hesabın var mı? giriş yap

  • ağabey sevgisini sonuna kadar işleyen dizi.

    --- s01e01 spoiler ---

    - nâzım, dünkü haberin yazısı hazır mı?
    - değil.
    - niye değil; n’apıyorsun sen?
    - ilham bekliyorum.
    - ne ilhamı nâzım! sen nâzım hikmet değilsin, gazetecisin oğlum sen. ne ilhamı bekliyorsun?
    - bi’ şiir yazmam lâzım yasemin hanım.
    - ne şiiri nâzım?
    - son yüzyılın en acıklı ayrılık şiiri.
    - yapma ya! kimden ayrıldın bakiyim bu kadar?
    - abimden.
    - ne?!
    - içim acıyor yasemin hanım.
    - belli oluyor da… şu ‘abimden ayrıldım’ meselesini anlat bakayım.
    - abim evleniyor yasemin hanım.
    - e, ne var bunda nâzım?
    - sizin hiç babanız evlendi mi yasemin hanım?

    --- s01e01 spoiler ---

  • türkiye'de "komşum indirmiş", "kuzenim yazmış" kanunen suç teşkil eden bir eylem için kesinlikle bahane olmuyor. savcılar, hakimler bu açıklamayı zerre kale almıyor. başka birisi itiraf etmedikçe abone her daim sorumlu. haliyle wifi paylaşmak, paylaşımını övmek türkiye sınırları içerisinde felakete davet çıkartmak. aslında bu zaafiyeti kullanarak zarar vermek istediğin birinin hesabından bu tarz paylaşımlarda bulunmak bir saldırı yöntemi olarak bile uygulanabilir.

    o yüzden türkiye'de wifi paylaşımı tavsiye etmeyin. bu önerilen savuşturma yollarını uygulayın. immanuel'i dinlemeyin. o ne dediğini bilmiyor.

  • benim babama 14 yasinda tren carpmis, uzerinden gecerken iki bacagini da koparmis, yanindaki en yakin arkadasi oracikta vefat etmis. annem ile evlendiginde 31, ben dogdugumda 32 yasindaydi. babam memurdu, acik goruslu, okumayi seven ve nazik bir adamdi. annemle birbirlerini cok severlerdi, ikisi de birbirine hic kiyamaz, birbirlerinin isteklerini yerine getirmek icin yarisirlardi. beni cok seven ve bunu soylemekten cekinmeyen bir babaydi. etrafimda gordugum ailelerin cogundan daha iyi bir yasantimiz oldu. tabii ki hersey her zaman olumlu degildi. babamla bisiklete hic binemedim ornegin, kendi de doyasiya binememis. bazen bana bisiklete binmeyi cok ozledigini, istedigi kadar yuzemedigini anlatirdi. ama en kotusu diger insanlardi. mesela annem evlenirken komsulari alay etmis babamin yuruyusuyle, ben tum cocukluk yillarimda akran zorbaligina maruz kaldim. babamin neden oyle yurudugu ile ilgili bitmek bilmeyen sorular, sakalar vs. bu yuzden elalem ne der bizim evde hic onemli bir konu olmadi. cunku daha biz hicbir sey yapmadan elalem zaten konusuyordu. doyasiya gezdik, eglendik, babam bana hep en yakin arkadasiymisim gibi davrandi. bildiklerimin cogunu ondan ogrendim. ozetle engelli biri ile evlenmek kotu birsey degil, insanlar cahil, egitimsiz ve mankafa. eger secim sansimiz olsaydi annem de ben de yine ayni hayati secerdik.

  • jupiter gorevi
    18 ay sonra jupitere gidilir, nitekim birtakim garip radyo dalgalari buradan yayinlanmaktadir ve esrarengiz monolitlerin sirri cozulebilir. bu yolculuk sirasinda protagonistimize karsilik, filmin tek kotu adami hal’la tanisiriz.

    bu hal serefsizinin o kirmizi-sari karisimi “gozu”nun, kac geceyi bana zindan ettigini bir bilseniz. bu kadar basit bir tasarimla, bu kadar inceden bir gerilim yakalanmistir yani. o halin gozudur. sizi degerlendiren, yargilayan, fikir yuruten bir goz. ve bu goz sayesindedir ki hal murettebatin, insan dogalarindan gelen zayifliklarinin farkina varir. o uzun uzun inceleme sahneleri, medical aletlerin bip bipleri filan bunu vurgular. bunlar usurler, yorulurlar, yemek yerler, olurler. hal kendi farkliliginin farkina varmak suretiyle bilinclenir. satranc sahnelerinin de onemi buradadir; o insanlardan ustundur.

    eninde sonunda hal da hata yapar ve murettabat onu kapatmak isteyince artik o coktan kritik esigi gecmistir. yani bu dudukler de kim oluyor da benim gibi sahane birseyi oldurebilirler? evet, olum her “canli”nin yuzlesmekten korkacagi ve kacinacagi bir durumdur. hiclik kadar korkutucu birsey yoktur. hal buna razi olamaz.

