hesabın var mı? giriş yap

  • abi artık ne radyo açabiliyoruz ne de spotify'de karışık liste dinleyebiliyoruz. her yeri esir almış bunlar.

    böyle gırtlaktan bağıra bağıra arabesk rap söylemeler, almanca bir şeyler mırıldanmalar, vs vs... bir de düetlerine mustafa ceceli'yi katıyorlar. allah affetsin 2x oluyor...

    bıktık abi resmen ülkenin üzerine karabulut gibi çöktü bu arabeskçiler.

  • bebekliklerinden bu yana hayatlarına dair tüm detayları neredeyse bildiğim iki çocuğumla alakalı düşündüğüm şeyleri belki de ilk defa dile getirmeme vesile olacak sanırım bu başlık...

    büyük oğlum hep kolay algılayan, henüz küçücükken bile sayısal zekasıyla beni kendisine hayran bırakan bir çocuktu. zeki olduğunun farkında olmanın verdiği öz güvenden midir bilmiyorum, çalışmayı hiç sevmedi. 18 yıllık hayatında birçok şeye heveslenip hiçbirinde sebat edemedi. basketi tam güzel bi noktaya getirmişken bıraktı, gitara heves etti iki ders sonra ''elektro olsa sıkılmazdım'' demeye çoktan başlamıştı. ee bass gitar da deneyip gitar faslını “müzik yeteneği olmadığı” noktasına varmak suretiyle kapattı. ilköğretimde güzel bir ingilizce eğitimi almış olmasına rağmen, hiç öyle bir eğitim almamış çocuktan çok farklı bir noktaya maalesef ulaşamadı, sadece sınavlarda kendisine yetecek kadarıyla yetindi. bilgisayar oyunları ve ps'dan arta kalan zamanlarında çalışarak prestijli bir devlet lisesini kazandı ve bu sene yine aynı şekilde çalışarak üniversite sınavına girecek, muhtemelen yine beni şaşırtacak bir sınav sonucu alacaktır ama bir şey hep eksik ve o eksikliğin sebebi, '' ben onu zaten hallederim'' diye düşünerek her şeyi mütemadiyen ötelemesinden kaynaklanıyor.

    abisiyle aralarında bir yaş bulunan küçük oğlumun çok geç konuşması, ''acaba'' demelere başlamama sebep olan ilk şeydi. okula başladığındaysa abisinde hiç rastlamadığım şeylerle karşılaştım. çok zor algılıyordu, ''işte şimdi oldu'' diyebilmek için, bir şeyi tekrar tekrar anlatmam gerekiyordu ama neyse ki ben pes etsem bile o asla pes etmiyor, tam anlamıyla öğrendiğini düşünmeden o sayfayı asla kapatmıyordu. 1. ve 2. sınıfta bir de böbreklerinde yaşadığı bir problemin nüksetmesinden kaynaklı yoğun kortizon tedavisi de eklenince ağır aksak ilerleyen bir öğrencilik hayatı geçirdi. ama bu süreçte de abisiyle birlikte basketbol antrenmanlarına hiç aksatmaksızın devam etti. bebekliğinden beri yoğun kortizona maruz kalmış olmasından dolayı aldığı aşırı kilolardan dolayı, bulunduğu grubun hayli gerisinde olup zaman zaman alay konusu da olmasına rağmen, bu alanda kendisine oranla oldukça yetenekli olan abisi,''ben artık gitmeyeceğim'' dese de o hep devam etti antrenmanlara. yıllar geçtikçe okuldaki derslerde başarısı hızlı bir ivme gösterdi. her geçen gün daha iyi bir noktaya geldi. tabii tüm bu anlattığım sürece şimdi keyifle ara ara açıp okuduğumuz günlüğünü, iki eli kanda da olsa yazdıran ve yine her gün bir kitap okuyup, okuduğu kitabın özetini çıkarmasını isteyen ilkokul öğretmeninin katkısı da yadsınamaz. yine aynı öğretmenin yönlendirmeleriyle çok yetenekli görünmese de resim ve keman konusunda da güzel şeyler başardı. ingilizcesini, okulda öğrendiğine sürekli bir şeyler katarak çok ilerletip, kendi yaşıtlarının türkçe konuşmakta zorlanacağı birçok konuya dair ingilizce tartışmalara katıldı. tüm bunları yaparken hep çok çalıştı ve hep en iyisi olmayı hedef seçti kendine. hiçbir diyetisyen yardımı almadan çocukluğu boyunca aldığı tüm kilolardan kendi iradesiyle henüz 13 yaşında bir çocukken kurtuldu. kendi doktorunun dahi, ''ilaçlarını düzenli kullanmıyor mu yoksa?'' diye sormasına sebep olacak kadar dikkatli geçirdi bundan sonraki tedavi süreçlerini, ilaçlardan kaynaklı yan etkilerin neredeyse hiçbirini gözlemlemeden tamamladık.

