hesabın var mı? giriş yap

  • 10 kasım ramazan ayına denk geldiği zaman ahmet necdet sezer anıtkabir defterini imzalarken su içmişti.bu tayfa o zaman da ağzına sakız etmişti konuyu.sonra bu tayfanin istediği gibi isimler cumhurbaşkanı oldu.namaz kılan oruç tutan muhafazakar olduğunu iddia eden kişiler.ahmet necdet sezer oğlunun düğününün parasını kendi cebinden ödemişti ayrıca kaldığı süre boyunca faturalarını kendi maaşından ödüyordu muhafazakarlar ise itibardan tasarruf olmaz mantığıyla halkın vergileriyle lüks içinde yaşıyor.bu paçavra site tam da günümüzü anlatıyor namaz kıl oruç tut istediğin kadar kul hakkı ye.klasik akp eylemi.her ilde gormussunuzdur.agizlarindan allah düşmez sürekli ibadet showu yaparlar ama her naneyi de yerler

  • 13.yüzyılın başlarında çaka bey'in kardeşi tonyukuk kaptan komutasında 3 kadırga dolusu türkmen cebelitarık'ı geçerek irlanda denizi'nde korunaklı yapısını beğendikleri man adası'na çıkarlar ve bir koloni kurarlar. ardından gelen moğol istilası, anadolu selçuklu devleti'ni yıktığından zaman içinde bu koloni ile irtibat kesilir. bu küçük türkmen kolonisi yüzyıllarca kah irlandalıların kah ingilizlerin baskısı altında inim inim inler ancak türkmenliklerinden ödün vermez. nihayet adam gibi bir lider yüzyıllar sonra bu bir avuç türkmene yardım elini uzatır ve aile efradı ile beraber maaşlarından arttırdıkları 3-5 kuruşu göndererek adadaki türkmen varlığının devam etmesini sağlar.

  • (bkz: mavi jeans)

    eskiden iyiydi bu. kaliteli şeyler üretirdi ve yıllarca giyilirdi. 2 sene önce bunlardan aldığım kazakların çoğu şu anda çöp durumda. kolları ve yakaları pörsüdü.

    tişörtleri de 2-3 senede soluyor.

  • egosunu değil dünya üzerindeki tıp literatürünü takip eden doktorlarımıza teşekkür ederek ve tenzih ederek söylüyorum ki çoğu için özel muayenehanesindeki para kasası egosundan daha önemli ve büyüktür.

    parayı bastırıp özel muayenehanelerinde karşılarına çıktığınızda kırmızı halıyla karşılarlar sizi. ne egoları kalır ne de havaları.

    daimi müşterileri ( hasta demedim bak) olabilmeniz için gülücükler, gülücükler. en bilmiş hasta da olsanız dinlenir ve kabul görürsünüz.
    asla ''sen'' olmaz ''siz''lerin havada uçuştuğu durumlar yaşarsınız.

    öyle...bazı doktorlar tüccar.

