• nevzuhur özgürlükçü islamcı kızımız. özgürlükçü dediysek evrensel özgürlük anlamında değil haaa. aman yanlış anlama olmasın. zira:

    "ayrıca bireyi yücelten bir söylemimiz de hiç olmadı. eğer dikkat buyurursanız bildirinin adalet vurgusu yapan bir hadisle bittiğini görürsünüz. hadisle bitirmemizin sebebi ise liberteryen bir yerden değil, islami adalet anlayışı çerçevesinde özgürlük taleplerini savunduğumuzu vurgulamak içindi."

    buyurmuş kendisi.

    baştan alalım. bu hanımkızımız, birkaç arkadaşı ile, basortululerden herkese ozgurluk bildirisi diye bir metinle çıktı karşımıza. herkese ayrım göstermeden özgürlük istiyorlarmış, türbana özgürlük falan filan. merak eden metni okur. bu metin ortaya çıktıktan sonra tartışıldı haliyle. yeni şafak'tan akif emre ağabeylerinden de zılgıtı yediler. işte zılgıtı yiyince kaleme sarılıp ağabeyine bir mektup yazmış. ama ne mektup. escinsel feminist siyaseti yatak odasi siyasetidir başlığında inceledim ama evrensel özgürlük talepleriyle uyuşmayan, ilk bildiri ile karşılaştırıldığında buram buram samimiyetsizlik kokan bu mektup'tan bir kaç cümleyi almak istiyorum buraya:

    "yazınızda “eşcinsel haklarını savunmaya kadar varan talepleri” derken bizi yanlış anladığınızı gördüm ve hatanızı düzeltmek istedim. sabah ve radikal gazetelerine verdiğimiz röportajda çok sarih bir biçimde eşcinsel siyasetine karşı olduğumuzu vurguladık fakat..."

    " size sormak isterim: islam'la tanışmamış insanların önce tekme tokatla mı tanışmaları gerekiyor?"

    "ayrıca feminist ve eşcinsel hareketler ile arama sadece “sen günahkarsın” deyip duvar örmek yerine onlarla konuşmayı, tebliğ ve temsil etmeyi seçiyorum çünkü bu insanların din konusundaki cehaletlerini görmeye ihtiyaçları var ve şu ana kadar çok güzel sonuçlar aldık elhamdülillah."

    "şunu çok açıkça ifade ettik: eşcinsel ve feminist siyaset(ler)i bir yatak odası siyasetidir ve bizatihi pornografiktir. kendi karşı çıktığı siyasal mekanizmaları fazlasıyla yeniden üretir, zulümdür. sonuçta çok olumlu tepkiler aldık hatta bazı eşcinsel arkadaşların görüşlerimizi onayladığını farkettik."

    "eğer sizi eşcinsellere yönelik şiddet politikasını eleştirmemiz rahatsız ettiyse şu kadarını söyleyeyim. türkiye'de eşcinsellere yönelik sarih bir dini temsil ve tebliğ yok. bu insanların ya islam'la hiçbir bağları olmamış ya da çok travmatik bir dini geçmişleri olmuş. bu yüzden daha tebliğ ve temsil evresi gerçekleşmeden direkt polis şiddetine maruz kalmalarını tasvip etmem mümkün değil."

    işte böyle ifadeler. yatak odası siyaseti, pornografik, travmatik dini geçmiş, cehalet hele hele pişkince "tebliğ ve temsil evresi gerçekleşmeden direkt polis şiddetine maruz kalmalarını tasvip etmem mümkün değil" ifadesi. bunu türkçe ve kendini ifade yetersizliğine vermek istiyorum. ne demek tebliğ ve temsil evresi gerçekleşmeden direkt polis şiddetine maruz kalmalarını tasvip etmemek? amasız, kayıtsız, şartsız şiddete karşı olmak esas olmalı. haliyle bu mektup pek çok insanda hayalkırıklığı yarattı. samimiyet şüphelerini haklı çıkardı. beyinde tortulaşmış dogmalar olduğu müddetçe ne kadar "gibi, mış gibi" yapsalar da illa bir noktada açık verdiklerini cümle aleme gösterdiler. hanımefendi islami adalet anlayışı çerçevesinde özgürlük taleplerini savunuyormuş. en özgürlükçüleri böyleyse varın gerisini siz düşünün.