    biri çok zeki diğeri çok çalışan iki çocuğumla ilgili öngörüm şu; çok zeki olduğunu düşündüğüm kendisinin de buna inancı tam olan oğlum, hayatında karşısına çıkan olumsuzluklarda çok çabuk pes edecek ya da farklı bir alana yönlenecek. çok çalışan, çalışmasa başaramayacağını bilen oğlum ise, çalışarak her tuttuğunu koparacak ve yanında duran kimseye ihtiyaç duymadan ayakları üzerinde duracak.

    edit: bu başlık çocuklarıma dair paylaşmadığım şeyleri paylaşmış olmam dışında da bir ilk yaşattı bana; 40 yaşında baba oldum.[https://seyler.eksisozluk.com/…k-yaptigi-tespitleri

  • 1970'ler beşiktaş... yıldız teknik üniversitesi'nin iki öğrencisi, annem ile babam, muhtemelen bir eylemde, aynı çevrenin içinde karşılaşırlar. bölümündeki tek kadın öğrenciymiş annem, istanbullu, hırslı bir kadın. babam bildiğiniz köylü çocuğu, odtü'den kaçmış ytü'ye gelmiş.
    bir gün annem vapurda beşiktaş'tan üsküdar'a geçerken bir olay yaşanır: faşistler annemi vapurun pervanesine atarlar, kurtulur, karaya çıkarılır, orada da üstüne saldırırlar. neyse, eve gelir, dedem geç kaldığı için kızmış, "ne olursa olsun bu sofraya 7'de oturulacak" der, annem ertesi gün evden kaçar. rahat hareket edebilmeleri için evlenmişler, arkadaşları öyle dedi. bir de babamın anneme abbasağa parkı'nda evlenme teklif ettiğini biliyorum. günler geçer; çok kısa bir sürede evlenirler. beşiktaş'ta bir sürü hatıraları var, bazı günlerde, bazı duvarlarda görülebilen... "bak biz burdayız" diye kırmızı kırmızı göz kırparlar bana... hep olay, hep debdebe...
    günlerden bir gün annem çalıştığı fabrikaya gider, gece nöbetçi. trafoda bir yangın çıkar, bir işçi içeride kalmış, annem girip, kurtarır adamı, kendisi yanar... 10 gün yaşar, sonra ölür ankara'da... öldüğünde 25 yaşında...
    bana da bu hikâye kaldı; bazen bir insanı kurtarmak devrim yapmaktır... bazen bir insanı kurtarmak dünyayı kurtarmaktır...
    bir insanı, düşüncesi, ırkı, dili, dini fark etmeksizin sevmek, hiç tanımadığı bir insan için canını verebilmek...

  • kullanılan 80x120 euro palet 20 tl civarında, tekerlek takılmış, tahta araları sıklaştırılarak ve altı doldurularak modifiye edilmiş. zımpara ve cila da cabası. maliyeti 40-50 tl olmuştur. işçilik, lojistik, depolama hariç.

