• ülkemizdeki, "gözaltında kaybedilme" vakalarından sadece birisi. şu anda gözaltına alınıp da bir daha haber alınamayan vatandaşlarımızın sayısı, kürt olsun ya da olmasın, 1000'e yaklaşmış durumda, bunun dışında daha aydınlatılmamış binlerce faili meçhul cinayet, failleri aramızda dolaşan yargısız infazlar ve çeşitli toplu mezar iddiaları var. geçmişin yaraları hala zihinlerimizde, hayaletleri etrafımızda dolaşıyor, ama hala susmayı, görmezden gelmeyi, daha da kötüsü düşünmemeyi tercih ediyoruz. daha binlerce murat aslan'la ilgili 1999 yılında cumartesi anneleri tarafından yazılmış bir yazı var ve hala maalasef güncelliğini ve geçerliliğini koruyor:

    ------------------------------------------------------------------------

    bütün dünyada insan hakları ihlalleri arasında sayılan "gözaltında kayıplar" kişinin güvenlik kuvvetlerince gözaltına alındıktan sonra bir daha kendisinden haber alınmaması, güvenlik kuvvetlerince yakalandığı ya da tutuklandığı halde, devletin bunu kabul etmemesi anlamına geliyor, bir başka deyişle kişinin zorla kaybedilmesi.

    türkiye "gözaltında kayıp" gerçeğiyle 1980 sonrasında karşılaştı. ilk kayıplardan hayrettin eren 21 kasım 1980'de istanbul'da güvenlik güçlerince gözaltına alındığı arkadaşları kanalıyla ailesine iletiliyor.

    eren ailesi haberi duyar duymaz o dönem gözaltı merkezi olan gayrettepe'deki emniyet müdürlüğü'ne gidiyor, kapıda oğlunun arabasını gören anne hayrettin'in gözaltında bulunduğundan emin bir şekilde yetkililerle görüşüyor, ama sonra yüzlerce ailenin duyacağı cümleyi duyuyor: "bizde yok!".

    arabanın kapıda olduğunu hatırlatıyorsa da, yanıt alamıyor, zaten sonraki gün araba da "gözaltında kayboluyor". eren ailesi seslerini duyurabilecekleri her yere ulaşmaya çalışıyorlar, sonuç değişmiyor; 18 yıldır halen hayrettin'den haber yok.

    hayrettin eren'den haber alınamadığı gibi 1980-1990 arasında istanbul, ankara, bingöl, siirt, kars, siverek ve hakkari'den 12 insan daha gözaltında kaybediliyor.

    bunlardan hüseyin morsümbül'ün 18 eylül 1980 günü bingöl merkezdeki evlerinden jandarma ve bir grup sivil tarafından alınıyor, ardından baba da gözaltına alınıyor, yoğun işkencelerden geçiriliyor.

    baba gözaltındayken oğlunun oradan kaçtığını etraftaki görevlilerin konuşmalarından öğreniyor ki, daha sonra bunu şöyle açıklıyor: "orası öyle bir yer ki, değil bir insanın bir kuşun kaçması bile mümkün değil."

    1990'lar: ohal

    gözaltında kayıplar 1990 yılı ile birlikte her gelen yılla birlikte, çoğu da olağanüstü hal bölgesi'nden (ohal) olmak üzere artış gösteriyor. insan hakları derneği'ne (ihd) yapılan resmi başvurularda bugün gelinen noktada 543 gibi bir sayıya ulaşıyor.

    ihd özellikle ohal bölgesinde kayıp yakınlarının hepsinin resmi başvuruda bulunamadıkları gerekçesiyle rakamların ülkedeki gerçek gözaltında kayıp sayısını tam olarak yansıtmadığını düşünüyor.

    son 8 yılda kayıp yakınlarının başvurularına göre ihd ve çeşitli kuruluşların çalışmaları çerçevesinde 520 olan gözaltında kayıplar yıl yıl şöyle bir seyir izliyor:

    1991 - 4, 1992 - 8, 1993 - 36, 1994 - 229, 1995 - 121, 1996 - 68, 1997 - 45, 1998 -9

    burada, özellikle 1994 yılındaki gözaltındaki kayıplarda hızlı artışa dikkat çekmek gerekiyor, bir anlamda 1992-1993 yıllarında ohal bölgesindeki "faili meçhul cinayetler"in yerini 1994'de gözaltında kayıplar alıyor.

