hesabın var mı? giriş yap

  • ic parcalayan bir habere konu olmus kisinin basina gelen elim hadisedir.

    ayda 900 tl / 90 euro ile engelli ve kanser hastasi bir bireyin, dukkanda yasamasina mi uzulelim? kizina mi uzulelim? cografyanin kader olduguna mi uzulelim?

    yoksa akp cocuklari denen siyasal islam cocuklarinin maserati'li, pudra sekerli hayatlarina mi?

  • çok sevmem, tutarsız bulurum, mantıksız bulurum, hatalı bulurum, ancak konu eğer buysa, nursultan nazarbayev'dir.

    "biz islamı resmi din olarak kabul ediyoruz ve bundan gurur duyuyoruz. fakat müslümanlığımızı konu ederek bir yerlere gelemeyiz. diğer müslüman devletlere ve islami yaşama biçimlerine saygımız sonsuz, fakat biz arap değiliz. biz göçebe ve türki bir halkız, araplar gibi kızlarımızı, dini, kültürel ve toplumsal baskılarla kapatıp, bunu müslüman devlet imajı olarak kullanamayız. onları çarşaflara bürüyerek eve hapsetmek bizim yolumuz değildir. tekrarlıyorum, herkese saygımız sonsuz fakat giyim kuşam insanların kendi özelindedir. biz kazağız, halkımız göçebe hayatı süresince, at üzerinde bu günlere kadar kadın-erkek ayrımı yapmadan geldi. kadınlarımız, erlerinin yanında veya ardında değil, aksine önünde yürürdü.
    islam öncesi dönemlerde, kadınlarımız nasıl isterlerse öyle giyinirlerdi, ve toplumu rahatsız etmek gibi bir amaçları hiç olmadı. bu gün ise bir sorun olması, bizim halkımız için mümkün değil. müslüman ve sünni bir halk olmamız, insanların hayatlarına karışmamız için sebep değildir."

    http://www.youtube.com/watch?v=utxsupzuyjq

  • daha “hipster” denen kavramın ortada olmadığı zamanlarda, görünümüyle hipster'lığın kullanım kılavuzu gibi olan adamdır jim jarmusch… orijinallik, görünümünden kişiliğine dek sinmiş bir yönetmendir. dünyaya alışılmadık bakış açısı getiren filmleri, bağımsız sinema için bir dönüm noktası gibidir. bir özelliği daha vardır jim jarmusch'un ki onu sevenlerin iyi bildiği gibi filmlerinde müzisyen dostlarıyla çalışmayı çok sever.

    bu müzisyenlerle beraber çalıştığı filmlerle ilgili birçok anekdot, anı ve açıklaması da vardır. mesela “kahve ve sigara” filminde tom waits'le iggy pop'un sahnelerinin çekileceği gün, tom waits'in çok sinirli olduğunu söyler. çünkü ertesi gün waits'in yeni albümü “bone machine''in televizyon promosyonu için los angeles'a uçması gerekir. jim jarmusch, bu kısa film için onu yolculuğunun hemen öncesinde ikna edebilmiştir. çekim gününün arifesinde jarmusch alelacele senaryoyu tom waits'in evine yollar. tom waits o gün çocuklarını okula bırakması gerektiği mazeretiyle iki saat gecikir. jim jarmusch ve iggy pop oturup tom waits'i beklerler. waits, gelir gelmez şunları söyler: “jim, sen bana bu sahnelerin komik olması gerektiğini söylememiş miydin? kendi kendime, ulan bunun neresi matrak diye sorup durdum. nereye sakladın, ben mi göremiyorum?” ardından tom waits biraz hava almak için dışarı çıkar, bir sigara yakar, rolünü canlandırmak için döndüğünde hâlâ sinirlidir. jim jarmusch, bu koşullarda 'terso adam' rolünü tom'a vermekten başka çaresi kalmadığını düşünür. ama baştan beri, tam tersine de kendini hazırlamıştır. zaten rolleri senaryoda yeterince muğlaktır, bu haliyle az çok tersine çevirmeye müsaittir. ve allahtan o sabah iggy pop sol tarafından kalkmamıştır ve bütün sevimliliği üstündedir. jarmusch filminde oynayan kankası tom waits'e bir jest yapmayı da ihmal etmez. bone machine albümündeki “i don't wanna grow up” şarkısına şahane bir klip de çeker.

