hesabın var mı? giriş yap

  • geçmişte farklı yollara gitmeyi tercih etmiş aile üyelerinin ya da arkadaşların bir araya gelme hikayesi hem yazım hem de teknik olarak çok basit görünüyor aslında. çünkü kalıp hazır, çatışma hazır. ayrılık sebebini al, üzerine geçmiş travmaları ekle, bir tarafı kızgın bir tarafı umursamaz yap, iki saatlik filmin senaryosu yazılmış oluyor zaten. ancak bu durum kalıbı zor hale de getiriyor bir yerde. çünkü bu yazım mekaniği, aksiyon filmlerinden sert dramalara kadar her yerde kullanılıyor. yaygınlık meselesi de bizi şu noktaya getiriyor; senaryoyu yazan ve filmi yöneten insanlar ne kadar farklılık katabilecek?

    üretilen filmlerin birçoğu klişe denizinde yüzdüğü için bu sorunun cevabı da çoğunlukla olumlu olmuyor haliyle. ancak the royal tenenbaums’un ta en başından beri temel bir avantajı var. o da wes anderson’un kendisi. çünkü bu tür filmlerin diğer örneklerden sıyrılabilmesi için sıra dışı karakterlere ihtiyacı var. sıra dışılık dediğimizde sinema dünyasında tarzıyla akla gelen isimlerden biri wes anderson zaten.

    yönetmenimiz hakkında dikkat çeken noktalardan biri şu; kendisi özellikle kariyerinin ilk filmlerinde sosyal dışarılıklı insanları anlatıyor. ancak burada çok önemli bir farkı var. diğer yönetmenler filmlerinde bu tür insanları ele alırken onlara toplumun gözüyle bakarlar. hikaye boyunca normalin ne olduğu tekrar tekrar hatırlatılarak karakterin ne kadar farklı olduğu bize gösterilir. bu, türün en başarılı örneklerinde bile böyledir. çünkü filmin izleyici kitlesinin büyük çoğunluğu da sosyal dışarılıklı değil, kendileri gibi olmayan insanları dışlayan kişilerden oluşur.

    wes anderson filmlerinde ise dışlanan ana karakterin gözünden bakılır dünyaya. mesela rushmore’daki max fischer bu alanda güzel bir örnektir. ancak rushmore yönetmenin ikinci filmi olduğu için oradaki ana karakter görece yalnız kalıyordu. şimdi konuşacağımız the royal tenenbaums’da ise her karakterin kendine özgü farklılığı var. bu nedenle hem film teknik olarak zorlaşıyor hem de atmosfer genele yayıldığı için film kendisine ait muazzam bir evren yaratmış oluyor. şimdi spoiler ibaresini koyup filmin detaylarına doğru ilerleyelim.

    --- spoiler ---

    filmleri değerlendirirken yapılacak ilk şeylerden biri filmin konu aldığı döneme bakmaktır. mesela 50’lerin farklı bir estetiği, 60’ların değineceği belli konuları vardır. filmleri bu şekilde dönemlere ayırmak da onları diğer örneklerle karşılaştırma imkanı verir. the royal tenanbaums’ın hangi dönemi ele aldığını ilk bakışta anlamak ise kolay değil. çünkü karakterlerin bazıları 90’larda yaşıyormuş gibi görünüyor, bazılarının kostümleri 60’lardan ya da 80’lerden kalma gibi. bu durumun asıl nedeni richie, margot ve chas’ın kendi çocukluklarında takılı kaldığını göstermek tabi ama hikayeye değil sadece görsellere bakarsanız bu bir kafa karışıklığına yol açıyor. bu durum izleyiciye güzel bir düşünme pratiği de sağlıyor. üzerine biraz kafa yorduğunuzdaysa filmin tamamen kendi evrenini kurduğunu, gerçek hayattaki dönemleri de pek dikkate almadığını fark ediyorsunuz. bu nedenle wes anderson’ın burada kalıplar dışında hareket ettiğini söyleyebiliriz.