    1995 sonrasındaki verilerde ihd başta olmak üzere, 27 mayıs 1995'de başlayan cumartesi annelerinin galatasaray basın açıklamaları ile birlikte içte ve dışta gözaltında kayıplara karşı verilen mücadelenin etkisi görülüyor.

    21 mart 1995 günü hasan ocak'ın istanbul'da gözaltına alınıp kaybedilmesi olayı ailesi başta olmak üzere insan hakları savunucularının yoğun arama mücadelesi türkiye'nin belleğine kazıldı.

    artık insanlar hızla bu ülkede "gözaltında kayıp" ihlalinin de yaşandığını duymaya başladılar. ocak'ın işkenceyle öldürülmüş bedeni kaybedilmesinden 55 gün sonra kimsesizler mezarlığında bulundu.

    devlet ocak olayında suskun kalmayı yeğledi. oysa, devlet ocak'ın gözaltından 5 gün sonra beykoz ormanlarında köylülerin bulduğu ölü beden istanbul adli tıp morguna nakledilmişti. aynı anda hasan ocak'ın resimleri hem devletin adli tıp'ında vardı, hem de sokaklarda "hasan nerede" diye sorulurken dolaştırılıyordu.

    örnekleri çoğaltmak mümkün, sözgelimi kenan bilgin bir başka 12 eylül'de, 1994'de ankara'da otobüs durağında gözaltına alındı. alındı, çünkü onu ankara emniyet müdürlüğü terörle mücadele şubesinde görenler var, içlerinde avukatların da bulunduğu bu tanıklar kenan bilgin'i gördükleri doğrultusunda ifade de verdiler.

    onun "22 gündür buradayım, beni kaybedecekler" diye hücresinden haykıran sesini dışarı taşıdılar. tanıklı ve kanıtlı gözaltında kaybedilmeye karşı ailenin devlete yaptığı bütün başvurular gene aynı yanıtı aldı: "bizde yok!"

    nazım gülmez, 61 yaşında. 14 ekim 1994 günü askerler gülmez'in yaşadığı tunceli hozat taşıtlı köyüne geliyor. köyde yapılan aramada nazım gülmez üç köylüyle birlikte alınıp götürülüyor. daha sonra 3 köylü serbest bırakılıyor, gülmez'den ise bir daha haber alınamıyor. gözaltına alınanlar, muhtar ve bütün köylülerin gözü önünde yaşanan gözaltından sonra devletin yanıtı gene aynı: "bizde yok!"

    mehmet özdemir, 44 yaşında, 29 aralık 1997 günü diyarbakır hayvan pazarında insanların gözü önünde çevrenin sivil polis olarak bildiği telsizli kişilerce gözaltına alınıyor.

    avukatın ilk başvurularında özdemir'in gözaltında olduğu kabul edilince aile rahatlıyor, ancak daha sonra sağlığını sormak üzere emniyet müdürlüğü'ne giden avukata bu kez gene bildik yanıt tekrarlanıyor: "bizde yok!"

    verilen rakamlarla örnekleri çoğaltmak mümkün, son olarak 20 yaşındaki murat yıldız'ın nasıl kaybedildiğini oğlunu o günden bu yana kayıp yakınlarıyla birlikte arayan anne hanife yıldız anlatıyor:

    "oğlum adli bir nedenle aranıyordu, onu bir avukatla birlikte kendim bornova polis karakolu'na teslim ettim. oğlumu tekrar sormaya gittiğimde silah göstermek üzere feribotla istanbul'a giderken murat'ın kendini denize attığını söylediler. inanmıyorum."

    gözaltında kayıp iddiaları ulusal ve uluslararası platformlarda, yerli ve yabancı gazete, radyo ve televizyonlarda, türkiye büyük millet meclisi'nde, ulusal ve ulusalüstü yargıya konu oluyor.

    cumartesi anneleri

    kayıp yakınları mahallelerindeki, köylerindeki karakollardan başlayarak her kademede oğullarını, kızlarını, sevdiklerinin akıbetini öğrenmek için resmi başvurular yapıyorlar.

    devlet kayıpların en azından her hafta gündeme getirildiği galatasaray'da kayıp yakınlarına ve gözaltında insanların kaybedilmesine karşı olan insanları döverek, yerlerde sürükleyerek, yaşlı, genç, çocuk, kadın erkek ayrımı yapmaksızın ilgili ilgisiz beyoğlu'ndan geçenleri gözaltına alarak yanıt veriyor.

    oysa asıl görevleri bu değil. asıl görevleri kayıp kişileri araştırmak ki yasalar da bunu gerektiriyor.

    cumartesi anneleri/cumartesi insanları 27 mayıs 1995 gününden başlayarak istanbul, istiklal caddesinde galatasaray lisesi önünde her cumartesi saat 12:00'de, "kayıplar akıbeti açıklansın, sorumlular ortaya çıkarılarak yargılansın ve kayıplar son bulsun" talebiyle basın açıklaması yaptılar, yapmaya çalıştılar.

    yapmaya çalıştılar, diyoruz; çünkü, 15 ağustos 1998'de 170. haftada başlayan engellemelerin 30 hafta sürmesi üzerine cumartesi anneleri/cumartesi insanları 200. haftada, yani 13 mart 1999'da, sürekli gözaltı, kötü muamele ve dayaktan güvenlik kuvvetlerinin biber gazı kullanmalarına varan engellemeler karşısında galatasaray'a ara verdiler.

    kayıp mücadelesi sürüyor. türkiye'de gözaltında kaybedilenlerin yakınlarının ve kayıplara karşı mücadele veren insan hakları savunucularının ne istedikleri belli: devlet gözaltında kayıpları bulsun, sorumluları yargılasın, artık bu ülkede hiç kimsenin gözaltında kaybolmamasını sağlasın.
    --------------------------------------------------------------------------------------------

    http://www.bianet.org/2005/02/02/53545.htm
  • bianet in belirttiği üzre uzayıp giden bir listenin isimlerinden yanlızca biridir. abdulkadir aygan ın verdiği liste aşagıdaki gibi iken onun veya başkalarının vermediği listedeki isimlerin kaç sayfa olacagı da şahsımca merak konusudur. ne kadar kolay gelir söylemesi, yazması, okuması ölüm hakkında. beynimizde rutinleşmiş olan ölüm kelimesinin ciddiyetini anlatmak yanlızca kelimeleri kullanarak imkansıza yakın. lakin dogru olanın farkındalığı ve empati ile durumun vehameti kavramaya çalışmak tek yol gibi.

    [abdulkadir aygan'ın jitem tarafından kaçırılıp öldürüldüğünü söylediği 29 kişinin isimleri şöyle: kürt yazar-gazeteci musa anter, hep diyarbakır il başkanı vedat aydın, musa toprak, mehmet şen, talat akyıldız, zahit turan, necati aydın, ramazan keskin, mehmet ay, murat aslan, idris yıldırım, servet aslan, sıddık yetmez, edip aksoy, ahmet ceylan, şahabettin latifeci, abdülkadir çelikbilek, mehmet salih dönen ve ismi öğrenilmeyen amcası, ihsan haran, fethi yıldırım, abdülkerim ve zana zoğurlu, melle izzettin ve ismi öğrenilemeyen şoförü, hakkı kaya, harbi arman, fikri özgen ve muhsin göl. (ys)]

