hesabın var mı? giriş yap

  • bence gelmiş geçmiş en başarılı sosyal psikologtur. bu entry de herhalde şu ana kadar en görev bilinciyle girdiğim entry'dir, esasında şerif'in varlığına bu kadar minnet duyduğum için girdiğim entrydir.

    şerif kimdir derseniz, sosyal psikolojinin babalarından biridir. birçok ünlü çalışması var autokinetic effect, development of normsve intergroup conflict çalışmaları (robbers cave deneyi olarak bilinir) en bilinenleri, ama bilinen tüm "ötekileştirme" kavramlarını teorileştiren sosyal psikologtur. pek bilinmeyen ve literatürde de bahsedilmeyen kısmı hayat hikayesi ve politik kimliğidir. grup dinamikleri çalışmalarının temeli olduğunu belirttiği politik görüşü ve kimliğiyle ilgili yapılan sayılı çalışma, halen kanada'da psikoloji tarihi doktorası yapmakta olan ersin aslıtürk tarafından yapılmıştır. aslıtürk'ün danışmanı cherry ile 2004'te yayınladığı muzaffer şerif'in hayat hikayesini konu alan makaleleri, şerif'in hayatını yine en kapsamlı ele alan çalışmalardandır.

    özetle, şerif izmir ödemiş'te doğuyor, 1924'te izmir amerikan kolejini bitirip, 1928'de istanbul üniversitesi psikoloji bölümü lisans derecesini, 1932'de de harvard'dan master derecesini alıyor. abd'de kalmasını istiyorlar ama kalmıyor, türkiye'ye dönmek niyetindeyken, dönüş yolunda avrupa'da bir süre zaman geçiriyor, ki esas amacı almanya'ya gidip wolfgang kohler'in bir dersini almak. sonuçta gidiyor da, daha sonra da almanya'da geçirdiği bu dönemin çok yararlı olduğunu, yükselen nazizm'in sosyal hayat üstündeki ırkçı ideolojinin etkisini anlamasına yardımcı olduğunu belirtiyor. 1933'te harvard'a dönüyor ama daha önce klinik psikoloji odaklıyken, tüm ilgi alanı sosyal süreçler üzerine kayıyor ve aynı yıl içinde boston'dan new york'a, columbia üniversitesi'ne doktora için gidiyor. hikayenin geri planında, şerif'in masterdaki danışmanının onu çok politik odaklı bulduğu, ve sosyal süreçler üzerine çalışan columbia profesörü gardner murphy ile çalışmasının daha uygun olduğunu söylediğini biliyoruz. neyse sonuçta murphy şerif'e daha rahat bir akademik ortam sağlıyor, politik ideolojileri de çok benzer.

    şerif'in doktora tezi (bkz: some social factors in perception) daha sonra "psychology of social norms" adıyla kitap olarak basılıyor (1936), ki hala sosyal psikolojinin temel teorilerini oluşturan bir el kitabı olarak kabul edilir. tezinde marksist ve gestalt psikolojisinin etkileri büyük, ve bu ideolojiler ışığında norm psikolojisini açıklarken, hala en geçerli teorilerden biri olan "frame of reference" kavramını tanıtıyor. gestalt'in "bir objenin pozisyonu, etrafındaki tüm düzenli alanla ilişkide olarak algılanır" tanımından yola çıkarak, hala klinik, sosyal, gelişim, hatta bilişsel psikolojinin kullandığı "davranış çevresel konteksten bağımsız olarak açıklanamaz ve açıklansa da anlamlı değildir" fikrini tanıtıyor, yani sosyal öğrenme ve normların açıklanmasını sağlayan frame of reference'ı tanıtıyor. aslında, sosyal psikolojinin en temel donesini tanıtıyor bir bakıma.

    doktorasını tamamladıktan sonra, 1936'da türkiye'ye dönüyor. gazi üniversitesi'nde ders vermeye başlıyor ve aynı zamanda halk evlerinde de seminerler vermeye başlıyor, ve turkiye'de kaldığı sürece "adımlar", "yurt ve dünya" gibi dergilerde yazılar yazıyor. daha sonra bu yazılarının hepsini "değişen dünya" isimli bir kitapta topluyor. tüm bu makalelerinde ırkçılık nosyonu üstüne yoğunlaşıyor, hatta 1944'te psikoloji dünyasında bir ilk olan "race psychology" kitabını basıyor.

