hesabın var mı? giriş yap

  • her seferinde oluyor.

    - ne okuyon yeğen
    - bilgisayar mühendisliği abi
    - bizim oğlanın makineye bi format atıversene ağır çalışıyomuş çok

    edit: bunu diyen adam buradaymış lan sırayla bütün entrylerimi kötülemiş taşakkürler.

  • çok değil daha bir-iki ay önce adaylıklar açıklanırken, bu ülkenin onurlu namuslu insanlarının bir kısmı "adaylık için sağ olun ama istemiyorum. tetikçi hürriyet'ten ödül falan almam" diye tepkisini koymuş, demirören'den ödül almayacağını ilan etmişti.
    bu töreni izleyen, konuşan, gündemde tutan kim olursa olsun bilerek veya bilmeyerek mevcut iktidarı örtülü destekliyor.
    bu tören, yarın sabahtan itibaren benzinden tütüne her kalemden bize saplanacak olan zamlarla finanse edilen demirören'in. bunu unutup, tek başarısı dekolte giymek olan alakasız bir kişiyi burada zavallıca övüyorsunuz. demirören kamu bankalarına borcunu yarın da ödemeyecek ve sizin yarattığınız medya etkisini kullanıp kendine yeni sponsorlar bulmaya, reklam alanlarını firmalara satmaya ve vatandaşa saplamaya devam edecek. satış sloganı da çok basit: "ben bunların anasına da sövsem, bunlar benim magazinimi takip ediyor."
    karşı tarafın yarısı kadar bilinçlenip, azıcık omurgalı olsanız keşke...

  • slobodan miloseviç’in kosova’ya yönelik saldırısın temelinde çetnik siyasetinin yattığını söyleyebiliriz. bu düşünüş kosova’yı tüm sırplar’ın kutsal yurdu saymaktadır. çünkü tarihsel açıdan baktığımızda sırp ortodoks kilisesine ait en önemli manastır ve anıtlar kosova’dadır.

    kosova sorunun alevlenmesindeki tarihin, savaşın resmen başladığı 1998 tarihinden önceye gittiğini söyleyebiliriz. zira 1989’daki kosova’nın özerkliğinin tek taraflı olarak feshi ile arnavut ulusu kullandıkları anayasal hakları kaybetmiş, sırbistan’ın azınlık ulusu konumuna düşmüşlerdir. bunu destekler ölçüde arnavutça eğitim yapan priştine üniversitesi kapatılmış ve bölgedeki arnavutça eğitim sırp bürokrasisi tarafından tamamıyla kaldırılmıştır. tüm bu uygulamalara karşılık 1997’de ortaya çıkan kosova kurtuluş ordusu arnavutların silahlı mücadelesinin kurumsal çatısını oluşturmuştur.

    kosova’da da bosna’dakine benzer nitelikte bir etnik temizlik hareketinin mevcudiyetini görüyoruz. bu yüzden batı dünyası bölgedeki savaşa bir yıldan az bir sürede müdahale etmiş ve nato’nun 13 ekim 1998’deki ültimatomu ile 14 ekim’de sırp güçleri çekilmeye başlamıştır. bu durum uygulanacak bir güç tehdidinin savaşı kısa sürede sonlandırabileceğinin kanıtı olarak karşımızda durmaktadır. nitekim daha önce bosna’da müdahale için bm yetkisini bekleyen nato burada bu yetkiye gerek görmeden diplomasiyi arka plana atarak bölgeye müdahalede bulunmuştur. bu açıdan nato müdahalesi bir ilki de yaşatmıştır. ilk defa kendi topraklarındaki eylemleri nedeniyle bir ülkeye müdahalede bulunma hakkını kendinde gören nato bölgedeki trajedinin uzun sürmesini önlemiştir. bu açıdan nato’nun işlevi düşünülürse bosna savaşı sonrası yetkinin ve sorumluluğun yeniden tanımlanmasından söz edilebilir.

    nihayetinde nato müdahalesi sırp ulusunu durdurmasının yanında ( burada bahsedilen durdurma etnik temizliğin durdurulmasıdır yoksa toprak talebi miloseviç döneminde -hatta bugün bile- sona ermemiştir ) kosova’nın bağımlılık niteliğini de devam ettirmiştir. çünkü batı dünyası bu dönemde federal yapının sürmesinden yana iken kosova, miloseviç’in elinde halkının bir kozu olarak kalmaya devam etmiştir.