    ne mutlu ki murat aslan ın babası en azından kemiklerini bulmuştur oğlunun. binlerce değişkenli bir denklemin çözümsüz görünen labirentlerinde anlamlandırmaya çalıştıgımız bir insanlık ayıbının kalın çizgilerle görünen yüzünden bir parça sadece bu insanın ölümü. bilinmezlik kuyusundan su çekmedikçe ve çektiğimiz çamur karışımı sıvı genzimi yakmadıkca gelecek her zaman daha kötü olmaya meyilli kalacaktır.
  • time'in en onemli 100 adam anketinde builders and titans (ureticiler, titanlar) listesinde 7. sirada bulunan kisi. vehbi koc'un iki sira altinda gorunen bu kisinin kim oldugunu inanin bilemiyorum. goz altinda kaybolmus birisi icin fazla iddiali bir alan degil mi?

    http://www.time.com/time/time100/time100poll.html
  • (bkz: murat arslan)
  • maskeli beşler kıbrıs filminin senaristi ve yönetmeni.
  • kötü filmlerin kötü yönetmeni, şöyle bir mailde de adı geçmekte...

    8 saat iş, 8 saat uyku, 8 saat canimiz ne isterse!

    kostüm tasarımlarını yaptığım avşar film'in yapımcı, murat aslan'ın yönetmen, tolgay ziyal'ın yardımcı yönetmen olduğu türkler çıldırmış olmalı "afrika" isimli sinema filminde, çalışma saatlerinin, dinlenme saatlerine oranla uzunluğundan memnuniyetsizliğimi dile getirmek için ekibime bir buçuk saat geç hareket saati vermemden ötürü 8 eylül çarşamba günü iki asistanımla birlikte işten çıkarıldım. ekibim adına verdiğim karara ekibiyle birlikte katılan makyaj sanatçısı arzu yurter ve iki asistanı da işinden oldu.

    20 temmuz'da hazırlığına başladığımız filmin ilk gününden itibaren sigortalarımız yapıldı. yol, yemek giderlerimiz eksiksiz karşılandı. sette her daim ambulans bulunmakta ve yemekler düzgün verilmekteydi.
    hazırlık dahil ilk haftamızdan itibaren haftalıklarımız aksatılmadan ödendi. ancak, en kısa iş günü süremiz 12 saatin altına düşmedi. arka arkaya 18-20-21 saatler çalıştık. üstelik set paydos saati ve ertesi gün set saati arasına 9 saat ara konmaktaydı.

    kalabalık figürasyonla çalışılan gece harici sahnelerin toplanması ve servislerin hareketi paydostan yaklaşık 2 saat sonraya, en uzak noktada oturan asistanımın eve varışı servis hareketinden yine yaklaşık 2 saat sonraya tekabül etmekteydi. kaba hesapla 4 saat uykuyla ard arda çalışılan günlerin ardından hareket saatlerini veren ve 10 saat çalıştıktan sonra seti terkeden yrd. yön. tolgay ziyal'la konuşuldu.

    son 9 saatlik ara ricasına da evet dediğimiz gün, yine kendisi setten ayrılmış iken 7 saat sonraya hareket verildi. bu durumun artık dayanılmaz hale geldiğine dair yaptığımız konuşmanın ardından, yapım koordinatörü "yarın gelin konuşalım" dedi. bu üçüncü gecedir duyduğumuz "yarın gel konuşalım" cümlesiydi.

    başka bir çözüm aklıma gelmedi çareyi ekibime kendim hareket vermekte buldum. yrd. yön.in bize tahahhüt ettiği 9 saati hesaplayıp ekipten bir buçuk saat sonrasına hareket verdim.