    10 lira maliyetli tişörtü 100 tl'ye satanlara göre bence fiyatı uygun. tarz duruyor.
    almam ama alana da avanak demem.

  • artık halkın arasında olmaması, sokak jargonundan, gençlerin esprilerinden uzak olması nedeniyle eskisi kadar güldürmüyor. kendi kısıtlı arkadaş çevresinde, elit zevklerin içinde yaşarken halka inmesi zorlaşıyor. onun işinde üretkenlik için gözlem şart ama artık o şansı pek yok.

  • ekşiciler ülke kursa ne olur

    1. hindistan gibi 5.000 tanrıları falan olur bence. hangi rock grubunu aratsam tanrı diyolar amk
    (fakir bide gurursuz ?, 09.04.2014 11:48)

    2. nutellanın haklarını almaları lazım bir de yoksa ülke ekonomisi batar

    bir de yıkılmayan sandalye

    bir de evi olsun ister

    bir de içmeyen kocası

  • türkçe bilen marvel comics karakteri.

    detayları paylaşmadan önce, çizgi romanlarla ilgili bilinmesi gereken bir durum var; karakterler hikaye gereği ingilizce dışında başka bir dilde konuşuyorsa, konuşma balonunda diyaloglar yine ingilizce olarak yazılır fakat başına sonuna küçüktür - büyüktür işareti konulur, "`<" ve ">`". örneğin hikayede bir karakter türkçe olarak "selam, nasılsın? baban nasıl?" diyorsa konuşma balonunda <hi, how are you? how is your father?> diye yazılır. bu bilgiyi aklımızda tutarak wolvie'nin hikayesine geçelim.

    hayatından entrika eksik olmayan karakterimiz wolverine, bu uzun hayatının çeşitli noktalarında kendisine sorunlar çıkarmış olan bir karakter olan romulus'tan illallah etmiştir, kafasını kesmek istemektedir. wolverine'in kendisine benzeyen bir de oğlu vardır daken adında, ki bu oğluyla da romulus'un manipülasyonları yüzünden arası bozuktur. fakat yine de entrikalar gereği daken ve wolverine bir olup romulus'u öldürmeye karar verir, bu yüzden farklı farklı yerlerde gizlice buluşurlar. bu buluşmalardan birini de ankara'da yapmaya karar verirler.

    daken ankara'da cafede oturuyor

    bu buluşma sırasında tartışmaya başlarlar, sonra wolverine öğrenir ki daken arkasından romulus'la iş çevirmiş, vay hayın evlat deyip muramasa kılıcını saplar daken'a. olaylar daha büyür, romulus'un kendisi gelir, hulk'ın oğlu skaar falan da dahil olur, ankara'da tansiyon gerilir. derken beklenmedik bir şey olur ki bu, çizgi romanlarda gördüğüm en absürt şeylerden biridir; romulus'un tuttuğu kürtler saldırır.

    wolvie kürtlere şaşırıyor

    işte bu noktada sivil kaybı azaltma noktasında harekete geçen wolvie saldırının yapıldığı yere koşturup binanın içine girer ve içerideki adama dışarı çıkmasını, binanın çökeceğini söyler. adam da "hayır çocuklarım hala içeride" diye cevap verir.

    türkçe konuşuyor

    işte bu resimde de görüldüğü üzere bu diyalog küçüktür büyüktür işaretleri ile yazılmış, bu yüzden diyalog ingilizce dışında bir dilde oluyor ki ankara'nın orta yerinde gerçekleşen bu diyaloğun dilinin türkçe olduğu akla ve mantığa yatkın geliyor. türkçeyi neden ve nasıl öğrendiği de bir muamma tabii. birinci dünya savaşı'nda gelibolu'da savaşan newfoundland birliğiyle gelip de mi öğrendi, yoksa yaşadığı fırtınalı hayat mı onu bir şekilde türkçe öğrenmeye itti, bilemiyoruz. belki soğuk savaş döneminde türkiye'de bulunan bir ajandı, belki de eskişehir'de bir erasmus öğrencisi. belki emekli salih öğretmen, belki iş insanı ali bey.