    tenenbaums’un bir diğer farklı noktası da standart inişli çıkışlı yazım kalıbına uymaması. bu kalıp nasıl işler? standart kullanımda ailesini terk eden insan geri dönmek istediğinde ilk 20 dakika falan reddedilir. daha sonra büyük bir olay olur ve kabul süreci başlar. (bu filmde royal’ın hastayım diye yalan söylemesi gibi) daha sonra ufak sahnelerle inişli çıkışlı yüzleşmeler yaşanır. ancak burada çıkıştan sonraki düşüş asla eskisi kadar değildir. mesela baba ve kızı arasındaki ilişki yazılan sahneden önce 55 olsun. mekanik devreye girdiğinde ilişki seviyesi 75’e çıkar ve ardından 65’e düşer. hadi film sertse 60 olsun ama asla 55 veya altına inmez. bu filmde ise bu iniş çıkışların böyle bir dengesi yok. hatta chas ve margot’nun kabul süreci standart kalıbın gidişatına bile uymuyor. bu nedenle inişler ve çıkışlar da iç içe geçmiş durumda. ayrıca bu yazım kuralında büyük yalan finalden hemen önce ortaya çıkar. bu filmin ise kalıplar umurunda olmadığı için royal’ın aslında hasta olmadığını neredeyse filmin ortasında öğreniyoruz. bu andan sonra senaryo yine her anda olduğu gibi serbest şekilde salınıma devam ediyor.

    wes anderson biraz önce konuştuğumuz gibi kalıplarla oynamayı seven bir yönetmen. mesela bu tür filmlerde hep bir ders verme havası vardır. ailesini terk eden adamın bunu neden yaptığı detaylı şekilde açıklanır ve alttan alta izleyiciye bakın siz böyle olmayın yoksa hayatınızın ileriki dönemlerinde bu karakter gibi yalnız kalırsınız diye ahlak dersi verilir. filmleri bu şekilde yapan insanların kötü bir niyeti olmayabilir ama çok kör göze parmak bir kullanım bu. tenenbaums’da ise royal’ın neden ailesini yalnız bıraktığına dair bir açıklama yok. film size royal şöyle kötü böyle kötü demiyor. etkilerini çocukların hayatında gösterip yargıya sizin ulaşmanızı istiyor. bu süreçte tıpkı ailenin çocukları gibi önce ona bencilliği ve ilgisizliği nedeniyle kızıyorsunuz, daha sonra çabasını görüp acaba mı diye düşünüyorsunuz. sonlara doğru da royal’ı kabullenmeye başlıyorsunuz. böylece film sizi de bir şekilde tenenbaum ailesine dahil etmiş oluyor.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak ortada kullanılmaktan suyu çıkmış bir kalıp olduğu doğru. ancak wes anderson ne yaparsa yapsın kendine göre yapan bir yönetmen olduğu için bu basit kalıptan bile çok farklı bir film çıkarmayı başarmış. o nedenle eğer bir aile filmi izleyeyim ama hem karakterler aşırı farklı olsun hem de öyle bir evren yaratılsın ki bu karakterlerin farklılıkları inandırıcılığa zarar vermesin diyorsanız bu filme tekrar bir göz atabilirsiniz.

  • - yatak odasındayken havaya 3 el, yere 3 el, sonra da hanıma 3 el sıkıp uyarıda bulunursan ceza almıyormuşsun kanka.

  • 2023 yılında gerçekleşen zam oranıdır, sözcü gazetesi erdoğan süzer haberidir,

    son bir yılda milletvekili emeklilerine yapılan zam yüzde 176'yı buldu.
    emekli vekillerin aylığı 51 bin 970 lira oldu.
    halen hem milletvekilliği yapan hem de emekli milletvekili olanların aylık geliri ise 125 bin 349 liraya çıktı.

    asgari ücretin altında maaş alan emeklilerin maaş düzeltme teklifi akp-mhp oyları ile reddedildi.

    link sözcü

  • aslında zalimlik olmayan durumdur.

    bugün "ev kedisi" dediğimiz kedi türü, yüksek oranda insan kaynaklı olarak 10.000 yıl önce evrimleşmiştir. neden? çünkü insan en üstün(!)ırk olduğundan çevredeki hayvanları katletmiş (çoğunlukla kedi gibi yırtıcıların avları olan hayvanları), kendi doğasında aç kalan bu hayvanlar da bizim kurduğumuz şehirlere gelip beslenmeye, başka bir deyişle hayatta kalmaya çalışmışlardır. bu günlerde metropollerde yaşayan binlerce "ev kedisi" vardır ve her daim bir arabanın altında kalma, soğuktan donarak ölme, açlıktan - susuzluktan ya da cani bir insanın gazabına uğrama riskiyle hergün karşı karşıya kalmaktadırlar.

    eğer evinize bu hayvanlardan birini aldıysanız zaten hem hayvana hem de kendinize büyük bir iyilik yapmış oldunuz. (burada hayvanı oyuncak gibi kullanıp, yok aptal aptal kıyafet giydiren, kafasına göre aç ya da yalnız bırakıp giden, hele hele döven insanımsıları kriter dışı tutuyorum)

    gelelim kısırlaştırma mevzusuna. ben de iki erkek kedimi kısırlaştırmadan önce bu soruyu çok sormuştum kendime fakat doçent veteriner yengem, onun arkadaşları, internet ve daha bir çok kaynaktan yaptığım araştırmalar sonucu kısırlaştırmanın en doğrusu olduğuna karar verdim. neden?

