• (bkz: vakit öldürmek)

    binlerce gün sonra gelen edit:

    p.f.'nin kitabı oluyor kendisi.
    p.f. ile ilgilenmek, onu okumak, vakit öldürmektir anlamında yazmışım sanılmış,
    kötülenmiş.

    en hafif ifadeyle,
    ilginizi bilginizi sikiyim,
    diyebiliyorum.

    sincerly,
    nova.
  • o ana kadar once 19.yuzyil rasyonalizmi ve ampirik yaklasimlarin sonra da popper'in zamani itibariyla devrimci olan ama bugun itibariyla son derece muhafazakar duran yanlislamaciliginin egemen oldugu bilim felsesefesi alaninda thomas kuhn ve imre lakatos'un kazma kurekle acmaya giristigi yeni patikadan yola cikip sonra o kanala da fazla meyil vermeden oldugu gibi kendi baskaldirisini yaratmis bir filozoftur. disiplindeki pratige yonelik genel temayulu sallamamis, 'nasil yapilir?'dan ziyade, 'neden yapilir ki?' sorusunun pesine dusmustur..
  • yobaz abiler çok severmiş kendilerini. demek ki mabadları ile okumuşlar muhteremi. "yönteme karşı"nın 40. sayfasında feyerabend, din kurumunu, fuhuş kurumu ile aynı yerde anar. yani feyerabend için din ve fuhuş aynı kökten gelme ve dolayısı ile benzer kurumlardır.

    aynı abiler post-modernleri de seviyor değil mi? götingen enstitüsü iş başında.
  • kendisi ile ilgili çok yanlış bilgiler dolaşıyo. oyüzden onlan ilgili bir şiyir yazdım.

    feyerabend yoktu
    rasyonalist çoktu
    feyerabend geldi
    marksizmi yendi
    liberal normatizmi
    bizlere verdi

    ayrıca hocası popperı çok sever, saygı gösterir, bayramlarda elini öperdi.
  • bu anarsist amca, "surekli devrim" olgusunu savunur. bilim de sanat gibi surekli degisim icinde olmalidir. ozgurlukcu olunmadan, devrim yapilmadan ilerlemez ona gore bilim. bu yuzden, 19. yy'a konu olan bir cok devrim, ve bu devrim yandaslari, fikirlerini ortaya surdugunde birden isinmislar bu adama.

    bilim surecinde yontem ve methodun kati kurallari olmasina karsi cikar. kendisi de, tarihte (oyle de sacma deyip gecmeyelim, cogu bilim felsefecisi gibi bilim tarihini iyice incelemistir) en basarili olmus bilim adamlarina bakildigi zaman, cogunun bilimde kullanilmasinin farz oldugu kurallari pek sallamadiklarini soyler. ayrica, hatirladigim kadariyla yeni bir paradigmanin eskisinden daha iyi de olamayabilecegini savunur, lakatos tersine.

    soyle de ilginc bi anektod var, lakatos ve fayerabend cok iyi arkadaslarmis. surekli bilim ustune tartisirlarmis. lakatos bir gun ona, sadece tartismasi yerine kendi kitabini yazmasini, fikirlerini oraya dokmesini teklif etmis. boylelikle lakatos da onun kitabina cevaben baska bir kitap yazacak, guzel bir bilimsel method uzerine tartismalar sisilesine parmak basmis olacaklardi. zira fayerabend'in against method kitabi yayinlandiktan hemen sonra lakatos vefat etti. biz de onlarin bu projelerine tanik olamadik.

    oyle iste. "fayirabınd" diye okunur ismi.
  • kuhn, popper, paradigma, pozitivizm , doğrulanabilirlik, yanlışlanabilirlik, eşölçülemezlik derken bu amcam çıkar ve "bilime koyim sana bi şey olmasın." der.

    o an her şey güllük gülistan olur.

