hesabın var mı? giriş yap

  • üniversitede psikoloji hocamız koca amfiyi karşısına alıp ciddi ciddi anlatmıştı, eğer kendinize sevgili/eş bulacaksanız tam olarak bu zamanlar bulmalısınız. eğer treni kaçırırsanız mezun olduktan sonra işiniz zor demişti. önce anlamsız buldum, sonra sebebini merak ettim. seçeneklerin sınırsız olmasıyla açıkladı tezini. üniversiteden sonra hiçbir zaman kendi yaşlarına bu kadar yakın birilerini bulamayacaksın, bulsan da seçenekler her zaman sınırlı olacak, bir süre sonra karşına çıkan herhangi biri -önceleri hoşuna gitmeyecek biri de olsa- kıymetlenecek çünkü bir daha karşına seçenek çıkacak mı bilemeyeceksin demişti. o zaman bu açıklama biraz aklıma yatmıştı ama şu an yüzde yüz hak veriyorum bu düşünceye. üniversitede sürekli gençlerin bulunduğu, yüzde doksanının bekar olduğu ortamlarda vakit geçiriyorsun zaten, arkadaşın arkadaşı, kulüpler, topluluklar, fakülte kafeteryaları derken dünya kadar networkün oluyor. mezun olduğun an o tren kaçıyor, kaçmasa bile seferleri azalıyor.

  • adını fransız fizikçi guillaume duchenne de boulogne'dan alan gülümsemedir. duchenne'e göre gerçekten zevk ya da mutluluk gösteren tek gülümseme göz çevremizdeki kaslarla, yanak kaslarımızın aynı anda çalıştığı gülümseme şeklidir. onun dışındakiler gerçekten mutluluk gülümsemesi olmayan ya da sahte gülümsemelerdir der duchenne. o yüzden, vesikalık fotoğraf cektirirken örneğin, sadece yanak kaslarımızı hareket ettirdiğimizde daha resmi ve sahte bir gülümseme çıkar ortaya. şurada iki gülümseme arasındaki farkı gösteren bir fotoğraf görülebilir: http://brokenspines.files.wordpress.com/…_ekman.jpg

  • gün içerisinde yazılan entrylerden görüyorum ki kendilerini "bilinçli jenerasyon" addedip buranın kahvelerine ve fiyatlarına bok atmayı "kapitalizm karşıtı" duruş olarak gören bir güruh var.

    iyi hoş tabii dile getirsinler düşüncelerini.

    4,5 liraya kahvesini alıp oturup keyif yapan adama skimsonik siyasi ideolojileriyle sataşmaya kalkışmalarının saçmalığından dem vurmuyorum bile.

    ister istemez merak ediyorum bir yandan, bu sataşan kesim gidip köşedeki tekel'den 2,5 liraya alabileceği biraya beyoğlu'nda herhangi bir mekanda 6-8 lira arası bir fiyat ödemedi mi hiç? aynı mantık değil mi lan?

    köhnemiş binanın 2. katındaki bardaysan içtiğin biraya olması gerekenin 3 katı fiyat ödemen normal, sistem karşıtı olabilirsin. bir amerikan şirketinde kahve içiyorsan kapitalistsin. vay anasını.

    yerim lan seni. asi şey.

  • normal koşulları olan bir uygarlıkta böyle bir keşif büyük heyecan yaratırdı. hadi halkı bir yana bırakın, bilim insanlarının bu işin peşine düşmesi beklenirdi.

    altın elbiseli adamın şanssızlığı bu işte. 2500 yıl sonra ilgisizliğe mahkum olması.

    yanındaki tabakta bulunan yazının ilk cümlesi okunmuş ve diyor ki :" hanın oğlu 23'ünde öldü..". 2500 yıl önce atalarımız bir alfabe kullanıyordu. bu bile çok heyecan verici bir olay değil mi? dile kolay 25 asır öncesinden bahsediyoruz. 300 spartalı thermopylae'de savaşırken, altın elbiseli adam orta asya'da türk dili konuşuyor, alfabe ile yazılar yazıyordu. bugün antik pers ve antik yunan tarihini okurken, aynı dönemlerde türklerin ne yaptığıyla ilgilenmiyoruz. ve hatta aşağılıyoruz kendi atamızı, "şehir kurmamışlar, yazıları yoktu, medeniyetleri yoktu". bu kadar basit değil. işte yazı vardı, işte altını en güzel şekilde işleyen, ölümsüz bir sanat eseri haline getiren bir medeniyet olduğu da ortaya çıktı. niçin kimse ilgilenmiyor? niçin daha fazla araştırılmıyor?

    uçsuz bucaksız orta asya steplerinde daha çok şey bulunacağına inanıyorum. didim, efes, truva bunlar toprak altında değil miydi? birileri araştırdı ve buldu. almanlar türkiye'deki hititlerle ilgili kazılara niye sponsor oluyor? çünkü hitit diliyle almanca arasında yakın ilişki olduğu biliniyor. adam sahip çıkıyor.

    peki aynı şey türkler için niye yapılmıyor? ortaya çıkacaklardan korkuluyor belki de. toprak altında şehirler, başka uygarlık kalıntıları olmadığını kim söyleyebilir? işte dün altın elbiseli adam yokken türk tarihini 500 lü yıllardan başlatıyorlardı.

