hesabın var mı? giriş yap

  • (karismatik)
    - kiminle görüşüyorum?
    - yanlış insanla.

    (sıkıcı)
    - kiminle görüşüyorum?
    - hangi numarayı aradıysanız, o numaranın sahibiyle.

    (çok kişilikli)
    - kiminle görüşüyorum.
    - kimi arzu ederdiniz?

    (paranoyak/asabi)
    - kiminle görüşüyorum?
    - sen kimsin?

    (ev hanımı)
    - kiminle görüşüyorum?
    - hatice sen misin?

    (ev babası)
    - kiminle görüşüyorum?
    - aloo

    (espriktüel)
    - kiminle görüşüyorum?
    - özcanoğulları'nın malikânesi, buyrun. eküki

    (sözlükçü)
    - kiminle muhatap oluyorum?
    - (bkz: kiminle görüşüyorum) (bkz: aramaya inanmak)

  • o hayvanlar doğduktan 15 sene sonra anca yumurta bırakabiliyorlar. bilim insanları bunların yumurtalarını tespit edip koruma altına almak için uğraşıyorlar.

    niye?

    kaskafalı bir itperestin besleyip çoğalttığı itlerden biri yesin diye tabi.

  • hayatim boyunca gosteri sanatlarina ilgi duydum.
    kendimi hep bir tiyatro sahnesinde ya da nefis bir filmde sahane bir performansla hayal ettim.
    kucuk bir ilkokul ogrencisiyken, okul koridorlarinda kollarindan cekilerek siniflara sokulup bir seyler anlatmam icin israr ederdi insanlar.
    bir keresinde bir sinifin onunde sadece durdugumu hatirliyorum ve onlarin katila katila guldugunu.
    ilk defa 4. sinifa giderken bir tiyatro oyunu icin ogretmenimin hic dusunmeden secmesi, sinif arkadasimin annesini canlandirmak filan, bunlar hep gulumseten detaylar olarak aklimda kaldi.
    iyi bir taklitciydim. hala, arkadaslarim herhangi bir sey izledikten sonra, telefonla arayip.
    "bak bunu iyi izle, senden de izlemek istiyoruz" derler.
    liseye giderken en buyuk hayalim konservatura gidip egitim almakti. ama ailem ve hatta sulalem yuzunden bu hayali gerceklestirmem mumkun degildi.
    oyle icimde patladi yani sahne hayali.
    seneler sonra kizimin okulunda hazirlanan, egitim amacli dans ve drama gosterisinde izledim ilk once arkadaslarimi.
    oldukca amator bir girisimdi ama ayni olcude buyuleyiciydi.
    sozlukten de ve yillarca ayni apartmanda komsuluk yaptigim bilge hatunu cok kiskandim mesela o gosteride izleyince.
    bir sonraki sene yine gerceklesecegini duyunca da biraz tereddutle ben de katildim.
    sifirdan basladik. aylarca on calisma koregrafi calistik gec saatlere kadar.
    gercekten butun yoruculuguna ragmen muthis bir duyguydu.
    ve sahne gunu geldi catti.
    yuzlerce insan karsisina cikacak olma heyecani, becerebilecek miyim korkusu ile..
    ve sahne !
    benim gosterimde; hayatin hizi, mekaniklesmesi insanin ama sonunda elimdeki kagittan okudugum insan oldugumuzu hatirlama ani...
    sadece kopan buyuk alkisi hatirliyorum.
    tabi ki, ozne degildim. zaten dans dramada ozne yok. bir butunun parcasisiniz. bir sorunun, bir cozumun.
    hayatimin en buyuk hayalini gerceklestirmistim. titreyerek ciktigim sahnede baktigimda isiklardan baska bir sey gormuyordum.
    ta ki kizimla birlikte selamlamaya ciktigimda salonda kopan alkis tufanina kadar.
    sanirim, gercek anlamda mutluluk buydu...

    sonra, oyun cikisi bir ogretmenimizin;
    -kizim sizinle tanismak istedi. bir turlu veli oldugunuza ikna edemedim.
    demesiydi o gece ve belki butun hayata yayilacak kuvvetteki gulumseten detay.

    hayatta her sey mumkun...

