hesabın var mı? giriş yap

  • bir haftadır diyetisyen kontrolünde diyetteyim ve bir haftadir açım her akşam 60 dakika yürüyorum yarın kontrole gidecegim ve eger bi degisiklik olmamişsa diyetisyeni vuracağım.

    edit: 2 kilo vermişim diyetisyeni vuramadım öptüm arkadaşlar

  • "...donanma, hem fransızlarla ingilizleri bize düşman ediyor, hem savaşta bir işe yaramıyordu. faydası olmayan fakat zararı olan bir şeyi muhafaza etmek aklın icabı dışındadır. donanmayı haliç'e çektirdim ve böylece fransız ve ingilizlere, akdeniz'de kendileri ile boy ölçüşmeye niyetimiz olmadığını anlatmış oldum..."

    kaynak: ismet bozdağ,
    (sultan abdülhamid'in hatıra defteri, sayfa 72)

    ikinci abdülhamid'in bu acizlik kokan sözleri, aslında imparatorluğun deniz hak ve çıkarlarından ne kadar uzakta yaşayan vasıfsız biri olduğuna da çok kuvvetli bir delildir.

    balkan savaşları'nı, trablusgarp'ı, çanakkale'yi okuyup anlayan biri, o dönem için güçlü bir donanmaya sahip olmamamızın nelere sebebiyet verdiğini elbet fark etmiştir. bu eksikliğin ne tür yıkım ve acılar getirmiş olduğunu da muhakkak görmüş, üzülmüştür.

    yürür gemi olmadığı için devletin subayları, direnişi örgütlemek için işgal edilen trablusgarp'a binbir güçlük ile zor bela karadan gidebilmiş idi, hatırlarsınız.

    donanmayı haliç'e kitleyip hapsederek çürümeye terk eden, deniz alanlarını ve adaları başıboş ve korumasız bırakan, bu sürecin devamında gelişen hadiselerle mevcut türkiye'nin iki katına varan bir vatan kaybetmemize yolaçan, donanmanın ve denizciliğin felaket devrini yaşatan, nihayetinde türk askeri deniz tarihimizin en başarısız yöneticisi olan ikinci abdülhamid'in adını türkiye cumhuriyeti'nin milli sondaj gemisine vermek, öyle böyle değil dehşetli bir şuursuzluktur.

    bu hakikaten tarih bilmez ümmetçi utanmazlığıdır.

    ki varoşluk, cahillik, eziklik ve pespayeliktir.

    (bkz: siyasal islam)

  • yazılanlardan görebildiğim kadarıyla çok da gerekli olmayan bir eleştiriye ayarsız bir cevap vermiş olan işletmecilere sahip otel.

    sorun "üç kuruş fazla verdim otel benim" diyen misafirlerden çok, "sen kimsin lan benim butik otelim var" diyen işletmecilerden kaynaklanıyor gibi.

    zira misafirini beyoğlu'nun arka sokak otellerinde kalmaya layık görmenin başka bir açıklaması yok.

  • şener şen'le yapılan bir ropörtajdan:

    “bana dediler ki; zeki alasya'nın cenazesine gittik, siz yoktunuz. neden gelmediniz ?
    bilmiyorlar ki, ben aynı gün annemi uğurladım sonsuzluğa. hem de aynı mezarlıkta. zeki alasya, benim bir kardeşim bir parçam gibiydi. nasıl böyle bir şey düşünürler... ben oraya gelsem bile kemal'in cenazesindeki gibi kameralardan uzak kalmayı tercih ederdim. yani beni yine göremezdiniz...
    zeki'yi defnettikten sonra metin akpınar ve orhan gencebay'ın neden ortadan kaybolduğunu hiç merak ettiniz mi ? etmediniz. ben söyleyeyim, bizim aile kabristanlığına geldiler hem de koşa koşa. ben annemi toprağa verirken oradaydılar, definden sonra zeki'nin mezarına gittik, kimsecikler yoktu...
    peki siz oraya zeki alasya için mi gittiniz, yoksa gelen ünlüleri görmek için mi ? gözleriniz beni aramışsa belli ki gelen ünlüleri görmek için gelmişsiniz.
    nejat uygur'un son şiirindeki ilk dizeler geldi birden aklıma :
    ''biliyorum cami avlusundaki bu kalabalık bana değil,
    gelen ünlüleri görmek için.
    aa o da burada şu da burada deyip, keyif çatmak için.
    beni musalla taşında unutanları görüyorum,
    hayatımda ilk defa katıla katıla gülüyorum... çünkü kırkım dolmadan unutulacağımı biliyorum...'' .

    değerini kaybetmeden bilmemiz gereken insan. büyük oyuncu şener şen..