    jim jarmusch'un her zaman dirsek temasında olduğu bir diğer müzisyen de iggy pop'tur. jarmusch iggy'nin, sivil hayatındaki ismiyle james osterberg olduğunda inanılmaz derecede ağırbaşlı bir tip olduğunu söyler. “kahve ve sigara”nın çekim gününde de james osterberg'dir: sakin, aklı başında, uysal. eğer çekimlerde iggy olmaya karar verseymiş, bütün dengelerin alt üst olacağını söyler. ama iggy'nin iggy'liği galiba sadece sahnede nükseder. yine de jim jarmusch başka zamanlarda da onu iggy olarak görme tecrübesini yaşamış ve bunun korkunç bir deneyim olduğunu söylemiştir. o zamanlarda iggy her şeyi yapabilir, mesela kendini duvarlara çarpabilir. iggy, küçük bir rolde gözüktüğü “dead man”in çekimlerinde öldürülme anını tamamen doğaçlama oynamayı tercih etmiştir. jarmusch'un bu sahneye dair tereddütleri olmuştur, ama onu özgür bırakır. hakikaten çok çok iyi oynar. “kahve ve sigara”nın white stripes'li skecinde de iggy etiyle kemiğiyle olmasa da oradadır. müzik kutusunda stooges'un “fun house" albümünden “down on the street” çalar. jim jarmusch bu şarkıyı özel olarak seçmiştir, çünkü "fun house”un bütün zamanların en iyi rock albümü olduğunu düşünür.

    jim jarmusch, jack white'la tanıştığında, jack kendisinden white stripes kliplerinden birini çekmesini ister. jack white da tıpkı jim jarmusch gibi mucit nikola tesla'nın hayranıdır. jarmusch, jack white'ı evine davet eder. white neredeyse tek kelime konuşmadan, bir saatten fazla bir süre, tesla'yla ilgili evdeki kitaplara dalıp gider... birkaç ay sonra ona bir senaryo gönderir ve çekimlerde tesla'nın icatlarından birkaç parçayı birlikte tasarlayabileceğini söyler. çekim günü, jack tıpkı bir çocuk gibidir, büyülenmiş bir şekilde sürekli o makineyi kurcalar. çekimler sırasında, meg ve jack “kahve ve sigara”nın her bir bölümünde jim jarmusch'un kendi kendine bir takım numaralar dayattığını fark ettiklerinde, sanatsal kısıtlamalar üzerine uzun uzun konuşup tartışırlar. meg ve jack'in kırmızı, siyah, beyaz gibi dolaylı yollar izleyerek kendilerini deneyim altında konumlandırışları jim jarmusch'un hoşuna gider. kendilerine sınırlar tayin ederler, ama onların içinde tamamen özgürdürler. böyle kısıtlayıcı kuralların varlığı yönetmen için de iyidir, hatta yaratıcılığını artırır. çevirdiği ilk filmlerden beri fazla maddî imkânı olmamıştır jarmusch'un ve elini cebine atıp parasını ödeyemediği şeyleri elde etmek için kesin çözümler bulması gerekir. o gün jim, jack ve meg, saatler boyunca eski blues müzisyenlerini yad ederler. jarmusch ikisinin de ansiklopediden farkı olmadığını, blues tarihiyle ilgili bütün hikâyeleri ve plakları ezbere bildiklerini söyler. ayaklı kütüphane gibidirler.

    jim jarmush filmlerinde oynattığı bir diğer müzisyen rza'in, yeryüzünde yapılmış bütün kung-fu filmlerini bildiğini söyler: isimleriyle, yönetmenleriyle, oyuncularıyla... rza ile jarmusch ilk tanıştıkları gün, on dakika içerisinde “ghost dog” filminin müziklerinin nasıl olması gerektiği konusunda hemfikir olurlar. her şey açık, gün gibi ortadadır: sahneleri eski kung-fu filmlerindeki gibi ele alırlar ve rza derhal müzikal fikirler yaratır. jim jarmusch, wu-tang'çilerin karakter zenginliğine hayrandır. gza'dan ghostface killah'a, rza'dan ol' dirty bastard'a kadar hepsinin çok farklı takıntıları vardır. mesela “kahve ve sigara”da rza, gza'ye alternatif tıp konusunda eğitimli olduğunu söylediğinde, herkesin dalga geçtiğini, bunun balon olduğunu düşünmüş. halbuki rza gerçekten de alternatif tedavi yöntemlerine hakimmiş, pratiğini de kıvırmasını biliyormuş.