  • görüntüde, kediler soğukta karın üzerinde kalmasın diye konulan kedi evinden rahatsız iki mahlukat, hayvansever gençleri tehdit ediyor. içlerinden birine tehdit etmek de yetmiyor, saldırıyor. aldığınız nefes haram, yemin ediyorum.

    yine, yeniden ve maalesef...güzel olan her şeye düşmanlar!

    edit: şu tweet ile gelen güncelleme: polis gelmiş; "adam" oldukları için saldıranlar, ne kadar hayvansever olduklarını anlatmışlar polise. durumu güzelce idare etmiş bu güzel insanları tebrik etmek lazım. arif'i de ayrıca tebrik ediyorum, minimum zarar ve maksimum medeniyet çerçevesinde istediği sonuca ulaşmış. yumruk atsa muhtemelen bıçaklanacaktı; çünkü gene saldırganlar "adam" oldukları için yumruk atana bıçak saplarlar genelde, belki sonra arif'in kadın arkadaşlarını da darp edecekti bu mahluk.

    edit2: sadece bu ikisi de değil anladığım kadarı ile saldıranlar. arif'in insanlığı çok büyük olduğu için demek bir kişi zapt edememiş arif'i, 10 kişi çağırmışlar anlaşılan, görüntülerin devamında. bir kedi evi koyabilmek için, ufacık bir güzellik ortaya koyabilmek için bütün mahalle ile mücadele etmeniz gereken yere türkiye denir.

    edit3: lionsher mesaj kutumu şenlendirmiş ve hürriyet'in de görüntüyü paylaştığını belirtmiş. gündemde yer bulması adına sevindirici bir olay. ayrıca bu vesileyle olaya layıkıyla önem veren siz, suserlara da ayrıca teşekkürler.

    edit4: lionsher şu an haber verdi ki üsküdar belediyesi bir kedi evi getirmiş sokağa, buradan izleyebilirsiniz. güzel şeyler, zor da olsa dayanışma ile mücadale ile başarılabiliyor anlaşılan.

    edit5: güzel insanlar, mutlu sonun bir fotoğrafını paylaşmış.*

  • 2010 yılındaki referandumda iktidara destek verip yetmez ama evet diyerek, tek adam rejiminin yolunu açan anayasa değişikliklerinde pay sahibi olan minik serçe lakaplı sanatçımız, bugün aynı iktidarın destekçileri tarafından hedef haline getirilmiş, şarkı sözlerinden dolayı tepki görmüş.

    hangi zihniyete evet dediğini sanırım iyice anlamıştır kendisi.

    minik serçemiz ve sabah gazetesinin haberine göre : (bkz: iki cihanda lekeli)

  • sürahiyle vazoyu ayıran tek şey kulptur.

    demek insanlara tutabilecekleri bir kulbunu sunmazsan, çok çok içine bir çiçek koyup masanın üzerinde öylece bırakır seni rahatsız etmezler. ama tutunmaları için kulpların kolların olursa, bugün suydu, yarın meyve suyuydu seni doldurur taşırır, mutfakla yemek masası arasında dolaştırırken elbet bir gün de yere düşürüp kırarlar..

    hastasıyım düz mantığın.