  • müzisyenliği nasıl tanımlarsın? meslek midir mesela? şemseddin sami, sözlüğünde meslek için “her adamın dünyada yaşamak ve geçinmek için tuttuğu yol” demiş. tdk da benzer bir şey söylemiş: “bir kimsenin geçimini sağlamak için yaptığı sürekli iş”. sürekli yapılan “”e “meslek” diyoruz yani. ingilizce’de bu iki terim arasındaki fark çok daha belirgindir. profession (meslek) “özel bir eğitimden geçtikten sonra edinilen iş”tir. yani mesela şener şen’in mesleği öğretmenliktir fakat kendisi yıllardır oyunculuk yapıyor değil mi? demek ki mesleği öğretmenlik, işi oyunculuktur. bizim sözlüklerimizde böyle tanımlanmasa da halk dilinde aslında ingilizce’dekine benzer bir ayrım vardır. kimse milletvekilliğini veya çaycılığı meslek olarak görmez. bunlar tir. meslek olamazlar çünkü milletvekili yahut çaycı olmak için eğitim almaya gerek yoktur. o halde müzisyenlik bir meslek (profession) midir? eh, okulu var ama müzisyen olmak için okula ihtiyaç yok. şimdi bu nokta-i nazardan bakınca mimarlığı da meslek olarak saymak güç. mimarlığın okulu olsa da bilhassa 100 yıl öncesine kadar pek çok iyi mimar okullu değildi. ferdinand cheval’den daha iyi bir örnek düşünemiyorum. e hiç mi meslek yoktu sanayi devrinden önce? vardı. hukuk ve teoloji. bu kadar. çünkü bunların uygulama sahası yoktur. yani usta-çırak ilişkisiyle hukukçu olamazsın. fakat işte biliyorsunuz ki son 100 yılda öğretim kurumlarının sayısı müthiş bir hızla arttı. öğretim kurumlarındaki bu enflasyonun sebebi bilgi enflasyonu mudur yoksa öğretim kurumlarının bolluğu mudur bilgiyi bu denli çoğaltan? laf cambazlığı gibi duruyor olabilir ama hayır, niyetim o değil. bunu gerçekten bir düşünün. enflasyonun olduğu her yerde dağıtımda sorunlar çıkar. bu, bilgi enflasyonu için de geçerli. uygar olmayan halkları düşünelim. düşünmesi kolay olsun diye ölçeği iyice küçültelim. bir kabile veya 50-60 sene öncesinin köylerini getirelim zihnimize. kabile üyeleri veya köy ahalisi hemen hemen aynı derecede bilgilidir. elbette kimilerinin başka başka şeylere istidadı vardır. ne bileyim birisi iyi şarkı söyler, öteki ev yapma konusunda maharetlidir, beriki dini hikayeler anlatmada ustadır, kimisinin de nefesi kuvvetlidir. fakat hayata dair bildikleri şeyler hemen hemen aynıdır. insanın bilmesi gereken her şeyi bilirler. şimdi diyeceksiniz ki insanın bilmesi gereken şeyler neymiş? karnını doyurmak (avcılık, hayvancılık, çiftçilik vs.), yuva yapmak, giysisini dikmek, kendini tanımak (“patlıcan bana dokunuyor”, “uykusuz kalmak başımı ağrıtıyor”, “yalnız kalmaktan korkuyorum” vs.), hayatın sonlu olduğunu idrak etmek. bu saydıklarımı bilen pek az kişi tanıdım akranlarım içinde. hayat okulu falan dedikleri şey tam da budur işte. kendi yuvasını yapabilecek var mı içinizde? işi ustaya, kalfaya yıkmak yok ama. kendin tutacaksın işin ucundan. iddia ediyorum mimarların kahir ekseriyeti gecekondu bile yapamazlar. yuva yapmayı bilmeyen ilk canlı biziz galiba. ne tuhaf. çiftçilik, hayvancılık, terzilik falan, onları da bilen bir avuç insandır. şunu söylüyorum yani; köyde, kabilede, klanda üyelerin hepsi yukarıda saydığım şeyleri bilirler. öğrenemeyen de tutunamaz zaten. bundan başka şeyler de bilirler tabii ama hiçbir zaman çok bilenle az bilen arasındaki makas açık değildir. sanayi devrimi, piyasa ekonomisi, verimli makinelerin icadıyla beraber işler değişti. şimdi birisi uçak uçurmayı biliyor, öteki genom haritası çıkarıyor, beriki block chain teknolojisini geliştiriyor. şuraya varmak istiyorum: gelir dağılımındaki eşitsizliği bilgi dağılımındaki eşitsizlik doğuruyor. şu
    tabloda roma imparatorluğu’ndaki gelir dağılımındaki eşitsizliği göreceksiniz. gini indeksi’ni şöyle okuyun çok çok kabaca; 0’a yaklaştıkça eşitsizlik azalıyor. sanayi öncesi devirde gelir dağılımındaki eşitsizlik, günümüzle kıyasladığınız zaman çok daha azdır. tek istisnası 14. yüzyıldır, o da hıyarcıklı vebanın dünyanın anasını ağlattığı yıllara denk gelir. simon kuznets diye bir ekonomist var, kuznets eğrisi ile meşhur. ters u harfi şeklinde bir eğridir.

    “endüstrileşmekte olan ülkeler, ilk yıllarda gelir dağılımında eşitsizliğin artışıyla karşılaşırlar fakat bu artış tavan yaptıktan sonra geri dönecektir çünküm ilk yıllarda kapitali elinde tutup yatırım yapan kesim zenginleşecektir, daha sonra da kalifiye çalışanların sayısı ve iş gücü kalitesi yükselecektir, bu da maaşların artıp gelir dağılımın dengelenmesini getirecektir” der.

