hesabın var mı? giriş yap

  • 1880'lerden bu yana beyaz kıyafet giyme zorunluluğu bulunan turnuvadır. bunun sebebi ise renkli kıyafetlerin terlemeyi daha çok göstermesidir.

    kraliçe ikinci elizabeth hayatı boyunca sadece 4 kere turnuvaya seyirci olarak katılsa da 1907 yılında turnuvaya katılan king george v ile birlikte, kraliyet ailesinden turnuvaya seyirci olarak katılım geleneksel hale gelmiştir. koskoca kraliyet ailesinin önüne koltuk altınızda, iç çamaşırınızda ter lekeleri ile çıkmanıza izin verilmesi zaten beklenemezdi.

    ayrıca, kraliyet ailesinden turnuvaya oyuncu olarak katılan york dükü (sonrasında king george vi oluyor) bile bu kurallara uymuşken zamanında kuralı protesto eden andre agassi, 2013'de ayakkabıları değiştirmesi istenen his majesty, roger federer gibi isimler de kuralın esnetilmesine pek tabii ki sebep olamamıştır.

    görsel

    2014 yılında kurallar değiştirilmiş ve belli ölçülere bağlı kalmak koşulu ile biraz renk kullanımına izin verilmiştir. renk kullanımına izin verilse de kurallar gevşetilmemiş aksine daha da sıkılaştırılmıştır.

    yeni kurallara göre tişörtlerin yakalarında, manşetlerde, kafa bantlarında ve şortlarda bir santimetreden daha geniş olmayacak şekilde bir “renk şeridine” izin verilmeye başlandı.

    şapkaların iç kısımları ve ayakkabı tabanlarının ise tamamen beyaz olması koşulu bulunuyor. oyun sırasında görünebilecek iç çamaşırlarının ise tamamen beyaz olması gerekiyor. "beyaz" tanımı ise kırık beyaz, bej gibi tonları içermiyor.

    kaynak

  • bir cafede kalabalık bir arkadaş güruhuyla otururken, peder beyden gelen
    "evde sular yok,kakan varsa okulda yap" mesajıdır. tabi yarılmam üzerine telefona bakan arkadaşlar da kahkahayı basarlar. aile yapım sorgulanır, okulda sıça sıça zengin oldunuz geyikleri döner.
    eve gittiğimde mesajın ilkokul öğrencisi biraderden geldiğini öğrenip,böyle bir babam olmadığı için rahatlayıp, biraderin espri anlayışını takdir ederim.

  • ekşi sözlük'ü ilk gün kodlayan adam olmak dışında 16 yılı aşkındır ekşi sözlük'ün yöneticisiyim. yönetici derken her anlamda: sitede admin, yazılım ekibinde yönetici, yönetim kurulunda başkan, sokakta beyefendi, mutfakta aşçı vesaire. 16 yılda ekşi sözlük türkiye'de en çok ziyaret edilen üçüncü yerel web sitesi olmaya kadar yükseldi. her ay 21 milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor. üstelik yabancı sosyal mecraların yükselişinden de etkilenmedi. tam tersine onları kapsamadığı bir alanda bambaşka bir form ve dinamikle devam ediyor.

    2004'te abd'ye microsoft'ta çalışmaya gittikten kısa bir süre sonra firmanın tüm idaresi benim yokluğumda ortağım başak purut'un üstüne kaldı. 2009'da geri dönene kadar o atıl haliyle ayakta tuttu. 2010'da sözlüğü yenilemeye giriştiğimizde ise ben hem daha çok keyif aldığım hem daha tecrübeli olduğum teknik konulara eğildim. milyonlarca insanın istifade ettiği 11 yıllık bir mirası dönemin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırma yükünü sırtlandım. bu konuda iyi çıkardığımız işler olduğu gibi sonuçtan sizin gibi bizim de memnun olmadığımız kısımlar oldu. ama sonuçta ekşi sözlük 2015 itibariyle gelişimini ve popülaritesini yitirmeden büyümeye devam ediyor.

    bu dönemde, yani son 6 yıldır, ekşi sözlük'ün iş strateji ve modellerini pratik olarak başak üstlenmiş durumda. yapısal yeniliklerin kayda değer kısmı da kendisinin projeleridir. siyasi liderlerin reddit tarzı ama oturumları bunun en son örneği.

    yillardır konuşmalarımda ve röportajlarımda ekşi sözlük'ün ben olmadan devam edebilmesinin en büyük hayallerimden olduğundan bahsettim. bunun bir noktasında manzarayı bensiz hale getirmek elzemdi. hem bu hem de bazı yeni projelere odaklanma sebebiyle ekşi sözlük'ün sahibi ekşi teknoloji ve bilişim a.ş.'deki yönetim kurulu üyeliği dahil olmak üzere tüm yöneticilik görevlerimden ayrılmış bulunuyorum. sadece çok uzun zamandır yazarlara borçlu hissettiğim ve tasarımını tamamladığım bir api meselesi var. onunla ilgileneceğim.

