hesabın var mı? giriş yap

  • bacaktan vurulan nasıl ölüyor yazmış birisi. evet dostum, bacakta zaten atar damar falan yok, bacak sadece deri ve kemikten oluşuyor.

    bir insanın ölmesi için alnından bazuka ile vurulması lazım. burada bir komplo kurulmuş.

  • arge meselesinde en çok eleştiri getiren yazarlardan biri benim o nedenle birkaç cümle etme ihtiyacı duydum.

    şu kısımlar net anlaşılırsa bence ortadaki sorun çözülecek.

    1) bu araçlar üniversitelere devlet (halk) tarafından sağlanan fonla yapılıyor.
    2) bu araçlar üniversite öğrencilerine tecrübe kazandırmak amacıyla yapılıyor.

    konu bu kadar olduğunda bence hiçbir sorun yok. yapılıyor olmalarından, devlet tarafından destekleniyor olmalarından memnunum.

    ancak eğer bu araçlar haber sitelerinde bahsedildiği gibi üniversite tarafından "yerli elektrikli otomobilin öncüsü 'atakar'" olarak lanse ediliyorsa. bu araçların bir değer olduğu düşünülüyorsa orada duracaksın.

    ben sanmıyorum ki bu projeyi yöneten eğitimci bu araçları bir basamak olarak görsün. öğrencilerinin tecrübe edinmesi dışında bir beklentisi olsun.

    neden sanmıyorum çünkü elektrikli araç konusu artık yeni bir konu değil. paran varsa bugün çıkıp çarşıdan tesla model s'i alıp evine gelebiliyorsun. niyetin gelecekte elektrikli araba üretmekse profesyonel bir ekibe milyonlarca dolar kaynağı ve gerekli zamanı verirsin şu an yaşadığımız çağın teknolojisine uygun bir araç ortaya çıkarırsın.

    daha basit bir örnekle açıklamak gerekirse ampul satıştayken mum ile ortaya çıkıp buradan alır yürürüz demek neyse bu araçlar da odur.

    sen ne yaptın eleştirmek dışında diyen adamlara da şunu söyleyeyim. vergi verdim tüm bu projelerin desteklenmesi için daha ne yapayım. 17 18 anahtarı mı tutayım montaj sırasında.

    tekrar ediyorum bu proje öğrenci projesi olarak güzeldir, alkışlıyorum. umarım devlet bu tarz tecrübe arttırıcı projelere destek olmaya devam eder.

    öte yandan aynı proje türk elektrikli araçların öncüsü falan değildir. buradan teslaya varılmaz.

    üç kuruşa beş köfte olmaz
    dünyayla kapışacaksan yatırımını kaşıkla kepçeyle değil tankerle yapacaksın.

    yani burada bence asıl kabahat üniveristede yahut projede değil. o projeyi gerçek dışı abartarak bizim önümüze koyan medyada. aynı haberi "öğrencilerin başarılı çalışması" diye lanse etsen gurur duyar alkışlarız olur biter.

    öteki aptal yerine koymak oluyor herkesi.
    neyin öncüsü amk, adamlar yapmış bitirmiş satıyor.

  • coğrafya kaderdir arkadaşlar. bilgisayar oyunları dünyanın en ucuz hobilerinden biri belki de ama bu lanet olası ülkede bu bile pahalı. bilgisayar alamıyoruz ki ağız tadıyla oyun oynayalım. biz de cama ekmek banıyoruz işte.

  • ofiste sabah sabah poğaçamı kemirirken, yüzümde tatlı bir tebessüm oluşturan batman özlem adlı otobüs firmasının muavin ve şoförlerini alkışlıyorum. ülkemizde daha çok görmek istediğimiz güzel hareketler bunlar.

  • dünya savaşlarının ardından amerika ve ingiltere'nin temel kaygılarına cevap verecek şekilde dizayn edilmiş ekonomik sistemdir. uzlaşmalar sırasında masade aslında iki temel plan vardır: ilki amerika tarafından desteklenen white plan, diğeri ise ingiltere tarafından desteklenen keynes plan'dir. bu iki planın birleştirilmesi ile kurulmuştur sistem. temel maddelerine bakacak olursak:

    sistemin en bilinen özelliği diğer ülkelerin sabit kurla dolara bağlanmış olmasıdır. fakat keynesl planlarında dolar yerine "bancor" diye yapay bir birim yaratılması ve paranın buna sabitlenmesi vardır. bu nedenle bretton woods metinlerinde sistem direkt olarak dolara bağlı gösterilmemiştir. ülkelerin dolar ya da altın rezervi tutma hakları vardır. fakat sistem de facto olarak dolar bazlı bir sisteme dönüşmüştür. fransa, örneğin, bu durumdan çok mutlu olmadığı ve bu sistemin amerika'ya aşırı imtiyaz tanıdığını düşündüğü için dolar yerine altın tutmayı tercih etmiştir.

    sabit kur sistemi ile ilgili bir diğer sıkıntı aslında keynes'in daha esnek bir sistem talep etmiş olması ve daha stabil bir sistem isteyen amerika ile uzlaşarak sabit fakat esnek bir sistem geliştirilmiş olmasıdır. bu sistemde sabit kurla dolara bağlı olan diğer ülkeler belli ve imf tarafından onaylanan durumlarda kurlarını revize etme yetkisine sahiptir.