    öyle mi olmuş? yok. thomas piketty, meşhur kitabı yirmi birinci yüzyılda kapital’de bunu anlatır. yani bilgi arttıkça, gelir dağılımındaki eşitsizlik de artacaktır. tabii ben argümanımı temellendirmek için sahaya inip çalışma yapmadım. sırça köşkümden ahkam kesiyorum. ileride birisi bu fikri sınarsa yahut okuyucular karşı argümanlarıyla gelirlerse ne güzel olur. bilgi dağılımındaki eşitsizlikten kastım “birileri iyi eğitim alıyor, ötekiler bundan mahrum kalıyor” falan değil. o kadar çok bilgi var ki, böylesi bir enflasyonda düzgün bir dağıtım yapmak zaten olanaksız. bu paragrafı şöyle bitireceğim: sanayileşmeden önceki dünyada meslek (profession) ve (job) diye bir ayrım yoktu. iki tane profession (meslek) vardı: hukuk ve teoloji. gerisi iş (job). dolayısıyla müzisyenlik de mimarlık kadar, hekimlik kadar, çiftçilik kadar ti ve şimdi de mimarlık (mimarlık fakültesi) kadar, hekimlik (tıp fakültesi) kadar, çiftçilik (ziraat mühendisliği) kadar meslektir. fakat sanatçının özellikle de müzisyenin diğer meslek erbabından farkı vardır. zaten onun mevkiini tartışmalı yapan da bu farklardır. bu da sonraki yazının konusu olsun. bugünkü yazıyı, müzisyen başlığı altına yazacağım yazıların önsözü sayın.

    https://fatmagulunyengesi.substack.com/…utm_source=

  • yaşadığım şehrin en büyük şirketlerinin ceo veya sahipleriyle yaptığımız görüşmeler sonrası diyebilirim ki olabildiğince az üretim yapıyorlar ve satış yapmak için gönülsüzler. çoğu zaten üretimi durdurmasa da satış yapmayı bırakmışlar.

    5 liraya aldıkları hammaddeyi bir daha bu fiyata alamayacaklarını hatta belki bulamayacaklarını düşünüyorlar. bu sebeple 10 liraya satmak için üretim yapmak yerine belki 20 liraya satabiliriz diye düşünüyorlar ve bekliyorlar. hammadde üreticisi zaten satmaya gönülsüz neden satayım ki 1 hafta sonra yüzde 20 karla satabilirim diyor.

    üretim yok, stokçuluk arttı. ve zerre kızamıyorum da kimseye adamlar haklı.

  • sermayesiz bir iş için çok temiz para. toprak olup çürüyecek bir vücudu hala diriyken paraya çevirmek lazım. tebrik ediyorum bu içerik üreticisi hanımefendiyi.

  • ben ölüyorum, çok kötüyüm' dedi. ateşi var, titriyor, eşim bağırdı doktora 'hocam böyle bir şey var' diye. 'her şey normal, sıkıntı yok bunda. anesteziden dolayı böyle, geçecek' dedi. çocuk daha fazla titremeye başladı, ateşi daha da yükseldi. eşim bir kez daha söylüyor ama doktor dışarıdan kalkıp, çocuğun yanına gelip, çocuğun kanaması da var ağzında, gelip şöyle gözüne baksa, ağzına baksa zaten ben eminim, diş doktoru olmasına rağmen onun eğitimini almıştır. bir anormallik olduğunu hissedecek ama yerinden kalkıp çocuğun yanına asla gelmedi. orada iş yeri kameraları da var zaten, gelmediğini görebilirler.

    gelip bakmamış bile yazıklar olsun.

