hesabın var mı? giriş yap

  • garson: beyefendi 5 dakikanız kaldı hızlı yerseniz sevinirim
    müşteri: tabi hemen yiyip kalkıyorum(hamburgerden büyük bi ısırık alır)

    sizin de gözünüzde canlanmadı di mi? bunun grisi yoktur siyah ya da beyazı vardır. restoranlar açıldığında bu yasağa riayet edilmeyeceiğini hepimiz biliyoruz. sorarlarsa 45 dk dersin ne olucak

  • western sinamanın etkisiyle hakkında bir çok şey yanlış bilinen sığır çobanları. gerçek kovboyluğa ucundan biraz değineyim. kovboyluğun tarihsel olarak bir gelişim sırası var. ilk olarak ispanya'da vaquero denen atlı sürü güdücüleri olarak ortaya çıkmışlardır. ardından bu kültür meksika'ya getirilmiş, akabinde de teksas'ta adına "cowboy" denmiştir. keza değişen tek şey ismidir çünkü esasen bir ispanyol kültürüdür. rodeo kelimesi bile bunu tek başına açıklar. daha da geriye gidersek ispanyollar süvari tarzı at binmeyi endülüslü araplardan öğrendikten sonra bu mesleği yaratmıştır.

    1519'da, ispanyollar hernan cortes’in öncülüğünde aztekleri ortadan kaldırıp meksika'ya yayılmaya başladıktan kısa bir süre sonra, sığır ve diğer hayvanları yetiştirmek için çiftlikler kurmaya başladılar. ispanya’dan getirilen atları kullanarak büyükbaş hayvanları güden işçileri vardı. meksika'nın bu yerli kovboylarına, ispanyolca vaca (inek) kelimesinden gelen vaquero deniyordu. vaqueroların, halat atma, binicilik ve gütme becerileri üst düzeydi. ilerleyen zamanlarda ispanyollar tarafından kolonileştirilen teksas’ta birçok ispanyol çiftliği kurulmuştu.

    ucuz toprak arayan ve birleşik devletler'e olan borçlarından kaçan beyaz amerikalılar, 1800’lerin ilk yarısında teksas'ın ispanyol topraklarına taşınmaya başladı. bu aslında meksika’nın bir davetiydi çünkü uçsuz bucaksız teksas topraklarını kolonileştirmeye çalışıyorlardı. meksika hükümeti köleliğe karşı çıksa da, amerikalılar sınıra yerleşip pamuk ve sığır çiftlikleri kurmak için yanlarında afrikalı köleler de getirmişlerdi. 1825'te köleler teksas nüfusunun yaklaşık yüzde 25'ini oluşturuyordu. 1840’larda teksas o kadar büyük miktarda göç almıştı ki meksika hükümeti yaptıkları davetten pişman olmuştu. teksas nüfusunun %80’ini amerikan kolonileri oluşturmaya başlamış ve meksikalılar azınlık konumuna düşmüştü. amerikalı koloniciler kısa sürede teksas’ın bağımsızlığını istediler. isyan çıktı ve meksika hükümeti çözümü isyancıları katletmekte buldu. arkasından 1846’da abd ile savaşa girip 1848’te teksas’ı kaybettiler.

    1860'a gelindiğinde teksas'ın nüfusu 600.000’di ve bunun 200.000’ini köleler oluşturuyordu. teksas’ın dört bir tarafı pamuk çiftlikleriyle doluydu ve zahmetli bir iş olduğu için köleler onlar için vazgeçilmezdi. kuzeyin kölecilik karşıtı tutumları ve abraham lincoln gibi kölecilik karşıtı birinin başkan seçilmesiyle, güney eyaletleri birleşik devletlerden ayrılıp konfederasyon devletleri olarak ayrı bir ülke kurmuşlardı. yeni bir köle devleti olan teksas, 1861'de konfederasyon'a katıldı. akabinde güney ve kuzey arasında amerikan iç savaşı patlak verdi. iç savaş teksas topraklarına neredeyse hiç ulaşmasa da, birçok beyaz teksaslı savaşmak için silahlanmıştı.

    teksaslı çiftlik sahipleri cephede savaşırken, topraklarını ve sığır sürülerini kölelerine emanet etmişti. ancak dikenli tel henüz icat edilmediği için sığırları bir yerde tutmak zordu. üstüne zaten kölecilikten çıkan savaşta köleler, köleciliği savunan teksas çiftliklerinde çalışmıyor ve kaçıyorlardı. savaştan dönen çiftçiler, sürülerinin çiftliklerden kaçtığını ve kaybolduklarını fark ettiler. doğaya karışan binlerce büyükbaş hızla üremiş ve sayıları da katlanmıştı. güneyliler sığırları toplamaya ve sürülerini köle emeğiyle yeniden inşa etmeye çalıştılar. ancak abraham lincoln’ün kurtuluş bildirisi onları bu kadar bağımlı oldukları kölelerden mahrum bıraktı. başıboş sığırları toplamak için yardıma muhtaç olan çiftçiler, bir zamanlar köle olarak çalıştırdıkları afro amerikalıları ücretli sürü güdücü olarak tekrar işe almaya başladılar. meksikalı çiftlik sahipleri bu iş için yüzyıllardır vaqueroları kullanıyordu. daha 50 yıldır teksas topraklarında olan amerikalılar vaquerolara yabancıydı ve bu iş için biçilmiş kaftan olduklarını fark edince onlar da aynı taktiği uyguladılar ancak adına vaquero yerine cowboy dediler.

