hesabın var mı? giriş yap

  • hababam sınıfını inanılmaz bir şekilde gaza getiren andır. nasıl bir utanmaysa plan proje temel olmadan, harcı kumu çimentoyu pek hesaba katmadan okul inşaa eder sınıf. inşaat sektöründe çığır açar.

  • -anı- 9:25

    2000-2001 yılbaşı... yani 2000.. yılının aralık ayı falan....
    asdasda teknedeyim... karayiplerde... mustik adasının açıklarındayım...
    işte.... eşim.. çoluğum çocuğum...
    allah rahmet eylesin bizim cem şaşmaz...
    eşi...
    1-2 tane daha misafirim.... teknedeyiz....
    adasf öğleden sonrası yılbaşından 1-2 gün önce....
    işte yeni demir atmışız ..... işte orda duruyoruz falan....
    aradan bi yarım saat bi saat geçti birisi bağırıyor denizden,
    ceeeeeeem
    ceeeeeeem, cıkk
    karayiplerin ortasında....
    birisi cem diye bağırıyor, bizim teknenin arkasından....
    dedik kim bu huaadasd falan çıktım baktım bi baktım cem boyner.
    aaa napıyon falan gel bilmem ne....
    .
    .
    .

    edit: bu videoyu 2 sene kadar önce şuan hayatta olmayan çok sevdiğim bir kardeşim atmıştı. "kanka millette ne anılar var ben cümleye maksimum 'beşiktaşta arkadaşlarla' diye başlıyabiliyorum, adam okyanusun ortasından koordinat veriyo" diye anlatıp gevrek gevrek gülerek anlatmıştı. videoyu keşfetme hikayesi de youtube'da eski golcülerin gollerini izlerken jardel'in gollerine gelmiş, jardel'den aklına cem uzan gelince oturmuş bi saat cem uzan röportajlarını izlemiş. arada bu sahneyi görünce de müzmin fakir arkadaşı ben gelmişim aklına, benimle paylaşmak istemiş :) bunları bize niye anlattın diye sorarsanız eğer; siz bu entariye her oy verdiğinizde güzel kardeşim aklıma geliyo yâd etmiş oluyorum. hepinizi seviyorum ama onu daha çok seviyodum...

  • akp'li erdoğan'ın damadı selçuk bayraktar adlı arkadaşın iktidar değişiminden son derece endişe etmesi olayıdır.

    gerginlikten sesi titriyor, ne diyeceğini düşünüyor, iktidar gidince dünyanın mahvolacağı mesajını vermeye çalışıyor. halkın iradesinden korkma selçuk. bu ülkenin başka mühendisleri de var. kayınbabaları ülke yönetmiyor ama emin ol onlar da elinden geleni yapma imkanına kavuşacaklar. 20 yıl daha mı istiyorsun anlamadım ki.

