hesabın var mı? giriş yap

  • hayatımın ilk yirmi yılı içemedim. içmeyi denediğimde midem bulanıyor, fenalaşıyordum. istanbul'a taşındığımda çalıştığım firmada sabahladığımız zamanlar elemanlarla gittiğimiz bir pastane vardı. sahibi dükkanı açar açmaz fırından yeni çıkmış zeytinli açma yiyip yanında çay içiyorduk. o ikili aşırı güzel geliyordu. çaya orada alıştım ve sonra aşırı sevdim. birkaç ay sonra zeytinli açmadan soğudum ama o başka bir hikayenin konusu. artık sudan daha çok çay içtiğim günler oluyor.

    çay'ın türkiye'de yüksek hacimde üretim tarihi alt tarafı 70 yıllık ama dünyada kişi başına en çok çay tüketen ülkeyiz. açık ara, öyle böyle değil.

    bu vaziyet bana garip gelmiştir. ne çabuk bokunu çıkarmışız? bildiğim türkiye'de eskiden çay içilmediği, osmanlı döneminde paso kahve içildiği, çayın da türkiye'de üretimle kültüre girdiği idi. niye böyle oldu?

    halbuki çay çin'den batıya ilk olarak 5.yy'da türk tüccarlar tarafından taşınmış. o dönemler tedavi için ilaç niyetine içilen bir şeymiş. keyif içeceği olarak kullanıma başlaması ise 6.yy'ın sonunu bulmuş. batıda ilk çayı ise ruslar batum'da yetiştirmiş.

    osmanlı 19.yy'da çayı ülke topraklarında yetiştirmek istemiş fakat bunu bursa'da deneyince iklim uyumsuzluğundan başarısız olmuş. proje rafa kaldırılmış. sonra türkiye cumhuriyeti dönemi tekrar canlandırılıp doğu karadeniz'de denemeler yapılmış. 1930'larda başlayan üretim süreci kârlı bir rekolteye ancak 1940'ların sonlarına doğru ulaşabilmiş.

    yüksek hacimli üretimin o sırada başarılması ülkeyi rahata sokmuş zira ikinci dünya savaşı sebebiyle çay ithalatı sıkıntıya girmiş. bu da henüz üretmediğimiz halde ülkede kayda değer çay tüketimi olduğunu gösteriyor.

    tahminim çayın yurtiçinde üretilminin yol açtığı ucuzluk, kahveden daha çok popülerleşmesine yol açmış. 1960'larda çay tarlaları o kadar artmış ki hükümet kanunen izinsiz çay üretimini yasaklamak zorunda kalmış ve çaykuru kurup üretimi devlet kontrolü altına almış.

    1984'te bu yasaklar kaldırılmış. günümüzde çay üretiminin %35'ini özel sektör yapıyormuş ve kalite standartları da kanunla denetime tabiymiş.

    tutması 10 yıl süren ilk yetiştirme denemelerinde iklim o kadar çok sorun çıkartmış ki üretim hedefi sadece ülke içi düşünülmüş. oysa türkiye günümüz itibariyle dünyanın en büyük 5. çay üreticisi.

    konuyu okurken çay üretmek için gösterdiğimiz sebata hayran kaldım. fikrin raftan indirilmesiyle kârlı rekolte seviyelerine ulaşmamız arasında neredeyse 20 yıl var. hani osmanlı'nın ilk yaptığı gibi biraz uğraşıp "ya bu olmayacak galiba, öff sıkıldım!" deyip bıraksan çay diye bir şey bilmeyecektik. onuncu yılda "bundan kar edemeyiz" deyip projeyi iptal etsen çay kalmamıştı. oysa bugün karadeniz bölgesinin en ciddi gelir kalemlerinden olmuşsun, dünyanın beşinci büyük üreticisisin. o yıllarda "bunu biz yaparız" diye hayal eden bir insan varmış, "yapmadan bırakmak yok" diye inat ve sebat edenler, sonunda da başaran birileri olmuş. cumhuriyetin ilk yılları, öyle deli zengin koşullar da değil.

