hesabın var mı? giriş yap

  • az düşününce cevabı bulduğum sorudur.

    albert: doğum gününü bilmiyor. fakat bernard'ın bilmediğini biliyor. bunu nasıl bilebilir. şöyleki: albert düşünür. bernard'a hangi rakamlar verilebilir.
    14-15-16-17-18-19
    kendisine mayıs dense 19 doğru gün olabilir, olursa bernard bilir deyip kesin yargıya varamaz
    haziran dense 18 denebilir.
    temmuz dense olabilir.
    ağustos dense olabilir.
    bernard: doğumgününü bilmiyor.fakat albert böyle diyince temmuz veya ağustos olduğunu anlıyor.
    bildiğine göre bildiği günün temmuz ve ağustos'ta ortak olmaması lazım. ve ikisinden birinde olması lazım.
    14-15-16-17 günlerinde olabilir. bu günlere bakalım.
    14 olsa bilemez zaten,
    15 olsa bilebilir.
    16 olsa bilebilir.
    17 olsa bilebilir.
    tekrar albert'e dönersek.
    albert chery bildikten sonra bunları düşündü.
    15-16-17 olabilir dedi. fakat albert bizim bilmediğimiz birşeyi biliyor. hangi ay olduğunu, temmuz mu ağustos mu. bunu bildiğimizde doğru sonuca ulaşmamız lazım.
    ağustos olsa albert bilemezdi. 15 ve 17 var. ağustos 15 veya ağustos 17 diyebilir, kesin bir yargıya varamaz. biliyorum dediğine göre temmuzdur.
    15-16-17 olabilir demiştik.
    16 temmuz cherly'nin doğum tarihidir.

    madalyamı verebilirsiniz.

  • anadolu'nun taçsız kralıdır.
    bu küçük şehirle üniversitede tanıştım ve beni 4 yıl misafir etti. insanlarıyla, yönetimiyle, hoşgörüsüyle burası nasıl türkiye dedirtmiştir.
    bir anımı anlatacağım müsadenizle.
    yıl 2009 ya da 2010. okul çıkışı otobüse bindim. elimde kocaman teknik resim çantası, beynimde günün tüm yorgunluğuyla koridor tarafında bir koltuğa oturdum. ilerleyen duraklarda otobüs tıklım tıklım dolmaya başladı. bu sırada yaş ortalaması artmakta ve bu da beni ciddi derece de husursuz etmekteydi. koltuk sevdasına kapıldım. bu koltuktan kalkamazdım. aklımda bu keskin hesapları yaptığım sırada masmavi gözleriyle tontiş bir teyze benim yanımda dikildi. artık vakti gelmişti. kalkmak için yeltendiğim sırada o güzel türkçesiyle "otur oğlum otur, akşama kadar derste zaten yoruluyosunuz, ben gezmek için bindim bu otobüse seni rahatsız etmek için değil" dedi. eskişehir böyle bir yer işte. eskişehir süper bir yer.

    debe editi : (bkz: minik eymen'e yardım ediyoruz kampanyası)

  • ortalama bir düğünle yine standart bir ev düzme masrafını toplayıp kendilerine yatırım yapsalar belki hayatları değişecek çiftlerin dramıdır. herkesin ihtiyaçlar hiyerarşisine kimse karışamaz ama siksok bir televizyon ünitesiyle yemek takımına vereceğin parayla dil kursuna yazılabilirsin hiç olmadı. o parayı orta direk olarak sitcom dekoruna gömüyorsan o zaman başka şeylerden mahrum kalıyorsun hiç beni yeme. uzun süre o evden çıkamamayı garantiledin bir kere.