    bu süreçte, yurt ve dünya dergisinde, istanbul üniversitesinden eski öğretmeni olan mustafa şekip tunç'la ırkçılıkla ilgili karşılıklı ve kişisel makaleler yazmaya başlıyorlar. şerif'in bu makalelerindeki anlatım dilinin yalınlığı ve argümanlarını savunuşundaki sağlamlığa hayranlık duyduğumu belirtmem gerek sanıyorum burada. aslında bu makalelere link de vermek istedim ama nette tek bulabildiğim site de yeni kapatılmış ne yazık ki ( http://www.geocities.com/tfpsikoloji/ ).birebir hatırlayamıyor olabilirim ama, "ırk psikolojisi aslında benim ilgi alanım değildir, ancak bir sosyal bilimci ve sorumlu bir vatandaş olarak, şu andaki hükümetin ırkçı politikalarından bahsetmek benim görevimdir" demesiyle o dönemin "marksist ideolojileri var" denerek tutuklanan yazar ve bilim insanlarından biri oluyor. 4 ay hapis yattıktan sonra, harvard üniversitesi akademisyenlerinin durumu haber alması, türkiye'deki amerikan büyükelçiliğine başvurması ve büyükelçinin araya girmesini, şerif'in serbest bırakılarak akabinde amerika'ya dönmesi izliyor.

    1944'te abd'ye dönüyor ve "the psychology of ego involvements" kitabını yazıyor ki, en açık dille yazılmış sosyalist kitabı olarak biliniyor. bu arada yine bir psikolog olan eşi carolyn serif'le evleniyor. bilinenin aksine, 1949'a kadar türkiye'ye dönmek niyetinde hala, ancak türk hükümetinin amerikalı eşi hakkında zorluk çıkartacağından korkuyor, en azından psikoloji tarihinde farklı kaynaklarda belirtilen budur. daha sonra kalmaya karar veriyor, soyadı olan basoglunu atıp soyadını sherif'e çeviriyor ve 1949-1966 arasında oklahama üniversitesinde çalışmak üzere oklahamaya taşınıyor.

    ancak oklahama'ya gitmesi çalışmalarının içeriginde olmasa da açıklıgında bir milat, zira 1950'lerde esen mccarthy rüzgarıyla baskı hissediyor. o nedenle 1949 sonrası şerif'in kariyerinde ikinci dönem kabul edilir. robbers cave deneyini oklahama üniversitesinde tasarımlıyor. bu çalışmada kısaca yaz kampına gitmiş 11 yaşlarında erkek çocuklarını iki gruba ayırıp, maç yaptırıp kazananlara çeşitli ayrıcalıklar sağlarken kazanmayanlara hiçbir şey vermeyerek bu grupları manipule edip bir yerden sonra iki düşman grup elde ediyor. aynı mantıkla bu süreci geri döndüreceğini söyleyerek, bu çocukları benzer görevlere vererek, imece usulü yaptırarak bir yerden sonra gruplaşmayı tamamen eritiyor. bu yıl tanışma fırsatı bulduğum ve şerif'in doktora öğrencisi olmuş bir kültürel psikologtan öğrendiğim, bütün bunlar olurken normal gözlemciler dışında, kendisinin de kamptaki bir temizlik görevlisi kılığına girerek deneyi takip ettiği.

    hakkında amerikalı psikoloji tarihi profesorlerinin yazdığı birkaç yayında, eşi carolyn sherif'in hayat boyu tüm eserlerinin editörlüğünü yaptığı ama hakkının hiç verilmediği yönünde. bu kadar sempati duydugum biriyle ilgili bu bilgiyi değerlendirirken ne kadar objektif olabilirim bilmiyorum ama hayat görüşü böyle ve yazı dili bu kadar açık olan, ve her türlü eşitliği savunan bir adamın bunu yapacağına pek de ihtimal vermiyorum. tüm kişisel ve profesyonel notlarını yine aynı doktora öğrencisine bırakarak, 1988'de abd'de vefat ediyor.

    edit: şimdi farkettim ki erişimi engellenen site zaten ersin aslıtürk'e aitmiş.
    (bkz: #8635766)

    kaynaklar:

    aslıturk, e. & cherry, f. (2004). muzafer sherif: the interconnection of politics and profession, history and philosophy of psychology bulletin.

    başoğlu, m. ş. (1943). ırk psikolojisi münasebetiyle: ordinarius profesör m. şekip tunç'a. adımlar, 1 (4), 128- 129.

    başoğlu, m. ş. (1943). psikoloji karşısında ırkçılık. yurt ve dünya, 4 (25), 7- 13.

    samelson, f. (2000). muzafer sherif. american national biography online.