  • eski bir röportajında "...benim bir sözüm var. düşünüyorum öyleyse varım" demiş insandır kendisi. röportaj eski ama 1650'lerden daha eski olduğunu zannetmiyorum.

  • evet efendim, bugünkü "evrim vardır" konferansımızda da yarasalar ve radarlar arasındaki benzerliklerden bahsediyoruz.

    yarasaların büyük bölümünün neredeyse tamamen kör olduğunu herkes bilir. aslına bakarsanız tamamen görerek avlanabilen yarasa türleri de vardır, ancak bu canlıların çoğu gündüzleri mağara tavanlarında ters biçimde asılıp dedikodu yaparak vakit geçirmekten keyif alırken, geceleri avlanmayı seçerler.

    şimdi sevgili yarasamız insan kulağının algılayamayacağı kadar yüksek frekansta şakırtılar çıkarıyor. tıpkı bizim geniş bir alanı görmemiz gibi, çevreden gelen yankıları dinleyerek ortamın görüntüsünü oluştururken, bir yandan da yine bizim gözlerimizle bir yere konsantre olmamız gibi, kulaklarını konsantre olduğu bölgeye çevirerek o kısmın daha ayrıntılı bir resmini çıkarıyor. farklı olarak bizim gibi sürekli bir görüş almıyorlar. bunun yerine her çığlık için beyinlerinde bir görüntü oluşturuyorlar. diskoya gittiyseniz stroboskop denilen hızla yanıp sönen ışıkları görmüşsünüzdür. yarasalar da beyinlerinde bu şekilde kesik kesik ilerleyen bir dünya imgesi oluştururlar. ne var ki normal gezinti sırasında saniyede on civarı şakırtı çıkaran yarasa avına yaklaşırken git gide daha yüksek frekansla atımlar oluşturmaya başlar. hatta bazı yarasalar avına çok az bir mesafe kala saniyede iki yüz kadar ses atımı oluşturabilir ki, saniyede iki yüz kez yanan bir stroboskop ışığı altında bizim gördüğümüz gibi kesintisiz bir dünya görüntüsü oluşturuyor olmaları muhtemeldir. hatta saniyede iki yüz atım oluşturan bir yarasaya sorsanız saniyede yirmi beş kare görüntü alan insan gözünün kesik kesik görüntü aldığını iddia edip kendi kulaklarıyla övünmeye kalkabilirdi. neyse ki yarasalar alçak gönüllü canlılar olacak ki bizim yaptığımız gibi görüşlerinin kusursuz olduğunu ancak başka yaratıkların kesik kesik görüntü aldığını, iddia etmiyorlar.

    şimdi saniyede iki yüz atım oluşturabilen yarasa normal uçuş sırasında neden sadece on atım ile yetiniyor? iki yüz atım oluşturmanın zorluğundan, fazla enerji harcanması gerektiğinden falan bahsetmeyeceğim. onun yerine olaya bir matematikçi gibi yaklaşıp, ses dalgalarının birbirine karışması gibi bir problemden bahsedeceğim. ses dediğimiz dalga havada saniyede 340 metre civarı bir hızla ilerliyor. bu durumda saniyede 200 atım yapan bir canlı için çıkan ilk ses dalgası, yarasadan henüz 1.7 metre uzaklaşmışken ikinci bir ses dalgasının yola çıktığını söylemek mümkün. ancak burada bir gerçeği hatırlatmakta fayda var, yarasalar yansımalarla görüntü oluşturduğu için 1/200 saniye sonra gelen yansıma 1.7 metreyi değil, bu değerin yarısı olan 85cm'yi ifade eder (ses 85cm gidip geldiğinde 1.7 metre yol almış olur). başka bir deyişle saniyede 200 atım yaratan bir yarasa duyduğu bir yankı parçasının 10cm uzaklıktan mı, yoksa 10+85=95cm uzaklıktan mı geldiğini anlamakta zorlanacaktır. bu yüzden yankıların sıklaştırılması yarasanın kafasını karıştıracaktır. bu soruna karşı oluşturulabilecek muhtemel bir mühendislik çözümü yankıların çok daha kısık sesle oluşturulmasını sağlamak olurdu, ne var ki bu durumda da görüş menzilimiz ciddi biçimde kısalırdı.