  • 2023 toronto international film festivalinde (bkz: tiff) kuzey amerika promiyerini yapmis bir nuri bilge ceylan filmi.

    oncelikle kendisinin tum filmlerini izlemis ve sinemasina asina biri olarak en begendigim nbc filmi oldugunu rahatlikla soyleyebilirim. son filmlerinde agirlik verdigi diyaloglar, kuru otlar uzerine'de kusursuza yaklasmis gorunuyor. diyaloglarin akiciligi izleyiciyi 3 saat 17 dakika boyunca cok guzel icine cekiyor ve film cok guzel akiyor. karakterler cok guzel yazilmis ve asiri iyi oynanmis. cannes'da odul kazanan merve dizdar'i golgede birakacak bir basrol performansi ile deniz celiloglu ovguyu hak ediyor. bu ikisi disinda tum yan roller gerek oyuncu secimi gerek oyuncu performansi acisindan cok tatmin edici. bu acidan da nbc oyunculardan alabilecegi en yuksek verimi almis diyebiliriz.

    goruntu yonetmeni olarak gokhan tiryaki'nin eksikliginin bir nebze hissedildigini dusunuyorum. tabii ki yine cok guzel sahneler, cekimler mevcut ama sanirim citayi cok yuksege cikardigi icin sinematografinin daha iyi olabilecegini dusundurdu. gecislere serpistirilen -inanilmaz guzel- fotograflar, nbc'nin tarzinin disina cikmasi acisindan deneysel olmus diyebilirim. ben yadirgadim ama begenenler olacaktir suphesiz. bununla beraber kurgu ve duzenlemede ozellikle sahne gecislerini bir tik vasat buldum. kesinlikle daha iyi gecisler olabilirdi fakat bu haliyle de izleyiciyi rahatsiz eden bir tarafi bulunmadigini belirteyim, kisisel tercih benimkisi. filmin konusu ve surprizleriyle ilgili goruslerimi spoiler kismina sakladim filmi henuz izlemediyseniz gecebilirsiniz.

    --- spoiler ---

    filmde doguya atanmis ve tayinden onceki son senesini dolduran samet ogretmenin yasadiklarini kendi perspektifinden takip ediyoruz diyebiliriz. filmin basinda samet ve ev arkadasi kenan bir koy okulunda ogrenciler tarafindan sevilen iki ogretmen olarak sunuluyor. samet bulundugu okulu ve koyu begenmeyip istanbul'a donmek icin gun sayarken, kenan ailesi civarda yasayan koklerine yakin bu okulda gorev yapan fikri hur fakat muhafazakar bir karaker ciziyor. okul ve yerel capta sevilen iki ogretmenin hayati, ogrencilerinin okul muduru ve diger hocalarin sikistirmasi sonucu iki ogrencinin bildirdigi sikayet uzerine zor bir sinava giriyor. iki ogretmen haklarindaki sikayeti ogrendiklerinde kendilerini sikayet eden ogrencilerin kim oldugunu ve olayin arkasini arastirmaya calisirken filmin 1 bucuk saati bir cirpida bitiyor. filmin bu kisminda samet ve kenan'in iliskisi, ogretmenlerin mudurle ve ilce milli egitim muduruyle tartismalari olayin gerginligini izleyiciye harika geciriyor. diyaloglarin zamanlamasi ve tonu o kadar iyi ki film gerceklige cok yakinsiyor ve izleyiciyi tumuyle sariyor.

    filmin bu kisminda merve dizdar hemen hic gorunmuyor. her ne kadar kendisi kalan kisimda cok iyi oynamis olsa da cannes'da aldigi odulu bir tik politik buldugumu belirteyim. konunun hassasiyeti uzerine emektar kadin ogretmene odulu vererek nbc'nin taraf almayan filmine bir mesaj verildigi dusunulebilir ya da hic alakasi olmayabilir, tamamen kisisel bir yorum.