    geçen sene "türkiye emoji alfabesine tek sembol katma imkanına sahip olsa bu ince belli çay bardağı olmalı" diye bir twit atmıştım. onu da kültürümüze en yerleşik ve en büyük ortak paydamız olduğundan. şimdi çay gözüme daha kıymetli geldi. hem tarihi kıymetinden hem de başlı başına gurur duyulacak bir azim ve başarı hikayesi olmasından.

    bugün hiç alakamız olmayan, ülke koşullarında hayatta olmayacak, kime sorsanız "olmaz o iş" diyeceği bir şey hayal edin. 30-40 yılda dünyada o konuda ilk 10'a girebileceğinizi söylesem?

    *hüüp*

    (not: alt tarafi "çay bizde 70 yıllık" twiti yazacaktım konuyu araştırmaya başlayınca sayfalarca entry'ye döndü)

  • yuva kurmayı başarmak ne yahu? bir başarı mi evlenmek sizin için? aksine ben bekar ve yalnız yaşayan insanların hayatla başa çıkmak açısından daha başarılı olduklarını düşünüyorum.

    edit: oha. daha önce hiç 176 kişi beğenmemişti yazdıklarımı. vay anasını be.

    edit 2: günaydın. arkadaşlar napiyosunuz? 473 kişi olmuş. neyse hastaydım. birazcık sevindim. hehehe. artık nasıl garibansam; beğeni sayısına seviniyorum.

  • 5 yaşındaki trabzonlu bır çocuğun dolmuşta annesıne dedigi gibidir belki de hayat; '' hem vuruysin hem ağlama diysin..."

  • yedi yıl önce ülkemizde polisler, ali ismail korkmaz'ı döve döve öldürdüler. döve döve. hiçbir suçu, günahı, yanlışı yoktu. daha iyi bir yaşam istediği için öldürüldü.

    almanya'da gerçekleşen bilmediğim bir olay üzerinden nefret kusacak değilim. ama o zamanlar tepki göstermeyenlerin şimdi dış güçler demesi de gülünç olur. kendi ülkesinde medeniyet olmayan bizler, başka ülkelerin asayişlerine had bildirebilecek mertebede değiliz.

  • yanlış yaptığımız şeylerden sadece biri.

    bundan yıllar önce bir maç çıkışı, tümer metin ile denk gelmiştim bir otoparkta.
    akşam saati pek kimse yok ortalıkta. tümer, bir foto çekilelim felan, yanında yaklaşık on metre yürüdüm adam ne cavap verdi ne de döndü yüzüme baktı. açıkcası o maçı izlemeye gitmemin en büyük sebebi tümerdi.

    ben senin yanında o kadar rica minnet yürüyecem, hadi onu geç sen gol atınca sevinecem, sen sakatlanınca, üzülünce üzülecem, senin ekmek yediğin kapı için kendi ekmek kapımmış gibi dertlenecem, ama sen dönüp iki dakkanı ayırmayacan. tabiki de ayırmayabilirsin, bunu yapmak zorunda da değilsin ama insanda bir hayal kırıklığı oluşturuyor ister istemez. o kişi adına forman olsa daha giyer misin o formayı mesela?

    o zamandan bu yana ne bir futbolcu ne bir oyuncu, kim olursa olsun, tanımadığım muhabbetimin olmadığı hiç kimse ile, bırak sosyal medyadan güzellemeler yapmayı, ne bir fotoğraf çekinirim ne de dönüp iki kelime laf ederim, kafamı kaldırıp gülümsemem bile. gerek yok arkadaşlar gerek yok kimse sizden büyük değil kimse de sizden önemli değil.

    trabzon özelinde söylüyorum, siz fatih tekkeler, gökdenizler, yattaralar, kimler kimler oynadı bu takımda hepsi geldi geçti, ey sorloth sen kimsin ya...