    2500 yıl öncesinden gelen bir miras var orada, dil mirası, uygarlık mirası. konuştuğumuz dilin atası orada, yok denen uygarlığımızın, alay edilen kültürümüzün temeli orada. sadece ilgi bekliyor, toprağın altında.

  • tam ismi cecil herbert edward chubb bir zamanlar stonehenge1 son özel sahibiydi. tabii ki tarihi kalıntıyı osman ziya sülün (namı diğer sülün osman) gibi bir dolandırıcıdan almadı.

    hemen hikayemize başlayalım. 21 eylül 1915'te cecil chubb, karısı tarafından perde ve yemek sandalyeleri gibi antika eşyaları satın alması için ingiltere'de bir müzayedeye gönderildi.

    dünyanın en ünlü tarih öncesi anıtı, şimdi ise unesco dünya mirası listesi'nde bulunan bu taş yapı çok önceleri insanların gözünde tarihi bir yapı olarak bu kadar değer görmüyordu. o zaman ki sahibi olan sir cosmo gordon antrobus tarafından 1915 yılında bir müzayede satışa sunuldu.

    müzayedeci howard frank gür sesiyle 15 numara diye seslendi ve yaklaşık 30 dönümlük stonehenge diye devam etti ve 5.000 sterlinlik teklifi açtı. ilk başta derin bir sessizlik oluştu ve daha sonra teklifler hızla ama küçük küçük artıyordu. teklif 6.000 sterline geldiğinde
    --- spoiler ---

    müzayedeci, "beyler, stonehenge'e değer biçmek imkansız," diye ısrar etti. “elbette 6.000 sterlinlik kötü bir teklif, ancak artık kimse bana daha fazlasını teklif etmezse, onu bu fiyata satacağım. stonehenge için kimse bana 6.000 sterlinden fazlasını vermeyecek mi?”
    --- spoiler ---

    daha sonra stonehenge'in 6,4 km batısındaki shrewton köyünde doğmuş olan cecil chubb bir anda kulaklarını bir kurt gibi dikti ve ben 6.600 sterlin(2015 verilerine göre bugünkü parayla 1 milyon dolardan fazla olduğu düşünülmekte) veriyorum dedi. bunun üzerine müzayedeci tokmağını hızla indirdi ve satıldı dedi. müzayede kağıdı

    chubb eve gelip karısına bu haberi verdiğinde, eşi mary bu durama pek sevinmedi. muhtemelen eşinin çenesinden kurtulamamış olacak ki* üç yıl sonra chubb, yerel halkın ücretsiz olarak ziyaret edebilmesi şartıyla stonehenge'i ingiliz halkına hediye etti.

    chubb ,ingiliz hükumetine bu bağışı açıklayan bir mektupta şunları yazdı:
    --- spoiler ---

    stonehenge, ulusal anıtlarımız arasında belki de en iyi bilinen ve en ilginç olanıdır ve her zaman ingiliz hayal gücüne güçlü bir şekilde hitap etmiştir. ona yakın doğmuş, çocukluğum ve gençliğim boyunca, gece ve gündüzün her saatinde, akla gelebilecek her türlü hava koşulunda - dolu, yağmur ve kar fırtınasında, şiddetli gök gürültülü fırtınalarda, görkemli ay ışığında ve güzellikler içinde - onu ziyaret eden bana göre. güneş ışığı, her zaman tarif edilemez bir çekiciliğe sahipti. derin bir zevk duygusuyla onun sahibi oldum ve uzun yıllar boyunca ailemin aziz bir mülkü olarak kalabileceğini düşünmüştüm. bununla birlikte, ulusun kendisine sahip olmak isteyeceği ve ona en çok değer vereceği konusuna gönülden inanıyorum.
    --- spoiler ---

    bunun üzerine ingiliz hükumeti 1919'da taşların doğrultulmasını ve blokların yeniden yerleştirilmesini içeren kapsamlı bir restorasyon başlattı ve anıtı korumak için çeşitli kanunlar çıkardı. stonehenge gelecek nesiller için kurtarılmış oldu.

    kaynak:123ğ

  • ba$ucu eserleri bir yazarin en ozenilmi$ cali$malarindan secmelerdir. secilmelerini ise ben tek tek her yazarin ozenilmi$ gordugum entrylerinden secmek suretiyle yapiyorum. sabahliyorum bu i$ icin.

  • kar, kış, ayaz derken yüzüm biraz kurudu. ben de kremden falan çok hoşlanmadığımdan, zeytinyağı süreyim dedim. iki gündür köşe kapmaca oynuyoruz bizim sıpayla. manyak mıdır nedir, önüne yağ koysan dönüp bakmaz, yüzümdeki yağa taktı kafasını. yalamadan rahat duramıyor. mır mır gurr kır kır mırr mır diye kovalıyor beni. yakaladığında kucağıma atlayıp yalamaya başlıyor. pis sapık! ananım ben senin!!!