hesabın var mı? giriş yap

  • mallıktır. konsere gidiyorsun, ortama katılıp dans edip eğlenmek yerine cep telefonuna kaydediyor. mezuniyete gidiyorsun, duygulanıp alkışlamak yerine cep telefonuna kaydediyor.
    doğumgününe gidiyorsun, sarılıp öpmek yerine 1000 tane fotoğeaf çekiliyor.
    ünlü bir yere gidiyorsun, ambiyansı hissetmek yerine fotoğraflı check-in yapılıyor.

    bütün bu ritüellerin amacı duyguları yaşamak. duygular kaydedilmez. bırak o an bir daha geri gelmesin ki kıymeti olsun. tekrar tekrar düzenlensin o aktivite.

    ama insanın içinde "ya kaçırırsam?" korkusu var. bırakın cesur olun anı yaşayın.

    not: bunu yazarken kaydettim, ilerde izlerim çok ünlü bir başlık olursa.

  • uçakta olmuş başka yerde olmuş hiç farketmez. türkiye gerçeğidir.

    vakti zamanında ( bu yaz başı ) adanaya gidecek uçağa binmek sebebiyle kadıköyden iett otobüsüne bindim ki sabiha gokcene gideyim. sabahın 7 si falan. 2 tanede müptezelligin dibine vurmuş kafaları beton olmuş gençte bindi. tabi mevzu para vermem beleş binerime döndü. şöföre ana avrat sövmeler keserim lan gırtlağını tarzında muhabbetler. tabi şöför amcam dayanamadı koca otobusu içindekilerle durdurdu polisi çağırdı. otobustekıler galeyan - hadı gıdelım ucaga yetısecegız , bız sızın kavganızı seyretmek zorundamıyız falan. polis geldi gençler sakin olun adam olun minvalinde kelimeler söyledi basti gitti. ne zaman ki elemanlar pendik civarinda inmek için hareketlendi o zaman film koptu. arka kapıdan gelen iki eleman on kapıdan yolcu alan soforu cektı dısarı cıkarttı. rahat 60-70 olan otobusten ben ve bir genc cocuk dısında bır allahın kulu ınmedı. ben kı boyle durumlarda belayı direk ustume cektıgımden alıskınım. cocuklardan bırının salladıgı kemerın tokası kaşıma geldı ıkıncı salladıgı kemerı savusturdum benı pas gectı otobusun camını tuzla buz etti. hala otobusten ınen bir kisi yok. hea sonuc ne oldu. sofor amca bıraz hırpalandı ama 2 muptezelin anasının amınıda pendık koprusu asfaltına gomduk 3 kişi.

    bu uçaktaki yaşananın da pek farkı yok.

    gercı olan bızım kaşa oldu. o şekilde toplantıdan toplantıya girdim : )

  • to move fiili ingilizeceye latinceden geçerken, to love fiili anglosakson dillerinden geçmiştir.

    italyanca, ki latinceye şu an en yakın dildir denebilir, muovere fiili hareket etmek anlamına gelir.

    muhtemelen ingilizceye geçerken u harfi kaybolmuş ama fonetik olarak kalmıştır.

    to love ise almancadaki lieben fiiline benzemektedir. rhein nehrinin doğusu ile batısı arasında birtakım dil ve kelime farklılıkları olduğu doğrudur.

    ingilizce ise hem latin hem de anglosakson dillerine maruz kalan bir dil olduğundan dolayı, evet ingilizcenin özellikle eski ingilizcenin gramer yapısı günümüz almancasıyla sağlam benzerlikler taşır ama kelime olarak ingilizce latin dillerinden almancaya nazaran daha çok kelime almıştır, kelime telaffuzlarının latin ekolünden gelen italyanca fransızca ispanyolca ya da anglosakson ekolünden gelen dutch, almanca, isveççe gibi net kuralları bu yüzden yoktur.

    bu dillere çok değil benim gibi a2-b1 arası bir seviyede hakimseniz, kelimeye bakarak hangi orijinden geldiğini az çok çıkarabilirsiniz. bu da size telaffuzu hakkında az çok fikir verecektir.

    mesela sevmek fiili amare, aimer olarak latin dillerinde yer etmişken, to love, lieben olarak anglosakson dillerinde yer etmiştir. kelimenin kökenine bakarak ingilizcedeki telaffuzu ve bu farklılık hakkında az çok fikir sahibi olunabilir.