    sette yaptığım duyurunun ardından makyaj ekibi de bu harekete katılacağını açıkladı. ertesi gün gecikmeli olarak mekana vardığımızda setin akışını aksatmadan işe başladık.

    ancak bir sonraki gün "tavrınız affedilirse ekibin geri kalanı da bu ve benzeri tavırlar sergileyebilir, işin çekim süresi sarkabilir" açıklamasının ardından işimize son verildi.

    avşar film "işten çıkarılmanız bizim tercihimiz değildir" açıklamasını yaptı.

    işin uygulayıcı yapımcılığını yapan mass media "son ana kadar işten çıkarılmanızı engellemek için elimizden geleni yaptık ama karar bizi aşıyor" dedi.

    şimdi geriye kim kalıyor. işin senaristi de olan yönetmen murat aslan ve ekibi.

    sinema kollektif bir iştir. adı geçen yönetmen ve ekibi bu bilincin çok dışında bir anlayışıyla, ustaca kurulmuş ve büyük bir uyum içinde üstelik hiç bir işi aksatmadan, eksiksiz yerine getirerek çalışan profesyonel bir ekibin önemli iki parçasını egoları yüzünden iş dışında bırakmayı tercih etmiştir.

    eser sahibi olmak, sinemada telif açısından önemli bir husustur. ancak eseri meydana getiren unsurlar olmadan eserin tek başına hiç bir kıymeti yoktur.

    bu unsurlardan sanat bölümü ve içinde çalışan kostüm, dekor, makyaj ve kuaför alanları serbest çalışanlar olarak yaşanan en ufak sorunda harcanması en kolay alanlardır.

    teknik ekip olarak tabir edebileceğimiz görüntü, işık, set ve ses şirketleşmiş alanlar olup imzaladıkları sözleşmelerle bulundukları yeri daha sağlam olarak korumaktadırlar.

    söz konusu işte eser sahibi yönetmen ile yapımcı arasında nasıl bir sözleşme vardır bilemem. ancak iş yasasının ön gördüğü kurallar çerçevesinde " haksız fesih ve 45 saat iş günü aşımı " üzerinden ekibim ile birlikte uğradığım haksızlığın arkasını aramakta kararlıyım.

    hale işsever
  • mengen anadolu aşçılık meslek lisesi mezunlarından çok çok değerli bir şef.
    şu an big chefslerin mutfakgenel koordinatörü. örnek aşçı...

    farkındalık için umbertoya teşekkürler.
  • maliye milli piyangodan galatasaray'a transfer olmuş bir voleybolcudur aynı zamanda.
  • abdülkadir aygan, kendisinin öldürülüp cesedinin yakılmasını şöyle anlatmıştır:

    "murat aslan isimli şahıs, yenişehir semtinde, yani diyarbakır belediyesi civarında alınarak aynı yöntemle -abdülkerim kırca bizzat vardı o sırada- zorla sivil toros arabaya bindirildi ve jitem'e getirildi. daha sonra silopi jitem istihbarat tim komutanlığı'na götürüldü. burada işkenceyle sorgulandıktan sonra dicle nehri'nin kenarındaki bir dereye götürüldü. derede öldürülerek üzerine benzin döküldü ve yakıldı. bu dere körtük köyünün karşısına düşen bir dere idi."

    e. mavioğlu & a. şık, kırk katır kırk satır cilt 1, 2010, s.70

    ayrıca (bkz: abdülkadir aygan/@shelbyl)
  • şu videonun ilk 1:15'lik bölümünde nasıl bir karakter olduğunu göstermiştir.

    başköşede kasılmaktan neredeyse ortadan ikiye bölünecekken*, şafak sezer yoksulluk anılarını gocunmadan anlatınca bir anda anlamsızca afallamıştır.
    kendisi ne tanırım ne bilirim. şafak sezer'i izlerken ilk defa gördüm.
hesabın var mı? giriş yap