    1864’te aranan meslek kovboyluk savaştan dönen birçok insan için cazipti. değişen dünyaya ayak uyduramıyorlar ve alıştıkları vahşi yaşamdan da vazgeçemiyorlardı. üzerine savaşın bıraktığı travmalar da kovboyluğu onlar için çekici kılıyordu. onlara bir nevi özgürlük gibi gelmişti. afro amerikalılar için bu biraz mecburiyet gibiydi. çünkü sanayileşen abd’de çalışamayacak kadar vasıfsız olmaları ve ırkçı yaklaşımdan dolayı iş bulmaları kolay değildi. bu yüzden savaştan sonra çoğu kovboy oldu. amerikan western sinamasının bize gösterdiğinin aksine kovboyların üçte biri siyahiydi. bir o kadarı da meksikalıydı. ancak sinemalarda bu genellikle beyaz, cesur, korkusuz amerikalı olarak işlendi. aslında yaptıkları iş otoriteye karşı koymaya meyilli bir çobanlıktan öteye gitmiyordu.

    kovboyluğun gerçek anlamıyla yaşandığı dönem 1864-1870 yılları arasında sadece 6 yıldır. o dönemde bir sığır güneyde 4 dolar ederken batıda 40 dolar ediyordu. talep fazla ve getirisi yüksek olduğu için kovboylar her daim iş bulabiliyor ve siyahiler ilk kez becerileri nedeniyle “tercih edilen” oluyorlardı. sığır sahibi çiftçiler için sığırlarını batı eyaletlerine satma konusundaki en büyük engel teksas’ta demiryolu ağı olmamasıydı. eyalette önemli demiryollarının olmaması, muazzam büyükbaş hayvan sürülerinin kansas, colorado ve missouri'deki nakliye noktalarına binlerce kilometre sürülerek taşınması gerektiği anlamına geliyordu. bu dönemde 5 milyondan fazla sığır teksas’tan kuzeydeki bu demiryolu ağına, günde bir dolara çalışan kovboylar tarafından ulaştırıldı.

    kovboylar için işin asıl tehlikesi sürüleri ölmeden bir arada tutmaktı. arkasından atlı yerliler ve at hırsızları geliyordu. sürüleri ve kendilerini korumak için silah onlar için olmazsa olmazdı. bilinenin aksine yalnız takılmıyorlar, ortalama 3.000 sığırdan oluşan bir sürüyü demiryoluna ulaştırmak veya otlatmak için 10 kişiyi aşan takımlar halinde çalışıyorlardı. siyahiler kendi kovboy takımlarında ayrımcılığa pek maruz kalmasa da yol boyunca fazlaca ayrımcılığa uğruyorlardı. geçtikleri kasabalarda yemek yiyecek restoran bulmakta veya konaklayacak otel bulmakta zorlanıyorlardı. bu durum için 1907 tarihli bir siyahi kovboyun otobiyografisinde şöyle bir cümle var. “yatağımız toprak ana, yorganımız gökyüzüydü.” beyaz kovboyların böyle dertleri yoktu. bu nedenle siyahiler için bu meslek çok daha ağırdı.

    1870’in başında sığırlar azalıp, demiryolu ağı genişleyince kovboylar bir anda gözden düştü. hayatlarını bu meslek üzerine kuran kovboylar başka arayışlara giriştiler. aradıkları çözümü bizon sürülerinde buldular. 1870’in başında orta amerika da 30 milyondan fazla bizon yaşıyordu ve genellikle sürü halindeydiler. et ve et paketleme sektörünün sanayileşmesi bir talep yaratıyordu. daha da önemlisi büyüyen amerikan tekstil sektörü için bizon postu çok değerliydi. kovboylar bizonların doğal yaşam alanlarına girip onları avlamaya başladılar. oldukça büyük olmaları ve sürü halinde dolaşmaları nedeniyle keklik gibi bizon avlıyorlardı. postlarını aldıktan sonra etleri de demiryolu ağları üzerinde ya satılıyor ya da leşçiler tarafından toplanıyordu.