    --- spoiler ---
    evet murettebatimiz, daha tam taniyamadan, kanimiz kaynayamadan sizlere omurdur. bu sahneler de takdire deger. son derece sogukkanli, basit sekilde oldurulur hepsi. butun olumler insanin acizligini ve kendi yaratimlarina olan asiri bagimliliklarini vurgular.
    --- spoiler ---

    bu bolumlerde acizligin vurgulandigi bir baska yer daha var: o da esas oglanimizin uzaya tamir gorevi icin ciktigi sahne. burada astronot kiyafetiyle, tek bir kamera acisindan, seyahati uc dakika kesintisiz gosterilir. arkada bombos uzay vardir sadece, klasik muzik bile yoktur, hicbirsey yoktur. bir tek sey haric: nefes alma sesi. o kafadaki cam fanusun disarisi insanin egemenliginde degildir hala, dedik ya, hala bir bebek o.

    evet, hal halinden memnundur, kendine guveni tamdir ve esas oglanimizla girdigi agiz dalasini erken noktalar **. ama hesap etmedigi, edemeyecegi birsey vardir: insanin deliligi, cesareti, tahmin edilemezligi. olmadik bir yoldan kahramanimiz gemiye girince, hal’in ses tonunda saskinlik ve korku belirir. bu sahnelerdeki diyaloglar ve daha onemlisi halin ses tonu cok etkileyicidir, insanin icini burkar.

    insanoglu, evriminin bu evresinde, kendi yaptigi aletlerin en muthisi tarafindan az daha yok ediliyordu. bu sorumsuz gelisme ve kendine guven az kalsin pahaliya patliyordu. iesas oglan, bu mucadeleyi, bir tornavida darbesiyle kazanir. o tornavida ki, aletlerin en basiti oldugu halde, en mukemmelini yikmakta kullanilmistir. yani kendimizi biraz daha zorlarsak, uygarlik degerlerinden bir geriye donusu gorebiliriz. bu evrim, yanlis ve tehlikeli bir evrimdir ve bir girdap gibi bizi icine cekerek kendi mahvimizi hazirladigimizi bize farkettirmez. fakat artik insane, bu donguden kurtulmustur. jupiter’e gitmesinin ve tanrisiyla tanismasinin artik zamani gelmistir…

  • asayiş sıfır
    koordinasyon sıfır
    şeffaflık sıfır
    dürüstlük sıfır
    hazırlık sıfır
    verilen vergilerin karşılığı sıfır

    ailesini yerini yurdunu işini kaybetmiş insanlar ne yapsalar anlarım…

    tek suçlu yukarıdaki “sıfırlardan” hesap sormayan biziz bence.

  • ağızları 30 karış açıkta bırakan cv'dir. öyle cv mi olur lan?

    yalnız bu cv ile yeme içme işine girmesi cidden ülke açısından kayıp olmuş, büyük bir üniversitede büyük bir hoca olabilirmiş. ha istese şu dakika da olur, tutan yok. demek ki adamın her şeyi hazmetmiş ilginç bir kişiliği varmış, helal olsun.

    galatasaray lisesi, boğaziçi üniversitesi, london school of economics, berkeley, brown, princeton, stanford, georgia, koç...

    insan sayarken yoruluyor.

    bunların birisine bile uğrayan (bakın okuyan demiyorum, 3 aylığına da olsa parayı bastırıp şöyle bir uğrayan) kendini eşi bulunmaz adam sayıyorken, vedat milor'un böyle mütevazı kalması takdire şayan.

    bir de bonus olarak dünya bankası diyor, dünya bankasında çaycı olmaya razı ekonomistler var lan bu dünyada!

  • dostoyevski kumar alışkanlığından ötürü aşırı derecede borçlanmıştır. o sırada ortaya stellovski adında bir yayıncı çıkar. dostoyevski’ye şunları söyler: “bak senin bütün borçlarını kapatacağım. sana iki yıl yetecek kadar da para vereceğim. fakat bir sözleşme imzalaman gerek.

    senden bir kısa roman istiyorum. bu kısa romanı bana bu sözleşmeyi imzaladıktan tam 24 ay sonra vermeyi kabul edeceksin. istediğim sürede bitirip bana teslim edersen sorun çıkmayacak. fakat eseri bir gün bile geç verecek olursan bundan önce yayımladığın ve bundan sonra yayımlayacağın bütün eserlerin hakları benim olacak.” çok fazla borcu olan dostoyevski sözleşmeyi mecburen imzalar.

