hesabın var mı? giriş yap

  • başlık: 154 boyum var 76 kiloyum body e başladım
    entry: ne zaman kaslar çıkmaya başlar beyler kol ve bacak çalışıyorum ikisi birlikte bi sixpacks yapsam yeter

    @6 154 adamı tahtaya oturtup traş ediyorlar amk

    hayal gücünüze sokayım yaa..

  • lisedeyken, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen, okul hatıralarında her daim adı geçen, kankam diye seslendiğim, öğretmenden bile beraber tokat yediğimiz, sıra arkadaşım, can yoldaşım, dost bildiğim, sinan isminde bir arkadaşım vardı. liseden mezun olduğumuz yıl trafik kazasında kaybettik kendisini. çok acı bir ölüm yaşadık. cenaze evinde annesinin ve babasının bana, kendi oğullarıymışım gibi sarılışını asla unutamam.

    sinan bir ara hırka almıştı kendisine. üst kısmı açık gri, alt kısmı ise koyu gri olan, bu iki gri geçişin arasında ise üç tane beyaz çizgi vardı. çakma adidas hırkalı diye dalga geçerdim hep.

    bugün sinanın babası dükkanın önünden geçti. 20 yıl sonra ilk kez gördüm. tanımadı beni. ağzı hareket halindeydi. sanırım dua ediyordu içinden. ve üzeride sol kolunun bir kısmı delinmiş olan rahmetli sinan’ın hırkası. kahroldum. babasının hala acı çektiğini düşündükçe ve kendi oğlum aklıma geldikçe iyice kahroldum.

    limited edition : debe listesine 50.sıradan girmişiz. ilginiz için teşekkürler.

  • mümkün olduğunca daracık kaldırımlarda şemsiye açmasınlar ne altlarından geçiliyor ne üstlerinden atlanıyor.

  • filmleri, bir film sahnesine ait bir fotografin altina yazilmis bir replik kadar taniyan,

    sair, dusunur yahut yazarlar hakkindaki fikirleri, sadece onlara ait bir cumle, dize ya da kisa bir paragraf kadar olan,

    arkadaslarla bir sey yapmayi, kahvenin adinin bile kahve olmadigi ucube mekanlarda karsilikli oturup telefonlara gomulmek sanrisi ile karistiran,

    baskalarinin dayattiklarini, hic suzgecten gecirme geregi duymadan dogru kabul edip icsellestiren ve bu sayede adim adim kendine yabancilasan,

    bu yabancilasma ve surekli poh pohlanma yuzunden, yedigi yemek, o an nerede oldugu, o gun ne giydigi, o hafta sonu kiminle oldugu baskalarinca gercekten onemseniyormus zannedecek kadar benzersiz bir ego sahibi olan,

    nihayetinde, tum bu sanrilarin kacinilmaz sonucu olarak oncelikli ihtiyaci 'ilgi' olan, tum hareket, davranis yahut soylemleri sadece ilgi cekmek adina olan, istedigi ilgiyi bulamadigi anda kendini dunyanin en mutsuz insani ilan eden, bambaskalasan bir nesildir muhtemelen.

    mutlulugu, 'oglen yemegimizzz kips kips' etiketi ile paylasilan bir fotografin toplayacagi 'like'ta arayanlar, mutsuzluga mahkumdur.

  • ekrem imamoğlu büyük düşünen bir insan, tevfik göksu'yu düşüneceğini sanmıyorum.

    tevfik göksu, icraatleriyle değil de asılsız iddialarıyla tanınmış bir insan. üstelik bundan rahatsızlık duymuyor. ekrem imamoğlu'nun, "sizce tevfik göksu söylüyorsa doğru mudur?" demesinin sebebi de o. "yine ne iddia edecek?" diye merak eden varsa izleyebilir, diğer türlü zaman kaybı.