    yönetimi başak purut'a devrediyorum. başak ekşi sözlük'ü yakından tanıyor, dinamiklerini biliyor. "adam yiyor ama çalışıyor". başak'la ekşi'nin yüzleşmesi gereken en önemli iki değişimin nitelikli içeriğe erişimin kolaylaştırılması ve yazar onayı için yıllarca sırada beklemenin düzeltilmesi olduğunda mutabıkız. onun da bu iki problemi çözme konusundaki kararlılığını biliyorum.

    takip edenlerin bildiği üzere ekşi sözlük benim için hala bireysel içerik paylaşımlarım için en favori ortamım. 50 bin entry sonra kullanıcısı olmaktan hala çok memnunum. sadece bir paylaşım platformu değil, şahsi hafıza olarak da çok istifade ediyorum. kullanıcısı olarak bir yere gitmiyorum. buradayım.

    tldrkelam: bir sedet yönetiminin sonuna, yeni bir dönemin de başına gelmiş bulunuyoruz.

    not: bu entry'yi uçaktan yolluyorum. uçaktan entry girmek ilk kez yaptığım bir şey değil (bkz: #9353774) ama hala bilimkurgu gibi.

  • durup dururken aslı astarı olmayan yere kendine sıkıntı edecek işlere bulaşması.uzun ama komik diye yazıyorum.

    tam bir hafta önce, pazar gecesi iki buçukta uyanıp odama geldi ve direkt:
    -senin aklındaki ne? ne zaman evlenip barklanacaksın. senin sonunu hiç iyi görmüyorum.

    az çok huyunu suyunu bildiğimden gecenin bir yarısı rüyanda mı gördün demiyorum tabii, babamın bu tarz çıkışları normal geliyor bana.
    + baba o işler öyle kolay olmuyor pek
    -bence senin evlenmeye niyetin yok.
    + baba anladım da kimse yok şimdi hayatımda. kendi kendime mi evlenicem?
    - kız bulsam evlenirim diyorsun yani?
    + yani, evlenirim heralde.
    kalktı gitti.

    tek konuştuğumuz bu. aradan pazartesi geçti salı günü akşam eve geldim. elinde bir kağıt neşeyle:
    - oğlum bu kız seni seviyor, senden çok hoşlanmış. sen de bak beğenirsen hemen evlenin.

    abartıyorsam şerefsizim.işten gelmişim, elinde birinin adının soyadının yazıldığı bir kağıt. baba bu nerden çıktı şimdi diyorum, geçen konuştuk ya diyor. hayır olay nasıl bu hale geldi benden habersiz diyorum, anlatıyor.

    iş yerindekilere evlendirmek istediğim bir oğlum var diye konuyu açmış, mesai arkadaşlarından biri de benim de evlendirmek istediğim bir yeğenim var demiş, birbirlerine isimlerimizi vermişler pazartesi günü, adam salı sabahı iş yerinde ''bizim yeğen bakmış facebooktan senin oğlanı beğenmiş, senin oğlan da baksın kızı beğenirse görüşsünler'' demiş.

    şimdi tip olarak ahım şahım yakışıklılığım yok fotoğraflarda da kesinlikle fotojenik çıkabilen biri değilim ''kız seni beğenmiş.'' deyince insan bi' kıllanıyor. durumu arz ettim.
    - ne kadar kötü olabilir ki, dedi
    - beğenmezsen ararım adamı, oğlum yeğenini beğenmedi derim olur biter, dedi

    beklentiyi düşük tutarak açtım facebooku, ailecek pc başındayız, kızı arattım facebooktan. ilk tepki benim biraderden geldi:
    k-oooooha.
    + abartma lan hayvan herif, diye atarlandı bizim biradere.

    sonra bana baktılar. bende bir sessizlik. beklentiyi ne kadar düşük tutarsan tut, gördüğüm, düşük tuttuğum beklentinin de kat be kat altında. öyle sessizce bir otuz-kırk saniye ekrana baktık. babam konuştu yine ilk:
    - tabi biraz kilosu var, yok değil.
    + bayağı var baba.
    k- tam kışlık
    - lan sen sus (biradere atar.) abin ne diyecek bakalım.
    + valla baba, çok da konuşacak bir şey yok sanki. sen adamı ara bizim oğlan beğenmedi de o zaman.
    - böyle şeyler telefondan söylenmez, yüz yüze söylerim yarın iş yerinde. sen eminsin di mi oğlum, olmaz diyosun?
    + olmaz baba.