  • - kütüphaneci kız!
    - la olum niye yere atıyon kitapları?
    - oh evet kütüphaneci kız!kız bana! daha fazla kız bana!
    - olum bak hepsini toplatırım allahıma
    - ooovhh oovh! söv bana!evet!evet!
    - mna koyim zaten alıyon alıyon getirmiyon kitapları
    - aaah geliyoooruuum geliyooruuum!
    - kitapları da getir

  • olması gerekenden bu kadar az biliniyor oluşu utanç verici olan, büyüleyici bir sese ve oldukça geniş repertuara sahip türk sanatçı. tülay german'a yöneldiğinizde onu sadece şarkı söyleyen biri olarak da tanımlayıp geçemiyorsunuz, bütünüyle acayip bir hikayeden söz ediyoruz. bir şekilde yollarının kesiştiği insanlar, aldığı ödüller vs... inanılmaz! hiçbirini izlemediğim buram buram arabesk hikayelerle örülü birçok sanatçı filmi yapıldı, böylesi asil, batı müziğinde örn. fransa'da öncü sanatçıların standardını dahi yakalayabilen (françoise hardy, jane birkin standardından bahsediyoruz) ve kendi ülkesinde bu anlamda müzikteki modern dönüşümün öncüsü olmuş, bir o kadar da ülke değerlerine bağlı bir efsanenin bir belgesel dışında nasıl bir şeyi olmaz? bırakın filmi, çok rahat mini dizi çıkar onun hayatından.

    repertuarında türküler, fransız chansonu, jazzı ve yine ingiliz jazzı bulunuyor. hikayesini elbette bütünüyle anlatmayacağım ama bazı notları da eklemeden olmaz. bunun yanında önce erdemli yıllar adıyla çıkan, ardından düşmemiş bir uçağın kara kutusu adıyla genişleterek hayatını öyküleştirdiği kitabını müsait bir zamanda okumak istiyorum. o kısma çok girmeyecek olsam da erdem buri ile yaşadıkları aşk hikayesi ayrıca incelenmesi gereken türde. kitabında detaylıca bahsediyor.

    öncesinde de anlatmaya değer şeyler vardır ancak tülay german'ın esas hikayesi 1960'lı yılların başında daha sonra hayat arkadaşı olacak olan dönemin entelektüellerinden erdem buri ile tanışmasıyla başlamış diyebiliriz. erdem buri türkiye işçi partisi'nin kurucularından, osmanlı döneminin vezirlerinden suphi paşa'nın torunu. onun moda'daki evinde gece eğlenceleri düzenlenir, sohbetler yapılırmış ve evi adeta aydınlar geçiti gibi. atıf yılmaz, aziz nesin, yaşar kemal, selahattin hilav, adnan cemgil gibi isimler sık gelenlerden bazıları. german da buri ile tanıştıktan sonra sık sık o evde yer alıyor ve o günleri şöyle betimliyor:

    “paşa torunları gördüm... romancılar, şairler, ressamlar, yönetmenler, filozoflar tanıdım... düşlerinin gerçekleşeceğine inanan, düşünce özgürlüğünü savunup mahkemelerde, hapislerde acı çeken, kültürlü, namuslu ve alçakgönüllü umut dolu insanlar.”
    kendisinin politik kimliği de böylelikle şekillenir. bunun dışında müzik açısından da erdem buri onun için mihenk taşı, neden? çünkü tülay german'dan bir şey rica ediyor. türkçe şarkılara yönelip, türküleri melodik yapısını bozmadan batı enstrümanları eşliğinde seslendirmesini istiyor. akabinde ruhi su'dan ders almaya başlayan german adeta bir devrime sebep olur; ortaya çıkan eserlerle türkiye'de ilk kez modernize edilmiş türkçe şarkılar görmeye başlarız.