    feyerabend, "bilim ayrıcalıklı değildir." der. üzerinde durduğu nokta, bilimin ve bilim insanlarının faaliyetlerinin toplumsal sonuçlarıdır. ona göre, bilimsel bilgi insanlar için faydalı şeyler sağlarken, insanların aleyhinde durumlar da doğurabilir. doğanın tahribatı ve silahlanma yarışı buna en güzel örnektir. ayrıca, özgür bir toplumda bir bilginin bilimsel olmasının, insanların ona illa itaat etmesini gerektirmediğini de üstüne basa basa vurgular.

    anything goes'una da ayrıca hastayımdır!
  • temelde her türlü yaftanın nazikçe üzerine yapışabileceği bir adamken, aslında gösterdiği yerin kutup noktalarına güdümlülüğü marifet sayan başka kişilerin başka paradigmalarda gösterdiği ve gördüğü yer olmasına rağmen aslında hiçbir şekilde yaftalanamayan bir adam olup çıkıyor paul feyerabend. bunu izninizle bir örnekle şenlendirmek isterim: ii. dünya savaşı'nda nazi ordusunda görev yapmış olan feyerabend'ın "nazizmi lanetlemek çok kolaydır ama nazizmi mümkün kılan da işte bu kendini haklı gören kat'i tavırdır" [1] deyişi üzerinden yaftalama sekansının işleyebilmesi çok kolaydır, temelde büyük bir obnixum obnoxium ("sabit kötü") göze çarpar: nazizm. ve bu obnixum obnoxium'un tanımlanmasının da dahil olduğu bütün "kendini haklı gören kat'i yaklaşımlar"ın doğasında ne varsa, en nihayetinde onları var eden "kat'i yaklaşımlar"ın doğasında da o var. bu kaçınılmaz bir yargı müessesesidir; insanların buradaki temel gereksinimi sadece paradigmaları ölçüsünde belli değer yargıları oluşturup onlara göre bir düşün dünyası şekillendirmektir: nazizmin zihinlerde yerilmesi ve buna ek / doğal olarak yenilmesi paradigmanın sonucudur; bu egemen zihin yapısının baskın çıkan kabullerinin bir sonucudur: tanrı'ya benzer insan burada; yeni bir paradigmaya ihtiyacı yoktur ve n sayıda yaftalamayı yerine oturttuğu değerler sisteminde sıraladıkça sıralar, artık ucunu kaçırsa da bir her bir karesi evvelce belirlenmiş bir kader ağını oluşturmuş olur. böyle bir durumda evet paul feyerabend bir nazizm yanlısıdır!

    o halde bu yaklaşımla feyerabend'ın bilime karşı tutumunu incelersek, yine göreceğiz ki, bu düşün adamı "bilime karşı olan" biri olamaz. against method: outline of an anarchistic theory of knowledge adlı eserinin [2] önsözünde de belirttiği gibi "bilim, ideolojilerden ve topluluklardan korunmalıdır; buna mukabil demokratik topluluklar da bilimden korunmalıdır" (p.viii) çünkü yukarıda kabaca üzerinden geçtiğim gibi, baskın kabuller bütününün yani paradigmaların her daim nazi subayı kılacağı feyerabend'ın baktığı yerden hareketle, bilim de kimi yığınların yönlendirmesiyle varılacak yeni zeminlerde bilim bilim olmaktan, demokratik topluluk da demokratik topluluk olmaktan çıkar. feyerabend şunu da ekliyor önsözde "-dile getirdiği bu korunma ihtiyacından- şu anlaşılmamalı ki bilimadamları, felsefe eğitiminden yarar sağlayamaz ve insan(cıl)lık bilimlerden hiç yararlanmamıştır / yararlanamayacaktır. yararlar zorla yüklenmemeli; yararlar eleştirilebilmeli..." (p.viii) ilk paragraftaki husustan hareketle söylememiz gerekirse: yarar mekanizmasının gerektirdiği yararın kendisinin sabit ve değişmez olduğunun bilinçlere yerleştirildiği bir ortamda insan düşüncesinin sapiens / prudens niteliği bir yerden sonra tümüyle körelebilir, o vakit varılacak yer homo insipiens'liğin göbeğidir. çünkü baskın kabuller bütünü / paradigma, isterse bütün büyük değerleri, erdemleri diline dolamış olsun, en nihayetinde bir insanın bile kritik süzgecinden geçmiyorsa, yeniden değerlendirmeye ve yeniden inşaya izin vermez. paradigmanın iflası anlaşılamaz; çünkü paradigmanın iflasında da paradigmanın kendi öngörülerinin / tanımlamalarının sonuçları görülmüş olur.