    link

  • ilk ve sonda hatırladığım, bir düğmeye basılmış gibi, kendi kendime, yememeye ant içmem ve aynı andı bozmam. şimdi, buradan bakınca, düğme benzetmesinin çok yerinde olduğunu düşünüyorum, çünkü, bu hastalığın temelinde yatan tam da bu; denetim saplantısı. bedenimin, hayatımın denetimini başka kimse değil, ben elimde tutuyorum (tutmalıyım) düşüncesi.
    genç bir kızı (hiç erkek hasta duymadım, belki benim cahilliğimdendir) bu saplantıya iten, ebeveynlerinin ondan beklentilerinin yüksekliği olduğu kadar, ona karşı tutundukları tavırlar arasındaki uçurumdur da. birisi gardiyan gibi başından ayrılmazken, diğerinin her yaptığına "bırakınız geçsinler" demesi, yüzeysel bir sempati duymasıdır; ben şahsen, iki cami arasında beynamaz kaldığımı düşünüyorum, sanırım denetime saplanıp kalmamın nedeni, onların "denetim"e ilişkin bu tutarsız tavırlarıydı.
    daha tehlikeli birşeyden söz etmek istiyorum, şişmanlığın damgalanması, hastalık gibi görülmesi, sağlıklı beslenme faşizmi falan, beni hem kışkırttı, hem de gizledi hastalığım boyunca. "manken gibi kız" diye övüldüm, hiç kimse garipsemedi günde 3,5 saat spor yapmamı, çiğ pirinç ve pamuk yememi (sakın denemeyin!), akşam yemeklerine katılmamamı. orda burada bayılmam kolayca yorgunluğa, sıcağa, heyecana yoruldu. gençtim, dinçtim ya. yediğime dikkat ediyordum, cips ve kolayla beslenen diğer obur kızlardan değildim, onların iyi yetişmiş kızıydım ben, "ne yaptığımı biliyor"dum.
    ve biri tıp tahsilli olmak üzere iki üniversite mezununun çocuğu ben, artık bedenimde östrojen salgılanmasını uyarmaya yetecek yağ kalmayıp da adetim kesilinceye dek, hiç farkedilmeden, hiç garipsenmeden, hiç uyarılmadan, herkesin gözü önünde, kendime yaklaşık bir yıl eziyet ettim.
    beni durduran da bu oldu zaten. birşeyler değiştirmeyi başarmıştım. bedenimin doğal işleyişine bile, müdahale etmiştim. sofraya oturunca kendine hakim olamayan iradesizlerden değildim, kaderi, hayatı kendi ellerinde olan, bambaşka bir insandım ben; şimdi bile içimi titreten o iktidar hissini unutmam imkansız. bunu, işler çığrından çıkıncaya dek, saman altından su yürüterek gerçekleştirmem de, ayrı bir haz vermişti, hatırlıyorum. ailemin şaşkınlığı, inkarları hele...bir nev'i intikamdı, faturasını kendime kestiğim.
    "iştahsızlığım" değil, "yememe iradem", dış dünyaya karşı beni koruyan, farklı kılan bir giysiydi. en temel güdülerimden birine hakim olabilmişsem, başıma her ne gelirse, onun da icabına bakabileceğime güveniyordum.
    herhalde; çünkü bunlar o zamanki bulanık zihnimdekiler değil, sonra yaptığım çıkarımlar. o zamanlar sadece saatlerce soyunup boy aynasının önünde, kendime baktığımı ve iç organlarımın beni şişman gösterdiğini düşündüğümü hatırlıyorum, bağırsaklarımın hepsinin bana lazım olup olmadığını düşündüğümü hatırladıkça gülesim geliyor.
    şimdi yağ oranı normalin üst sınırlarında bir kız olarak, iştah denetimi saplantımdan kurtulduğumu söylersem yalan olur. bir kere şekilcinin önde gideni olarak öleceğim, (başta kendim olmak üzere) insanları kilosuna bakarak yargılamayacağım gün hiç gelmeyebilir. yemek, sanırım, benim için asla, yalnızca beslenmekten ibaret olamayacak. yağa dokununca tiksinmeyebilir miyim acaba? sonra, kilo almamın normal ve de istenir olacağı gebelik gibi bir durum, başıma gelirse, nasıl başedeceğim konusunda hiçbir fikrim yok. şimdi yağlı olmaktan memnun muyum, kendimi normal hissediyor muyum? hayır, bu sefer de yağlarımın beni delirmekten ve kendime eziyet etmekten alıkoyduğunu zannediyorum, yeniden yediklerimi denetlemek zorunda kalırsam, sağlıklı bir yaklaşımla altından kalkabileceğimden emin değilim, bir kez tabağımdakini yarım bıraksam, bir sonraki öğünü atlayacağım, bir kilo versem, gerisi çorap söküğü gibi gelecek ve altı ay sonra kendimi yeniden kontrol manyaklığına savrulmuş bulacağım sanki. yeniden denetimi elime geçirirsem, bedenim için bu kez daha adil bir efendi olabileceğime inanmam zor.