  • üniversite yurdundaki yan odadaki elemandır. cumartesi sabahı o uyurken gizlice oda kapısının üstündeki anahtarını alıp kapıyı üstüne kilitlemiştik. içerde kilitli kalınca kapıyı yumruklayağını, "açın lan .rospu çocukları" diye bağaracağını, yurt görevlisini cepten arayacağını filan düşünüyorduk. heyecanla, uyanıp kapıyı zorlamasını bekliyorduk. saat 10 civarı uyandı ve odasının kapı kolu bir kere inip kalktı. biz dışarıda kıs kıs gülerken devamını bekliyorduk. fakat hiçbir şey olmadı. bekle allah bekle. 1 saat, 2 saat, 3 saat... sıkılmıştık. dışarıyı çıkıp biraz dolaştık, internet kafeye oturduk vs. halen arayan yok. akşam üstü yurda döndük, halen montu kapı askısına asılı, kapı kilitliydi. fakat pes etmedik. akşam yemeği için bir esnaf lokantasına gittik. çıkışta birkaç el batak attık. döndüğümüzde durum aynıydı. şaka maka artık hiç komik bir tarafı kalmadığından kapıyı açıp içeri daldık.

    görünen manzara; çocuk yatakta yatıyor, 5 litrelik su bidonu çeyreğine kadar sidik ile dolu, annesinin 3 hafta önce gönderdiği küflenmiş böreklerin hepsi açılıp masanın üzerinde yenmiş. kırmızı ve uyuz gözlerle kafayı çevirip bize baktı ve "siz mi kilitlediniz lan kapıyı" dedi.

    bulunduğu durumu bu kadar kabullenmiş, kilitli kapıyı bir kere açmayı denedikten sonra "tüh, artık ömrümün sonuna kadar böyle yaşamak zorundayım" diye içinden geçirdiğinden emin olduğum elemanı hiç unutmam.

  • dickens 24 yaşında çok hızlı ünlü olan bir yazardı. o dönemde çok satan ama eleştirmenler tarafından az sevilen biriydi. hatta saturday review hakkında "şöhretinin kalıcı olduğunu düşünmüyoruz" bile demişti. "çocuklarımız dickens'ı günümüz romancılarının en tepesine yerleştirirken atalarının ne demeye çalıştıklarını anlamaya zorlanacaklar" ancak tolstoy, henry james, dostoyevski gibi yazarlar ise dickens'ı epey beğeniyordu. hatta tolstoy'a göre shakespeare'den sonra en iyi ingiliz yazar dickens'tı.

    1841'de the old cruirosity çıktığında yaklaşık 6 bin kişi new york limanında kitabı beklemişlerdi. çünkü kitap bir serinin devamıydı ve herkes küçük neil'in ölüp ölmediğini merak ediyordu. hatta limanda beklerlerken bağırarak "küçük neil öldü mü" diye birbirlerine soruyolardı. (spoiler : ölüyor. hatta oscar wilde şöyle demiş : küçük neil'in ölümünü okuyabilmek için taş yürekli olmak gerekir... gülmeden okuyabilmekten söz ediyorum)

    kitaplarını bu kadar çok insan beklediği için ve beklemesi için dickens kitaplarını bölümler halinde yazıyor ve bölüm başına para alıyordu. kısacası daha fazla para kazanmak için hikayelerini parçalayarak satıyordu.

    dickens, takıntılıydı. evindeki her eşyanın yerinin sabit olmasına çok özen gösterirdi. hatta saatlerce eşyaları doğru konumlarına getirmek için uğraşırdı. eve birileri geldikten sonra hemen evi düzenlerdi. ayrıca saçlarına çok özen gösterirdi. zaman içinde dökülen saçlarını çok uzun süre tarayabilirdi. hatta yemeğin ortasında cebinden tarağını çıkartıp saçını taramaya başlardı.

    dickens'ın takıntılı davranışlarını daha da arttıran özelliği batıl inançlarıydı. belirli sayılarda eşyalara şans getirsin diye dokunur, cumayı şanslı gün sayar, londra'dan kitabının son bölümü yayınlandığında ayrılır, kafası kuzey kutba gelecek şekilde yatardı. eğer kafası kuzey kutbuna bakmazsa uyuyumadığını söylerdi. bunu yapmasının diğer bir sebebi ise kafasının kuzey kutba bakmasının yaratıcılığını arttırdığına inanmasıydı.

    yazarın takıntısının başka bir yönü ise morglardı. morgların dickens için büyüleyici bir yönü vardı ve zamanını ölülerin arasında geçirmekten epey hoşlanıyordu. günlerce morglarda kalır ve burada yer alan ölüleri takıntısı haline getirir ve ölümleri üzerine uzun uzun düşünürdü. bunu "iğrençliğin çekiciliği" olarak tanımlıyordu.