  • yıl 2015. yapayalnızım. öyle yalnızım ki hiç kimsem yok. hiç kimsemin olmadığı bir şehirde iş sebebiyle yaşıyorum, ne bir arkadaşım ne bir dostum. iş arkadaşlarımla bile sadece mesai saatlerinde konuşuyorum. zorunlu haller dışında bir muhabbet yok.

    neyse bir akşam eve geldim. her zamanki gibi yapayalnız olduğum soğuk evime. telefonum yok. yok amk. kaybolmuş. bulamıyorum. sağa bakıyorum yok. sola bakıyorum yok. bir çaldırsana diyeceğim biri bile yok. bir iki saat telefonumu aradım. en sonunda kafama dank etti, bilgisayardan ekşi duyuruya girdim. beni bir çaldırırır mısınız evde yalnızım telefonum kayboldu bulamıyorum diye. bir iki dakika sonra hatunun biri aradı. :) telefonu buldum. ben ezile büzüle teşekkür ederken laf arasında işe yarıyor mu bu taktik ya dedi. şok oldum. anlattım. inanmıyor. gerçekten bakın böyle böyle diyorum. ya bırak hehehe falan diyor.

    neyse biz böyle üç dört gün muhabbet ettik. mesajlaştık falan. bir türlü inanmadı. bir ay sonra sevgili olduk. bir sene sonra evlendik. şu an 3 yaşında dünyalar tatlısı bir kızımız var. 2.çocuğumuz da yolda...:)

    nasıl oldu anlamadım.

    debe de bu başlığı az önce görünce aklıma geldi, yalnızlık bir çaldırsana diyeceğin birinin bile olmamasıdır. ama varsa, her şey olabilir.

    bu arada hala o gün telefonumun kaybolduğuna inanmıyor.

  • sanatçı arzularını kullanan kişidir. karakterlerinde, kurgusunda, eserinde her seferinde yeniden sahneye koyduğu şey arzusudur. nasıl bir arzudur bu? arzuyu sanat eserine çevirmek için kullanmak ve arzuladığı gibi yaşamak iki farklı şeydir. acaba sanatçı arzusunu karakterlerine/-de yaşatan, ortaya koyduğu yapıt aracılığıyla arzusunu canlı tutan kişi midir? bu soruya evet yanıtını veriyorum. sanatçı, yaşam düzleminde o ya da bu şekilde engellenmiş arzusunu başka bir düzleme taşıyarak kendini özgür hissettiği o alanda engellenmeyi gerçekleşmeye dönüştürebilir (büyülü gerçekçilik). ya da ilk engellenmişliğini eserinin yapısı içerisinde yeniden görünür kılar(aynı temayı onlarca defa sahneye koyan sanatçılar). ya da travmatik bir anı, anı parçasını, olayı başka bir biçimde yeniden sunar (dışavurumculuk). bir sanat eseri onu ortaya koyan sanatçının arzusuyla ilişkisinin yakınlığı ölçüsünde etkileyicidir.

    arzuyu gerçekleştirmekle onu kullanmak arasındaki fark sanatçının her daim ihtiyaç duyduğu besleyici yalnızlığı kavramamızı, yaratıcı yalnızlığı algılamamızı sağlayabilir. yaşamla yapıt arasındaki geçiş bölgesidir yalnızlık. çocuğun oyun oynarkenki yalnızlığından çok da farklı değildir. ölü ya da ertelenmiş yaşantı parçacıklarını fantazm düzleminde yeniden harekete geçirebilmek için gereken alanı yalnızlıkta bulur sanatçı ve bu yüzden yalnızlık yaşamsal bir şeydir onun için. yazar yalnızlığı sadece klişe olmaktan uzaktır.