    insan nereye varmak istiyorsa, oradan bir şeyler çıkarıyor: nietzsche'nin "değerleri yeniden değerlendir" nasihatinde de benzer bir yaklaşımı görüyoruz. ecce homo'da "yeni putlar yapmıyorum... putları alaşağı etmek - bu benim sanatımın bir kısmında varlık kazanmaya başlar. bütünüyle yalandan ideal bir dünya keşfedildiği oranda onun değerinin, manasının, hakikatinin gerçekliğinden mahrum kalınmış olunur." [3] derken aslında feyerabend'ın "against method"unu öngörür gibidir. zira temelde bilimin tanımında kat'i tartışma ve yeni fikirler ortaya atabilme hakkı saklı bulunmasına rağmen, ondaki baskıcılık baskın çıkarak bu ikisini öldürebilmektedir: zira bilimin temelde peşinden koştuğu şey ideallerin dünyası değil midir? s. aslan ve a. yılmaz'ın ortak makalesinde şöyle deniyor: "paul feyerabend’e göre bilimin tanımında kesin tartışma ve düşünce özgürlüğü olmasına karşın yaşamda bunun tam tersinin ortaya çıktığı, bilimin baskıcı bir otorite işlevine sahip olduğu görülmektedir. çünkü ona göre bilim de bir ideolojidir ve diğer ideolojilere göre bir üstünlüğü yoktur. feyerabend, bilimin 17. ve 18. yüzyıllarda önemli hizmetler sağladığını ve insanın özgürleşimine katkılar yaptığını kabul etmektedir. ama bu durum artık geçerli değildir; aksine, bilim anlayış ve uygulaması özgürleşmenin önünde bir engel konumuna gelmiştir. bilimin temeli, önermelerin dış gerçekliği temsil eden doğrular olduğudur. halbuki feyerabend’e göre dış gerçeklik ile kuram arasında bir temsil yoktur ve bilimin değinilen temel çıkış noktası bir dogmatizmden başka bir şey değildir." [4]

    o halde yeniden değerlendirilmeye tabi tutulmamış değerlerin baskıcılığına karşı bir adamın "yararların zorla yüklenmesi"nden duyduğu şikayeti görüyoruz; feyerabend'ın bu yaklaşımından hareketle francis bacon'ın schematize ettiği idolleri (#11239026) yeniden ele almak gerekebilir.

    feyerabend, kendisinden yararlandığım eserinin ingilizce edisyonunun üçüncü baskısına yazmış olduğu önsözde, eserinin çince edisyonunun önsözüne yazmış olduğu şu şeyi anımsatıyor: "bu kitabı yazmaktaki temel neden, insancıllıktır, entelektüellik değil. insanlara yardım etmek istedim, 'bilgiyi artırmak' değil." (p.xii) zaten her idol ve ideoloji karşıtlığı da benzer bir amaç gütmez mi? yazıcı, yazar "insan"a yaklaşmak ister.

    notlar:

    [1] j. horgan, bilimin sonu, sf.80, gelenek yay., 2003.
    [2] burada paul k. feyerabend, against method: outline of an anarchistic theory of knowledge, pub. verso, 1993 (isbn 0860916464) künyeli edisyondan yararlanıyorum.
    [3] burada f. w. nietzsche, ecce homo: how to become what you are, oxford university press, 2007 (isbn 019283228x) künyeli edisyondan yararlanıyorum.
    [4] s. aslan - a. yılmaz, modernizme bir başkaldiri projesi olarak postmodernizm, c.ü. iktisadi ve idari bilimler dergisi, cilt 2, sayı 2, sf.11.
  • zamaninda brecht'in asistani olmayi reddetmis ve viyana'da kalmis. bi ara bunu yaptigina pisman olmus ama sonra brecht'in titiz, enerjik grubunun kollektif baskisina uymayacagini dusunerek pismanligindan kurtulmus.

    onceden sarkici olmak istiyormus. ikinci dunya savasinda agir yaralanmis ve yurume yetisini kaybetmis. weimar alman tiyatrosu enstitusunden burs kazanmis. ancak burada da fazla kalamayip viyana'ya donmus.

    bi ara wittgenstein ile tanismis. doktora sinavindan sonra wittgenstein'in yaninda ogrenimini surdurmeye niyetlenmis ancak wittgenstein hayatini kaybetmis.

    ardindan popper'in yanina londra'ya gitmis. basta her sey iyi giderken sonradan amansiz bir popper elestirmeni olmus.

    kaliforniya universitesinde felsefe profesoru olarak calismis ve meslegini su sekilde tanimlamis;
    "bir dadaist ya da anarsist olmadigim gibi bilim adami da degilim. ben bir filozof da degilim; yalnizca akademik salonlara girmeyi ve orada donen paralardan almayi basarmis bir amatorum."

    1994 yilinda esinin yaninda kanserden olmus.

    feyerabend'in bilimsel alanda yonteme karsit soylemlerin yaraticiligin onunu actigini savundugu soylenir. buna gore kopernik, galileo, einstein gibi buyuk biliminsanlari icinde bulunduklari cagin yontembilimsel kural ve anlayislarini ihlal etmeleri veya dikkate almamalari sonucunda buyuk olmuslardir.
  • anarşist bilgi kuramının önemli yazarlarındandır. düşüncelerini (bkz: akla veda) kitabıyla açıklamakta fayda var.

    akla veda kitabında; toplumların bilgi edinme şeklinin bilim, din ya da sanat temelli olduğundan bahseden yazar, herodot’tan alıntı yaptığı bölümde gelenek vurgusu yapmaktadır: “darius, pers kralı olduğu dönemde, saraya yolu düşmüş yunanlıları huzuruna çağırtmış ve onlara ne karşılığında babalarının cesedini yiyebileceklerini sormuş. onlar ise ‘dünyanın tüm parasını önümüze yığsalar olmaz.’ demiştir. daha sonra, yunanlıların yanında, bir tercüman aracılığıyla konuşulanları onların da anlamasını sağlayarak, bu kez tam da kendi ana babalarının cesetlerini yiyen callatiae kabilesi üyesi yerlilere ne karşılığında ana babalarının cesetlerini yakabileceklerini sormuş. yerliler korku dolu bir çığlık atmışlar ve ondan böyle korkunç bir şeyi ağzına almamasını istemişler.”

    “eğer bir insana, bu kim olursa olsun, tüm dünya kavimleri arasında en iyisi olan inanç kümesini seç desek, önündeki inanç kümelerinin her birinin diğerlerine göre iyi ve kötü yanlarını iyice ölçüp biçtikten sonra ister istemez kendi ülkesine ait olanını seçer. istisnasız herkes içinde büyüdüğü dinin, adet ve geleneklerin en iyisi olduğuna inanır.” diyerek yorumlayan yazar, kendi kültürünü ve ülküsünü en değerli ve geçerli gören batıyı eleştirmektedir. demokrasi konusuna da çokça değinen yazar, çok kültürlü ya da kendi içinde kurdukları düzenle yaşayan kabileleri hor gören ya da gelişmemiş olarak tanımlayan batı burjuvazisini topa tutmaktadır.