  • şöyle bir aydınlanma yaşanıldığı andır bence.

    sözlerini de yazayım da tam olsun hatta.
    '' asuman: beni artık sevmiyorsun, öyle mi?
    mükremin: ya seni seviyorum da, seni sevmeyi eskisi kadar sevemiyorum.. hani eskiden seni sevmenin, birbirimizi sevmenin, yeşil gevrek bir tadı vardı. seni güldürmenin lezzeti damağıma yerleşir, orada mutlu mesut yaşardı.. yani bişey olduğu vakit, ilk bunu koşayım gideyim, asuman'a söyleyeyim tarzında bir haberci telaşı olurdu.
    asuman: şimdi n'oldu peki?
    mükremin:bilmiyorum asuman, bilmiyorum.. kalbim bir kuyunun dibindeki suda nefes almaya çalışan bir gariban.yukarı tırmanmaya çalışıyor..ama ne yapsın? kuyunun duvarları düz..kuyunun duvarları ıslak..''

  • ign fragman incelemesi

    yazıyı okursanız fragmandaki kadının ellie'nin annesi olduğunu ama bir sebepten dolayı adının gizlendiğini rahatlıkla anlarsınız. burada spoiler lık bir durum yok.

    ilk fragman ile birlikte değerlendirildiğinde oyunun konusu şu olacaktır: ellie, annesinin başına gelenleri öğrenecek, annesinin ölümüne sebep olan grubun peşine düşecek ve intikam arayacak.

  • ayda birkaç günlüğüne olsa da benim bu.

    hissedilen sıcaklık 50 derece, ben 1.95'im, 90 küsür kiloyum. bu şartlar altında şirket telefonu, şahsi telefon, sigara paketi, cüzdan, çakmak, anahtar gibi şeyleri ceplere mi doldurayım lan? bu yaştan sonra sırt çantasıyla mı gezeyim?

    evet? çözüm bekliyorum.

    11 yıl sonra edit: şimdi freebag kullanıyorum herkes çok beğeniyor. zamana göre algı da değişiyor işte.

  • ilk olarak psikiyatrist ernst jentsch tarafından 1906 yılında* ortaya atılmış fakat 1919'da sigmund freud tarafından tekrardan ele alınmış kavramdır unheimlich, yani tekinsiz. fakat ikisinin ele aldığı tekinsiz kavramı birbirinden farklıdır. kavram en basit haliyle tanıdık, bilindik olanın bilinmez olmasını ifade eder. bir diğer taraftan da bastırılmış olanın geri dönmesi, tanıdık olanın yabancılaşması ve farklı şekillerde kendisini göstermesidir.

    freud bu kavramı dehşet veren bir ruh durumu olarak açıklar. aynı zamanda anksiyete, dehşet, korku gibi birbiri yerine kullanılan fakat farklı anlamları olan kavramları da açıklar. anksiyete belirli bir tehlikeli bekleme ve dolayısıyla ona hazır olma durumunu ifade ederken, korku ise korkulacak belli bir nesne veya durumu gerektirir. fakat dehşet dediğimiz kavram insanın hazırlıksız olarak bir tehlikeye düştüğünde bulunduğu duruma verilen isimdir. dolayısıyla tekinsiz kavramı daha çok dehşet kavramıyla daha yakından ilgilidir.

    freud'a göre tekinsizlik hissi nesnenin niteliğinde değil, algılanışında oluşur. bunu oluşturan iki kavram vardır. bunlardan biri "zihinsel belirsizlik", "yabancılık hissi" ve "ait hissetmeme"'dir. bir diğeri ise bilindiği varsayılan bir şeyin yabancı olmasından doğan bir yeniden algılanış değil, aynı zamanda bilinçaltında bastırılanların geri dönmesiyle yüzeye çıkan korku ve kaygıdır.

    unheimlich kavramı aslında günlük yaşamdan daha çok sanatta ve edebiyatta kendini bulmuştur. ölüm ve göç de unheimlich kavramını çağrıştırır, kişinin kimi zaman aynaya baktığında bir an kendini tanıyamaması ve kendini sorgulaması da bunu çağrıştırır, yıllar önce geçmiş olduğunuz bir sokaktan tekrar geçtiğinizde size yabancı olan o his de bunu çağrıştırır, bir zamanlar tanıdığınızı zannettiğiniz sevgiliyi birden aslında hiç tanımadığınızı fark ettiğiniz o an da bunu çağrıştırır. bu kişiyi tanıdığını, bildiğini zannediyordun; senin için ev ve yuvaydı*, güvenilir ve güvenliydi. fakat artık sana yabancı, bambaşka ve tam da bundan dolayı seni tedirgin eden biri var karşında. unheimlich kavramı tam olarak budur bence.