  • eski roma'da "koruyuculardan kim koruyacak" anlamina gelebilecek unlu bir soz obegi.. asagidaki gibi bir cok soruyu da cagristirabilecek fesat bir soru;

    - sorguculari kim sorgulayacak?
    - yoneticileri kim yonetecek?
    - kurtaricilardan kim kurtaracak?
    - telefonlarimizi dinleyenleri kim dinleyecek?
    - gozetleyenleri kim gozetleyecek?
    -ozgurlukleri sinirlama yetkisine sahip olanlarin ozgurlukleri sinirlama ozgurluklerini kim sinirlayacak?
    - harcamalarimizin hesabini sormaya yetkili olanlarin harcamalarinin hesabini kim soracak?
    - yasalara uygunlugumuzu denetleyenlerin yasalara uygunlugunu kim denetleyecek?
    - ozgurlukleri kotuye kullananlari engelleme yetkisine sahip olanlarin, yetkilerini kotuye kullanmalarina kim engel olacak?

    boyle gider..

  • yıllar önce, evde yiyecek hiç bir şey olmadığından ve dolayısıyla acıkan küçük kızın komşuya giderek;
    ''ekmeğiniz yoksa ekmek alayım ayşe teyze'' demesi.
    bu olay her anlatıldığında beni gözyaşlarına boğan çocukluğum.

  • genel olarak müşteriyi geren ve rahatsız eden mağaza çalışanıdır.

    -hoşgeldiniz.
    +merhaba.
    -ne bakmıştınız ?
    +bakıncam biraz.
    -tabi buyrun, ben yardımcı olayım.
    +yok ben bakınırım, gözüme çarpan bişey olursa...
    -beyfendi sikmiyim belanızı, düşün önüme.

  • en yağlı, en bakterili, en lezzetli peynir türü. şarap aralarına sıkıştırıldığında ağızda bıraktığı tatla sanki ilk şarabınızı içiyormuşunuz hissi sağlar. ağızda ne var yok süpürür güce sahip kişilikli peynir.

  • (bkz: köpek)

    evet, bildiğin köpek. tek suçu parkta tasmasız bir şekilde dolaşırken kavga eden iki travestiye yanaşması.

    (bkz: bank)

    parklarda oturduğumuz banklardan, ama en ağırlarından. iki kişi yüklenip fırlatmışlardı hasımlarına.

    lan, yazdıklarıma baktım da boş zamanlarımda parkta oturup kavga izliyorum galiba.

  • flört dönemi her türlü angaryaya en açık olduğumuz dönem. evlenme niyeti ve vaadi olmasa da, erkeğin kadına aile babası rolündekini başarısını, kadının erkeğe ev hanımı potansiyeli hakkında ilk intibaı vermeye kastığı stajerlik dönemi gibi bir şey. zaten sözlükte de aratın stajer (stajyer?) asistan angaryaları gibi örnekleri bulacaksınız. özetle bu örnekten de anlaşılacağı üzere en güzel angarya, karşılıksız iş ve emek olduğu kadar, karşılığı verilecek olsa bile mahiyetinin ne olacağı belirsiz bir takım umut ve hayaller sırası ve sayesinde de yaptırılan angaryadır.

    hayatımda bu tip flört dönemlerinde en az iki kere ev taşıdım, nereden baksan 200-300 kilometre yol gittim, toplamda 20-30 saat hiç bir alakam olmayan yerlerde bekledim, bir düzine kadar hiç bir şekilde muhatap olmamam gereken adamla 'böyle' (elimle iç içe geçmiş kanca hareketi yapıyorum) oldum. ne oldu sonuç? sıfır.

    yani o flörtlerden beklentim, flörtlerin sevgilimleşmesiydi, olmadı. koliyi taşıdığım, yatağı, şilteyi sırtlandığımla kaldım. terli terli 'ne önemi var canım?' derkenki sahte babacanlık ifadelerinden öte yüzüme bir ifade konduramadı bu işler. o kadar kolisini, kaya gibi sofasını, masasını taşıdığım bir kişiden de ne bir hayır duası aldım, ne başka bir şey.

    bunu niye yazıyorum? şundan. bir kaç vakit evvel bir kızlan tanıştım. öyle 'maksatlı' tanışma da değil, normal tanıştım. kız sürekli beni arıyor, ne yapıyon, ne ediyon. dedim, 'vay yazış'. sonra bugün öğlen saatlerinde aradı, dedi ki 'otis ev taşınacak.'. yaaa. işte o an böyle bir sevindim anlatamam. iyi ki flörtleşmemişim. flörtleşeydim yine taşıyacaktım koli koli, bali bali, koli baliyi. ya çok yorgunum hastayım, bir yetiştirmem gereken iş var dedim, oturdum bu entry'i yazdım. şimdi buradan bana eşyasını taşıtmış olan diğer iki kıza sesleniyorum: sağa sola eşgalimi mi dağıttınız ulan? otis bıraktı artık o işleri. kendini zor taşıyor. yallah.