    jim jarmusch'un çok eski bir arkadaşı olan, new york rap'inin öncülerinden fab five freedy'yi veya “stranger than paradise”da oynayan, hiphop efsanesi rammelzee'yi hayatında rastladığı en açık kafalı insanlar arasında görür. yine bu filmde çalıştığı john lurie ile de şahane bir dostluğu vardır. birçok ortak dostu olan john lurie ile 1978'de sabaha kadar süren bir muhabbeti olur. daha önce de tanışmış, birbirlerini görmüşler ama hiç muhabbet etmemişlerdir. bu muhabbet uzun ve üretken bir dostluğun başlangıcı olur. bu örnekten de görüldüğü gibi kafa yapısı ve uyuşma filmlerinde oynattığı oyuncularda en çok aradığı yönlerden biridir. zaten kendisi de müzisyenleri hep kıskandığını söyler. ellerine bir enstrümanı alıp istediklerini çalıp söylemelerine gıpta etmiştir hep. film çekmek ise meşakkatli iştir... uzun ve karmaşık bir süreçtir. kendi deyimiyle "trene bindiğiniz anda inmeniz de mümkün değildir."

    jim jarmusch'u en çok yıkan olaylardan biri müzisyen arkadaşlarından joe strummer'ın ölümü olmuştur. bu acı deneyim kendisine hayatın kırılganlığı ve geçiciliği hakkında tuhaf bir bilinç kazandırmıştır. joe strummer sabahın köründe kendisini yatağından kaldırıp “jim, ne yapalım biliyor musun, ispanya'ya gidelim, beraber kafaları çekelim...” veya “şu kolombiyalı devrimci şarkıcıların kasetini dinle, acayip bir şey, bayılacaksın...” diyen bir kişiliktir. strummer'ın olağanüstü bir enerjiye ve yaşama sevincine sahip olduğunu, heyecanlarını durmaksızın karşısındakiyle paylaşmak istediğini ve birdenbire uçup gittiğini söyler... joe'nun özellikle “kahve ve sigara” filminde oynamasını çok ister ama nasip olmaz. hatta filmin onsuz eksik kaldığını söyler. bu yüzden filmi ona adamıştır.

    filmlerinin amerika'dan daha çok avrupa'da beğenilmesine ilişkin verdiği cevapla bitireyim, çünkü tarzıyla ilgili çok kısa ve net bir ironiyi barındırdığını düşünüyorum: “filmlerimi avrupa'da beğeniyorlar, çünkü çok amerikalı buluyorlar. amerika'da ise bana “tıpkı bir avrupalı gibi film yapıyorsun" diyorlar. ne bok diyebilirim ki? “

  • biten ilişkinin ardından kanayan kalp, kırılan kol kanat ve dibi sıyrılan güven duygusunun telafisi için, çoğunlukla hesapsız kitapsız, "boy ver hele yeterince derinse atlarım" demeye kalmadan kendinizi göbeğinde bulduğunuz, çoğunlukla da hiç bir yere varmayacağını içten içe bildiğiniz halde dalıverdiğiniz yeni ilişkidir. rebound sevgiliyi standart sevgiliden ayıran en önemli şey bir öncekinin açtığı yaralardan oluk oluk kan gelmekte, yanan etlerinizin üstünde dumanı tütmekte iken girişilmesidir. bir enkaz devralan yeni sevgili çoğunlukla durumun farkındadır. o, sizi iyileştirip kendi aşk mabudesi yapma iddiasıyla kolları sıvarken siz de ya "ben şurada az soluklanayım da hele, sonra yürür yoluma giderim nasılsa" der, ya da içinizdeki o doymak bilmez romantizm hayvanının açlığına karşı koyamayıp "belki bu sefer olur?" dersiniz. o cevap beklemeyen sorunun altında da elbette "n'olur olsun n'olur n'olur n'olur!!!" vurgusu yatmaktadır.

    ilişki denen zıkkımda, siz ne kadar mükemmel, ne kadar zeki, ne kadar görmüş geçirmiş, efendime söyleyeyim ne kadar kendinizi her duruma hazırlamış sansanız da karşı tarafın hangi kritik noktalarda ne şekil müdahalelerde bulunacağını asla tam olarak kestiremeyeceğinizden kendinizi ava giderken avlanmış bulmanız işten bile değildir.
    sizin o kırılgan, yorgun kalbinizi eline alıp tatlı tatlı seven, öpüp okşayan rebound sevgiliniz zevk sigarasını az önce öptüğü o kalpte söndürüp hayatınızdan giderken geriye kalan parçalarınızla yapacağınız sanatsal çalışmalar da işte insanlığın geleceğine ışık filan tutacaktır. tabi.