    işte bildiri ile inşa etmeye çalıştıkları imajı devam ettiremeyip abilerine yazdığı mektupla ne olduğunu ifşa edince kamuoyunda tepki gördü doğal olarak. bu defa da yine klavyeye sarılıp tornistan etmeye çalışmış mektup ile bildiri arasındaki fay hattını. bir açıklama yapmış, birine mail atmış. açıklamaya ve maile bakıyorum, demagojinin dibine vurulmuş, şeklen çok şey söyleyip muhteva olarak kof bir metin ortaya koymuş lafı uzattıkça başka açıklar da vermiş. şimdi de onları irdelemek istiyorum biraz.

    açıklamasında ele avuca gelir bir şey yok. mektuptaki "islami adalet anlayışı çerçevesindeki özgürlük talebi" konusunu es geçmiş. oysa ki temel bir konu. konu özgürlükse baştan özgürlük algısında sorun var. "tebliğ olmadan şiddet olmaz" anlamına gelecek bozuk ifadesine bir açıklama yok. kendini çok önemser tarzda rehabiliteden bahsetmiş. bu da psikolojisine dair done verir bir şey. hanımefendi diyor ki

    "ama ben aynen devam edicem cunku su an degerini anlamasalar da benim escinseller, feministler, liberaller, marxistlerden once musluman camia icinde "rehabilite" etmem gereken cok fazla insan var "

    e sen kimsin? bu ne cürettir? acaba hangi psikolojik gelişim sürecinden geçerek bu insanları rehabilite etmeyi hak görme, onları küçümseme, hasta gibi konumlama had bilmezliğine düçar oldun?

    şimdi arkadaşına yolladığı cevaba geliyoruz. bence facia. iyice karıştırmış, satıraralarında zihniyetini ele vermiş. akif emre'nin mektubu kamusallaştırmasına takmış. ne yani? gizli saklı bir şey mi konuşuyorsun? eşcinsel siyasete yakıştırdığın gibi yatak odası muhabbeti mi yapıyorsun da kamusallaştılmasını diline doluyorsun? ki mektupta öyle bir şey yok. kol kırılır yen içinde kalacak mantığı mı bu? aranızda gizli gizli haberleşip kamuoyuna uygun gördüğünüz metinleri mi vereceksiniz? takiyye ne sahi?

    "ben bir musluman olarak escinselligin kamusallasmasini istemiyorum ama ben ayni zamanda yatak odasina dair olan hicbir seyin de kamusallasmasini istemiyorum. mesela pedofilinin, ayak fetislerinin yada heteroseksuelligin.. benim icin her biri -hollandadaki pedofili partisinde oldugu gibi- yatak odasi siyasetidir. "

    eşcinsellik? pedofili? kamusallaştırmadan kastın ne? eşcinseller ya da heteroseksüellerin aleni sevişmeleri mi? bir de cinsel kimlikler akla hemen emme gömmeyi mi getiriyor? vakti zamanında doğu perinçek'in eşcinsellik hakkında bir iddiası olmuştu. erkek fareleri travmaya tabi tutmuşlar, fareler eşcinsel davranışlara yönelmişler. işte eşcinsellik hastalıkmış. yıldırım türker de ayarı vermişti. eşcinsellik deyince aklına sadece o iş geliyor diye. hanım kızımız sosyolog ama biyolojik, felsefi, sosyolojik, varoluşsal, kimliksel özellikleri üzerine kafa yormadan "eşcinsellik siyaseti pornografiktir" diye bir tekerleme ezberlemiş terennüm edip duruyor. dogmatik bir ezber gibi duruyor. eşinsellik siyaseti ne? nasıl pornografikleşiyor? bu konuda bir tez yok. "devlet bizi sadece eşcinsel görsün talebi" de ne ola ki? var mı böyle talep? kim bulunuyor bu talepte? sakın siz öyle tahayyül edip, varmış gibi bunun üzerinden kendinizi haklı çıkaracağınızı sanıyor olmayasınız?

    uyulması gereken tesettür sınırları. evet özgürlük. müslümanın homofobik olması teorik olarak imkansızmış. kendisi lezbiyen olma potansiyeli taşıyor olabilirmiş. islama göre yorumluyormuş. batıda öyle değilmiş. allah allah kaç bilimsel araştırma ile ortaya çıkmış bu acaba?