    bu durumun yerliler üzerinde kıtlığa varan sonuçları olmuştur. orta amerika’daki yerlilerin ana besin kaynağı bizonlardı ve onları asla ziyan etmiyorlardı. daha önce pek karşılaşmadıkları atların orta amerika’da nüfus patlaması yaşamasıyla yerliler ata binmeyi ve onu farklı alanlarda kullanmayı öğrenmişti. onlarda at üstünde bizon avlıyorlar ancak kovboylar kadar başarılı olamıyorlardı. bir bizonu öldürmek için yaklaşık 10 ok vuruşu gerekirken kovboylar bunları tek mermiyle halledebiliyordu. 10 yıl içinde 30 milyon bizon kovboylar tarafından öldürüldü. orta amerika’da toplam bizon sayısı 100’ün altına indi. açlıkla karşı karşıya kalan yerliler farklı bölgelere göç etmek zorunda kaldılar.

    bizonların tükenmesiyle birlikte kovboylara bir darbe de dikenli tel denen yeni bir icattan geldi. dikenli tel sayesinde sürüler çiftliklerden kaçamıyor haliyle onları güdecek birine de ihtiyaç duyulmuyordu. işsiz kalan kovboyların büyük bir kısmı at kullanmayı bırakıp çiftliklerde işe girdi. bir kısmı rodeoya başladı. özgürlüğüne düşkün olanlar ise demiryolu haydutluğu yapmaya başladılar. 1900’lerin başına gelindiğinde kovboyluk tamamen gözden düşmüş bir fanteziye dönüştü.

  • hah işte yavaş yavaş bizim 17 yıldır yaşadığımız kıvama geliyorlar, kişiye değil makama saygı göstermeyi bileceksiniz.

  • çocuk merkezli aileler tarafından üretilen bir model.

    * doğum yeri, kütük şeysi, vatandaşlık vs. gibi detayları planlanır mümkünse yurtdışında falan doğurulur.
    * sonra yurda dönülür, boyu posu eksik kalmasın diye doktorlarla, diyetisyenlerle, hizmetçilerle, dadılarla büyütülür.
    * namı almış yürümüş kolejlerden birine kreşten sokulur, liseden çıkarılır.
    * namı almış yürümüş özel üniversitelerden en birincisine sokulur. zira diğerleri ona layık değildir. hele devlet üniversitelerinin hiç şansı yok.
    * asla yurtta falan okutulmaz.
    * mecburi hizmet, tayin gerektiren meslekleri tercih etmesine izin verilmez. doğuya falan asla gidemez.
    * koca arama yaşları gelene kadar saraydan ayrılmaz.
    * saray sabittir. kız eşşek kadar oluncaya dek şehir değiştirilmez, mümkünse hiç taşınılmaz. küçük yaşta sık sık okul değiştirmek, genç yaşta arkadaş çevresi değiştirmek vb. şeyler psikolojik minik travmalar yaratabilir diye prensesimiz korunur bu tip olaylardan.
    * çünkü "bizim kızımız biraz şeydir, o öyle şeyleri beceremez, yapamaz"... (evet, prenses yetiştiren bir aileden ben bunu duydum)
    * namı almış yürümüş şirketlerden birine sokulur. modaya uymak, kariyer havasına bürünmek lazım tabii...
    * yurtdışında masterla falan avunmak istiyorsa ona izin verilebilir. çünkü zaten orada yerleşik bi amca, bi teyze, bi kuzen, bi bişii vardır. ama prensesimiz sanki sap sap yaşıyormuş, kimseleri tanımıyormuş, kendi ayaklarının üstünde duruyormuş gibi havalara bürünür. (bkz: çaktırma pampa)
    * yaşadığı steril ortamda, yine prens gibi yetiştirilmiş bir erkekle tanışır ve evlenir. (ya da arkadaş vasıtası, aile çevresi ayaklarına bildiğin modern görücü usulü tanıştırılır, evlendirilir)
    * çocuk da yapar kariyer de... ama arada çocuklarını yetiştirmek için uzun molalar verir.
    * yeni prensler ve prensesler yetiştirir.
    vatana millete hayırlı olsun...

  • bundan 50 yıl önce de, 100 yıl önce de, 1000 yıl önce de, tıpkı bizim gibi insanlar hemen hemen bizimkine benzer bir hayat yaşadılar ve ölüp gittiler.

    onlar da hiç ölmeyecekmiş gibi para ve güç kavgası yapıyorlar, envai çeşit siyasi entrikalar çeviriyorlardı.

    milyonluk kitlelerin yarı tanrı addedip önünde diz çöktüğü imparatorlar vardı.

    hepsinin aileleri, akrabaları, çevreleri vardı.

    şimdi neredeler?

    hepsi toprak olup gittiler.

    bütün bunlardan bana kalan, veysel karani'den öğrendiğim şu ders oldu:

    -allah'ı biliyor musunuz?

    -evet

    -başkalarını bilmeseniz de olur.

    -allah sizi biliyor mu?

    -evet

    -başkaları bilmese de olur.

    madem dünyada her şey zamana yenik düşecek, her şeyi yel alıp gidecek, dünyaya lüzumundan fazla batmak anlamsızdır.

    ahiret hayatımız ve oradaki refahımız ise iman ve marifetullah derecesincedir.