    franz anton mesmer tarafından keşfedilen sözde bilim mesmerizm o dönemde epey ünlüydü. canlıların manyetik alanları ile hipnotize ederek hastalıkları tedavi etme yöntemi olan mesmerizm'i yazar katıldığı davetlerde eğlence olsun diye kullanıyordu. ancak panik ataklar geçiren birini bir haftalık bir süre ile tedavi etmişti. ayrıca yakın arkadaşı beyin sarsıntısı geçirdiğinde de onu iyileştirtirmişti. ancak kendi astım hastalığını yıllarca denemesine rağmen bir türlü iyileştiremedi.

    masal yazarı hans andersen ile dickens epey samimiydi. tanışmaları andersen'ın londra'daki imza gününde gerçekleşmişti ve birbirlerine hemen ısınmışlardı. anderson giderken tüm kitaplarını imzalı olarak dickens'a hediye etmişti. on yıl sonra andersen kendini dickens'a davet ettirdi. ancak dickens bu sırada karısından ayrılmış ve metresiyle eve çıkmak üzereydi. ayrıca andersen'a karşı mesefeli ve aksiydi. ancak yine de teklifi istemeden de olsa kabul etti. mektuplarında bir arkadaşına "andersen yanımızda olabilir ancak sen ona aldırış etme. kendi dili danca'dan başka bir dil bimiyor ve onu bildiğinden de şüpheliyim" demiş. andersen gelince ise evinde pek kalmamış londra'daki kendi işlerini halletmiş ve çok fazla andersen ile konuşmamış. evdekiler andersen ile dalga geçiyor ve yapılmasını istediklerini yapmıyorlarmış. üstüne üstlük kitapları hakkında yüzüne dalga geçiyorlarmış. hatta beş yaşındaki bir çocuk ile yazarla dalga geçip kitaplarını dışarıya atıyormuş. bu yüzden andersen'ın evin bahçesinde ağladığı bile olmuş. tüm bunlara rağmen andersen beş hafta evde kalmış. gitmesinin ardından dickens'ın kızı yazar hakkında "baş belası sıskanın tekiydi, gitmek bilmedi." demiş. ayrıca dickens ise yazarın kaldığı odaya şu notu bırakmış "hans andersen bu odada 5 hafta kaldı ve o beş hafta bu aileye asırlar gibi geldi."

  • yanlış balığı yediyseniz lezzetsiz olma ihtimali yüksektir . bazı balıklar fiziksel yapıları itibariyle birbirlerine çok benzerler fakat lezzetleri ve dolayısı ile ekonomik değerleri çok farklıdır. balıkçılar aşağıda listelediğim balıkları birbirinin yerine satmayı çok severler. sadece balıkçılar değil hatta bazı süpermarket zincirleri bile bu yöntemi uygulayabiliyor. tezgaha gelip lezzetsiz balık yememeniz için size karşılaştırmalı olarak birkaç ipucu vereceğim ;

    ***lidaki - isparoz***

    lidaki çipuranın juvenile yani genç birey boyudur. yetişkin çipuraya göre daha kılçıklıdır ama çok lezzetlidir. özetle ufak çipura diyebiliriz. isparoz ise her yerde çok sık karşılaşılan eti biraz lezzetsiz ve bol kılçıklıdır. kıyıdan olta balıkçılığına merak saranlar genelde ilk olarak isparoz tutarlar. isparoz büyükse ki buna eşek isparozu denir biraz modifiye ile mevsiminde lezzetli hale gelebilir. genelde isparozu boklu kebap tabir edilen yöntemle pişirirler.aslında lidaki ve isparoz birbirine boy pos harici pek benzemez.isparoz kuyruğundaki siyah nokta ve kafa yapısı itibari ile lidakiden kolayca ayırt edilebilir. isparoz daha yuvarlak yapılı bir balıktır. ayrıca lidakinin göğüs yüzgecinin dibinde yani solungacının üstünde siyah bir leke bulunur.