    ilk ateşleyici etkiyi 1964 yılında belgrad'da düzenlenecek olan balkan melodileri festivali'nde görüyoruz. yarışmaya katılmak için "milli orkestra" adıyla bir ekip kuruluyor ve ekibi, içlerinde tülay german, tanju okan, erol büyükburç gibi isimlerin olduğu birkaç sanatçı oluşturuyor. "burçak tarlası", "mecnunum leylamı gördüm" ve "yarının şarkısı" eserleri ile katılınan bu festivali birincilikle bitiriyorlar. tülay german ise uluslararası bir dergide kapak olan ilk türk müzisyen oluyor. burçak tarlası ise modernize olmuş haliyle türkiye'de anadolu pop adı verilen türk popunu başlatan şarkı niteliği kazanıyor.

    daha fazla uzatmadan... çok geçmeden tülay german ve erdem buri ikilisi fransa yolcusu olurlar. gitmek zorunda kalmışlardır çünkü dönemin siyasi ortamı, cahil halkın aydına ve sola olan alerjisi gibi etkenler onları tehlike arz eden bir yaşamın içine atmaktadır. son olarak erdem buri ile selahattin hilav'ın georgi plehanov'un "marksist düşüncenin temel meseleleri" kitabını türkçe'ye çevirmeleriyle yargılamaya maruz kalacak olmaları soluğu fransa'da almalarına neden olur.

    tülay german için ise yerelden çıkıp tüm avrupa müziğine mâl olmasını sağlayacak olan bir adım olmuştur bu. fransa'da jazz ve chansona yönelen german, charles aznavour (şaka değil), the moody blues, léo ferré gibi isimlerle sahne alır. "toulai et françois rabbath" albümü ile "académie charles cros grand prix du disque" adlı fransa'nın en büyük müzik ödülünü alır. pink floyd, serge gainsbourg, françoise hardy gibi isimlerin kazandığı bir ödülden bahsediyoruz arkadaşlar. (ayrıca moğollar da kazanmış bu ödülü.)

    bunların yanı sıra, jean-paul sartre'ı sorbonne üniversitesi'nde amfide dinleme fırsatını bulmuş. oeh diyip geçelim.

    özellikle dario moreno ile tanıştıktan sonra kendi kültürünü yaşayabilmesinden ötürü daha rahat hissetmeye başlamış kendi söylemine göre. ancak yüreği her zaman istanbul'da açık bir şekilde. fransa'daki evleri de tıpkı moda'daki ev gibi sanatçı ve aydın akımına uğramış. barış manço, erkin koray, hümeyra, nükhet duru, atilla dorsay vs. gibi isimlerin uğrak yeri olmuş orası. ek; zülfü livaneli, selda bağcan ile birlikte.

    sırada sevdiğim bazı şarkıları: (spotify'da varlar, bunlar youtube linki)

    mutlu günler
    aras üste buz üste
    burçak tarlası
    günlerimiz (zülfü livaneli'yle)
    yalan
    mecnunum leylamı gördüm

    la chanson de l'oubli
    a perdre haleine
    un coin de terre
    c'est pourtant pour demain

    a cup of coffee a sandwich and you
    summertime
    living now

  • 23..03.1918'de new york'ta doğup, 23.08.1991'de samsun'da vefat eden bir eğitimci. 30 yıla yakın bir zaman boyunca samsun maarif koleji'nde görev yapmıştır. samsun anadolu lisesinin mezunları kendisini görmeseler de adını duymuşlardır. eski mezunları zaten kendisinden eğitim almışlardır. okulda kendisinin düzenlemiş olduğu botaniğe adı verilmiştir.

    daha yakından tanımak için, samsun anadolu lisesi mezunlarından adnan rıfat kurun'un göndermiş olduğu, uzm. ecz. ergin yazıcıoğlu tarafından hazırlanmış yazıyı kopyalıyorum:

    "carl tobey (23..03.1918-23.08.1991)

    23.03.1918 tarihinde amerika'nın newyork kentinde doğdu. babası, zamanının tanınan zengin bankerlerinden allen tobey'dir. çocukluk yıllarında ablasıyla birlikte babaannesinin yakın ilgisiyle büyüdü.

