hesabın var mı? giriş yap

  • benim canımın içi, rahmetli babamdır bu kişi. çocuğu olan anneme aşık olan, bir tanecik canım babişkom. öz babamla hiç alakam yok, 4 yaşındayken annemle ayrılmışlardı. sonra babamla tanışıyorlar, sonra da benimle.

    kendi çocuğunu herkes sever, marifet başkasının çocuğunu evlat diye bağrına basmaktır. 5 yaşında bir kız çocuğunu alıp, namusuyla, şerefiyle hayata hazırlamak herkesin harcı değil muhakkak ki, çünkü kendi çocuğunu herkes sever, başkasının çocuğuna evlat diyebilmek için bambaşka bir insan olmak gerekir. oysa ne basit şey bir çocuğu sevmek ama yok bizim insanımız her konuda olduğu gibi bunda da riyakarlığı doruklarda yaşar, o çok çocuk seven insanlar birden bire çocuğa başkasının piçi yaftasını yapıştırır.

    kendi çocuğunu herkes sever, nasıl bir insan olduğumuzu yaptıklarımız belirler. öyle ben iyi insanım demekle olmaz, kendi vicdanınız için yaptıklarınız sizi iyi insan yapmaz, sadece egonuzu besler.

    benim babam, nurlar içinde yatsın, şu hayatta tanıdığım en benzersiz, en yeri dolmaz, en bambaşka insandı.

    çocuğu olan insan, kadın ya da erkek diye ayırmıyorum, çocuğu olan insandır sadece. bir çocuğu sevemeyecek kadar acizseniz bu çocuğun sorunu değil, sizin kendinizi sorgulamanız gereken bir durumdur.

    debe edit: hepinize çok teşekkür ederim.

  • facebook'ta bir videoya denk geldim ve sinirlerim tepeme çıktı. konu özetle şu;

    bir abimiz işyerinde hırsızlık yapan 2 çalışanı işten çıkartıyor ve bu hırsızlar da yüksek yerlerdeki irtibatlarını devreye sokarak bu abimizi kaçak elektrik kullanıyor diye şikayet ediyor. e tabi arkalar sağlam olunca sorgusuz sualsiz bu abimizin firması kaçak elektrikten dolayı ceza alıyor ve elektriği kesiliyor. ve 22 aydır hiç bir şekilde hakkını alamıyor. kaçak elektrik kullanmadığına dair raporları olmasına rağmen işlerini yapması gerekenler korkularından dolayı işlerini yapmıyorlar.

    youtube linki

    videodaki abinin facebook profili

    (bkz: akedaş) yanlış aktarım var sanırım icanus uyardı. akedaş adıyaman kahramanmaraş ve elazığ bölgesinde görevliymiş.
    (bkz: akdeniz elektrik dağıtım a.ş.)

    daha önce paylaşıldı mı bilmiyorum aradım bulamadım neyse bir daha paylaşılmasında zarar yok. video yeterince ilgi görmüş ama ekşisözlük'ün gündem yaratma potansiyelinden dolayı konunun bir ucundan da biz tutarsak belki bir yardımımız dokunur.

    daha önceden şöyle bir başlık açılmış
    (bkz: türkiye'de hak ve adalet arıyorum)
    (bkz: vatandaşın kaçak elektrik isyanı)

  • son zamanlarda gördüğüm en net provakasyon girişimi.

    nedenlerini maddeleyeyim;

    1) istanbullu olmayanlar için bölgeyi tarif edeyim. orası öyle bir yer ki, kaçacak yer yok. bomba patlamış olsa bile kaçış yok. her taraf meydan. hele kaçacağı bir yerin sonunda başbakanlık ofisi var. yani o saldırıyı yapan kişi / örgüt oradan kaçılamayacağını bliiyordur.

    2) el bombası patlamamış. ben böyle ufak tesadüflere inanmıyorum.

    3) patlamayan bomba fünyeyle patlatılmış. halbuki parmak izi, seri numarası derken çok önemli bir delil olabilirdi o bomba.

    4) ülkemizin saçma fenomeni fuatavni cemaat - el bombası tadında twitler atmıştı.

    5) bomba atılan yerin dolmabahçe olması, akp dışındaki kesimin cemaate tepki göstermesini sağlayacak önemli bir sembol.

    6) genelde böyle şeyleri dhkp-c nin üstüne atarlar. yine olabilir bir ihtimal de bu sefer cemaat'in üzerine yıkılacak gibi.

  • osmanlı osmanlı diye kafa zkmelerinin nedeninin aslında osmanlı olmadığını tahmin etmişizdir.