    "mesela ben iddia edebilirim ki feminist ve queer teoriyi senden iyi biliyorumdur"

    vay vay vay. açıklamada da insanları rehabilite etmeye devam edeceğinden bahsediyordu. vay be sayın seyirciler muhteşem bir vaka ile karşı karşıyayız. bu temelsiz özgüven makul bir şey değil hilal hanım. titreyin ve kendinize gelin.

    çok hukuklu seküler sistem idealmiş. hadi dilin varsa "medine vesikası" diyeceksin de, onu bir tarafa bırakalım hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi, modern hukuk bilmeden ya da söyleminin altını doldurmadan bir zamanlar islamcıların ağzına pelesenk olmuş bu "herkese kendi hukuku" söylemini hala dillendirenler olduğunu görmek de ilginç oldu.

    "son olarak, basortusu yasagi da devletin mahrem olana girme politikasinin bir urunu degil mi? bazi kadinlar saclarini da ucutlarinin diger yanlari gibi mahrem sayiyor ve devlet de onlara "soyun" demiyor mu?"

    hımm türbanı çıkarmak ve soyunmak. e geçenlerde cüneyt zapsu'nun ettiği "turbanini cikar demek donunu cikar demek" lafı ile ne farkı var bunun? değişmiyor. algı kodlarınız, bakış açınız benzer. acaba kamuya açılmayan mesaj ve mektuplarınızda neler neler diyorsunuz?

    işte böyle sayın sözlük. huzurlarınızda özgürlükçü hanımkızımız. "herkese özgürlük" ambalajı altında mektup ve mesajlarda ortaya çıkan zihniyet.

    kaynakça
    http://yenisafak.com.tr/…azarlar/?i=9533&y=akifemre
    http://yenisafak.com.tr/…azarlar/?i=9565&y=akifemre
    (bkz: #12829596)
  • kocası ile birlikte ortadoğu ve balkanların ennn sivil organizasyonu olan genç siviller grubunun üyesiymişler. kendileriyle röportaj yapılmış. bu röportajdan öğrendiğime göre türkiye’deki bir kesim, başörtülü doktorlarlar erkek hasta muayene etsin, adamın illa ki sırtını görsün diye yırtınıyormuş.

    tamamı burda http://www.medyapazari.com/content/view/7275/34/
  • fi tarihinde demokratik toplum partisi (dtp) ile ilgilli bir yazısını okumuştum, kendisi de bu sıralar gündeme getiriyor. şu satırlar oldukça dikkat çekici:

    "türkiye'de siyasal-söylemsel alana hakim olan şey tam bir takiyye kültürüdür. bu kültürün itirafla ilişkisi de takiyye üzerinden kendini gerçekleştirmektedir. katolik inancından türeyen itirafın mantığında kişinin gerçekten işlemiş olduğu bir günahı/suçu itiraf etmesi beklenir ki kişi affedilsin/aklansın ve yoluna meşru/kabul görmüş bir kul olarak devam edebilsin. ne var ki bu mantık, türkiye'de siyasal özne olmak isteyenlerden beklenen itiraf mantığıyla taban tabana zıttır: 'inandığını değil, benim senden inanmanı istediğimi söyle'. yani devletin beklentileri dahilinde resmi ideolojiyi tanıyarak ve dolayısıyla onun disipline edici mekanizmalarından 'başarıyla' geçip ona tabi olarak siyasal öznelik pozisyonunun kazanılabildiği bir durumdan bahsediyoruz ki bu özneliğin artık ne kadar 'öznel' olduğu da fevkalade tartışmalıdır. yani itiraf ederek içini dökenin itiraf ettikten sonraki süreçte kendine ait ne kadar 'içi' kaldığı da meçhuldür.