    doğrudan aile evinden çıkıp evlenenleri bir kenara koyarsak hep şunu merak etmişimdir, bu insanlar bu zamana kadar mağarada mı yaşıyorlardı? yani iyi kötü birer televizyonları, çalışır halde çamaşır makineleri, oturacak koltukları yok muydu da her şeyi baştan aldırıyorlar? ben olsam düşünüyorum da evden kitaplarımı iki üç sevdiğim eşyamı alırım, ya da karşı taraf ne lazımsa getirir hangi evde yaşanmaya devam edilecekse yerleşilir, zaruri eksikler tamamlanır oturulur. çok istersen istediğin model alırsın bir şeyler. iki kişiyiz ona göre gardrop düşünelim denebilir, ekstra bir çalışma masası alınır. olan perdeyi atıp yenisini almak nedir biri bana bunu izah etsin mesela. o parayla git kendine istediğin kıyafeti al üstünde paralansın.

    velhasılı çok acayip ve hafiften de çakallık kokan işler bütünüdür bu evleniyorum şımarıklığı. ailelerin sırtına yük, o da olmadı borç batağıdır. ele güne gösteriş yapmak için değer mi sevdiğin insanla strese girmeye diye düşündürür. gümüş takımda yemezse, sıfır çarşafta uyumazsa ölecek hastalığı olan misafir gelmesin zaten. o paraya piyano alınır, gitar alınır, tatile gidilir... çok acayip, anlamadığım, anlamadığım için de yaşıtlarımca salak olarak değerlendirilmeme sebep olan acayiplikler silsilesidir.

  • doğrusu "diyip" olmasına rağmen "deyip" diye ısrar edilen sözcük.

    türkçede "y" ünsüzünün daraltıcı etkisi vardır. bu etki -(i)yor ekini düz geniş ünlü ile biten bir sözcüğe eklediğinizde görülür.

    bekle-yor > bekliyor
    dinle-yor > dinliyor
    ağla-yor > ağlıyor
    sakla-yor > saklıyor

    y'nin daraltıcı etkisi iki fiilimizde (de- ve ye-) yeni sözcük türetirken, fiil şimdiki zaman harici çekimlenirken bile görülür. yani sadece şimdiki zaman çekimi ile sınırlı kalmaz.

    ye-y-ecek > yiyecek
    ye-y-en > yiyen
    de-y-e > diye
    de-y-en > diyen
    de-y-ecek > diyecek
    ye-y-ip > yiyip

    şimdi tdk'dekiler başta olmak üzere hiçbir insan bana "deyip" yazdıramaz. çünkü olması gereken "diyip"tir. bu nedenle de bu sözcüğü asla yazılı bir metinde kullanmam.

    edit: bu arada -(i)yor ekinin daraltıcı etkisine olumsuzluk ekiyle de bir örnek verelim:

    koş-ma-yor > koşmuyor

  • 15 nisan 1912'de buz dağına çarpıp batmış gemidir. daha sonra çekilen belgesellerde anlatıldığı kadarıyla;

    - telsizle yardım istenmiştir. ancak kimse bunu ciddiye almamıştır. "lan titanik batar mı be haha" tarzında konuşmalar olmuş carpathia isimli gemi olayın ciddiyetini kavrayarak tam yol kaza bölgesine gelmiştir.

    - kaptanın en son görüldüğü yer kendi odasıydı. oradan çıkmadı. filikalara yerleştirilen yolcuların organizasyonu 1. sınıf yolculardan bir albay yapıyordu.

    - yolcular yerleştirilirken orkestra hiç susmuyordu. en son zamanda "tanrıya yaklaşırken" isimli parçayı çaldılar. bu çok bilindik bir şarkıydı. *

    - filikalarla uzaklaşan yolcular titanic'in ışığıyla bütün olan biteni görüyorlardı. taki elektrik motorları patlayana kadar.

    - gemi ortadan (3. ve 4. bölümler arasından) bölündü ve ön taraf hemen battı. kuyruk (pervane) tarafı bir süre suda yüzmeye devam etti. yolcular kurtulduklarını sandılar. ama orasıda batmaya başladı. en köşede olanlar başlar bile ıslanmadan yüzdüler. sanıldığı gibi girdap oluşmadı.

    - filikalardan bir tanesi diğerlerine aktarıldı ve hayatta kalanları kurtarmak için geri döndü. bu dönüşten sadece 4 kişi kurtuldu. bunlardan biriside yolcuları yerleştiren albaydı.