    özellikle 2. dünya savaşında nükleer bombalamaların etkisi ve savaşlarda yaşanan kayıplar göz önüne alındığında, dünyayı içinden çıkılmaz bir noktaya getirerek kalıcı diyebileceğimiz şekilde zararı dokunan olayların sorumlusu ‘gelişmemiş’ olarak tanımlanan kabileler ya da toplumlar değil kendini diğerlerinden üstün gören batıdır. “bilim, dünyanın doğru bir tasviri olarak kabul edilmiştir ama bilimin bizzat doğru bir tasvir olmasından dolayı değil; böyle öğretilmesi halinde daha iyi silahlar üretilebileceğinden dolayı” cümleleriyle kendini ifade eden yazar, “batıda, bilimin ilerlemesi denen şey, bu tür olaylar olmasa hemen çökerdi” cümlesini eklemiştir.

    feyerabend, gelenekçi biri olmamakla birlikte akıl faşizmine karşı duruş sergilemektedir. çok kültürlülükten yana olan yazar; eğitim, siyaset, sağlık gibi konularda uygulanması gereken tek bir doğrunun olmadığından bahsetmektedir. son yüzyılda hızla ilerleyerek kabul gören batı bilimini gerek yöntemsel olarak gerekse iyi niyet açısından sorgulamaktadır. batı teknolojisi ve hayat tarzının, batının ayak basmadığı bölgelere taşınmasında yanlış bir şey olduğunun yeni yeni itiraf edildiğinden bahseden yazar; “söz konusu bölgelerdeki yaşam mükemmel değildi; büyük boşlukları vardı (örneğin birçok hastalık etkili bir şekilde tedavi edilemiyordu) ve bünyelerinde uzun ve sağlıklı bir yaşama ters gelen birçok şey barındırıyorlardı. fakat doğru çözüm geleneksel adet ve alışkanlıkları toptan silmek ve yerlerine yine toptan bir şekilde akılcı usulleri getirmek değildi.” diyerek kendisini savunmaktadır.

    yazar, toplumdaki sınıfları; birtakım özel gruplar (astronomiciler, fizikçiler, kimyagerler, biyologlar) bu dünyayı keşfeder, diğer birtakım gruplar ise (politikacılar, sanayiciler, dini liderler) insanları bu dünyada yaşayabileceklerine inandırır diyerek kategorize etmektedir. feyerabend bu durumu, “batı ülkeleri aklı, birtakım grupların işine yarayacak şekilde beyne çaka çaka yontarken; ilkel ve az gelişmiş toplumların da yararlanabilmelerine özen gösteriyor. beşeri bilimler ve sanata gösterilen ilgi ile savunma sanayine ayrılan bütçe ve ilgi arasındaki fark ortadayken ‘kalkındırma’ projeleri çare bulmaya çalıştığı kıtlığı çoğu kez kendisi yaratır.” diyerek özetliyor.

    batının, çok kültürlü ya da batıdan tamamen farklı kültürlere sahip toplumlara karşı sadece ihtiyacı olanı alıp ardından kendi değerlerini empoze etmesinin yaratacağı hasarın geri dönülemez olacağını vurguluyor. batıyı fırsatçılıkla suçlayan feyerabend: “batı için fırsatçılık görecilikle yakından bağlantılıdır; yabancı bir kültürden alıp özümsenecek değerli şeyler olabileceğini kabul eder, işine yarayanı alır gerisine dokunmaz. batı biliminin yayılmasında fırsatçılığın büyük rolü olmuştur.” iddiasını öne sürmektedir.