    isparoz
    https://eksiup.com/p/u3257889z5ye

    lidaki
    https://eksiup.com/p/5n257894twva

    ek not : ayrıca karagöz diye isparoz da satılmaktadır. karagöz isparoza göre daha lezzetlidir ve ekonomik değeri yüksektir. karagöz'ün ayırt edici özelliği solungaçların hemen bitiminde ve kuyruğun dibindeki iki tane geniş siyah şerittir. bazı karagözlerde balığa ismini veren ve tam gözünün üzerinden geçen üçüncü siyah şerit bulunurken bazılarında bulunmayabilir. karagözün de ufağı çok kılçıklıdır , alınacaksa büyüğünün alınmasında fayda var.

    karagöz
    https://eksiup.com/p/ag259444p4rq

    not 2 : tavsiye olarak iri boyda mırmır alabilirsiniz. başka balıkla karıştırılmaz , kültürü yoktur , deniz balığıdır . aynı tayfadan bir balıktır ve eti çok lezzetlidir. uzun gövde yapısı , kürek gibi ağzı ve dikey şeritleriyle kolayca ayırt edilebilir.

    mırmır
    https://eksiup.com/p/x6259662covn
    https://eksiup.com/p/zg259665p5ea

    ***somon - kart alabalık ***
    (karadeniz somonu diye satıyorlar)

    aslında burada fark zaten çok açık. somon genelde dilimlenmiş şekilde satılır ve eti koyu turuncudur. çiftliklerdeki kartlaşmış alabalıkların eti ise daha açık turuncudur ve genelde bütün balık olarak satılırlar. ayrıca alabalığın burun yapısı biraz daha yuvarlaktır ve üzerindeki benekler daha belirgindir.

    somon
    https://eksiup.com/p/mf2579069ohs

    karadeniz somonu diye satılan alabalık
    https://eksiup.com/p/sw257920avzo

    ***uskumru - kolyoz***

    uskumru ve kolyozu ayırt etmek biraz daha zor. kolyoz'un eti uskumruya nazaran daha yağsız ve tahta gibidir. en temel ayırma yöntemimiz gözlere ve çizgilere bakmak. kolyozun gözleri daha iri ve patlak , ayrıca çizgileri uskumruya göre daha karışık şekilde ilerliyor. uskumru daha sevimli dururken kolyoz daha bıçkın bir ifadeye sahip.

    https://eksiup.com/p/w725792547yf

    ***sardalye - tirsi***

    balık tezgahlarında en sık gördüğüm aldatmaca bu iki balık arasındadır. tirsi kart sardalye gibidir. çok kılçıklıdır , kolay kolay yenmez , eti de daha kurudur. tirsinin en belirleyici özelliği parlak ve iri pullarıdır. ayrıca eni biraz daha geniştir. rengi açık yeşile çalar. sardalye daha koyu renklidir ve daha ufaktır. balık 10 cm geçiyorsa yüksek ihtimal tirsidir. burada boy çok önemli sakın sardalye diye aman bunlar daha iri deyip tirsi almayın. tirsi modifiye sardalye gibi durmakta.

    sardalye
    https://eksiup.com/p/2f257941vukm

    tirsi
    https://eksiup.com/p/yf257936mi63
    https://eksiup.com/p/fn259458rhdy

    ***palamut - tombik***

    palamut ve tombik de birbirine çok benzer fakat palamut mevsiminde yağlı ve güzel olabilecekken tombik her daim saman gibidir. tombik yanlış hatırlamıyorsam orkinos (ton) balığının sularımızda bulunan bir türü fakat orkinos kadar ekonomik değeri yok. palamutun en kolay ayırt edici özelliği vücuda hafif paralel düzenli çizgileridir. tombiği'in üst kısmı uskumrunun çizgilerini andırır. ayrıca ikisinin kafa yapısı da farklıdır. palamut'un kafa yapısı daha uzundur ve sırt yüzgeci büyüktür.

    palamut
    https://eksiup.com/p/vf257963bhaz

    tombik
    https://eksiup.com/p/nz257976uxri

    ***levrek- eşkina***

    levrek ile eşkina arasında en kolay ayırt edici unsur renkleri ve vücut biçimleri. levrek kısmen daha ince uzun ve açık renklidir. eşkinayı kaya levreği diye de satıyorlar. tezgahlarda minekop , kaya levreği , eşkina birbirine karışmış durumda . siz levreği ezberleyin gerisini boş verin. yine önceden söylediğim gibi diğer balıklar da (özellikle eşkina) çok lezzetli olabilmekte ama biraz uzmanlık istemekte. minekobu kültür levreğine tercih edecek insan da çoktur. bana kalırsa en temel ayırt edici unsur sırt biçimleri. levreğin sırtı daha düz iken diğerleri daha eğimli ve dik.