    "bu fotoğrafı tatil programı yapın diye koymadım.

    bu resimde gördüğünüz otel binası sultanahmet’te. otel olmadan önce “başbakanlık osmanlı arşivleri” binası idi. devlet yetkililerimizin aklına birden bu binanın çok eskidiği restore edilmesi gerektiği fikri geldi. restorasyona alındı. “başbakanlık osmanlı arşivi restorasyon çalışması” diye bir koca tabela da asıldı. gel zaman git zaman bir de bakıldıki koca osmanlı arşiv binası, abrakadabra “otel” oluvermiş.

    resimdeki otel işte o otel. sura hagia sophia hotel.

    arşiv bahçesinde bulunan limon, defne ve asma ağaçları da kesilmiş. inşaat sırasında asırlık çınarlar da zarar görüp kurumaya başlamış..

    arşivler ne mi oldu? 100 milyon belge ve 370 bin defter bulunan henüz tasnif edilmiş ama okunmamış koca arşiv kağıthanede dere yatağında bir binaya doldurulmuş. sonra sel basmış, yarısı mahvolmuş kalanı da nemden küflenmeye ve silinmeye yüz tutmuş.

    atalarının mezar taşını okuyamamaktan yakınan, osmanlıca zorunlu olsun diye yaygara koparan zevat’ın yediği halta bakılırsa, dertlerinin ne olduğu çok açık. cumhuriyetle hesaplaşmak..

    “hüvelbaki osmanlı ”

    mezar taşında bu yazıyor.okuyabildin mi şimdi?

    ilhan ertürk"

  • aynı dakikalarda kadıköy pendik minibüsünde seyahat ettiğim uçuş. şoför asabi, trafik akıcı, 5 dk yol verme kavgası yüzünden rotarlı kalkış yapıldı ama şuan sakin devam ediyoruz. koltukların % 100 ü dolu. ayakta gidiyorum.

  • sesli kahkaha attırmış cümle.

    bu söylediklerine ciddi ciddi inandıklarını söyleyebileceğim olay. gençler siz hani çok komplike şeyler düşünüyorlar değişik olaylar planlıyorlar milleti kandırıyorlar filan zannediyorsunuz ya, gerçeği söyleyeyim size: yok öyle bir şey, ciddi ciddi eğitim düzeyi bilgi düzeyi bu cehalet düzeyi artık ne dersen düzey bu. inanılmaz adamlar.

  • bilişsel bilimler, bilişsel "sistemlerle" ilgilenirler. öyleyse önce bir sistem varsayımı olmalı. peki sistem nedir?

    bir mekanizmanın veya bağlı bir ağın parçaları olarak birlikte çalışan şeyleri oluşturan, sistem adı verilen karmaşık bir yapıdır. bu nedenle, sistem belirli ilke ve prosedürlere göre çalışır.

    bilgisayar bilimleri (özellikle aı kısmı), psikoloji/sinirbilim (özellikle sinirbilim yani neuroscience), linguistik ve felsefe blümlerinin ortaklaşa çalıştığı bir projedir aslında bilişsel bilimler. beynin tam bir hesabını vermeye çalışan sistemlerine agı gerler. yani artifical general intelligence, fakat aı'cılardan bazıları bunun beyhude bir çaba olabileceği düşüncesiyle "pragmatik" hedeflere odaklanılması ve aı prosedürlerine bağlı kalınması gerektiğini önerirler. ileride zaten bir şekilde agı, yani bilmenin bütünlük içindeki tüm bilgisi kendi kendine peydah olacaktır.

    şimdi bu konu altında bilişsel bilimler camiasına "genel kanının aksine" görülen bazı tespitlerde bulunayım. spekülatif de olsa bu tespitlerin üzerine kurulu teoriler, eski bakış açılarının içine düştüğü bazı çıkmazlar yüzünden günden güne bilişsel bilim camiasında popüler olmaya başlamışlardır.

    *

    bilişsel sistemler sadece ve sadece kendi eylemlerini (actions) yaratırsa işe yarar çözümler sunarlar. buna göre geri bildirim duyumları, (feedback sensations) eylemlerini varlığını sürdürmek için çok özel bir şekilde yönlendirmeye yarar. bu tanımlarla biliş ve yaşam temelde aynı fenomen haline gelir. prensip olarak, ruh-beden problemi ancak bu şekilde tasviye edilerek bilişsel sistem gibi bir projeye başlanabilir.

    bu perspektiften baktığımızda, autopoiesis mefhumu oldukça önemlidir, çünkü ancak bu yol üzerinden bilişsel sistemlerin "iş görmesini" sağlayabiliriz.

    buna göre, sistemi olusturan parçaların tüm eylemleri sisteme yeni bir geri bildirim olarak geri döner. yani, kendini yeniden üretebiliyorsan yaşıyorsun bu hayatı demektir. istersen termosifon bile olabilirsin. eğer bu özelliğe sahipsen sana diyeceğim şey yine "yaşıyorsun bu hayatı" olur.