    arzusunu ölümden koruyan kişidir sanatçı. içinde saklı kalan o çok değerli şeyi kullanışının toplum tarafından kıymete değer olarak alımlanışı sayesinde "sanatçı" adını alır. içindeki birikmiş arzunun hareketli hali olan eserini görücüye sunar, bu anlamda beğenilmek ister. sanatçı, arzusunu beğendirmeye çalışır ya da ortaya koyduğu arzunun beğenilmesiyle sanatçı haline gelir. karşılıklı bir süreç. oldukça kırılgan bir arzu dinamiği var burada çünkü arzusunu ortaya koyma biçiminin beğenilmesini istiyor. manik-depresif bir ruh hali: eserin üretim sürecindeki yaratıcı depresyon ve ortaya konan eserin beğenilmesinin doğruduğu manik hal. burada bir başka soru geliyor aklıma: ortaya koyduğu yapıtların ilgisizlikle karşılanması halinde sanatçının ruh haline ne olur?

    arzuladığımızı/la yaşamak için karşımızdakine açılıp da geri çevrildiğimiz birkaç seferin, o anlık reddedilişlerin ardından umutsuzluğa kapılıp bir daha denememe yolunu seçebiliyorsak, yani bir süreliğine de olsa vazgeçiyorsak, arzusunu en vurucu haliyle eserine yedirmek için yıllarca uğraşan bir sanatçının karşı karşıya kaldığı reddedilmişlik hissinin yıkıcılığı oldukça yoğundur herhalde.

    sanatçı, arafta yaşayan bir varlık. arafının yalnızlığında cehennemine bakarak üretiyor ve işler yolunda giderse cennete ulaşmaya çalışıyor.

  • izmir’in “lanetli” semtlerinden. belki 100 bin nüfusu ve en az 15 mahalle var bu semtte. basmane garı’nın yan tarafından devam edip, ssk hastanesini geçtikten sonra sağa dönünce çıkılan uzun bir caddeyle bu semte ulaşmak mümkün. biraz topografya biraz da devlet eliyle yaratılmış tam bir “öteki izmir”. çünkü dramatik göçlerle doğmuş, türkiye’nin ilk gecekondu mahallelerinin birleşmesiyle oluşmuş. temel olarak üç farklı insan manzarası var burada: 1950’li yıllarda gelmiş balkan göçmenleri (torbeşler, yürükler, arnavutlar), konyalılar ve kürtler...

    ...elbette ünlüleri de vardır buranın. yıldız tilbe, yavuz bingöl ve özcan deniz bu semtte büyümüşler ya da bir dönem yaşamışlardır. hatta bir gün yıldız tilbe’nin babası vefat ettiğinde taziye için ibrahim tatlıses bile gelmişti...

    gültepeliler, burada ve bir arada ama garibanlık içinde yaşar giderler ve erken ölürler. son 15 yılını biliyorum, maalesef devletin pek de ilgilenmediği semtlerden. sebebi malum. 12 eylül öncesinde “kurtarılmış bölge” olan semt bugün devletin rövanşına maruz kalmıştır. o yılların meşhur ismi ise efsane belediye başkanı solcu aydın erten’dir. o zamanlar gültepe ayrı bir belediye iken 12 eylül burayı mahallelere bölmüştür. şimdi konak belediyesi'ne bağlıdır.

    eskiden kalma 2 lise vardı. 12 eylül’den sonra devlet “hizmet” adına bir tane lise yaptı adını da kenan evren lisesi koydu. varın siz düşünün gerisini. bir de geçen senelerde caminin altına tansaş açıldı, sonra öğrenciler için bir üst geçit, bu kadar. sokak lambalarında hâlâ 12 eylül’den kalma atatürk resimleri var. o meşhur 12 eylül grafiği var ya: 1881-1981 yazısı ve madeni paralardaki atatürk silueti...
    bütün evler imarsız ve plansız. ama hepsi de körfez manzaralı. sokaklar dar olduğu için belediye kadrolu eşeklerle çöp toplardı bir ara.