    aradan 23 ay geçer fakat tek bir cümle bile karalamamıştır. durumdan haberdar olan fransız yazar stendhal, dostoyevski’ye “ben ‘parma manastırı’ romanımı dikte ettirerek (söyleyerek yazdırmak) yazdırdım, sen neden denemiyorsun?” der. başka çaresi olmayan dostoyevski kabul eder.

    o zamanlar rusya’da bir dikte etme okulu vardır. okulun en yetenekli öğrencisi grigoryevna snitkin adında isveç asıllı genç bir kızdır. kız bu görevi yapmaktan gurur duyacağını söyler ve dostoyevski ile eseri yazmaya başlarlar.

    eseri son gün bitiren dostoyesvki hemen stellovski’nin yanına gider. dostoyevski’nin yazma sürecini baştan sona takip eden uyanık yayıncı stellovski dostoyevski eseri teslim edemesin diye ofisini kapatıp gitmiştir. o zamanlar rusya’da noter yoktur. noter görevini polis karakolundaki memurlar yapıyordur. dostoyevski eserini polis karakolundaki memurlara onaylatır. daha sonra bu olaydan dolayı yayıncı ile davalık olsalar da davayı dostoyevski kazanır.

    her rus gibi dostoyevski de zaferi kutlamak için bol votkalı bir davet verir. davete bütün dostları ile birlikte romanı dikte ettirdiği genç kız grigoryevna snitkin’i de çağırır.

    gecenin ilerleyen saatlerinde dostoyevski genç kıza “senden bir konuda fikir almak istiyorum “der.

    bu durum genç kızın gururunu okşamıştır.

    “memnuniyetle, ben size nasıl bir fikir verebilirim merak ettim” diye karşılık verir.

    dostoyevski şöyle der: “ben bir roman yazmaya çalışıyorum. romanın başkarakteri korkunç biri… sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. bu adam kendinden genç bir kıza aşık oluyor. sence bir evlenme teklifi kaleme alacak olsam bu gerçekçi olur mu?”

    kız ise şöyle der: “evlenme teklifinizi kabul ediyorum bay mihayloviç.''

    o kız dostoyevski’nin ikinci eşi anna grigoryevna snitkin’dir. yazdıkları eser ise ünlü roman “kumarbaz”dır.

    kaynak: dostoyevski'nin hatıraları - anna grigoriyevna dostoyevski

  • kış olmaması.

    daha önce burada, hatırlamadığım bir başlıkta okumuştum. kaynakları da vardı. özeti şuydu;

    bir yerde kış varsa barınma ihtiyacı artar. barınma ihtiyacı artınca toplumlar barınak sistemlerini geliştirirler. böylece mimari gelişir. gelişmişliğin başlangıç noktasıdır mimari. ev yapmayı bilmiyorsan fabrika yapamazsın. silah fabrikası, yiyecek fabrikası, tekstil fabrikası yapamazsın mesela. geçtiğimiz yüzyıl için değil bu iddia, ortaçağ için. tüm mevsimleri sıcak olan bir iklimde insanlar ev inşa etme yeteneklerini geliştiremezler. kabile hayatına mahkum kalırlar yüzyıllarca.

    sömürgecilik tabii ki afrika'nın bağrına vurulmuş hançer. ama bu dediğim neden, sömürgecilik öncesi döneme ait daha temel bir neden.

  • yunan akut'u emak, hatay'a yardım amaçlı gönderilmişti. bugünkü çalışmalarda bir kızı enkazdan canlı kurtarmaya çalıştılar ancak başaramadılar, daha sonra kızın 6 yaşındaki küçük kardeşini kurtarmayı başardılar ve gözyaşlarına boğuldular.

    bu hayatta insan hayatından daha değerli bir şey yok. aylardır saçma sapan konulardan birbirlerine atıp tutan iki ülkenin siyasetçilerine bu manzarayı göstersek umarım yeter.

    https://twitter.com/…kis/status/1622956410555232257

  • çanakkale abidesi yapılırken 1958 yılında maddi imkansızlıklar sebebi ile yapımı'nın duracağı söylenmiş ve kampanya başlatılmıştır.

    bunu duyan zeki müren, konserlerini hemen yarıda kesti. önce gazinolardan para toplamaya başladı. tüm sözleşmelerini iptal etti. türkiye’de turnelere çıktı, abide için konserler verdi. şehir şehir şarkılar söyledi. tüm parayı abide'nin inşaatına verdi.

    bugün çanakkale şehitler abidesi varsa kim bilir kaç tuğlasında, kim bili ne kadar harcında zeki müren’in katkısı var.

    kısacası; milliyetçilik ve ülke sevgisi öyle lafla olmuyor...ruhun şad olsun.