54 entry daha
  • d. h. lawrence'ın özgünü 900 sayfa gibi olan phoenix adlı bir deneme kitabı varmış. bilgi yayınevi 1966 yılında akşit göktürk çevirisiyle ağırlıklı olarak bu kitaptan bir denemeler seçkisini anka kuşu adıyla yayınlamış. aşırı güzel, çok sağlam bir deneme kitabı çıktı. hiç öyle bir şey beklemiyordum, döktürmüş. normalde tüm zamanların en iyi duygu anlatan yazarlarından biridir. özellikle lady chatterley's lover'dan, sons and lovers'dan anımsıyorum. d. h. lawrence duyguları betimlemek yerine gözümüz ve ruhumuz için resim gibi, akış halinde can ırmağı gibi kurar.

    anka kuşu'na karşı beklentisiz, düşük beklentili gibiydim. deneme nedir ki hepsi hepsi? üstelik dir dır diye dırdırlanma* yazısıdır. birkaç posa yazı dışında hepsi içim gibi. hatta beni benden iyi tanıyor diye rahatsız bile oldum. görek gözlerine karşı suçlu hissettim. oysa d. h. lawrence aynı zamanda bilinmezliğimizi, kaosumuzu, kendimize özgülüğümüzü teslim etmekte. ipi gevşek tutuyor. ama daha çok duygusal, ürüne ve canlılığa bakan kuralları, ölçütleri var.

    ["avcıdır insan", italya'yla, italyanlar'la ilgili kısacık bir denemesidir. bu denemede lawrence'ın en duygan yönlerinden birini, hayvan sevgisini de görürüz.] akşit göktürk (anka kuşu* giriş yazısında)

    "evrenin mutluluğudur sevgi. ama mutlulukla her şey bitmez. bir buluşmadır sevgi. ama eşit ölçüde bir ayrı düşme yoksa, buluşma da olmaz. (...) sevginin kesin egemenliği hiçbir zaman gerçekleşemez." d. h. lawrence - anka kuşu

    "insan geriye bağlıdır hep. kendi kendini yaratamaz. (...) kendimize yeterli ya da kendimizi bütünler değiliz. bilinmezden kopup gelmekteyiz her an." agy

    "nasıl olup da bir biçim, bir varlık kazandığımızı hiçbir zaman bilemeyeceğiz. ama canlı bilinmezin ruh ile gövdenin aralıklarından nasıl içimize dolduğunu, nasıl bizde bilinire dönüştüğünü her zaman bilebiliriz." agy

    "ama gizin içindeki giz bu değil. hani badem kemiği dedikleri, omurganın son kemiği var ya, gövdenin tohumuydu o işte, mezarda yeni bir gövde göğerirdi o tohumdan, tıpkı, ocak ayındaki badem ağacı gibi." agy (bkz: luz/@ibisile)

    "ocaklar* insanları makinalaştırmadı. tam tersine. bu kapkaç düzeninde madenciler içten bir topluluk olarak yeraltında çalışıyorlar, birbirlerini düpedüz çıplak olarak, yakından bir içtenlikle tanıyorlardı. maden kuyusunun karanlık yeraltı ıssızlığı, sürekli tehlike altında olmaları, bu adamlar arasındaki doğal, içgüdüsel, sezgisel bağı büyük ölçüde geliştirmiş, neredeyse bir dokunuş gibi somutlaştırmış, çok gerçek, çok güçlü kılmıştı. (...) bir güzellik içgüdüsü de vardı madencilerin. karılarının ise yoktu. madenciler iliklerine değin canlıydılar, içgüdüyle. bunla birlikte gündüze özgü bir tutkuları, gündüze özgü düşünce yetileri yoktu. gerçekte yaşamın ussal yönünden kaçınırlardı." agy

    "belki o zamanlar kimse sezmedi ama, on dokuzuncu yüzyılda insan ruhunu yıkan başlıca etken, çirkinlik oldu. o mutlu viktorya çağı* günlerinde paralı tabakayla endüstri kurumlarının işlediği en büyük suç, işçileri çirkinliğe, çirkinliğe, çirkinliğe sürüklemeleridir: bayağılık, biçimsiz çirkin yerleşme bölgeleri, çirkin ülküler, çirkin din, çirkin umut, çirkin sevgi, çirkin giysiler, çirkin ev eşyası, çirkin evler, işçilerle işverenler arasında çirkin bağlar. insan ruhuna etkin güzellik, ekmekten bile daha gereklidir." agy