    autopoiesis söz konusu olduğunda, dağıtıcı bir yapının ortaya çıkması iki ayrılmaz varlık arasındaki ayrımı ortaya çıkarır: bir yandan organizma, diğer yandan ekolojik niş. 20. yüzyıl büyük düşünürlerinden biri olan gilbert simondon'un terimiyle bu iki mefhum sadece birbirleriyle ilişkilerinde var olurlar. fakat bunların varlıklarının statüsü, bilişsel bilimlerden ayrı, sadece felsefenin teknik mülahazalarına dayandığından, belki de zaten sadece "kuruntudan" ibaret olan bu probleme girmeyeceğim.

    autopoiesis ve bilişsel bilimi birlikte değerlendirdirdik ve birbirlerine kısaca eklemledik. şimdi de, duyu motor döngüsü (sensorimotor loop)kavramını ortaya koyalım.

    buna göre, duyusal girdiler, yukarıda tarif ettiğimiz autopoiesis'i korumak adına eylemleri belirli bir şekilde yönlendirmek için kullanılmalıdır. bu aslında bir bilme biçimidir. aslında bu, bir öneri niteliğindeki bilme terimi değil, doğrudan eylemde nasıl ifade edildiğini bilme biçimidir. dolayısıyla bir öğrenmedir. eğer bu kurala uyarsa, makinalar da öğrenir...

    bu eylemler çevreyi veya organizmanın çevresiyle olan ilişkisini değiştirir ve dolayısıyla duyusal girdiyi değiştirir. yazının ilk kısmıyla beraber ele alırsanız, bu durum döngüyü kapatır ve dinamik bir sistem kurar. hadi buraya küçük bir bakınız verelim. (bkz: dynamics systems theory) bir tane daha (bkz: dst) şimdi bu noktada, kilit nokta şu: dünyanın organizma için "ne" olduğu, eylemlerinin sonuçlarından ne daha azı ne de daha fazlasıdır, "ne" sorusunun cevabı da muhtemel eylemlerin dağarcığına bağlıdır.

    buna göre, eylem olmadan dünya ve algı yoktur. her canlı organizma eyler ve içinde bulunduğu dünyayı ortaya çıkarır. (bkz: eylemek)

    dolayısıyla, gerçeklik organizmaya çevre tarafından önceden verilmez, daha ziyade organizma tarafından ortak olarak kurulur.

    yani, duyusal deneyim, dış dünyanın içsel temsilini duyusal sinyallerle aktive ederek yaratılmaz, duyusal deneyim, tecrübe, his vs. ancak bir keşif tarzına karşılık gelir. bu nedenle de aktif bir süreçtir.

    algılama ve duyusal farkındalık, bu keşif eylemlerinden kaynaklanan duyusal girdilerdeki değişikliklerin yapısını kullanma eylemiyle ortaya çıkar. bu nedenle, planlama, akıl yürütme ve hedef başarısına ilişkin diğer görevler, tamamen olumsal bir şekilde çalışmaktadır. yani bilişsel sistemler, genellikleri gittikçe daralan bir şekilde yazarsak mantıkta, matematik ve fizik biliminde karşılaştığımız gibi zorunlu kurallar ve bu kuralların zorunlu sonuçları olarak gelecekteki olayların zorunluluğu yani determinizm kisvesinde iş görmezler.

    algı ve duyu gibi sonuçlar olumsal olsalar bile, bu olumsallık herhangi bir düzenleme olmadan gerçekleşmez. buna göre, eyleyen düzenleyici bir programla, bir yol haritasıyla (guideline) donatılmıştır. eyleyen (cognitive agent) buna göre yararlılığını en üst düzeye çıkaracak eylemleri seçer. bu minvalde, robotlar da çeşitli duyusal tarzlara sahip olabilir ve hatta sahiptir.

    tüm bu yazdıklarımın bulunduğu perspektif; beynin, ezberleme, akıl yürütme ve planlama gibi daha yüksek bilişsel süreçlerin üzerinde çalıştığı dış dünyanın içsel bir sunumunu yaptığı klasik görüşten radikal bir ayrılmadır.

    bu bakış açısı, algıyı açıklamak için içsel temsillere duyulan ihtiyacı ortadan kaldırır. içinde bulunduğu çevreyi, en iyi rol oynayan eyleyen tarafından örneklenebilecek en iyi temsil olarak görür.

    yani temel olarak pragmatik bir yaklaşımdır. bu doğrultuda da evrim teorilerinin dogmatik olmayanlarıyla da örtüştürülebilir, yakınlaştırılabilir.

    buna göre gerçerli olan evrimsel görüş, darwin'deki gibi survival of the fittest değildir. evrimi, lamarck'taki gibi kullanılan organlar zamanla gelişir, kullanılmayanlar körelir diye de teorize edemeyiz. daha ziyade bir katastrof süreci veya sürekli katastroflar sayesinde gelişen bir sistem olarak teorize edebiliriz.

    bu bakış açısının mottosu şudur:

    daha iyi performans = daha iyi adaptasyon

    *

    peki nasıl oluyor da, çevre bizde içsel bir temsil haline dönüşüyor? o da başka bir yazının konusu olsun.