    sessizce dağıldılar. çarşamba günü işteyim, o adını arattığım kız ''merhaba nasılsın.'' yazmış facebooktan bana. akşam eve geldim, babam erkenden odasına çekilmiş, uyku moduna girmiş. girdim odasına, koltukta yatıyor gözünü aralıyor ama beni görünce geri kapatıyor, annem de yanında televizyon izliyor.
    + baba kızın dayısına söylemedin mi sen bugün, kız bana mesaj atmış.
    - söyledim oğlum bişe yok onda atabilir ya arkadaş olarak. o kadar şey oldu sonuçta aranızda.
    + baba sen adama oğlum kızı beğenmedi diye net olarak söyledin mi söylemedin mi?

    annemden çekindiğine eveleyip geveliyor. benim odaya geçtik. söylememiş, adam salı sabahı yeğenim senin oğlanı beğendi, senin oğlan da beğenirse görüştürelim deyince sevinçten benim oğlan kesin beğenir, oldu bu iş emin ol demiş adama. çarşamba sabahı da o dediğinden cayamamış, benim oğlum da senin yeğenini beğendi demiş.

    + e şimdi ne olacak?
    - ne yazmış kız sana?
    + merhaba nasılsın yazmış.
    - iyiyim sağolun siz nasılsınız yazsan eline mi yapışır oğlum?

    aynı akşam yazdım, çıktım.
    perşembe oldu, kız da kezbanın önde gideni. normalde herkesle konuşmazmış ama arada dayısı olunca bi' oturup kahve içebilirmiş, müsait olduğu gün haber verirmiş bana.sahi nelerden hoşlanırmışım, en sevdiğim yemek hangisiymiş, o en çok pembeyi severmiş... yazmış da yazmış. okuyorum, okuyorum cevap vermiyorum. perşembe günü de öyle geçti,

    cuma sabahı bi' baktım ''ya yazmayacaktın madem, babana neden aşık oldum dedirtiyosun.'' demiş.''oha öyle mi demiş gerçekten.kusura bakmayın o an boşluktaydım, boş bulundum hoşlandığımı söyledim ama inanın bir ilişki yürütecek durumda değilim psikolojik olarak, gerçekten özür dilerim.'' yazdım. kız kapak fotoğrafına ''beş kuruşluk adamları musallat ettik ömrümüze'' diye kapak resmi paylaşmış facebooktan. bu kadar kolay mıydı falan yazıyor. tekrar özür dileyip artık yazışmamızın da bir anlamı olmadığını söyledim.

    cuma da öyle geçti. cumartesi günü işe gittim, işten geldim, arkadaşı babama bozuk atmış iş yerinde, babam da benimle konuşmuyor şimdi.

  • "bak beyim... sana iki çift lafım var. koskoca adamsın. paran var, pulun var, her şeyin var. binlerce kişi çalışıyor emrinde. yakışır mı sana ekmekle oynamak? yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? ama nasıl yakışmaz... ben boşuna konuşuyorum. sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. hıh... sen... büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi... sen mi büyüksün? hayır biz büyüğüz, biz! sen bizim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! gözümüzde pul kadar bile değerin yok. ama şunu iyi bil; ne oğluma, ne de gelinime hiç bir şey yapamayacaksın. yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizleri. çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. bizler birbirimizi seviyoruz. biz bir aileyiz. biz güzel bir aileyiz. bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun?! dokunma artık aileme. dokunma bizlere. dokunma oğluma, gelinime... eğer onların kılına zarar gelirse, bu arada bora ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, bora, hiç düşünmeden çeker vururum seni! anlıyor musun? vururum ve dönüp arkama bakmam bile."