    "*belki de hektor'dur, italyanlaşmış, ettore olmuş. her neyse, birisinin ya da bir şeyin ölümü olmaya gidiyor işte, doğru nişan alabilse canım yanmaz." agy

    "insan bir neden sonuç makinesi* değildir. bunu bir kez kafamızdan söküp atmalıyız. insandaki neden hiç bir zaman anlayamayacağımız bir şeydir. ama varolmasına bile izin vermediğimiz için inceleyemeyeceğimiz bir garip karanlık ülke vardır." agy

    "maddece varoluş yollarının, gereğince ayarlanması: devlet bunun içindir işte, başka hiç bir şey için değil. devlet ölü bir ülküdür, ulus ölü bir ülküdür. demokrasi ile sosyalizm ölü ülkülerdir. hepsi de, bir insan topluluğunun en ilkel maddece gereksinmelerini sağlamak için bulunmuş yollardan başka bir şey değildir." agy

    "bir ülküyle bir isteği birbirinden ayırmalıyız. bir istek, içten, bilinmezden, kendiliğinden ruhtan ya da benlikten kopar gelir. bir ülkü ise tepeden iner, kafadan çıkar gelir; değişmez, herkesçe benimsenemez nitelikte bir şeydir, bir makine denetimi gibi." agy

    "insanın kendini bulmakta güvenmek zorunda olduğu tek şey, isteğidir, içinden gelen dürtüdür. ama hem istek, hem de iç-dürtü mekanik bir tekdüzeliğe düşebilir: kendiliğinden gerçeklik, ölü ya da maddece bir gerçeğe dönebilir. bütün eğitimimiz, insanı bu düşüşten korumayı erek edinmelidir." agy

    "tanrı, bir insan alışkanlığı olmuştur. insan da o'nun bu alışkanlık sınırları içinde kalacağını umar. oysa en yüce, kalmaz bu sınırlar içinde - özelliklerinden biridir kalmamak." agy

    "roman, yaşamın kitabıdır. bu anlamda kutsal kitap karmakarışık bir büyük romandır. tanrı üstüne bir roman olduğu söylenebilir. ama gerçekte canlı insan üstünedir. adem, havva, sara, ibrahim, ishak, yakup, samuel, davud, beyt-şeba*, rut, ester, süleyman, eyub, işaya, isa, markos, yahuda, paul, peter: baştan sona canlı insan değil de ne bunların hepsi? canlı insan, kuru parçalar değil. tanrı bile başka bir canlı insandır, yanan bir çalıda, musa'nın başına taş yazmalar* fırlatan." agy

    "romandan öğrenelim. romanda kişiler yaşamaktan başka bir şey yapmazlar. örneğe göre iyi, örneğe göre kötü, giderek örneğe göre uçarı olmakta devam ederlerse, yaşamaktan kesilirler, roman da cansız düşer. roman kahramanı yaşamak zorundadır, yoksa bir hiçtir." agy

    "canlı olmak, canlı insan olmak, canlı bütün insan olmak: sorun bu işte. en iyi örnekleriyle, roman, olağanüstü bir biçimde yardım edebilir size. yaşarken ölü bir insan olmamanıza yardım edebilir. bunca kişi ölü dolaşıyor ortalıkta bugün, birçoğu leştir ancak, sokakta olsun evde olsun: bunca kadın düpedüz ölüdür. notalarının yarısı susmuş bir piyano gibi." agy

    "insan bir neden-sonuç makinesi değildir. bunu bir kez kafamızdan söküp atmalıyız. insandaki neden hiçbir zaman anlayamayacağımız bir şeydir. ama varolmasına bile izin vermediğimiz için inceleyemeyeceğimiz bir garip karanlık ülke vardır. gene de her zaman içimizdedir o: bizim nedenimiz, günlerimizin de." agy

    "uslular hep uslanmamışlardan* buyruk alırlar. insan kendini uslandırmış, böylece buyurma* gücünü, kendi kendine yön verme gücünü yitirmiştir." agy