    mezkur sorgulanabilir öznellik en güzel örneğini, 2002'de 'değiştim' itirafıyla başlayan süreçle beraber kurulan ak parti'nin 'merkez' partisi olma yoluna girmesiyle bulur. bu manada, dinamiklerini anlatmaya çabaladığım itiraf kültüründen en çok çekmiş olan, itiraf edenin düştüğü nesne pozisyonunun getirdiği acziyetten dolayı tüm itiraflarına rağmen seküler muhataplarını ikna edememiş olan iktidar partisinin, dtp'yi en çok itirafa zorlayan parti olması da manidardır. iktidar partisi sıfatıyla ilk görevi siyasal alanı tüm temsil biçimlerine açık tutarak siyasal müzakere ve münazara ortamını canlı tutmak olan ak parti'nin 'muhatabım değil' yada 'sözün bittiği yer' gibi klişeleşmiş söylemlere başvurması kendilerinin de -feyz alacak bir 'iç'lerinin kalmaması dolayısıyla- akıntıyla savrularak tutarlı ve adil bir siyaset sergileyememelerinin tezahürleridir. halbuki bu hamasi söylemlere başvurulmadan da dtp ile beraber iş yapılabilir ve bu suretle teröre karşı daha fazla zemin kazanılabilecekken mezkur itirafa zorlama mekanizması işletilmeyebilirdi.

    sonuç olarak, türkiye'de siyasal-söylemsel alan takiyye ve itirafın birleştiği bir ufukta kendini kurmaktadır. söz konusu alana girebilme de bu takiyyeci itiraf kültürüne ne kadar angaje olabildiğiniz ve bu manada kendinizi ne kadar 'özneleştirdiğinizle' yakından alakalıdır. gündelik siyasi amaçlara ulaşmak ve/veya siyasal imajını korumak için dtp'yi baskıcı bir biçimde itirafa zorlayanlar için de esas sorgulanması gereken kendini icbar eden ve münakaşaya hiçbir surette yer bırakmayan bu küstah siyasal ufkun zorbalığı olmalıdır."[1]

    açıkladığı çerçeve açısından "helal" demiştim ama artık demiyorum. bu satırları yazanın türbanı varmış! şok oldum. bu yüzden, hemen davranıp bir okuma yapmak istedim ama asc durdurdu beni: "bir kadını türban açısından değerlendirmek ayrımcılığa kadar varır. ayrıca, öne sürdüğü tezlerin siyasetteki yeri hakkında veri toplayıp iyi ya da kötü bir analize tabi tutmaksızın niyet okuması yapmak ve alaya almak etik bir davranış değildir. aslonan bizzat o 'siyaset' arenasında mücadeledir"

    ya bu adam saçmalıyor işte böyle bazen, n'aparsın. örneğin şöyle, (bkz: söz konusu özgürlükse hiçbir şey teferruat değil/@asc)

    [1] hilal kaplan, "dtp neyi itiraf etsin?", yeni şafak, 27 ekim 2007
    http://yenisafak.com.tr/…?t=27.10.2007&c=12&i=76118
  • taraf'ın başı sarılıp sarmalanmışlar kontenjanından yeni yazarı. entelektüel, demograt, sivil toplumcu, ayrımcılığa karşı süper ötesi muhterem bir bacı. sağlam bir ethikası vardır. hele hele herkese karşı çok saygılı ve ayrımcılığa kökten karşıdır. yersen. (bkz: eşcinsel feminist siyaseti yatak odası siyasetidir)

    yakışır taraf'a!!!
  • 14 ekim tarihli yazısında gayet tutarsız ve anlamsız cümlelerle tarafını yine ve yeniden ortaya koymuş hanım.

    genelkurmay'ı açıklamaları ve tarihini savunması yüzünden siyaset yapmakla suçlayan ( ki bu tartışılır evet), ama başka bir taraftan yine siyasetle uzaktan yakından alakası olmaması gereken diyaneti de sessiz kalmakla suçlayabilmiş, bunun ayrımcılığı meşru algılamaya destek verdiğini bile söyleyebilmiştir.

    aslı gerçekten arapça olan "şehitlik" makamının zamanla türkçede edindiği anlamdan rahatsızlık duyduğunu belirtmiş. yani şehitlik dini için savaşıp ölen insanlara verilen sıfattır. insanın hemen aklından "yazık ya.. 20-21 yaşında sistemin kötülüğü yüzünden hayatını kaybeden o kadar mehmetçik ve aileleri o makamla gurur duyarlarken, ellerinde sadece o makamın yüceliği ( yüce dedim evet!) kalmışken, kelimenin kökeni üzerinden siyasi mesaj vermek ne kadar kötüdür." geçer ama sayın yazarımızın bir sonraki cümlesi aynen şudur:

    "bir ailenin askerlik yaparken öldürülen oğlunu şehit olarak görmesi ve cenazesine böyle muamele etmesi gayet anlaşılır bir durumdur"

    e o zaman neyin savaşını veriyosun? dersin içinden..