    ilk ve orta öğrenimini newyork'ta tamamladı. yaz tatillerini ailesinin long island'daki yazlık malikanesinde geçirdi. alman imparatoru kaiser yazlık komşularıydı. babasının kendisine hediye ettiği at ile biniciliğe, 12 metrelik yelkenliyle de denize olan tutkusu başladı. bu başlangıç, ilerleyen yıllarda carl tobey'nin türkiye'deki yaşantısında hem belirleyici olacak, hem de çalışmalarında büyük kolaylıklar sağlayacaktı.

    üniversite öğrenimini newyork'ta princeton üniversitesi tarih bölümünde üstün başarıyla tamamladı. ilerleyen yıllarda, okul arkadaşlarından biri olan keneddy, amerika bileşik devletleri başkanı olurken, bir diğeri de müzikallere imzasını atan alan learner olacaktı.

    mezuniyeti sonrasında bir müddet amerika'nın güney eyaletlerinde öğretmen olarak görev yaptı.

    ii.dünya savaşının başlamasıyla birlikte, pilot eğitmeni olarak fransa'ya paris'e gitti. pilot eğitti. paris'teki yıllarında şairlerle, gazetecilerle, müzisyenlerle, yazarlarla ve filozoflarla dostluklar kurdu. bunlardan bazıları; jimy baldwin( vatandaşlık hakları savunucusu) , max ernest ( ressam ), j-p satre ( filozof ), simon de beauvoir ( yazar ) 'dır.

    amerika'ya dönüşünde bir müddet yakın bir arkadaşının evinin bahçesiyle ilgilendi. bahçenin güzelliği sayesinde çevresinden takdir topladı ve teklifler aldı.

    1955 yılında "barış ve eğitim gönüllüsü" olarak bir yıllığına türkiye'ye geldi. ilk görev yeri istanbul' dur; fakat aynı gönüllü grubundaki yeni evli bir çiftin birinin samsun'a diğerinin ise istanbul'a görevlendirilmesi ve kendisine yapılan değişim teklifini kabul etmesiyle samsun'a geldi. bu değişimde rol oynayan faktör " samsun deniz kenarında mı?" sorusuna aldığı " evet " cevabıydı. gençlik yıllarındaki deniz tutkusu samsun'u tercihinde önemli etken olmuştur.

    1955 yılında, bugünkü 23 nisan ilköğretim okulunun olduğu alanda kurulan samsun maarif koleji'nde ingilizce öğretmeni olarak göreve başlar. okula yakın olması sebebiyle engizli (19 mayıs ilçesi/samsun ) bir ailenin iki katlı, sarı renkli, bahçe içerisindeki evini kiralamaya karar verir. ev sahibiyle tanışmak ve kiralama talebini iletmek amacıyla engiz'e giderken çetirlipınar köyü muhtarı asım kurt ile tanışır. asım kurt köyün hem muhtarı hem de toprak ağasıdır. asım kurt ile vücut diliyle iyi anlaşırlar, yerler içerler iyi dost olurlar. bir yılın sonunda muhtar asım görev süresi dolan dostunu samsun limanından uğurlarken, carl tobey, dostunun eline bir mektup tutuşturur ve der ki "...ben sandaldan inip , gemiye binmeden açma" muhtar asım dostunun dediği gibi yapar; mektupta " ...seneye görüşürüz." yazmaktadır. carl tobey'in 36 yıllık samsun macerası da böylelikle başlar.