    bilgi ve teorinin rolünü gerek biçimsel gerekse tanımsal olarak yunan düşünürlerinden 20. yüzyıla kadar özetleyen yazar, rönesans dönemindeki hızlı değişim ve modern fiziğin kabulü sürecindeki sıkıntılara da değinmektedir. galilei ve kilise arasında meydana gelen ve idamla son bulan çatışmaya da kendi tanımladığı iki tip gelenek arasındaki uzlaşı sorunu olarak yorumlayan yazar, bilgiden güç alan tiranlığa başkaldırmaktadır. skolastik dönemin sözde bilginleri, yazılı eserleri yorumlayan ve neyin ne olduğuna karar veren otoritelerdi. benzer durumun 20. yüzyılda sadece geçmişe göre daha masum şekilde, bilimsel yöntemleri dayatan otoriteler tarafından sürdürüldüğüne değinen yazar, akılcı olarak tanımlanan tek tipleşme ve farklı düşünmenin dışlanma durumunu ele almaktadır. bilimin doğa ve toplumdan apayrı olgular olarak tanımlanıp iktidarın gücü elinde tutma şekli olmasına tepki gösteren yazar; akıl, doğruluk gibi soyut kavramların müptelası entelektüellerin değil, tek tipleşme baskısından en az nasibini almış insanların çembere dahil edildiği bilimsel yöntem ve tartışmaları önermektedir.

    yerli kabileleri katlederek, kendi ulus devletini kuran bugünkü amerika’nın kendini üstün olarak tanımlayabilmesinin nedeni parasının gücü, mevcut silah teknolojisi ve sömürgeci politikalarıdır. doğa ve duygudan yoksun olarak kendileri için daha doğrusunu yapmış olmaları ve bunu silah zoruyla kabul ettirmeleri bu gücün karşı tarafa verdiği korkudan kaynaklanmaktadır. bu durum; yeni dünya kıtasına sonradan gelenleri, yerlilerden öldürebilme gücü açısından üstün kılmakla birlikte yapılanların herhangi bir konuda daha iyi ya da daha doğru olduğunu göstermemektedir. nitekim gelişen ve değişen dünya ile birlikte hayvanlar dahi hak elde etmişken bugün insanların birçoğu geçmişte güçlünün güçsüzü acımasızca ezdiği katliamları savunamamaktadır.

    feyerabend o dönemlerde de tartışma konusu olan bu durumu: “afrika kıtasındaki uluslar herhangi bir kültürel ya da daha başka bir temas kurmaksızın yan yana yaşamaktan memnun iseler, bu onların bileceği bir iştir ve birtakım düşünürlerin onların bu tutumlarını nasıl gördüğünün önemi yoktur. eğer amerikalılar eşya, imaj, fikir ve gelenek enflasyonundan hoşlanıyor ve değer ölçüsü olarak yeni, tek ve nihai olarak parayı alıyorlarsa, memnuniyetsiz bir entelektüel şüphesiz bir vaiz gibi yalvarıp yakararak, ricalarda bulunarak onlarla boğuşabilir; ama tutup daha güçlü ikna araçları kullanmaya kalkıyorsa bir tiran haline gelmiş demektir.” cümleleriyle özetliyor.

    “akıl” ve “akla uygunluk” çabalarının arkasındaki gerçekliği, tiranların toplumsal ve bilimsel baskılarının meşrutiyetini kanıtlama çabası olarak değerlendiren feyerabend, bu baskıları toplumsal özgürlüğün karşısındaki en büyük engel olarak tanımlıyor. feyerabend, dünyayı tek tipleşmeye götürmesini beklediği bu sürecin ancak akıl yoluyla yapılan dayatmalara ve evrensel olduğu savunulan sınırlara bağlı kalmayan toplumlarca aşılabileceğini düşünmektedir. 18. yüzyıl aydınlanma dönemi ile başlayan “modern devlet” ve en geçerli siyasi yöntem olan “demokrasi” gibi kavramların evrensel ve diğer tüm toplumların yönetim biçiminden üstün olduğu düşüncesi batı tarafından “akla uygun” bulunmuştur. akla uygunluğun genel kabulü ardından, diğer kültürler ve toplumlar üzerinde baskı kurmayı kendinde hak gören batıyı eleştiren yazar, bilime karşı değil bilimsel yöntemlerin sınırlandırılması ve güç odakları tarafından dışlanmanın hak görülmesine karşıdır. bilimsel açıdan doğru olarak nitelendirilen ve evrensel denilen değer ve gözlemlerin; aynı pencereden bakılmasından dolayı olabileceğine vurgu yapan yazar, çok kültürlülükten yanadır. insanı, doğadan ve kültürden bağımsız olarak görmenin bilim insanlarını, toplumsal kaygılar ile hiçbir bağı olmayan makineden farksız hale dönüştüreceğine dikkat çeken yazar, teorilere ve düşünce deneylerine karşı değildir. sadece teorik gelenek olarak tanımladığı düşünce kalıpları ve sınırlarına karşı çıkmaktadır. bilginin, uzman olduğunu düşünen zümrelerin elinde totaliter şekilde üretilmesinin tehlikelerine sıkça vurgu yapan yazar, bilimin çok sesli yapılması ve yöntemsel olarak keskin sınırlar çizilmemesinden yanadır.
  • 20. yüzyılın en büyük bilim felsefecilerinden. karl popper'ın öğrencisi, filozof.