    başörtülü kadınların eğitim hakkını elinden alan laikliğin teminatı olan genelkurmay'ın islami bir makamı suistimal etmesine bağlar konusu sayın yazarımız.

    allah aşkına, ailelerin ölen oğullarını şehit görmesi anlaşılır, ordunun bu mehmetçiklere şehit demesi mi anlaşılmaz? ayrıca konunun orda başörtülü kadınlar ve eğitim haklarıyla ne alakası var? o ayrı bir konu değil mi? her konunun içine bu konuyu sıkıştırabilmek nasıl bir hırsın eseridir?

    neymiş efendim şehitlik makamının kökeni, gerçek anlamı islamiymiş..
    o zaman yazar kelimesinin de gerçek anlamına bakalım neymiş?

    "yaratıcılığını kullanarak profesyonel bir şekilde eser üreten veya farklı formatlarda çok sayıda eseri olan kişiler " vikipedi
    "bilim, edebiyat, sanat alanlarında kitap yazan veya kitap hazırlayan, bir eseri ortaya koyan ve eserin sahibi olan kimse, kalem erbabı, müellif" tdk

    ama günümüzde yazarlık makamı nasıldır? yaratıcılıktan ve çeşitlilikten uzak, özgür olmayan/olamayan, bozuk plak gibi aynı şeylerden bahsetmekten bıkmayan, oportunist bir hal almıştır..

    aslında yazılacak daha çok şey var da, ben bir konuda merakımı belirtip bitirmek istiyorum. aklıselim bir okur, ideolojisini paylaşsa bile bu kadar taraf olmuş bir yazarın objektif olmasını bekleyerek okuyamaz. sadece birisi egosunu şişirmek için yazar, birileri de aynen o sebeple okur. bundan ötesi olmaz, olamaz.
  • mahcupyan- sancar polemiği hakkındaki yazısında, mahcupyan'a "hoca" diye hitap etmiş, sancar'a ise soyadıyla... halbuki "hoca" olan mithat sancar'dır. mahcupyan, gazetecidir..

    anlaşılan, mahcupyan iyi yazıyor. ama herkese de kibir bulaştırıyor..
  • ben bu kadını şöyle bi bağrıma basmak, canımm canımm diye yanaklarını okşamak filan istiyorum. kafası karışık bu kadının, kıyamam. bana hep kedimi hatırlatıyor, evet evet bildiğin kedi. zamanında kumunu değiştirmiştim, böyle kokmayan bulaşmayan kristal kedi kumu denen şeyden almıştım, garibim bi şaşırmış, böyle kafası karışmış gibi 'mik miv napam ben buna oynasam mı sıçsam mı bilemedim' der gibi yüzüme bakmıştı. kedilerin şu meşhur son dediğini anlamadım bakışı var ya, ondan işte. işte bu kaplan hatun da sanki yazdığı her satır arasından ööle anlamadım ki ben napam der gibi bakıyo melul melul. genç siviller, pornografik feministler, tebliğden sonra dövülmesi gereken eşcinseller filan. pek tatlı. en son nihal bengisu karaca'ya geçirmek istemiş nuray mert üzerinden. buyurmuş ki; entellektüel bir semt adı değildir. offfff tüylerim tiken tiken, o nası mübalağa sanatı o nasıl cin fikirli satır arası. ha bi de tanım yapmak lazım di mi? sivillerden kafası karışık, abilerim çemkirirse ben de kıvırırım diyeni, genç olanı. oldu mu?
  • recep tayyip erdoğan'ın ermenilerle ilgili açıklamalarının ardından facebook'una "100.000 ermeni'yi "gerekirse kovarız" diyebilen başbakan, atası saydığı paşaların 100 yıl önce 'gerekeni' yapmadığına kimi inandıracak acaba?" yazmış. helal olsun!
  • ahmet insel ve ayşe kadıoğlu'nu latent kemalistlikle suçladığı ve bu iddialı tezini temellendiremediği bir yazı yazmıştır. son paragraf ise tamamen iktidarı içselleştirmiş bir sesin yırtıcılığına sahip. yazı taraf'ta çıkmış.

