hesabın var mı? giriş yap

  • --- spoiler ---
    filmde kullanılan en baskın simge yüzük. evlilikte kabullenmeyi ve bağlanmayı simgeleyen bu nesne filmin de merkezine oturuyor. üç karakterimiz var biri 1600 lerden, diğeri günümüze yakın bir zamanda ve sonuncusu ise uzak gelecekte. karakterimiz derken burada kastettiğim hem tom hem de isabel. bu ikiliyi üç hikayede de görebiliyoruz. ve üç hikayede de erkek karaterimizin aşık olduğu kadının hayatı sona ermek üzere.

    ilkin isabel'in vücudunu saran tümör kadının hayatını tehdit etmektedir. fountain'daki yani isabel'in yazdığı öyküdeki kraliçeyi de benzer bir kader beklemektedir. bu sefer tehdit bir engizitördür. engizitörün ispanya haritasını kanla kaplarkenki tiradını hatırlayın, vücudu saran tümör ve ispanya'yı ele geçirip kraliçeyi öldürmek niyetindeki engizitör arasındaki bağlantı gözünüzden kaçmayacaktır. engizitör haritayı kanlı elleri ile boyarken, "onun bir parçası daha elime geçti, yakında tamamı benim olacak" der. tıpkı tümör'ün vücudu ele geçirmesi gibi.

    konkistador kraliçeyi kurtarmak için engizitörü öldürmeyi hedefler. tom isabel'i kurtarmak için tümörü yok etmeyi. konkistador tam hedefine ulaşacakken, kraliçe tarafından engellenir. tom eğer isabel'i dinlemeyip son geceyi de laboratuvarda geçirmiş olsaydı, tümörün ilacını bulabilecekti. fakat iki öyküde de erkek karakter, kadın karakter tarafından engellenir. kadının hayatına kast eden unsur hayatta kalır. kraliçe konkistadoru çağırtır, isabel tom'u son gecesinde yanında kalmaya ikna eder.

    bu arada kraliçenin konkistador'a verdiği yüzüğü ve tom'un kaybolan yüzüğünü aklımızda tutalım.

    konkistador'un ve tom'un öyküsü tamamen paraleldir, tom geçmişte konkistador ise bir kurgu geçmişte aynı hikayeyi yaşar. ya da isabel kendi yaşadıklarını böyle metaforik bir şekilde hikaye etmiştir. hikayenin on ikinci bölümünü tamamlayamadan hayata veda eder. hikaye bitirilmek üzere tom'a geçmiştir.

    hikayenin "şimdi"si ise uzak gelecektedir. tom en son bıraktığımızda sevgili eşini kaybetmişti. ve hatırlarsanız, kaybettiği yüzüğünün yerine bir dövme yapmıştı. yüzük filmde ölümü kabullenmeyi simgeliyorsa, bu dövme, yani simgenin taklidi, tam zıttını yani yaşama sarılmayı ve ölümü reddetmeyi simgeler. tom için ölüm bir hastalıktır ve tedavisi vardır. tom aradığı tedaviyi bulur. ve çok uzun bir süre yaşar. küçük prens'i çağrıştıran küre içinde bir ağaç ile uzayda dolaşmaktadır.

    tom ara ara ağaçla konuşur, ona sarılır, buradaki sahneleri çoğu kişi ağacın isabel'i simgelediği yolunda yorumlamış. bana kalırsa ağaç isabel'in kendisidir. isabel'in tom'a anlattığı hikayeyi hatırlayalım. maya rehber ve babası hakkındaki, eşkiya çağrışımlı olan evet. filmin sonunda tom'un isabel'in mezarına bir tohum ektiğini görüyoruz. işte orası hikayenin sonu değil, başlangıcı sayılır.

    tom hayat ağacının sırrına vakıf olmuştur, kendisi ebedi yaşama kavuşmuştur. yanıbaşındaki ağaç isabel'in mezarında büyüyen ağaçtır ve bir şekilde isabel'in ruhu o ağacın içerisindedir. tom ara ara ağaçtan parçalar koparıp yemektedir, böylece ölümsüzlüğe kavuşur. nihai amacı ise bir hastalık olarak adlandırdığı ölümü tamamen oratadan kaldırmaktır; xibalba'nın, ölmek üzere olan bir yıldızın, küllerinden isabel'i tekrar dünyaya getirmek, tekrar yaşatmak. tom kürede geçirdiği yıllarda, ölümü reddetmenin simgesi olarak, parmağına çizdiğine benzer yüzlerce yüzük çizer koluna. böylece yıllar, yıllar, yıllar boyunca kendisi ve sevdiği kadın, uğruna ölümü yendiği kadın, bir başlarına uzayda ilerlerler.