    savunduğu fikri, bizzat kendisi “anarşist epistemoloji” olarak tanımlar. bilimin değişmez ve evrensel kurallara göre yapıldığı ve yapılması gerekliliği düşüncesini gerçekçi bulmaz. on göre bilimde hiçbir zaman yüksek doğruluk oranı veren objektif bir yöntem olmamıştır ve yoktur. bilimin doğası olmadığını, dolayısıyla özel ve geçerli bir veya birkaç yöntem olmadığını savunur. bu fikrini destekleme yollarından biri, bilimsel yöntemi tanımlamak ya da karakterize etmek için girişilen tüm çabaların başarısız olduğunu, veya farklı sonuçların birbirleriyle çeliştiğini öne sürmek olmuştur. diğer bir savunma yöntemi ise, fikrini tarihi örneklerle takviye etmektir.

    ona göre klasik dönemlerdeki büyük devrimlerin ve gelişmelerin çok azı, bilim felsefecilerince öne sürülen yöntemlerle gerçekleşmiştir. feyerabend için bütün şartlar altında ve insani gelişimin bütün safhalarında savunulabilecek tek bir ilke vardır: “salt akıl söz konusu olduğunda, bilmenin her türlüsü mümkündür.” dolayısıyla feyerabend öncelikle bilim ve felsefe arasındaki ayrımı, sonra doğa bilimleri ile sosyal bilimleri arasındaki ayrımı, nihayetindeyse sosyal bilimler içindeki birbirinden ayrı düşen alanları anlamsız bulur. sosyal bilimlerin kendi iç dinamiklerinde sorunlar yaşamasını henüz genç olmalarına bağlar ve zamanla doğa bilimlerinde olduğu gibi bir birlikteliğe ulaşacağını söyler. doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasında hiçbir fark olmadığını söylerken de, doğa bilimlerinin rönesans’tan 20. yüzyıla dek yaşadığı büyük değişimleri örnek verir ve nesnellik üzerinden yürütülen tartışmaların anlamsızlığını vurgular.

    gel gelelim, feyerabend'in bu önerileri yeni miydi? değilmiş, bunu da yeni öğrenmiş olduk. evet anladığım kadarıyla feyerabend, bu anarşist bilim felsefesi tavrını, thomas kuhn'un son döneminden kopya etmiştir. kuhn'un son dönem yazıları, feyerabend'in anarşist bilgi kuramına kaynaklık etmiş gibi görünüyor. bunu böyle kendim keşfetmiş gibi söylediğime de bakmayın, sanırım bir de şöyle bir şey var; feyerabend'i ve kuramını biz, yani nasıl diyelim, üçündü dünya ülkeleri abartıyor. avrupa merkezli akademide bizde olduğu gibi şaşırılan, abartılan bir bilim insanı değil feyerabend. zira kuramına hem thomas kuhn'dan hem de karl popper'dan aşina bilim çevresi. onlar için yeni değil.
hesabın var mı? giriş yap