    sonuç olarak bir böceği avlamak için on santim mesafesi kalan bir yarasa görüş menzilinin kısalmasını fazla umursamayacaktır, ancak sağa sola çarpmadan uçup bir yandan da geniş bir alanda av arayan bir yarasa daha az sayıda yüksek sesli atımla çok daha geniş bir alanı tarayabilir.

    şimdi geniş bir alana yüksek ses atımı yapmak demişken dalgalarda ters kare kuralı dediğimiz şeyden bahsetmek faydalı olacak. bir ses dalgası (ya da bir ışık dalgası) yayıldığı hedeften uzaklaşırken bu uzaklığın karesiyle orantılı biçimde zayıflar. yani, ses dalgası iki kat uzağa gittiğinde dört kat zayıflayacaktır. yansımanın duyulması işi söz konusu olduğunda bu iş iyice ölümcü bir hal alıyor, zira geri yansıyan ses de aynı kurala tabi olduğundan bir hedeften gelen yansıma bu hedefin uzaklığının dördüncü kuvvetiyle ters orantılı çıkıyor. daha basit bir deyişle hedef 2 kat uzaklaştığında yansıma 16 kat azalırken, hedef 5 kat uzaklaştığında 625 kat zayıflıyor. bu durum da yarasanın uzak mesafelerdeki yansımaları duyabilmesi için çok güçlü sesler çıkarmasını zorunlu kılıyor.

    aynı durumun radarlar için de geçerli olduğunu söylemek mümkün olabilir. diğer görüntüleme sistemlerinden farklı olarak radarlar tıpkı yarasalar gibi aktif çalışırlar. nasıl bir yarasa çevresinin görüntüsünü oluşturmak için ses çıkarıp yansımaları takip ediyorsa, radarlar da görüntüleme sağlayabilmek için kendi yaydığı kızıl ötesi ışığın yansımasını yakalamaya çalışır ve

    hedef uzaklığı = gelen yansıma süresi * ışık hızı / 2

    denklemiyle hedefin uzaklığını kolayca bulurlar. ne var ki dördüncü dereceden kuvvet kuralı burada da söz konusu olduğu için gök yüzüne yüzlerce watt güç basan bir radar bilmem kaç kilometre uzaktaki uçaktan ancak bir kaç mikro watt seviyesinde bir yansıma alabilir. çok üzücü.

    şimdi tam bu noktada sensörlerle ilgili çok kritik bir mühendislik sorunuyla karşılaşıyoruz. mesele sadece ışıkla radarla falan ilgili değil, tüm sensörler için geçerli: bir şeyleri hassas biçimde ölçen bir sensör her neyi ölçüyorsa o şeyden çok fazlasına maruz bırakılırsa, genelde bozulur. örneğin 0.001 gr hassasiyetle ölçüm yapan kuyumcu terazisinin üzerine 5kg lik bir ağırlık koyarsanız o tartıdan bir daha verim alamazsınız. çok az miktarda ışığı ölçmeye duyarlı bir gece görüş gözlüğünü ışık koruması olmadan güneşe çıkarırsanız, aleti bir kaç saniye içinde bozarsınız. aslında gece görüş gözlüklerine kadar inmeye gerek yok, normal ortam ışığına ayarlı insan gözüyle bile bir süre güneşe bakarsanız gözünüze kalıcı hasar verebilirsiniz. aynı şekilde az miktarda sesi algılayabilen bir insan kulağı patlama gibi yüksek bir sese maruz kaldığında bir süre çınlar, hatta patlama çok yakında gerçekleştiyse sağır olabilir.