    global dengesizlikler ve bu konudaki düzeltme sorumluluğunun kimde olduğu konusunda ise amerika cari fazla veren bir ülke olarak düzeltme sorumluluğunun cari açık veren ülkelerde olmasında diretmiştir. buna karşılık keynes bu sorumluluğun simetrik olarak bölünmesi gerektiğini ve cari fazla veren ülkelerin de düzeltme sorumluluğunu üstüne almasının gerekliliğini savunmuştur. fakat bu konuda yapabildikleri tek şey imf denetiminde belirlenen bir "scarce currency clause" koymak olmuştur. bunun anlamı eğer imf rezervlerinde bir ülkenin parasından kalmazsa imf bu para birimini scarce currency ilan eder ve diğer ülkelerin bu ülkeye karşı ticari ayrımcılıkta bulunma hakkı ve sorumluluğu vardır. her ne kadar zamanında ingiltere tarafından bir zafer olarak görülmüş olsa da bu clause hiç bir zaman uygulamaya konmamıştır.

    bu sistemin bir diğer önemli maddesi ise likidite sağlanması konusundadır. amerika, zamanın likidite sağlayan ülkesi olaraktan bunun mümkün olduğunca mütavazi bir şekilde yapılmasını isterken ingiltere savaş sonrası ekonomisini düzeltmek amacıyla likiditenin bolca dağıtılmasını savunmuştur. sonuç ise tekrar bir uzlaşma ile mütavazi bir bollukta likidite sağlanması üzerine olmuştur.

    sistem genel olarak döviz kurunu stabilize etmek üzerine kuruludur, mali politikaları çoğunlukla ulusal iradenin ellerine bırakmıştır. pek çok akademisyen global kriz sonrasında oluşan sistemi bretton woods sisteminin yeniden doğması olarak nitelendirdiği için bu aralar hala her yerde bretton woods ii ya da revived bretton woods konseptli başlıklar görmek mümkündür.

  • öyle insanlarla karşılaşıyorsunuz ki bu okulda... son dönemde okulda artan güvenlik önlemleri kapsamında, güney kampüste petekler olarak tabir edilen yerde gece birden sonra oturmak yasaklandı. olaya gelirsek; bir zaman burada sabaha karşı beş sularında alkol alıyorduk. güvenlik geldi, yasak olduğunu kampüsün başka yerlerinde devam edebileceğimizi ama şuan buradan kalkmamız gerektiğini söyledi. 5-10 dakika süren pazarlıklar sırasında bir arkadaş "burası boğaziçi, liberal bir üniversite burası" gibi(oldukça aptalca) bir söz söyledi. bunlardan boğaziçi'nde çok duyar, bulursunuz da şu cevabı verecek güvenliği kaç okulda bulursunuz bilmiyorum: "ben de liberalizmden tarafım ama siyasi liberalizmden, ekonomik liberalizme karşıyım. o noktada adam smith'le ayrışıyoruz."

    ilginçlik burada bitmedi. güvenliği, yarım saat daha oturmaya ikna ettik. yarım saat sonra güvenlik araçla geldiğinde hala oturuyorduk. içkilerimizi bitirdik ve bizi arabayla evlere bıraktılar.

  • "uzaydym dyosn bari mntkli bi yalan syle, sen slk sandn glba bni. btti felix, bu uzn mesafe ilsksi ck yrdu bni..."

  • çok sevimli satıcılar var burada. alacağım ürünle ilgili ne zaman çetleşsek oldukça samimi diyaloglar oluşuyor. genelde cümlelerine "dear friend" diye başlayıp samimi bir esnaf gibi ilgileniyorlar. cümlelerinin sonunda da mutlaka sevimli bir smiley koyuyorlar. mesela bir keresinde takip numarası da olmadığı için 50 küsür gündür gelmeyen bir ürün için, "takip numaram da yok 50 gündür bekliyorum ama gerçekten yolladınız mı?" diye sormuştum da eleman, "bu ürünün garantisi benim kardeş ürünü yolladım biraz daha sabır istiyorum senden" deyip sonuna da yüzü kızarmış smiley koymuştu. ben de "tamam bro sen öyle diyorsan bekleyeceğim" diyerek elleri ağzında kıskıs gülen smiley koymuştum. geçenlerde ürün gelince feedback'lerime baktım da elemanın yazdığını görünce kahkaha attım. abi devamlı müşteri yağlar gibi yağlamış.

    "very nice buyer, ıf i have 10 stars,i will give you 12!!!"

    vay be çok iyi almışım demek ki. nasıl da almışım ama. aldığım da 5 dolarlık bir lego. çok feci lego alırım. elin çinlisi bile kayıtsız kalamamış bu alışıma. müthiş bir alıcıyım.

  • birkaç yıl önce trabzon'da lazer epilasyon merkezinin reklam broşürünü dağıtıyor diye adam vurmuşlardı. işte ben net tavır diye buna derim.

  • memlekette bir panik atak bir de bu*, dillere pelesenk olmuş, yalan yalnış haklarında atıp tutulmuş, bir "türk halk teşhisi" kıvamında ota boka yakıştırılmış iki vaka.

    - ay elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemem ben, öyle tezcanlıyımdır.
    - ha panik ataksın sen de benim gibi biraz. anladım.

    nereye anladın sibop? neyi anladın?

    - ay bu çocuğu tutabilene aşkolsun, hep itiraz hep bir başkaldırma. dersleri de çok zayıf. zehir gibi zekası var da, sürekli hareket halinde olmaktan çalışamıyor ki..
    - şekerim benimki de öyle. istediği olmayınca çıldırıyo. kapıları tekmeliyo. hiperaktif.

    sen o çocuğu arap veliahtı gibi yetiştirmeseydin tepene tepene gagalanmazdı şekerim. şimdi çocuğa koyacak teşhis bulamıyorsun. gezmediğin psikolog kalmadı.

    ben teşhisini koydum onun, gel bak: "arsız".
    al sana bir teşhis daha: "şımarık"
    başka ister misin: "sorumsuz"

    bildin mi?

    yaa yaa.

    *