  • toplu taşıma araçlarını kullanan biz faniler için genel toplamda çok yararlıdır.evet, a noktasından b noktasına daha hızlı gidersiniz.üstelik turşu kavanozuna tıkışır gibi binmek zorunda olduğunuz ,şeridinde üç otobüse bedel phileasların ola ki cam kenarına yapışma şansına erişirseniz, yanınızdan geçen süper lüks araçlara çeşitli el hareketleri bile yapabilirsiniz.ve hatta tanesine 1.2 milyon dolar ödeyip 150 tane alarak üreticisine hayal bile edemeyeceği bir parayı kazandırırken 'ulan bunları biz niye üretmiyoruz ki' diye sormayan bir insansanız acayip mutlu olursunuz.

    rakamları okuyunca dudağım uçukladı.
    dönen rant'a bakar mısınız?

    mercedes gibi bir firma bunun muadili denebilecek bir aracı bunun yarısına satıyor.ama sen hayır ben hollandadan alacağım demekte ısrar ediyorsun(yalnızca bir kez açan lale soğanlarının da hollanda dan alındığını hatırlayalım).

    eğer amaç insanları gidecekleri yere otobüs kullandırarak daha hızlı ulaştırmaksa, inanın çok çok daha ucuz yolları bulunur.o yolları da, kendisine metrobüs hakkında sorular soran gazeteciye 'biz senin gibi 150 mühendis çalıştırıyoruz' diyen iett genel müdürü çok iyi bilir.hadi o cahil diyelim, o mühendisler ona öğretirler.

    istanbul büyükşehir belediyesinin mevcut yönetiminin acilen cevap vermesi gereken ama asla cevap vermeyeceğini bildiğimiz etik sorular var.

    ben metrobüs tartışması çerçevesinde herkese birşey sormak isterim.ibb son 2 yılda aralarında metrobüs araçlarının da olduğu çok ciddi bir alım yaptı.kendi tanıtım duyurularında bu rakamı 700 küsür olarak açıkladılar, ki bu rakama phileaslar dahil değil bildiğim kadarıyla.şimdi soru şu,siz paris ya da londra belediye başkanı olsanız, ve şehirinize bu çapta bir araç alımı yapmak durumunda olsanız, yüz milyonlarca dolar/euro ödeyeceğiniz firmaya şunu demez misiniz; 'bak arkadaş ben senden şu miktarda alım yapacağım ve bu araçların benim memlektimde yetişmiş, şehirin gereksinimlerini ve kimyasını çok iyi bilen mimarları, mühendisleri, tasarımcıları tarafından şehirimize uygun olarak tasarlanmış, bu şehirin sembolü olacak şu tasarımlardan olmasını istiyorum'.hadi diyelim ki tasarlayamadın, 'şehirime uygun bir tasarım yapmanızı istiyorum'.

    rantı falan bir kenara bırakalım şimdilik.hoş, bırakmasak ne olacak?ben bunun cevabını merak ediyorum arkadaş.ve bunun cevabını da, insanlara ıslak mendil dağıtmayı ciddi bir hizmet olarak duyuran iett genel müdürlüğünün ya da çalışmalarını övmek için tasarruf rakamları yerine, harcama rakamları açıklayan belediye başkanlığının değil, bizzat başbakanın vermesi gerekir ki, kendisinin, mitinglerini, toplantılarını gece gündüz demeden, olumsuz koşullarda takip eden gazetecileri aşağılamak, aynı görüşte olmadığı vatandaşları alenen tefe koymak, yalan yanlış isnadlarla muhalefete giydirmek gibi çok önemli işleri var.