    yukarıda bahsettiğim problem radarlarla yapılan ilk denemelerde çok hızlı biçimde boy göstermiştir. bir kaç mikro wattlık radyo dalgasını algılayan alıcı ile gökyüzüne yüzlerce watt veren verici; aynı anten seti üstüne konulup çalıştırıldığı anda alıcılar satüre olmakta ve bir kaç saniye içinde bozulmaktadır. radar ikinci dünya savaşı sırasında üç ayrı ülke tarafından paralel biçimde geliştirilmiş, her üç ülkenin mühendisleri de daha ilk denemelerinde bu sorunla karşılaşıp ellerindeki sensörleri yakmışlardır. mühendislik tarihini incelediğinizde böyle durumlarda farklı ekollerden gelen mühendislerin sorunu farklı şekillerde çözdüğü bir çok durumla karşılaşırsınız. ancak ilginçtir, radar söz konusu olduğunda her üç ekolden gelen mühendis grupları sorunu aynı şekilde çözmüş, radyo dalgalarının atımının başlamasından hemen önce alıcının elektriğini kesmiş ve bozulmasını engellemişlerdir. yapılan işlem radar verici antenin güç uygulanıp gök yüzüne yüksek şiddette radyo dalgası yaymasından hemen önce radar alıcısının elektriği kesilmesinden ibarettir. radar verici bir kaç mikro/nano saniye içinde radar atımını tamamlar, oluşan radyo dalgası ışık hızıyla radardan uzaklaşırken alıcıya tekrar elektrik verilir ve böylece radar vericinin, alıcıyı yakmasının önüne geçilmiş olur.

    yukarıda bahsettiğim problemin yarasalarda da ortaya çıktığını söylemek mümkün olabilir. nasıl ki konuşurken kulaklarınız tıkasanız bile kendi sesinizi duyuyorsanız yarasalar da benzer biçimde kendi seslerini duyuyor olmalılar. ancak bir yarasanın oldukça güçlü çığlıklar attığını ve kulaklarının çok küçük yankıları bile algılayacak kadar hassas olduğunu düşündüğümüzde kendi çığlıklarının kendi kulaklarını çınlatmasını, hatta uzun dönem içinde işlev göremez hale getirmesini bekleriz. yani bir nevi "içerideki ses düzeyi kalıcı duyma kaybına sebep olabilir" olayı. ne var ki bu canlılar da tıpkı radarlar gibi çığlık atmadan hemen önce kulaklarını sağırlaştırarak bu sorunu çözmüşlerdir.

    yarasaların kulaklarında tıpkı bizimki gibi çekiç örs ve üzengi denilen üç adet kemik vardır, fakat insanlardan farklı olarak bu üç kemik bir birine kaslarla bağlıdır. işte tam çığlık anında hayvanın kulağındaki kemikleri bağlayan kaslar kasılır ve yarasanın kulak zarıyla sesi algılayan kısımı arasındaki bağlantıyı koparır. başka bir deyişle tıpkı radarların atımdan hemen önce alıcısını kapatması gibi yarasalar da çığlıktan hemen önce kendilerini sağır eder ve kulaklarını kendi çıkardıkları sesten korurlar. demek oluyor ki ingiliz, alman ve amerikan mühendislerine paralel olarak yarasalar da aynı sorunları yaşamış ve benzer yöntemlerle çözmüşler.

    işin felsefesine gelecek olursak şunu söyleyebiliriz: radar gibi bir mühendislik eserinin nasıl bir tasarlayıcısı varsa elbette yarasa gibi bir hayvanın da tasarlayıcısı vardır. doğa evrimin laboratuvardır ve evrim, bilinen en iyi mühendistir. evrim deneme yanılma yoluyla karşısına çıkan bir çok problemi çok başarılı biçimde çözebilmiştir. böyle bir şey "tesadüfen"*oluşamayacağına göre demek ki evrim vardır.

    yazının son kısımın değiştirip nurcu forumlarda kullanmaya kalkmayın çok pis döverim.