hesabın var mı? giriş yap

  • fethullah gülen'e soracağımız konuları yanına gittiğimizde o bize açardı. keramet zannederdik. meğer telefonlarımızı dinliyormuş.

    latif erdoğan

  • 14 temmuz 2013 tarihinde hüseyin çelik'in basın toplantısı sırasında devlet bahçeli için kullandığı cümle.
    insanların kişisel korku ve fobilerinin siyaset malzemesi haline geldiğinin göstergesidir.

  • bizim gibi eğitim seviyesi düşük toplumlarda fanatizm olmayan sporlar tutmaz. adam fener cimbom kavgası gibi kavga vermeyecek, uğrunda içinde çoluk çocuk olan metrobüsü ateşe vermeyecekse o spora spor demez. ne zaman ki bu spor için öfkeli bir mclaren taraftarı sokakta gördüğü bir ferrariyi ateşe verir, o gün tutar bu spor.

  • resmen film gibi soygundur. kiralık kasaları tercih etmelerinin sebebi anakasalara nazaran daha kolay açılmaları olabilir. işlerini daha çabuk bitirmek istemiş olabilirler. anapara kasaları için tahminimce kaynak makinesi gerekebilir. kiralık kasalarsa ince demirdendir. hoş, tüneli kazan yanında kaynak makinesini de getirmiştir.

    ayrıca bankaların kasalarında illa ki hareket sensörleri olur, eğer soygun gece yapıldıysa bu sensörlerin çalışmaması diye bir şey söz konusu olamaz. ancak haberde soygunun gece mi gündüz mü olduğuna dair bir bilgi bulamadım. eğer sensör yoksa bu korkunç bir ihmal demektir, eğer sensör var da çalışmadıysa içeriden birileri bu işin içinde olabilir. soyguncuların illa ki bir kez kasa dairesine girmiş olduklarını düşünüyorum, ön inceleme ve durum tespiti yapmışlardır kesin.

  • evet kamuoyu olarak bu durumu çok takdir ettik biz.

    sizin paranızla ekilen ağaç oksijen üretmez lan. bütün gün karbondioksit üretir o ağaç, hayır gelmez yani o ağaçtan.

    temayı tekrar takdir edelim o halde madem bizim takdirimize sunmuş.

  • hani her boktan cafede var olan cafe de paris biftek var bilir misiniz?
    monaco'da bu cafe de paris'nin olduğu meydanda tek bir afiş vardır. orada tarkan gördük biz. prensin özel davetlisi olarak yaza kapanış partisine katılır. coşar coşturur.

    ukrayna rusya filan geçtim meksikalı kızlar bile 2 3 şarkısını ezbere bilir. avrupa'da herhangi bir ülkede mekan tarkan çaldığı an çığlık atılır görürsünüz yaşarsınız.

    sen hiç gittin mi? sordun mu? yaşadın mı?

    cehalet ne güzel her şeyi biliyorsunuz.

    debe editi: 1- ülkemizde yaşamayan ve yasal şakilde en az 5 senedir ikamet etmeyen yabancıların oy kullanmasının kesinlikle yasaklanaması için gerekli kamoyu oluşturulmalıdır.

    2- debe listesinin [burada https://sozlock.com/yazarlar/?s=1] çok güzel tutulan bir arşivi var. sevdiğiniz yazarların veya konuların debe entrylerini okuyabilirsiniz.

  • kılıçdaroğlu iyi niyetli bir siyasetçi olabilir ancak seçim kazanmak başka bir şey.

    şu yaşananlara rağmen senin partin %28'i geçemiyorsa, senin o koltuğa talip olmanın hiçbir anlaşılabilir tarafı yok.