  • (bkz: batı yakasında değişen bir şey yok)

    - seçimlerden 3 ay önce, akp'nin alamayacağı bütün oyların tek bir partiye/kişiye gideceği hesap edilerek, akp %45-diğerleri %55! seçimi kazandık... şeklinde propaganda yapılır.

    - seçimlere 1 ay kala sosyal medya propagandası en yoğun dönemine girer. geçen seçim ile önümüzdeki seçim arasındaki yolsuzluklar, gaflar, çirkin söylemler tekrar tekrar dile getirilir.

    - seçime 1 hafta kala rte o seçim için yaptığı en gösterişli mitingi yapar. bu mitingin seçim için bir gösterge olmayacağı, 1 mayıs'lara izin verilse o kalabalığın 2 katının taksim meydanı'nda toplanacağı söylenir. doğrudur, taksim meydanı'na izin verilen mitinglerde, gezi eylemlerinde o kalabalık toplanmıştır ama söylendiği gibi seçime etki edecek bir kriter değildir.

    - seçime 5 günden az kala artık ismini ezberlediğimiz konda firmasının anketi yayınlanır. hiç seçim yapılmadan, o ankete göre hükümet/belediye başkanı/cumhurbaşkanı seçebilecekken, yalan, propaganda denir. goebbels'in sözlerinden bir kaçı günün trendi olur. bütün bunların algı yönetimi olduğu söylenir.

    - seçim günü, sosyal medya'nın meşhur sitelerine hakim olan kitlenin ilk kez oy kullanmasından dolayı, saat 17.00 sularına kadar, ''bu sefer bu iş bitti!'' havası yaratılır. sandıklar kapandıktan sonra tedirginlik başlar.

    - ilk sandık sonuçları geldiği zaman, akp çok önde gözükür, ''ilk açılan sandıklar doğu'dakiler olduğu için böyle!'' savunması geldiği zaman bir seçim daha bitmek üzeredir.

    - batıdaki sandıklar açılır, sonuç gene değişmez, ''muhalefet partilerinin güçlü olduğu ilçeler daha açılmadı'' savunması da gelirse, artık bir sonraki seçimler için tahmin yapma vakti gelmiştir.

    - erdoğan balkon konuşması yaparken, ''20xx genel/yerel/cumhurbaşkanlığı seçiminde ... olacak'' yorumları eşliğinde tahıl temelli beslenme eleştirilir ve seçim biter.

    şu anda cumhurbaşkanlığı seçimleri için anketleri reddetme evresindeyiz. dilerim ki bundan sonrası yukarıdaki gibi gelişmez fakat ne olacağı aşağı-yukarı bellidir.

  • öncelikle pahalı bir mekan olmadığını belirteyim. ofisimin hemen yanında olduğu için zaten sürekli gittiğim bir starbucks'tı, yenilenmiş halinde fiyatlarda bir fark yok. ancak çok sınırlı sayıda gelen kahve türleri ve alternatif 3 tane daha demleme yöntemi mevcut.

    sınırlı sayıda üretilen bu kahvelerden ortalama 500 bardak bulunuyor. mesela bugün vakumlu kapta demlenen
    clover columbia tolima aldım. grande boyunun fiyatı 8 lira. bu özel kahveleri farklı bir barista hazırlıyor ve barda size kahveyle ve demleme yöntemiyle ilgili bilgi veriyor.

    diğer starbuckslardan farkları:
    - elemanların eli yüzü düzgün, hepsi aynı boyda ve kıyafetleri diğerlerinden farklı
    - bardakların etrafındaki sleeve siyah renk
    - ortam çok daha iyi aydınlatılmış, masalar, koltuklar çok daha kaliteli
    - ilave kahve türleri ve demleme yöntemleri
    - market kısmında alabileceğiniz buraya özel bardaklar, kupalar