    son sözüm sana istanbullu arkadaş,eğer sen sana söylendiği gibi, istanbulun iki yakasını birbirine bağlayan ve yarı fiyatına yapılabilecek bu işi asrın projesi diye duyuran bu zihniyete eyvallah diyorsan, daha dur arkadaşım!sana daha neler müstehak, o belaların muhteviyatını, onları başına saracak yöneticiler bile bilmiyor henüz.yakında hep beraber öğreneceğiz!

    edit:bu entry yi zamanın ötesine savuran gençler,sizleri pistlerde de görmek isteriz.sana paranı çalıyorlar diyorum, sen 'olsun, onlar bizim partili' diyorsun.o zaman oo yeah

    edit2:imlâ

  • kör ölür badem gözlü olur olmadan önce söylemek istiyorum; cüneyt abi ben seni çok seviyorum. benim için yeşilçam'ın gelmiş geçmiş en iyi jönüdür. gerek yakışıklılığı olsun, gerekse çok çeşitli rollerde oynaması olsun her daim onu gözümde bir numara yapacaktır.

    oynamış olduğu kara murat, battal gazi ve malkoçoğlu filmlerini şimdiki teknoloji ile çekmeye çalışsalar, yemin ediyorum cüneyt arkın'ın vermiş olduğu tadı verecek aktör bulamazlar.

  • fetö'den daha az tehlikeli ve daha çok kripto oldukları için bu gruplarla mücadeleyi emniyet değil sosyal medya ve müge anlı yapıyor. sonra da muasır medeniyet, sonra da ahlaklı nesil.

  • bu jenerasyon gencler arasinda asiri derecede yaygin kullaniliyor. bazilarinin 2-3 kelimesinden biri "aynen". felaket bir moda olmus.

    tabi bizim gibi yasi kemale erenler icin "genclik cok bozuldu" gibi bir his yaratsa da, inanin her jenerasyonda bu tur sacma sapan dile pelesenk olan kelimeler vardi. o acidan belki de cok normal bir durum, ama o jenerasyondan olmayani da ister istemez rahatsiz ediyor.

    mesea biz kucukken bizden bir jenerasyon buyuk kusal icin "herild yani" lafi cok modaydi "tabi ki", "elbette" demek yerine. yine "senin anan guzel mi" sozu bizden onceki jenerasyonun sikca kullandigi bir tabirdi. ben orta okuldayken her itiraz icin "bok oyle oldu", "bok gidersin", "bok yenersin" gibi sacma sapan bir kullanim yaygindi. yine "sinir olmak", "kil olmak" gibi tabirler o yillarda dile yerlesti.

    yani boyle modalar olabiliyor, aynen yani, aynen aynen.

  • gel de medeniyetsizlere telefon numarasının kişisel verilerden biri olduğunu anlat. konu whatsapp değil anlat. telefonla taciz edebileceğini anlat. vasıfsız bir memur aracılığıyla telefondan adrese kadar elde edilebileceği, tacizin fiili duruma dönüşebileceğini anlat.

    bir insan görünmek, ulaşılmak, bilinmek istemiyorsa; istemiyordur. nokta. bitti.

    esprilerinizi ailenizdeki kadınlarla paylaşıp kahkaha atabilir, onların numaralarını umumi tuvaletlere yazabilirsiniz. diğer insanlara karışmayın yeter.

  • şu donlu gömlekli halimle beni bile sevindirmiş kutlu olay. helal olsun sana coni dep. yediğin ekmek, içtiğin su bal olsun şeker olsun dirhem dirhem et olsun, tereyağlı bal tahinli pekmez dolsun bünyen. helal süt emmiş adammışsın koç yumurtası. inan şu an seni övmeye doyamıyorum coni dep. şu cumartesi sabahında valla duygulandım, billaha duygulandım. vidyodaki yancılara da ayrıca helal olsun. onlar da okulun müdürüyle müdür yardımcısı herhal (hayat bilgisi: müdür yardımcıları müdürlerden her zaman daha kısa, daha tombik ve daha aktiftir). sevap için korsan olmuşlar, gemici olmuşlar.

    ben ilkokuldayken müdür yardımcısı bizi yangın söndürme küreğinin sapıyla döverdi. okulumuza gelen tek ünlü de o zamanki belediye başkanı aytaç durak'tı. hepimize kuru üzümle fındık verip gitti. millete coni dep, bize aytaç durak. ecnebiye keptın sıparov, bize kuru üzüm fındık.

    zalımsın dünya.