  • cehaletin alamet-i farikası, cahilin yüzündeki arsız tebessüm. bunu farkettiğimden beri, şaşmaz bir kesinlikle tanıdım cahili büyük kalabalıkların arasında bile.

    uzak durmaya çalışsam da, bazen aynı masayı paylaşmak zorunda kaldığım da oldu; çok iyi bildiğini sandığı konuda getirilen eleştiriye, o arsız tebessümle papağan gibi ezberlediği cevapları vererek zafer kazanmış havasına girdiğini gördüm.

    bu bir savunma refleksi. düşman olduğu, daha iyi semtlerde yaşayan, daha eğitimli ve daha fazla para kazanan kişiler. teşhisi doğru yapıyoruz, ama nedenlerini ıskalıyoruz. bu insan profilinden nefret ediyor olması, en temelinde, onlar gibi olmayı düşleyip de olamaması. hiçbir zaman özendiği bu insanlar gibi olamayacağını bilmesi.

    sahip olamadığı arabayı çizen barbarın davranışı ile kendisini beğenmeyen kadının yüzüne kezzap atmak veya öldürmek benzer. hiç kuramayacağı cümleleri kurana duyduğu öfke de, aynı ateşten besleniyor. o yüzden, cahilin en büyük düşmanı cehaleti ve yoksulluğu değil, ulaşamadıkları.

  • sanırım 10 yaşındaydım, kardeşim de 7 filan olsa gerek. ailecek hastaneden eve dönmek için otobüs bekliyoruz. otobüs durağı, kocaman camekan vitrini olan bir pastanenin tam önünde. güzelce ışıklandırılmış vitrinde çeşit çeşit pastalar, adını bile bilmediğimiz tatlılar var.

    kardeşim, suriyeli gibi pastanenin vitrinine yapışmış bir türlü ayrılmıyor, hatta dilini çıkarıp vitrini yaladığına yemin edebilirim ama ispat edemem. illaki oradan birşeyler almak ve yemek istiyor. annem babama bakıyor, ben de babama bakıyorum, kardeşim cam bariyerini umursamadan pastayı yalamaya devam ediyor, babam yere bakıyor.

    annem sinirli bir kadın biraz da pervasız, babama: "şu masuma bir dilim pasta alamıyorsun sen ne işe yararsın be adam" diyor. babam açıklamaya çalışıyor: "maaşa 2 gün var, 2 gün sonra alırız, şimdi anca yol parası çıkışıyor hafize" diyor. kardeşimi vitrinden uzaklaştırıp, dikkatini dağıtmaya çalışıyorum ama ikna olmuyor, diliyle havayı yalamaya devam ediyor.

    neyse ki bir süre sonra otobüs geliyor, annem babama yol boyunca söyleniyor, hatta ara ara "beceriksizsin" filan diye hakaret ediyor. ben kardeşimi suçluyorum, içimden: "bok boğazlı pezevenk" senin yüzünden kavga çıktı diyorum. annem bir noktada: (bkz: ben evde sana aynısını yaparım) diyor. eve girince de petibör bisküvi arasına lokum döşüyor, puding pişirip etrafına sıvıyor. hatta üzerini de kaysı kurusu ile süslüyor.
    kardeşim "himmf bu ondan değil" deyip yemeyi reddediyor, annem "bok ye! sanki bana istanbul'dan geldin itogli!" diyor.

    annemin yaptığı pasta benzeri ürünü babamla ben yiyoruz, ortamı yumuşatmak için anneme "pek de güzel olmuş eline sağlık" filan diyoruz; kardeşim "hiç de bile, bokum gibi olmuş" diyor, annem "nimete öyle denmez allah bir daha hiç vermez" deyip kardeşime bir tokat atıyor. kardeşim az önce bir dilim pastanın peşinde, mazlum bir mülteci iken, bir anda asi bir militana evriliyor: "zaten bir bok vermiyor" diyor.
    kısmen mütedeyyin bir insan olan babam: "bunu seneye imam hatibe yazdırmak lazım" diyor.

    kardeşim şimdi 44 yaşında, üst düzey devlet memuru ama hâlâ pasta yiyemiyor, şeker hastası. ısrarla akp'ye oy veriyor ve boşluğu yalamaya devam ediyor.