  • h.m.'in içler acısı bir hikayesi vardır. küçük yaşta geçirdiği bisiklet kazasında kafasına 17 dikiş atılmıştır. baba tarafında epilepsi geçmişi olan h.m., 16. yaş gününde ilk grand mal nöbetini geçirmiş, ameliyat olacağı 1953 yılına kadar her hafta ortalama on küçük bir büyük nöbet yaşamıştır. hastalığı yüzünden mezuniyet törenine bile alınmamış h.m., 1950lerde lobotomi ve epilepsi konusunda uzman bill scoville adında bir doktora ameliyat olmuş ama doktor, h.m.'in hipokampüsve amigdalasına zarar vermiş, epilepsi tedavisini düzeltememiş ve ekstradan ileriye dönük hafıza kaybı* hastası olmasına sebebiyet vermiştir. 1953 yılındaki epilepsi ameliyatından hemen sonra yine epilepsi nöbeti geçiren h.m., her hafta yaşadığı nöbetler yerine birkaç ayda bir büyük nöbet yaşamaya başlamıştır. ameliyatın başarılı geçtiğini söyleyen yüzsüz doktor scoville, ameliyattan sonra karısına "guess what? ı tried to cut out the epilepsy of a patient, but took his memory instead! what a trade!" demiştir. ameliyattan sonra amigdala hasarı oluşan, duygu kontrol sorunları olan, öfke patlaması yaşayan, yaşını ve o günün tarihini hatırlayamayan h.m., 27 yaşında olmasına rağmen 33 yaşında olduğunu ve 1930 yılında yaşadığını söylemiş, ilerleyen günlerde hayatını "waking from a dream… every day is alone in itself’." cümlesiyle tanımlamıştır.

    kısa süreli hafızası kısmen çalışan ama yeni olayları kaydedemeyen h.m., brenda milner isimli bir hafıza araştırmacısı tarafından 20 yıl izlenmiştir ve onunla her karşılaşmasında onu tanıyamamıştır. crossword puzzle seven, hafıza testlerinde ortalama seviyenin üzerinde bir iq'ya sahip olan, akıllı, eğlenceli bir kişiliğe sahip h.m., ölünceye kadar yılda üç kere brenda'nın öğrencisi suzanne corkin tarafından izlenmiştir. onun için günler dakikalar, haftalar saatler, yıllar ise haftalar gibi geçmektedir.

    corkin sayesinde mirror drawing, mirror writing ve mirror reading gibi teknikleri öğrenen h.m.'in yapılan araştırmalar sonucunda, işlemsel hafızasında sorun olmadığı, otobiyografik olaylar, dünya hakkındaki bilgiler ve bilinçli hatıraları içeren episodik ve semantik hafızasında problem olduğu anlaşılmıştır.

    h.m. vakası sayesinde kısa süreli hafızanın hipokampüste olmadığı anlaşılmıştır. h.m., başkalarına faydam dokunsun diyerek beynini bilime bağışlamıştır. ölünceye kadar h.m.'e eşlik eden corkin, h.m. gibi bir insanın tıp dünyasında ne kadar ünlü olduğunu bilmeden ölmesinin garipliğine değinmiştir. ayrıca son görevini de yerine getiren corkin, solunum yetmezliğinden 82 yaşında ölen h.m.'in beynini california üniversitesi'ne incelenmesi için ulaştırmıştır.

    "hayaller hayatlar" sözünün bilimdeki karşılıklarından birisi hiç şüphesiz henry gustav molaison olmalı.

  • pisliği, dağınıklığıyla övünen şapşalların öve öve bitiremediği geyikler bütünü..

    - abi bizim evin dolabındaki muzu sucuk sanıyolardı yeaa.. makarnanın içinde başka canlılar vardı hahah..

    tamam amk en pis senin evin.

  • yurtdışında çalışırken bir rus mühendisle tanışmıştım , bir sözü vardı bu olaya benzer ;

    "cumartesi günü eşekler ve türkler çalışır , pazar günü sadece türkler çalışır ".

  • iş telefonu olarak 7 yıllık giriş seviyesi sayılabilecek samsung j5 kullanıyorum; gün boyu telefon görüşmesi + gün boyu aktif whatsapp kullanımı ile şarjı 3 günü zorluyor. annem 4 yıllık yine giriş seviyesi redmi note 8 kullanıyor; gün boyu candy crush oynuyor yine şarjı bitmiyor, herhangi bir uygulamada kasma-takılma yaşamıyor. iş arkadaşım 4 yıllık orta segment samsung a51 ile çılgınlar gibi pubg oynuyor. bakın iphone ile denk amiral gemisi modelleri saymıyorum bile. onların zaten alayı 2015'ten beri aktif olarak kullanılıyor.

    bu gariban apple fanboyları sanıyor ki sadece iphone uzun yıllar kullanılabiliyor. uzun yıllardan kasıtları da 3-4 yıl ha, onun da yarısı serum takar gibi powerbank'la dolanarak geçiyor. insanları 2023 yılında 60hz ekranla usb type-c 2.0'ı övmek zorunda bırakan apple'ı da ayrıca tebrik ediyorum. herkesin yapabileceği bir iş değil bu.