    "gerçek adem'in, gizemli "doğal adam"ın karşısında duyulan o eski yahudi korkusu bir çığlığa yükselir ruh-çözümleyicilerde*." agy

    "çünkü hiç bir coşku en yüce değildir, tek başına yaşanmaya değer değildir. bütün coşkular insan ile, insanın katkısız bağlanacağı öteki insan ya da yaratık ya da nesne arasında yaşayan bağı ortaya koymak için çalışırlar. sevgi ile nefreti, öfke ile sevecenliği de içlerine alan bütün coşkular, bir yere varan iki insan arasındaki sallantılı, daha kurulmamış dengenin ayarlanmasına katılırlar." agy

    "herhangi bir kimseyle ya da herhangi bir şeyle yeni bir bağ kurma* yolundaki her çabamızda, bir bakıma yaralanmamız kaçınılmazdır. çünkü bu, eski bağlarla bir çekişme, onların yerine yenilerini koymadır, hiç bir zaman da hoşa gitmez. (...) ayrıca iki yandan biri ötekine kesinlikle başeğerse, özveri diye adlandırılır bu davranış, bu da ölüm demektir. onun için, sevgisinde duran peri kızı on sekiz ay bağlılıktan sonra ölmüştür." d. h. lawrence - anka kuşu

    "aşk bağlanmasına gelince, sıkmaya başladığı an bir yana bırakılması daha iyi olur. erkeklerle kadınlar sevmek zorundadırlar demek saçmalıktır. erkeklerle kadınlar sonsuzluğa değin* birbirlerine inceden, değişken bir yolda bağlı olacaklardır; onlara herhangi bir "bağlanma" boyunduruğu vurmanın hiç de gereği yoktur. tek töre, erkeğin erkekliğinde, kadının da kadınlığında durması, aradaki bağın bütün saygı değerliğiyle kendi kendine oluşmasını beklemesidir. çünkü bu, ikisi için de yaşamın kendisidir." agy

    "çağımız aşırı ölçüde bilinçli bir çağ. çok biliyoruz, çok az duyuyoruz. (...) modern sanat kuramları gerçek resimlerin yapılmasını kökten önlemektedir. ancak birtakım açıklamalar, resim konusunda eleştirisel çıkışlar, düşünceye sığmaz yadsımalar edinirsiniz. (...) bir resim, sizin içine koyduğunuz yaşamla yaşar. hiç yaşam koymazsanız resminize - bir coşku ürpertisi, görüntü bulgulamasından doğan bir kıvanç, bir kendinden geçiş koymazsanız - ölüdür o resim, birçok başka resimler gibi, istediğince titiz, bilimsel bir yöntemle çalışmış olun, ölüdür." agy

    "bir sanatçı utanmaz bir adam olabilir, toplumsal bakımdan bir alçak olabilir. ama çıplak bir kadını ya da bir çift elmayı yaşayan bir imge olarak resmedebiliyorsa, ruhça arıdır, onundur göklerin ülkesi. bütün sanatların başlangıcı budur, görsel sanatların, yazınsal sanatın, müziğin: ruhça arılık. iyilikle aynı şey değildir bu. çok daha güç, tanrısala çok daha yakındır. tanrısal, yalnız iyi olmakla kalmaz, her şeydir." agy

    "ama hep yanlış ele alınmıştır sanat. sanki bilimmiş gibi ele alınmıştır. toplumbilimsel olan on buyruk* öyküsü bir yana, bir din biçimidir sanat. sanat eşsiz ölçüde ince bir sezinleme, bir bağdaştırma biçimidir - birleşmeyi, nesne ile bir olmayı* erek tutar. ama büyük bağdaşma bir sevinç midir? - çünkü sanatı hiç bir zaman bir sevinç biçiminden başka bir şey olarak göremiyorum ben." d. h. lawrence - anka kuşu

    (ilk giri tarihi: 30.11.2017)

    (bkz: zümrüdanka), phoenix, pavlonya
    (bkz: duygan/@ibisile)
    (bkz: beytanya/@ibisile)
    (bkz: bir adam yaratamamak/@ibisile)
27 entry daha
hesabın var mı? giriş yap