  • operasyondan geleli birkaç gün olmuş, taburun gazinosundayız. bir zamanlar popüler olan bir komutan da o zaman yüzbaşı. tertibim serkan'la acemi birliğinden arkadaşız, şansımıza usta birliğinde de aynı yere düştük.gazinoda birkaç tane arcade oyun makinesi var ve serkan ile final fight (hagar) oynuyoruz. komutan da bizi izliyormuş ama farkında değiliz. oyunda andore diye bir karakter var, çokça çıkıyor karşımıza. neyse serkan dedi ki "bu andore ibnesini ben ikimizin de tanıdığı birine benzetiyorum, bakalım bulabilecek misin?" ben de "aaaa aynı bizim pezevenk yüzbaşıya benziyor lan ahahaha" diye güldüm! o da "evet lan aferin bildin" dedi ve biz başladık ibne yüzbaşıya giydirmeye. ibneler, puştlar, yavşaklar havada uçuşuyor... birden komutanın "g.t nasipten çıkınca ya.ak bağdat'tan gelir, şimdi ne b.k yiyeceksiniz?" demesiyle buz kestik! şok içindeyiz. aslında biz acemi birliğinde bize çok çektiren bir yüzbaşıdan bahsediyoruz ama gel de anlat... komutan "ne ibneliğimi ne şerefsizliğimi gördünüz lan?" dedi ve yapıştı kulaklarımıza, kafalarımızı birbirine vurdu vuracak. "komutanım açıklayabilirim" dedim. "he açıklarsın, s.kimi açıklarsın, açıklarmış, hadi lan açıkla!" dedi. "komutanım biz size doğruyu söyleyeceğiz ama ikimiz birden burda olursak siz bizim birimizin uydurduğuna diğerimizin yalandan evet dediğini düşünüp inanmazsınız diye korkuyorum. serkan ya da ben birbirimizi duymayacağımız kadar uzaklaşalım. sonra ikimiz de anlatalım eğer aynı şeyi anlatmazsak ve inanmazsanız o zaman istediğinizi yaparsınız, birbirimizden habersizken aynı yalanı söyleyemeyiz..." o kadar emin söyledim ki adam kulaklarımızı bıraktı. serkan'ı dışarı çıkarttı bana da "anlat" dedi, anlattım... özetle "biz sizden bahsetmiyorduk, acemi birliğindeki komutandan bahsediyorduk" dedim. bunun üzerine komutan "oğlum acemi birliğinizi nerde yaptığınızı öğrenmem beş dakikalık iş hee" dedi. "komutanım gördünüz serkan'la konuşmadık, aynı yalanı söylememiz imkansız" dedim. komutan da "eğer aynı yerde askerlik yaptıaysanız 'biz aslında acemi birliğindeki yüzbaşıya dedik diyebilirsiniz, onun da aklına gelebilir bu' dedi.komutan bir yandan da detay sorup not alıyordu. "komutanım biz burda aynı yerde acemilik yapan iki kişi değiliz sadece, ali, fatih ve durmuş da var. oyundaki karakteri onlara da gösterebiliriz, o kadar çok benziyor ki içlerinden biri de benzetebilir, isterseniz onlara da 'bu adam sizin acemi birliğinden birine benziyor mu, benziyorsa adı ne?' diye sorabilirsiniz komutanım" dedim. komutan birine dışarıda bekleyen serkan'ı çağırttı ve bana git demeyince "komutanım benim çıkmam gerekmiyor mu?" deyince "sen de dur burada, gidip demin saydığın arkadaşlarını bulup onları tembihlemeyeceğini nereden bileyim?, burda dur ama ağzını açma" dedi... serkan'a sordu serkan da benle aynı şeyi anlattı. komutan sanırım inanır gibiydi. oradan bir askere demin adını verdiğim arkadaşları çağırttı zaten onlar da oradalarmış. çocuklar geldi "siz acemi birliğinde aynı yerde miydiniz? dedi. çocuklar "evet" deyince oyun makinesine bir jeton daha attık ve andore ibnesini beklemeye başladık... andore gelince komutan çocuklara "şu oyundaki herif sizin acemi birliğinden birine benziyormuş, birine benzettiniz mi? dedi. durmuş "ben birine çok benzettim komutanım ama değilse yanlış bir şey söylemekten korkuyorum" dedi. "oğlum korkacak bir şey yok" dedi ve diğer iki arkadaşa da sordu ama çocuklar bilemedi. komutan durmuş'a "kime benziyor?" diye tekrar sorunca "komutanım bizim bir ilhan yüzbaşı vardı acemi birliğinde ben ona benzettim" deyince fatih de "aaa evet komutanım çok benziyor hatta bende bir tane fotoğrafı var ilhan yüzbaşının ama biraz yan durmuş, ailem yemin törenine geldiğinde biz fotoğraf çektirirken o da oradan geçiyormuş tesadüfen" dedi.komutan "lan merak ettim şu adamı hadi fırla getir şu fotoğrafı" dedi, bizi de oturttu oraya bir yere. artık rahatlamıştık. komutan "ee nasıl bilirdiniz o yüzbaşıyı? deyince arkadaşlar da "pek iyi bilmezdik komutanım" dedi. aradan biraz zaman geçince fatih de geldi elinde fotoğrafla. komutan fotoğrafa bakınca "ulan ciddi ciddi buna benziyormuş bu adam hee" dedi. bize de "tabii siz yırttığınızı düşünüyorsunuz ama devletin yüzbaşısına ibne demenin bir cezası olacak elbet." diyerek bize 100 kere çök kalk yaptırdı... bu da böyle bir anımdır...

    düzeltme: harf hatası.

  • şu ülkedeki milyonlarca insana başka ülkelerin takımlarını desteklemesini reva gören ruhsuzlar topluluğu.

  • "bu ülkede .... gündür terör saldırılarından kimse ölmemiştir."

    boşluk her gün tebeşirle değiştirilir.