    hedefe varmalarına az kalmıştır, ama isabel tom'a sürekli bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır. filmin bilge karakteri kadındır. kadın ölümü kucaklamıştır, ondan korkmaz, onu kabul etmiştir; yüzük isabel'in parmağındadır. ve tom üçüncü kez başarısızlığa uğrar. sevgilisi ölür.

    bu son ölüm tom'un aydınlanmasını tamamlar. tom ölümle arasındaki savaşı bitirir ve ölen bir yıldızın tam kalbinde yaşamına son verirken, isabel'in öyküsünü de tamamlar. işte tam bu noktada yüzük ortaya çıkar ve tom yüzüğünü parmağına geçirir. kabullenmenin ve bağlılığın sembolü, ölümü kucaklamanın sembolüne dönüşür.

    kısıtlı kelimeler ve kısıtlı zamanla, yalnızca bir kere seyretme fırsatım olan bu muhteşem filmi kısaca böyle yorumladım. üzerine düşünürken, izlerken aldığımdan çok daha fazla zevk aldığım filmde, daha pek çok simge gönderme ve anlatım mevcut.

    son olarak, aranofsky doğu mistisizmine sarmış, moda olmuş tiki olmuş diyenler için, filmde maya ve budist mistisizminin kullanılmış olmasına şöyle bir yorum getirilebilir; filmin sonunda, tom ölümle barışı sağlar, budizimde de bizim bildiğimiz anlamda bir son, bir ölüm söz konusu değildir. ölüm bir başlangıçtır, ızdıraba açılan bir pencere değil. bu sebeple tom'un aydınlanmasının böyle bir fonda işlenmiş olması doğal ve hatta çok estetik.

    sonuç itibarı ile, anlatılacak, ya da sadece izlenilecek bir film değildir, üzerine düşünülecek, tadı zamanla vücudumuza yayılacak bir filmdir the fountain. tıpkı 2001 gibi, yerin dibine sokanlar tarafından bir süre sonra baş tacı edileceğinden şüphem yok.

    --- spoiler ---

  • başlıkta bütün anahtar kelimeler ile aradım bulamadım. yarar mı yarmaz mı bilmem ama benim için birazdan yazacağım fıkra türk mizahının mihengi nasreddin hoca fıkralarının en güzelidir . gerek içerdiği zamanın ruhunu yansıtan öğeler (akçe tahtası, gölge kadı gibi), gerek türkçemizdeki güzel bir deyime (odun kırıcının hıh deyicisi olmak) selam çakması, gerekse espri anlayışı olarak çok hoşuma gider.

    fıkramız şöyle:

    günlerden bir gün akşehir kadısına iki adam başvurmuş. kadı şikayetlerini sormuş. adamlardan ilki "kadı efendi bu adam biriyle odun kırmak için 100 akçeye anlaştı, bu adam odunu kırdı, ben de yanısıra 'hıh' dedim. bu 100 akçede benim de hakkım var, hakkımı vermiyor" demiş. kadı bakmış adam hak konusunda ısrarcı, ne dese adamı ikna edemiyor, demiş "karşı odada gölge kadı var, o böyle işleri benden iyi bilir". geçmişler karşı odaya gölge kadı nasreddin hoca tabiki. durumu anlatmışlar. nasreddin hoca "bana bir akçe tahtası getirin" demiş. hoca odun kıran adamdan 100 akçeyi almış, odun kıran adamı odadan çıkarıp "hıh" diyen adam odada iken 100 akçeyi akçe tahtasına vura vura, sesli sesli saymış. sonra odun kıran adamı odaya alıp 100 akçeyi vermiş. hıh diyen adama da dönmüş "para odun kırana gitti, sesi de senin oldu. adalet yerini buldu" demiş