    "farklı kesimlerden insanların birbirine temas etmesini önemsediğimden sivil toplum çalışmalarında genelde karma gruplarda mesai vermeye özen gösterdim. başörtülü kadınların varlığına yeni yeni alışılan bu karma gruplarda beni en çok hayal kırıklığına uğratan anti-kemalist olduğunu sandığım kişilerin islamî bir söylemin içinden konuşmaya başladığım anda takındıkları ‘latent-kemalist’ tavırları oldu.

    aslında kemalizmden ‘arınmak’ kimse için kolay değil çünkü hepimiz bir şekilde bu ideolojinin rahle-i tedrisinden geçtik. ancak sanırım özellikle islam’a karşı menfî anlamda mesafeli bir biçimde yetiştirilmiş insanların içinden geçtikleri kemalist özneleşme süreçleriyle hesaplaşması çok daha zor oluyor.

    işte bu hesaplaşamama sorunundan neşet eden söylemler, ahmet insel ve ayşe kadıoğlu gibi sol-liberal aydınların geçenlerde ertuğrul özkök tarafından ‘pâye’lendirilmesine neden oldu. hem insel hem de kadıoğlu muhtemelen bu teze karşı çıkacaklardır ama söylemlerinden örneklerle anlatmaya çalışacağım gibi iki aydınımızın kronik akp-karşıtlığının altında biraz da islamofobik tavırlarının yattığını düşünüyorum.

    hatırlarsınız 2008’de üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kalkması hakkında başlayan tartışma ortamında önce yasak karşıtı hocalar bir bildiri yayımlamışlardı. gecikmeden yasak taraftarlarının bildirisi geldi. buraya kadar her şey beklendiği gibi giderken bahsettiğim iki aydınımızın da imzacısı olduğu ve “üçüncü yolcu” diye anılan “hem özgürlük, hem laiklik” bildirisi geldi.

    bildiride üniversitelerdeki başörtüsü yasağına karşı olduklarını belirttikten sonra “bu sorunun tek başına ve hukuku zorlayan yöntemlerle gündeme getirilmesinin, ülkemizde giderek yükselmekte olan muhafazakârlaşma eğilimini ve kutuplaşmayı pekiştirmesinden kaygı duyuyoruz” deniyordu. neden “hukuku zorladığını” bir türlü anlayamadığım yasa, 411 milletvekilinin onayıyla meclis’ten geçti. ancak anayasa mahkemesi de üçüncü yolcularımıza hak vermiş olacak ki yasayı iptal etti. böylelikle meclis iradesi yargı darbesiyle feshedildi, başörtülüler okul kapılarında kaldı ama halk olarak daha fazla muhafazakârlaşmaktan ve kutuplaşmaktan korunmuş olduk. “tehlikenin farkındayız” demekten başka bir işe yaramayan bu bildiriye dair hâlen kendilerinden bir özeleştiri duymadığım için bu mevzuu hatırlatmayı gerekli gördüm.

    anlayacağınız o dönem insel’in “radikal demokrat”lığından başörtülü kadınlar pek nasiplenememişti. geçtiğimiz günlerde de insel, “akp ve destekçilerinin vesayet rejiminden gerçek bir demokrasiye geçme konusundaki zamanlamalarını sorgulamanın ertelenemez bir sorumluluk” olduğunu yazdı. yani askerî vesayetten çıkış bir gereklilik ama bunu yapan “muhafazakâr-liberal” olarak nitelediği akp olunca zamanlamasını sorgulamak şart. yani “ne olursa olsun şu ülkeye demokrasi gelsin değil”; “demokrasi gelecekse, onu da biz getirelim” temennisi gibi bir ifade.

    akp’nin muhafazakâr bir parti olduğunu ve muhafazakârlığın da savaşılması gereken bir siyaset olduğunu düşünebilirsiniz. ancak tüm bu siyasal mücadele sürerken rahat seyirci koltuğunuzdan izlerseniz, hatta yukarıda örneklendirdiğim gibi aym’nin anayasayı ihlal etmesine –istemeden de olsa- katkı verirseniz haklılığınıza ya da samimiyetinize, dahası ‘zamanlamanıza’ pek kimseyi inandıracağınızı sanmıyorum. sözüm tabii ki sadece insel’e değil çünkü türkiye solunun da bugüne kadar sürdürülen siyasal mücadele kapsamında insel’le ekseriyetle aynı paralelde olduğu ve çok da iç açıcı bir görüntü arz etmediği aşikâr.

