "ain't nobody's business" için de geçerlidir, ancak şunu unutmamak gerekir, bir parçanın blues olması demek, illaki katı blues formunda olması demek değildir. blues, parçanın ruhundadır, icra edenlerin ruhundadır... aynı şekilde, tonik, subdominant, dominant (bkz: 12 bar blues /@camurlusular) kalıbı üzerinde çalınan her pentatonik parça da blues değildir, haşa sofradan! (bkz: blues /@camurlusular)

    jazz'a gelince... jazz, 1940'ların başında bebop akımıyla, diatonik kalıpların iyice dışına çıkmış, kendi başına üst düzeyde armoni ve enstrüman hakimiyeti gerektiren bir tür haline gelmiştir... blues kalıbında birçok jazz standartı vardır, ancak çalınma şekli dolayısıyla blues ile uzaktan yakından alakası olmadığı bile söylenebilir... miles davis'in kind of blue albümündeki "all blues" ve "freddie the freeloader", armonik olarak blues kalıbına çok yakındır, üstelik blues icrasına çok yakın bir şekilde çalınmasına rağmen blues olduğu söylenemez... 1960'lardan sonra ise bazı birleştirme çalışmalarına rağmen, blues ve jazz birbirinden iyice ayrılmıştır...

    ama bir ilginç durumu da belirtmeden geçmeyelim, blues'daki i - iv - v kalıpları, jazz armonisinde çoğunlukla ii - v - i şeklinde bir kadansla karşılaştırılabilir... modal veya diatonik, eski veya yeni, birçok jazz parçasında bu kadans o veya bu şekilde belirmektedir... belki de, 150 sene öncesinden kalan spiritual ve work song etkisinin son kırıntısıdır bu...

    yıllar sonra gelen edit: allahtan birileri başlığı değiştirmiş de fark ettim... cazın eritme potası new orleans olarak kabul edilir, blues ise genel olarak mississippi'nin kırsal bölgelerinde yoğurulmuştur...