    samsun'a dönüşünde kiraladığı evde 1955'den 1973 ( ? ) 'e kadar kalmaya devam eder. bu yıllar içerisinde samsun maarif koleji karşısındaki evinde çok güzel çiçekler yetiştirir; tek sıkıntısı haylaz okul çocuklarının bahçesine girmesidir. bahçenin duvarlarının üstüne ek bir taraba yapmak suretiyle bunu önlemeye çalışır ama hiçbir zaman kızmaz.
    yaz tatillerinde samsun ve çevresinde at ve merkep sırtında bitki toplama gezileri yaparken bir yandan da çetirlipınar köyünde asım kurt'un çiftliğinde köylülere yeni modern ziraat tekniklerini öğretmeye çalışmakla vakit geçirir. yeni ziraat tekniklerini tanıtırken zaman zaman köylülerle ters düşer, tartışır, yöre halkı tarafından " .. bu gavur topraktan ne anlar " diye eleştirilere maruz kalır, en çok da asım ağanın kardeşiyle tartışır ama doğruları anlatmak ve öğretmek için bıkmaz, usanmaz ve kırılmaz. bu özelliği ileride onu tanıyan yöre halkı ve öğrencileri arasında ziraat eğitimi aldığı ve ziraat mühendisi olduğu sanılmasına neden olacaktır.

    at ve merkep sırtında yapmış olduğu bitki gezileri sırasında yöre halkı tarafından "... bu adam amerikan ajanı, kardeşim bitki bahanesi " diye yanlış anlaşılır ama o yine de yılmaz, at ve merkep sırtında dağ bayır demeden bitki örnekleri toplamaya devam eder. samsun ve çevresinde yaptığı bitki toplama gezilerinde ajan olarak algılanmasından oldukça rahatsız olur ve bu durum onu oldukça zorlar. ilerleyen yıllarda bir türk dostu "....bak madem ki, bitki toplarken seni ajan zannediyorlar, çekiniyor, yardım etmiyorlar; o halde sen de onlara ormancı olduğunu söyle, bu köylü kısmı ormancıdan çok çekinir, ormancının her istediğini yapar, hoş tutar, sen de böylelikle rahat edersin" şeklindeki telkini üzerine kendini istemeye istemeye köylülere ormancı olarak tanıtmaya başlar ve böylelikle bitki toplama gezilerinin kolaylaştığını, köylülerden yardım ve yakınlık gördüğünü hatıralarında bahsetmiştir.

    görev yapmış olduğu süre içerisinde, samsun anadolu lisesi bünyesinde topladığı bitki örneklerini de içeren bir bahçe oluşturmuş, bu bahçenin bakımını bizzat kendisi üstlenmiş, ilerleyen yıllarda aylığını kendisi vermek suretiyle bir bahçıvan tahsis etmiş ve bu bahçeyi öğrencilerine de gezdirerek öğrencilerde çiçek, bitki ve doğa sevgisinin oluşmasına katkı sağlamıştır.

    1955 yılında göreve başladığı samsun maarif koleji (samsun anadolu lisesi)'nden 1983 yılında emekli olmuştur. 1983-1985 yıllarında suudi arabistan'da ingilizce öğretmeni olarak kısa bir süre görev yapmış ve tekrar türkiye'ye dönmüştür.

    1986-1987 öğrenim yılında özel meralcan koleji'nde ingilizce öğretmeni olarak göreve başlamış, 1991 yılında rahatsızlanana kadar görevine bilfiil devam etmiştir.

    rahatsızlığı sırasında tedavisi samsun ssk hastanesinde, dahiliye bölümünde uzm. dr. levent durupınar tarafından sağlanmış, tedavi kürleri sırasında rahat etmesi için bir müddet samsun vidinli otelinde misafir edilmiş, 23.08.1991 tarihinde tedavi gördüğü lenf kanserinden hayata veda etmiştir.

    yaşadığı süre boyunca, başında sekiz köşe kasketi (ki bu yörede köylülerin tipik şapkasıdır), kadife pantolonu, kareli oduncu gömleği, boğazlı kazağı, el örgüsü süveteri, 1971 yılında merak sarıp çalmaya başladığı bağlaması ve içmekten keyif aldığı nargilesiyle tam bir türk gibi yaşar. kendini o kadar türk kabul eder ki, inancını bile değiştirip müslüman olur.orucunu tutar, inançlarının gereklerini yerine getirir ama asla belli etmez.