    bu mahallerde pek değişen hiçbir şey olmaz. gençleri evlenip “aşağıya” yani merkeze inerler. burası büyükçe bir tepedir ve her yeri yokuştur. bisiklete binen çocuk sayısı azdır mesela. sokaklarında rahat top oynanmaz. civar mahallelerinde bir tür “korunaklı mekân” havası vardır ki izmir’in suç haritası biraz da bu mahallelerde çizilir. tenekeli mahalle, kuruçaygibi yerlere komşu bir semttir gültepe. bir yanıyla da şirinyer-buca tarafına yaslanır. sakinleri göztepe’yi tutarlar. akşam vakti oldu mu fabrika ve tütün mağazası servisleri vızır vızır geçmeye başlar caddelerinden. çoğunluk başta gencecik kızlar düşük maaşlarla, “aman sigortam ödensin yeter” mantığıyla bu yerlerde çalışır. zaten hemen bütün yaşlılar ssk emeklisidir. ama herkes ticarette kurnazdır. güven duygusu körelmiş insanlar, dedikoduyu hayatî önemiyle kavramış insanlar semtidir bir yanıyla.

    dükkanların çalışanları, tabelaları, tezgahları ve de kepenkleri hasılı bütün bir unsurları 20 yıldır değişmez. toz bile aynıdır gültepe’de. düzenlerinin bozulmayacağını bilseler insanlar takvim ve imsakiyelerini bile değiştirmeyecekler ya...

    ama gençler, ah o gençler. onlar hep “aşağıdakilere” özenmekte. delikanlıların her biri ilhan mansız gibi ıslak-yapışık saçları, kırmızı pumalarıyla arz-ı endam ederken, genç kızlar saçlarını yandan ayırmakta lakin şu düşük belli pantolonları giyememekteler. sokakları ve çarşısıyla der daim boruları patlak veren caddeleriyle hayatımın değişik dönemlerine el sallamış bir semttir gültepe.

    selimiye, çankaya ve adem yavuz caddeleriyle ve bunları bölen, kesen, birleştiren ara sokaklarıyla, kireç boyalı evleriyle, doğramasına bir fırça boya sürülmemiş kahvehaneleriyle yıkık, bıkkın insanlar semtidir. babamın ve dedemin 40 yıldır ekmek yediği, bizim ekmek teknemizin bulunduğu, 30 yıldır her gün karşıyaka’dan gidip geldiği için babamın ömrünü çürüten ama bizi okutan, ayakta tutan insanların semtidir burası. vefa borcumu bir gün ödemekten çekinmeyeceğim bu semte.

    murat, anadolu, trakya gibi mahalleler öyle iç içe girmiştir ki hangisinde yaşadığınızı kimse bilmez. evler bitişik, mahalleler bitişik, dükkanlar bitişiktir de insanlar hep bir yana dağılmıştır. ulaşımı ayrı bir dertti eskiden. hep en eski otobüsleri verirlerdi buraya. koltukları sürekli kesilip parçalandığı için çareyi plastik koltukta bulmuştu belediye. stad koltuğu gibi koltukları vardı otobüslerinin eskiden. 44 mersinpınar-gümrük, 45 gültepe-gümrük ve 245 esentepe-gültepe otobüsleri ile, çay mahallesi ve pınarbaşı dolmuşları ile şehre bağlanır. mersinpınar semtin alt tarafındaki kısmının adıdır. işte böylesi bir izmir manzarasıdır gültepe.

  • çocukluk, gecenin bir yarısı tuvaletten odana koşarken kimsenin seni yemediğine sevinmektir.

  • çoğu kişide olduğuna inanmak istediğim korku çeşidi. bende de mevcut tabii ki. eğer en önde duruyorsam sarı çizginin gerisinde yanlamasına durup ağırlığımı içeri doğru veriyorum ki itilme kakılma gibi bir durum olursa dengemi kaybetmeyeyim.

    hafif şizofrenlik iyidir hem, aklı dinç tutar.