    -eve işeme veya kanama gibi olayların bitmesini saymıyorum zira bunlar bana göre sorun bile değil.

    -evden kaçma çalışmalarının sona ermesi. bu evden kaçma çalışması yüzünden kedilerimin biri beşinci kattan aşağı atladı, az daha ölüyordu. hayvan sokağa dönse özgür olacak gibi düşünenler, arabaların altında kalan, dayak yiyen işkence gören kedileri bi düşünün bakalım.

    -tümör ve kanser gibi risklerin sona ermesi. bunu öğrendikten sonra kendime bile yaptırmayı düşünmedim değil. keza dünyada yeterince insan ve yeterince ev kedisi var arkadaşlar.

    -üremek bir içgüdü ve tamamen evrimsel olarak bizim de içimizde bulunan bir his. hiçbir mantığa dayanmayan bu içgüdü tamamen nesli devam ettirme üzerinedir. ve şuan ev kedilerinin nesli tükenme riskinde falan değildir.

    -kısırlaştırma kedinin ömrünü 1-3 yıl kadar uzatabilmektedir.

    yani kısacık süren, hiçbir acı hissi vermeyen bir operasyonla, minik dostunuz sizlerle daha uzun süre yaşayabilir, daha az hasta olur ve emin olun hiçbir özgürlüğü kısıtlanmaz.

  • sözlükçülerin herhangi bir zamanda ve herhangi bir mekanda, eşinden, dostundan, arkadaşından, sevgilisinden yediği ve bir daha da unutamadığı ayarlardır.

    sözlük hep egonuzu kabartacağınız yer mi olacağıdı ?

    benim hikayem bundan 10 sene öncesine tekabül ediyor. düşün işte 10 yıldır unutamadım...
    daha 15-16 yaşlarındayım... işbu ayarı veren kız, tüm hayvanlardan korkuyor. kedi, köpek hadi neyse de, dur birazdan söyleyecem... ! çok samimi değiliz, birbirimize açıkçası biraz da gıcık oluyoruz.
    ayrıca ortamda bir de başka bir kız var ki, yeni gelmiş (babasının tayini buraya çıkmış… olurdu öyle şeyler, sonra 2-3 yıl içinde giderlerdi. vizonteledeki gibi.), hoşlanıyorum ve bir şekilde onunla daha çok konuşmak istiyorum.
    oturmuş açıkhava bir kafede muhabbet ediyoruz, o sırada 5-6 metre öteye bir kuş konuyor ve kız bu kuştan tırsıyor.
    bir insanın bir kuştan korkabileceğine ilk kez orda tanık oluyorum ve
    -yuh ya, diyorum, senin de korkmadığın herhangi bir hayvan türü var mı ?
    -var, sen.
    diye kısa ve öz bir kroşeyle işimi bitiriyor orda. masada diğer elemanlar gülemedi bile o kadar ağırdı ki. halbuki gülseler, "off" deseler "abowww" deseler belki de bu kadar koymayacak. hele de hoşlandığım kızın yarı sırıtmalı surat ifadesi yok mu dün gibi gözümün önünde halen... bak yine fena oldum.

    300 yıl sonra gelen edit: bu hikayede beni nakavt eden kızın adı birgül’dü. kocası onu terketti (galiba ona da böyle ayarsız bir ayar verdi :) ). hoşlandığım kızın adı da özay. ne oldu ne etti hiçbir fikrim yok. tolstoy okuyunca böyle saçma detaylara giresim geldi. bye.

  • şunun şurasında son 5 yıldır türeyen filtre kahve aristokratlarının beğenmediği tiptir.

    "ayy frenç pıres olmadan içemiyorum şekerim"
    " starbaks filtre kahve 5 lira bik bik"
    " frenç press bok gibi! gerçek kahve espresso'dur"

    bir bitin aq yeter artık. nesquik içiyorum en güzeli o.

    edit: "5 yıldır türeyen" diye kast ettiğim filtre kahve değil, yukarıda örnek verdiğim tipler.

  • bir hafta sonra deprem bölgesine gökten sihirli ışıklar mı düşecekmiş?
    '6 ay bizden olsun, para almıyoruz' diyememişler mi sermayenin uşakları?