  • istek üzerine , tunus' lu bir pizzacidan aldigim tarifi ekliyorum.
    malzemeler
    hamur
    -4 kisilik-
    2 bardak su-dilerseniz yarı yarıya süt kullanabilirsiniz-
    2-3 yemek kaşık sıvıyağ
    2 tatlı kaşık tozşeker
    1 tatlı kaşık tuz
    1 küçük paket yaşmaya
    4 bardak kadar un
    domates sos
    4/5 adet rende domates
    2-3 kaşık zeytinyağı
    2 diş ezilmiş sarmısak
    tuz,kuru ya da taze fesleğen,kekik
    bu malzemeleri domatesin suyu iyice uçana kadar kaynatın.mevsim yaz değilse ben domates yerine yazdan hazırladığım domates sosu ile yapıyorum.kış domatesi ile lezzetli olmaz.
    hamur malzemelerinin tamamını mikserin haznesine yerleştirin.hamur karıştırma aparatını takın ve hamur haline getirin. mikseriniz yoksa buyuk bir karıştırma katında elle yoğurun. un miktarını ben ayarlayarak ekliyorum,bazen daha az bazen daha fazla ilave etmeniz gerekebilir.hamuru en az yarım saat mayalandırın.
    tezgahı hafifçe yağlayarak parmaklarınızla hamuru açın.uygun incelik ve büyüklüğe ulaşınca tepsiye aktarın.üzerine üç dört kaşık domates sosunu yayın.sosun üzerine rende peynir ekleyin.
    bu aşamada parmesan,taze kaşar,mozeralla tarzı peynirler kullanabilirsiniz.
    dilerseniz başka malzemeler de ilave edebilirsiniz.ama pizza, bu şekilde o kadar güzel ki başka malzeme ekleme gereği hissetmiyebilirsiniz.onceden ısıtılmış 200 derece fırında yaklaşık 20 dk.(kontrol ederek) pişirin.
    artık gerçek italyan pizzası yemek için italya'ya gitmenize gerek kalmadı.mutfağın yolunu tutun yeter.
    afiyet olsun
    edit:hamuru mümkün olduğu kadar ince açın. bu şekilde yaklaşık iki tepsi pizza yapabilirsiniz.

  • ülkenin sınır güvenliğini sağlamak ve kendi insanlarını korumak için başkan'a kafa tutabilen sivil ve askeri bürokratların, yerel yöneticilerin ve siyasetçilerin var olabildiğini gördüğümüz ilginç olay.

  • aq müptezeli yalandan hırlarken "ay bırakın nefes alsın adam" diyen tuzu kuru ablalara a101 çalışanının verdiği "çaldığı şeylerin parası senden mi çıkıyor?" cevabı üzmüştür.
    insani koşullarda çalıştırılmayan zincir market çalışanları kasada açık verme korkusunun yanında bir de böyle itle kopukla uğraşmak zorundalar.

  • sayın başbakan'ın ulus'u düşünemeyen bireylerden oluşan topluluk olarak düşünerek yaptığı konuşmadır.

    1933'de 4000 otomobil vardı, bugün 6 milyon var,
    1929'de 15.000 telefon abonesi vardı bugün 19 milyon var...

    bu karşılaştırmaların hangi amaçla yapıldığını anlayan varsa lütfen beni aydınlatsın. dünya'da teknolojinin gelişmesini kendi varlığı ile mi açıklamaya çalıştı?

    ayrıca bir sonraki konuşması için süper bir istatistik buldum.

    1923 yılında türkiye'de hiç bilgisayar yoktu, bugün 22 milyon bilgisayar var. yaa yaa.

    ekleme : 1923'de telefon hattımız türkiye cumhuriyeti'ne aitti. bugün lübnanlı'ya ait.

  • -> beşiktaş işi şansa bırakmadı..

    zaytung.

    edit: "süleyman seba sezonu beşiktaş'ı şampiyon yepacağlaaarr" diyen tayfa ne yapıyor şu an? selamlar hepsine.

    bu kadar şaibeli bir lig görmedim ben daha hayatımda, beşiktaş'a yapılan pislikleri de unutmayacağım.

  • kendi kimliğini içtiği sigara üzerinden şekillendiren,başkalarıyla aynı sigara markasını paylaşmanın orjinalliklerini zedeleyeceğine düşünen insanları sevindirmiştir.

  • rakı masasında duydum ben en güzelini;

    "sevdiğim kadınla izleyemedim diye mutlu sonla bitse bile hüzünlendiğim filmler var."

    ne aşıkmışsın be adam!

  • havanın yavaş yavaş kararmasını farketmeyip laptop başında çalışırken, ışıksız odada ansızın içeri dalan birinin açtığı lamba.