    1986-1991 yılları arasında kendisiyle bir aile büyüğüyle ilgilenircesine, yakınen ilgilenen kemalettin erbilgin'e, son zamanlarında vasiyet eder ve aynen şöyle der: " ...ben öldüğümde sakın papaz falan çağırayım deme , beni usullerimize göre uğurla". vefatı sonrasında arzusu yerine getirilir fakat amerikan makamları tarafından soruşturma açılmak istenir, bu durumun resmi vasiyetinde de yazdığı av.mustafa cılız tarafından da belirtilerek girişim sonuçsuz bırakılır.

    ebedi istirahatgahı samsun kıranköy mezarlığı 125 ada , kemalettin erbilgin aile kabristanlığındadır.

    carl tobey , vefatından önce tüm çalışmalarını ve şahsi eşyalarını mezun olduğu princeton üniversitesi kütüphanesine bizzat kendi göndermek suretiyle vakfetmiştir. tüm bu evraklar 73680 kayıt numarasıyla princeton üniversitesinde 11 koli halinde saklanmaktadır. bu kolilerden bazıları öğrencisi olan ve princeton üniversitesi inşaat mühendisliği mezunu cem tunçoğlu tarafından açılmış, kolilerden kişisel fotoğrafları, kitapları ve notları çıkmıştır.

    vefatı sonrasında okul bünyesindeki bahçesi, samsun anadolu lisesi mezunları derneği tarafından yeniden düzenlenmiş, bahçe girişindeki tabela halen abd florida 'da yaşamakta olan öğrencisi metin türkimre tarafından hazırlanarak gönderilmiş, yine bahçenin hakim köşesindeki carl tobey'i anlatan tasviri yağlı boya tablo resmi ise son zamanlarında beraber görev yaptığı ingilizce öğretmeni, ressam brain keth rowbotham tarafından yapılmış ayrıca bu temsili resim kartpostal olarak da basılmıştır. yine onun sevgisiyle büyüyen ama onu görmeyen minik öğrenciler tarafından yapılan samsun anadolu lisesini ve carl tobey'i anlatan resim müdüriyet odasını süslemektedir.

    bu sessiz, kendi halinde alçak sesle ve tatlı bir ses tonuyla konuşan 1.75 m boyundaki, kasketli, ince yapılı, mavi gözlü, hatırnaz ve sevgi dolu insan " ben burada insanlığı ve hayatı öğrendim" diyerek , büyük, küçük kendisini tanıyan herkesin gönlünde taht kurmuş, kimilerine göre carl tobey; kimilerine göre de "kartopu" adıyla saygı ve sevgiyle anılmaktadır.

    yazar: uzm. ecz. ergin yazıcıoğlu-samsun 2006

    kaynaklar:

    1. dr kemalettin erbilgin, özel meralcan koleji genel müdürü
    2. mustafa atalay, özel meralcan koleji genel sekreteri, samsun maarif koleji ilk mezunu
    3. zeynel özdemir,samsun anadolu lisesi müdürü
    4. dr.hicabi eryıldırım, göz hastalıkları uzmanı
    5. müjgan eryıldırım, kız meslek lisesi eski müdürü
    6. ecz. adnan rıfat kurun, ögrencisi
    7. ercan elmas, ögrencisi
    8. ilkay emir-samsun emniyet müdürlüğü, polis memuru"

    şu da cenazesinden bir resim:
    http://www.facebook.com/…1020285046&oid=28796425496

    tabutu omuzlayanlardan hüseyin yazgan hocamız da geçtiğimiz yıllarda vefat etmiştir.

  • afedersiniz ama beş senem kaldı. iyiki de almışım. beş sene önce almasaydım evimi, şu anda alabileceğimi hiç sanmıyorum.