    - çoğu insan boğularak değil donarak öldü.

    - tüm bunlar yaşanırken the times'in temsilcisi titanikteki konuşmaları yakaladı ve dünyaya ilk duyuran yayın organı oldu. ama kimse ciddiye almadı. white star yetkilileri olayı inkar ettiler ama bir kaç gün sonra yalanlayacak halleri kalmadı.

    - filikadaki yolcular kürek çekmek istediler. görevliler ilk başta karşı çıktı. ama denize atılmakla tehdit edildiler. çaresiz izin verildi. kürek çekenler arasında 1. sınıf yolcularda vardı. kürek çekmek istemenin 2 nedeni vardı. birincisi soğuktan üşümemek. ikinci ve asıl önemlisi; olan bitenden bir nebze olsun uzak kalmak, bir işle meşgul olmak.

    - carpathia olay yerine intikal etti. yolcuları ve filikaları denizden aldı. new york'a kadar hiç bir telsiz konuşmasına izin verilmedi. sadece kurtarılan yolcuların isimleri telsiz geçildi. askeri yardım teklifi bile geri çevirildi.

    - içeride biri daha vardı kurtarılmış. bruce ismeel. white star'ın kurucusu. bütün kurtarılan yolcular onun varlığından rahatsız olmuştu. halbuki titaniki tasarlayan adam titanik ile sulara gömülmüştü.

    - new york sularına yaklaşınca basın gemisi hemen carpathia'ya yaklaştı. mürettabata para teklif ettiler gemiye atlamaları için. ama kimse atlamadı. 1 basın mensubu carpathia'ya çıkabildi. o da hemen alıkonuldu ve gemi karaya çıkana kadar kimseyle görüştürülmedi.

    - new york'da tanıdığı olmayan kimse aşağıya indirilmedi.

    - hakkında çok spekilasyonlar oluşturuldu. bir çok kişiye (olayla bağımlı veya bağımsız) fatura kesildi. acı bir tarih yaşandı. kazadan çocuk yaşta kurtulup ileride baseball oyuncusu olan bir kazazede titanikte duyduğu sesleri "galibiyet vuruşundan sonra stadyumun sevinçle inlemesi" şeklinde benzetmiştir.

    - en önemli gerçeği titanik battıktan sonra öğrendiler. "insanoğlu hiç bir zaman doğayı yenemezdi."

  • okunabilmesi için türkçeye çevirebilecek birilerine ihtiyaç duyulan başlıklardan birisi. çünkü bilinen hiç bir dile benzemiyor.

    ekleme: başlığı açana hitaben:
    ne diyorsun! çıldıran bana geliyor. siler misin diye bekliyorum, silmedin de. durup dururken debeye sokacaksın bizi de. ne ayaksın ablacım/abicim sen?

  • bizim bu satırları okuyup bitirdiğimiz süredir.
    şuan bir erkek evinden hazırlanıp çıktı.
    hatta şimdi bir tanesi daha..

  • 1 dakikadan fazla konuşan herkese katılıyor. en sevdiği şey fikir onaylamak.

    - artık beşiktaş'ın bu takım olma sorununu aşması lazım şansal.

    - % 100.

    - sorun sadece guti değil.

    - kesin.

    - benzer sorunlar gassarayda da var.

    - sana % 1500 katılıyorum hocam.

    şansal abi, bari katılırken verdiğin oranlara dikkat et, gözünü seveyim. bir de sürekli "hanki" diyorsun abi "hangi" olacak o. bir de yaptığın her yorumdan sonra soru soracakken "bilmem katılır mısın" diye başlıyorsun, gerek yok. bir de markus'a çok takılıyorsun abi, adam alman adam sağı solu belli olmaz, her yorumuna, her soruna "ya natürlih" diye cevap vere vere dağ gibi adam eridi gitti.

  • yöneticinin adaletsiz davranması, cahil, ikiyüzlü ve yalancı olması
    insan yerine koyduğun kişilerin hayvan çıkması
    bi boka yaramayan insanlarla mecburen muhatap olmak