    levrek
    https://eksiup.com/p/hm257991gpmq

    eşkina
    https://eksiup.com/p/45257995jb2o

    ***çipura - sarpa***
    (mevsim çipura diye satıyorlar)

    iki balık birbirinden tamamen farklı. bazen tezgahlarda üzerinde çipura yazısını görünce şaşırıyorum. elmayı armut diye satmak gibi bir şey bu. sarpa da aslında lezzetli bir balık ama tabi her zaman olduğu gibi belli kurallara uymak lazım . bunları burada anlatmayacağım , merak eden ilgili başlığa girer bakar. sadece en kolay ayırt edici unsuru söyleyeyim. sarpada enine uzunlamasına sarı çizgiler bulunur ve vücut yapısı çipuraya göre daha uzunlamasınadır. ağız yapıları da çok farklıdır. sarpanın ağzı beslenme biçimine uygun olarak daha yukarıdadır. yine burada belirtmeden geçmeyeceğim bir unsur olarak çipura kültür olarak yetişebilirken sarpa deniz balığıdır. yani hormonlu çipura yiyeceğime sarpa yerim diyenler de olabilir.

    çipura
    https://eksiup.com/p/bx2580242e6z

    sarpa
    https://eksiup.com/p/op258034pbti

    ***barbun - tekir***

    barbun ve tekir arasındaki en önemli fark kafa yapısıdır. barbun'un kafası küt şeklindedir. tekir genelde ufak olarak satılır kafa kısmı daha sivridir. banko barbun alayım derseniz 15 cm üstü küt burunlu olanlar %99 barbundur.ayrıca tekire dikkatli bakarsanız vücuduna paralel olarak uzanan kırmızımsı şeritler mevcuttur. barbunya balığının vücudu daha az pullu gibidir ve kırmızı beyaz karışık desenler içerebilir , tekirdeki gibi uzun dorsal çizgileri yoktur veya belli belirsizdir. genel olarak tekir daha hızlı yüzmeye yönelik bir vücudu varmış gibi durur. gözü barbuna göre daha geride olarak ağzına uzaktır. bir de üzerinde sarı şerit buşunan daha kısa bıyıklı ve uzun kafa yapısına sahip paşa barbunu mevcut. bu balık barbun kadar pahalı değildir fakat oldukça lezzetlidir. uygun fiyata bulduktan sonra her üç balık da lezzetli olarak tüketilebilir. genel olarak barbun üçü arasında en pahalı ve talep edilendir.

    https://eksiup.com/p/3b2580462ido

    barbun (küt kafa - lekesiz sırt yüzgeci )
    https://eksiup.com/p/qv259680k54n

    tekir ( uzun kafa yapısı , gözler daha geride , vücutta belirgin paralel çizgiler)
    https://eksiup.com/p/gq259681jfus

    paşa barbunu
    https://eksiup.com/p/x6259677nie4

    ***mezgit - panga***

    mezgit ve panga uzaktan yakından akraba olan balıklar değiller. panga ithal olarak (vietnam-tayland) ülkemize gelen bir tatlı su balığı. uzak doğuda kültür olarak yetişiyor ve çok popüler ama eti mezgit kadar lezzetli değil. panga etinin çok sağlıksız olduğu yönünde iddialar mevcut çünkü kültür olarak yetiştirildiği nehrin sularının çok kirli olduğu hatta uzak doğuda bile sadece fakir halkın yediği söyleniyor. tabi bol hormonla takviye edilme ihtimali de düşük değil. panga balığı ayrıca akvaryumlarda evcil olarak beslenen bir hayvan. akvaryumcularda köpek balığı diye satılıyor. aslında mezgiti de pek sevmem ama olsun. burada ayırt edici pek unsur yok . panga etini çok büyük filetolar halinde satıyorlar. fiyat çok ucuzsa kıllanabilir satıcıya sorabilirsiniz. özellikle restoranlar bu konuda çok hile hurda yapıyor. mezeyle , sosla pangayı mezgit diye iteliyorlar. hatta şu an iddia ederim mezgit fileto diye restoranlarda pişmiş şekilde servis edilen balıkların en az yüzde yetmişi panga. internette okuduğum bazı yorumlarda bazı restoranların pangayı mezgitle aynı balık arasında fark yok diye bile bile sattığını gördüm.