    filmin ikincil konusu doguya atanmis bekar ogretmenlerin kucuk sehir/kasaba hayati icinde bas goz edilmesi uzerine oturuyor diyebiliriz. doguya atanan ogretmenlerin kendi meslektaslariyla evlilige uzanan yolculuklari cok gercek ve bizden bir konu. bunu ele almis oldugu icin bile ulkedeki tum ogretmenlerin izlemesi gerekiyor bu filmi. eminim ayni yollardan gecmis yuzbinler kendi hayatindan cok sey gorecek bu filmde. filme donersek, samet ilcede ogretmenlik yapan nuray (m.dizdar) ogretmenle tanismak uzere bulusuyor ve ikili birbirini kisa sure tarttiktan sonra ayriliyorlar. samet istanbul'a gitme niyetini ve karakterinin hazci yonunu ortaya koyarken, nuray sehirli, devrimci kimligini ve nasil ve neden ilcede yasadigini aciklama ihtiyaci duyuyor. samet bunun uzerine kendisine uygun bir partner olmayacagini dusundugu nuray'i kenan'a anlatip, hali hazirda ailesi tarafindan evlilik baskisi altindaki kenan'la tanistirmayi oneriyor. bu uclunun sonraki gorusmeleri kenan'in nuray'i begenmesi ve nuray'i etkileme cabalari, nuray'in kenan'a ilgisi ve samet'in olaylari gozlemesi seklinde eglenceli sahneleri dogrumus diyebiliriz. samet, ikilinin flortu ve kendisinin disari itilisi uzerine nuray'i arzulamaya baslayip kenan'i cagirmasi gereken yemege tek basina giderek nuray ile bas basa zaman gecirmeyi tercih ediyor. bu oyuna bozulan nuray ile samet'in beraber yedigi aksam yemegi ikilinin fikirsel duellosuna donusuyor ve gecenin sonunda samet nuray ile sevisiyor. bu noktada filmin en buyuk surprizi samet'in yatak odasina gecmeden tuvalete ugramak istemesi sirasinda gerceklesiyor. samet bir anda tuvalet/banyo kapisindan set arkasina geciyor. bu esnada film setinin arkasindaki insanlar ekranda gozukurken samet hicbir etkilesime girmeksizin set arkasindaki tuvalete yol aliyor. film ile izleyici arasindaki duvari yikan bu sahne ozellikle
    zamanlamasi itibariyle eminim herkesi soka ugratacaktir. ben bu surprizi yerinde buldum; zira cok gercekci gecen ve hassas konular uzerinde dolanan bu filmde izleyiciye bunun bir film oldugunun hatirlatilmasi hos bir dokunus olmus, gg wp.

    bu noktada hemen bir parantez daha merve dizdar'a acalim: filmi izlerken nuray karakterinin bazi tercihlerini anlayamamistim fakat film sonunda samet'le gecirdigi gece sonrasi kendisini 'ghost'layan kenan'la yuzlesmeye gelen nuray'in anlatimi uzerine filmin derinligine bir kez daha hayran kaldim. bu sahnede nuray'in agzindan samet'le yatmasinin kendisinin yeni haliyle (bir bacagi teror saldirisi sonucu kesilmis, yani engelli haliyle) dunyada kapladigi yeri anlamak ve kendi degerini gormek olcmek/kendine ispat etmek motivasyonu guttugunu anliyoruz ki engelli insan dunyasina dair actigi bu kapi bile filmi bas yapit mertebesine cikariyor diye dusunuyorum.

    filmin son yarim saatinde ise samet ogretmenin kendisini sikayet eden bir zamanlar favori ogrencisi sevim ile yuzlesmesini izliyoruz. bu sahnenin gerginligi de harikulade yansitilmis. ogretmenin manipulasyonlarina karsi tepkisiz kalan fakat korkup kacmayan kiz ogrencinin verecegi tepkiyi beklerken koltuga yapisip ter doktugumuz bir filmden bahsediyoruz. mutlaka izleyin.

    filmin son yarim saatini samet'in ic sesinden dinlememiz de buyuk surpriz. karakterlerinin ic dunyasini voice-over ile anlatmayi daha once hic tercih etmemis nbc'nin bu secimine cok sasirdim fakat daha sonra dusununce hak verdim. film boyunca niyetini ve ic dunyasini tam olarak kestiremedigimiz samet karakterini kendi perspektifinden dinlemek izleyiciyi yine yeniden taraf olmadan tartismanin ortasinda birakarak filmi kapatiyor.

    film genel olarak "insan olmak" temasini tasirken, eylemler karsisinda ve iliskiler icinde insani ve reaksiyonlari anlatmaya odaklaniyor ve izleyiciyi ikircikli konular uzerinde karakterlerle empatiye ve dusunmeye zorlayarak bugune kadar ki en cesur nbc filmi olarak kendine yer buluyor. bana kalirsa gokhan tiryaki ve daha iyi bir edit'le cok net palmes d'or'a kosarbilirmis ama direkten donmus diyebilirim. mutlaka izleyin demis miydim?
    --- spoiler ---