    ayşe kadıoğlu ise özkök’ün de referans verdiği yazısında demokratları daha kadınsı ve ince bir dile çağırıyor. aslında kulağa çok hoş geliyor ama akp-karşıtlığını demokratlık olarak sunmaya gelince incelmekten bahseden kadıoğlu’nun iş başörtülülerin haklarına gelince pek de zarif bir dil kullandığı söylenemez. örneğin üniversitede başörtüsü takmayı, kanada’daki bir dinî azınlığın yanlarında dînen hançer taşıması zorunluluğuyla kıyaslaması hâlâ kulaklarımda çınlar. hançer taşımak ve başörtüsü takmak analojisindeki inceliği yeterince takdir edemiyor muyum acaba?

    ya “başörtüsü... nereye kadar?” isimli, zarafeti başlığından belli olan yazısına ne demeli? şöyle diyor kadıoğlu: “bugün nasıl 11. sınıftaki –yani olsa olsa 16 yaşında olan- bir kız çocuğunun gidip kendi kendine kürtaj yaptırması düşünülemez ise, kendi kendine başörtüsü takmaya karar vermesi de anlamlı değildir.” kürtaj-başörtüsü gibi başka bir müthiş bir analojiyi es geçerek sorayım: özkök’ün methettiği yazısında “farklı sesleri dinlemeyi bilmek gerek” diyen kadıoğlu, sizce bu yazıyı yazmadan başını örtmek isteyen bir lise öğrencisiyle konuşmuş mudur? daha önemlisi buna gerek duymuş mudur?

    uzun lafın kısası, bu ülkede bir değişim yaşanıyor ve günahıyla sevabıyla bu değişimin öncülüğünü de çoğunlukla müslümanlar yapıyor. bunu bir an önce sindirirseniz, işlenen tüm ‘günah’lara karşı beraberce mücadele etme alanını genişletmiş olursunuz. ancak önce şu demokratlık söyleminin altından açıkça görülen islamofobinizle yüzleşmeniz lazım. korkarım yüzleşmediğiniz sürece de iktidar alanını kaybetmiş, yalnızlaşmış bir zorbaya yârenlik etmeye mahkûmsunuz."
  • bu kadının sorunu, tam da yazısında geçen önemli bir noktanın ahmet insel ve sair entelektüellerce üzerine gidildiğini görememekte yatıyor. "günahıyla sevabıyla bu değişimin öncülüğünü de çoğunlukla müslümanlar yapıyor. bunu bir an önce sindirirseniz, işlenen tüm ‘günah’lara karşı beraberce mücadele etme alanını genişletmiş olursunuz" diyor ya hilal kaplan, insel de tam olarak bunu söylüyor, açsın baksın bakalım birikim'deki son yazısına.

    http://www.birikimdergisi.com/…minin sonu ve sonras

    yazı uzun, özet geç lan piç derseniz, şöyle bir parçayı aşağıya not düşeyim. işte tam da kaplan'ın görüp anlamadığı, kolaycılığa, muhatabını islamofobiyle suçlayarak indirgemeciliğe düştüğü nokta.

    "vesayet rejimine son vermeye uğraşan etkili yegane siyasal güç bugün akp. bu nedenle akp’nin vesayet rejiminden gerçek bir demokrasiye geçme konusundaki kararlılığını, hızla atılması gereken adımları nasıl zamanladığını, bu adımları nasıl ettığını veya ertelediğini, neleri nasıl yapıp neleri yapmadığını sorgulamak, demokratik bir rejime geçiş perspektifi açısından ertelenemez bir sorumluluktur."

    bunun dışında, söz konusu heyecanlı arkadaş, ahmet insel'den gerekli ayarı zaten almış durumda. (bkz: #18540827)

    ezcümle: bacım, aklın karışık, yeri geliyor akif emre'den, yeri geliyor ahmet insel'den laf yiyorsun. bence habire oturup yazmadan önce biraz soluklanıp okumaya, biraz birikim yapmaya devam et. en sonunda ali bayramoğlu da kayışı koparıp sopalayacak, hiçbir yere tutunamayacak kalacaksın, kendi kendine ak parti ak parti diye ağlayacaksın.

    son bir not: entelektüel olmak zor iştir, az biraz aktivizm kariyeriyle mümkün olmaz.
hesabın var mı? giriş yap