    pangayla ilgili şöyle bir yazı buldum. alıp almamak size kalmış ;

    https://www.facebook.com/…k/posts/1605483796341510/

    mezgit
    https://eksiup.com/p/os258158bj6w

    panga
    https://eksiup.com/p/m4258073crmb

    ***sazan - israil sazanı - havuz balığı***

    sazanı da çok sevmesem de israil sazanı ve havuz balığı çok daha leş. bu balıklar ülkemizde istilacı türler. en kolay ayırt etme yöntemi renkleri. bu balıklar sazandan çok evde beslenen japon balıklarına benziyorlar. sazanların pulları çok daha belirgin ve bıyıkları daha büyük. ayrıca sazanın rengi daha koyu ve zeytin yeşiline çalıyor. aynalı sazan zaten üzerindeki çok parlak iri aynalı pullarından ayırt edilebiliyor.

    https://eksiup.com/p/se2581667zo8

    havuz balığı
    https://eksiup.com/p/qs258990ews7

    ***hamsi - istavrit yavrusu - gümüş balığı- muhtelif küçük balıklar***

    hamsi tezgahlarında yapılan bir diğer üç kağıt da ağlardaki gereksiz küçük balıkları hamsilerin arasında itelemek. hamsi satın alırken tezgaha iyi bakın. hepsi aynıysa sorun yok , arada değişik küçük küçük balıklar hatta hamsiden iri balıklar varsa o tezgahtan uzak durun. emin olun sizin göremediğiniz tezgahın arkası daha kötüdür. hamsi yemesi kolay bir balıktır diğerleri size bol bol kılçık ayıklattıracaktır.

    ideal hamsi tezgahı
    https://eksiup.com/p/xs258137u4fr

    *** mercan ve benzeri balıklar***

    burada aslında pek hile hurda yok. mercanın benzerleri ve akrabaları bile genellikle lezzetli ve değerli . kırma mercan , patlakgöz , antenli mercan , çizgili mercan , mandagöz... diye uzar gider. bir tek mandagöz ve kırma mercanın etini normal mercana göre lezzetsiz buluyorum. zaten bunlar tezgahta daha ucuza satılmakta. şuraya sadece normal mercan resmi bırakayım siz diğerlerini arayıp bulursunuz çünkü çok çeşit var , siz yine de gidip gopezi mercan diye almayın :)

    mercan
    https://eksiup.com/p/jz258151eabm

    aslında bu balıkların hepsi mevsimine ve tutulduğu bölgeye göre lezzetli olabilmekte ama genel anlamda ikinci kısımlara yazdığım balıkların ekonomik değeri daha düşüktür. benim balıkta lezzetli olarak belirleyici noktam modifiye edilmeden yağda ya da mangalda kızartılıp löp löp yenilebilen balıklardır. yanına zilyon tane baharat , sebze v.s. ek maddelerle pişirilen balık balıklıktan çıkıyor. tabi bunlar benim şahsi görüşlerim. ayrıca illaha deniz balığı kültür balığına göre lezzetli olacak diye bir şey yok. bazı deniz balıkları gerçekten tahta gibi keza bazı ithal balıklar örneğin norveç uskumrusu yerlisine göre bazı seneler çok daha lezzetli olabilmekte. resimlerden "oha bunlar hiç birbirine benzemiyor , insan bunları nasıl karıştırır" demeyin çünkü balıklar sudan çıkıp tezgaha düştüklerinde renklerinin çoğunu kaybedip, pullarını döker ve yüzgeçleri kapandığı için farklı bir balık gibi gözükebilirler.

    not : iş çıkışı aceleyle yazdım , hatam varsa dürtebilirsiniz.

    edit : balıkçı ve su ürünleri mezunu değilim. ortaokul ve lise çağlarında derslerim kötü gelince ailem beni bir kaç yaz tatilinde yazlık yerine ceza olarak bir akrabamızın yanında balık hali ve havuzlarda(çipura-levrek) çalışmam için sürgün etmişti. yaşıtlarım sahilde ateş başında akdeniz akşamlarını söylerken ben işten gelip üzerimdeki balık pullarını temizleyip yatıp uyuyordum.

  • "kimse ona oy vermez çünkü herkes şovmen olduğunu biliyor" günün en kısa fıkrası olmakla birlikte, şovmen falan olmayıp oylarına sahip çıkan, beştepe ile korkmadan kavga edebilen ekrem başkan tercihimdir.