  • 1978 yılıydı. çaycumada hakimlik yapıyorum. hukuk hakimi arkadaşım ; " ankarada bir işim var, hafta sonu kendi arabamla gideceğim. pazar akşamı döneriz. gelmek ister misin ?" diye sordu. sevindim. birlikte ankaraya gittik. pazar akşamı beni bulunduğum yerden aldı. dönüşte sanırım devrek yakınında trafik polisi kontrol yapıyor. yolun ortasında dikilmiş, araçları durduruyor. hava kararmak üzere. polis net olarak görünmüyor. kendisi için tehlike.. neyse durdurdu. ben arkadaşıma "hakim olduğunu söyle" dedim. "hayır" dedi. arkadaşımın bir eksiği çıkmadı. polis,
    "gidebilirsiniz " dedi.

    hareket ettik. niçin kendisini tanıtmadığını sordum. "iki sebeple" dedi." birincisi ,memur görevini yapıyor. görevde eşit davranmak gerekir. benim kim olduğumu söylemem onu zor duruma sokabilir. ikincisi, trafik kanuna göre hakimin trafik suçu işlemesi durumunda suçüstü hükümlerine göre ağır ceza mahkemesinde yargılanması gerek. bu uzun bir süreç. bu yüzden kim olduğumu söylemedim" dedi. "yani bazen kim olduğunu söylemek aksi sonuç doğurabilir" diye de ilave etti.

    edit : bir yazar arkadaşım, niçin "hakim olduğunu söyle" deme ihtiyacı duyduğumu sormuş. meslektaşlarımdan öyle görmüştüm. henüz hukuk hakimi arkadaşım kadar olgunlaşmış bir hakim değildim. bu bana bir ders oldu.

  • benim bu. yapım böyle. herhangi bir psikolojik tespit kasacak değilim. kimseyle kötü değilim. kimseyle aram da bozuk değil.

    boş muhabbete gelemiyorum.

    enteresan şekilde beni arayıp sorarlar mesela.

    sanırım nedeni görüşülen akraba sayısının minimum sayıda olması ve iş için başka bir şehirde yaşadığın için geçmişinden uzakta olmak.

    ömrümde hiç toplu mesaj da yollamadım mesela.

    aslında kalabalık ortamları severim. ama istediğim zaman girip , istediğim zaman da o kalabalıktan çıkıp yalnız kalabilmeliyim.

  • son 10 yılda falan gördüğüm en kaliteli füze.

    influencerlar, sjw'ler, trolller hizaya geçin derhal, zeynep ablanız mekanın sahibidir artık.

  • bu fotoğraf eğer gerçekten 1968 yılında bakırköy'de çekildiyse ilk gösterdiği şey beslenme alışkanlığımızın kötünün ötesinde bir yöne gittiğidir. fotoğrafta kilo problemi olan insan yok.

    sonradan edit: kilo problemi olan 1 kişi bile yok.

  • ulan biz musluklarımızdan bok akıyor diyoruz, bırak içmeyi, bırak meyve sebze yıkamayı, elini bile yıkarken lağım gibi kokuyor diyoruz, daşşağına kurban olduğum delikanlı bir dayı elindeki cihazlarla ankara'nın suyunun ne kadar rezil durumda olduğunu gösteriyor, anca işi gücü goygoy olan sözlük ergenleri de çıkmış yok nestle virali, yok dayı rizeli, yok çilek koymuş ehaha diye taşak eğlendiriyorlar.

    musluktan bok akıyor diyorum aloooo. silkin de kendine gel pezevenk. şu videoda görmen gereken adamın şivesi, suyun etiketi, çilek falan değil kafasına sıçtımın beyinsizi. azıcık da ciddi ol. insanlar ishalden kırılıyor bu suyu kullandığı için hıyar.

    sen gerizekalı olduğun için hangi su şişeden, hangi su musluktan onu anla, karıştırma diye çilek koymuş temiz suyun önüne ama onu bile anlamamışsın.