• seyirci karşılığında kullanılan sözcük. takip etmek anlamındaki izleme fiilinden türediği için seyirci kelimesinden daha kapsamlıdır
  • (bkz: follower)
  • takipçi. ancak pek dikkat etmeli insan ayak izine basan gençlere.
  • (bkz: peeper)
  • (bkz: the watcher)
  • sinemaya gidip film izleyen, evde televizyon izleyen kimse.
  • televizyon/sinema gibi obur araçları besleyen uyarlama klasikleri tüketen kimse.
    onlar için halit ziya uşaklıgil ile gani müjde arasında çok bir fark yoktur.
    shakespeare'in kendi muhatapları romeo ve juliet'i seyrettikten sonra gökyüzüne bakıp yıldızları görebiliyorlardı. bugünkü romeo ve juliet uyarlamasının muhatapları araba, tatil, yiyecek reklamlarını görüyorlar.
  • dünyaya geldiğim yıllar, dönem itibariyle çoğu evde televizyon olduğu ve insanların yavaş yavaş renkli televizyonlara geçmeye başladığı yıllara denk geliyor. bizim neslin pek hatırlamadığı ama tek televizyon olan trt’nin yanında yeni özel kanalların açılmaya başladığı yıllar. bu yıllar hakkında bizim jenerasyonun fikirleri tamamen anne-babalarımızın anlattıklarından öte gelmektedir. dinlediğimizde tek kanal düşüncesi, gece 00:00’da yayının bittiği dönemler bana hep ilginç gelmiştir.
    aslında benim gibi 80’li yılların sonu 90’lı yılların başında doğan nesil, bir geçiş dönemi yaşamıştır. 15 kanallı karasal yayından, önce uydu yayıncılığına, ardından da internet üzerinden yapılan yayınlar veya iptv yayıncılığa. çatıdan çatal anteni çevirerek yayın yakalamaya çalışan kişilerden bilgisayarın başına oturup sadece izlemek istediğimiz şeyin adını yazarak izleyebildiğimiz bir döneme geldik.
    televizyonda izlediğim ilk film hangisiydi diye düşündüğümde aklıma my cousin vinny geliyor. en azından o kadar geri gidebiliyorum. aslında film izlemeyi çok sevdiğimden bu filmi izlememiştim. eve gelen misafirlerin ve babamın bitmek bilmez kahkahaları beni bu filmi izlemeye teşvik etmişti.
    filmin adını geçtiğimiz bir iki yıla kadar bilmiyordum, rastgele bir internet sitesinde karşıma çıktığı zaman hatırladım bu filmi.
    benim sinemayla tanışmam da bir hayli geç olmuştur. yaşadığım ilçede sinema’nın olmayışı bu durumu bir hayli geciktirmiştir. okulu asıp
    bruce willis’in breakfast of champions filmine gittiğimde ortaokulun sonsınıfındaydım. bir daha sinemaya gitmem bir 3 yıl daha alacaktı.
    sanırım çoğu çocuk gibi ben de televizyon izlemeye çizgi film izleyerek başlamıştım. o zaman sabah 07:00’de başlayan çizgi filmleri izlemek için sabahın o saatinde kalkmak şimdiki gibi zor gelmiyordu. ben, böyle bir dönemden betamaxlara filmler kaydedilen veya
    kiralanılabilen bir döneme geçtim. 1990’ın son çeyreğinde mahalledeki arkadaşımın almanya’daki babası türkiye’ye gelmişti ve almanya’dan vcr player getirmişti. o dönem film kiralama dükkanlarında da betamax
    kasetler kiralanıyordu ama biz çocuk olduğumuzdan pek kiralayamıyoduk. onun yerine var olan kasetlere tv’den çizgi film kaydedip tekrar tekrar izliyorduk.
    cd’ler ilk çıktığı yıllarda çok lüx bir teknolojiydi ama zamanla ucuzladı ve babam da eve bir vcd player aldı. vcd’de izlediğim ilk film de nicolas cage’in “gone in sixty seconds” filmiydi. vcd’de izlediğim ilk film olması hasebiyle bir kere izlemek yetmemiş olmalı ki 3-4 kez izledim o filmi. dahasonra arkadaşlarla toplu film izlemeye başladık. cd kiralama dükkanlarından kiraladığımız filmleri evirip çevirip izliyorduk. lise ikinci sınıfa geldiğimde, babam ilk bilgisayarımı da aldı. o zaman evde bilgisayar vardı ama eve internetin girmesi bir 5 yılı daha alacaktı. internet olmadığından dolayı bilgisayarda yapılacak şeyler kısıtlıydı. ya oyun oynuyorduk ya müzik dinliyorduk ya da film izliyorduk. bir gün arkadaş vcd kiralama dükkanından taxi 3 filmini kiralamış ben de ondan ödünç alıp bilgisayarıma kopyaladım. bu kopyalamadan sonra her kiraladığımız filmi bilgisayarıma kopyalamaya başladım. 15-20 tane filmim olmuştu. sıkıldığım zaman açıp herhangi birini izliyordum. bilgisayar üzerinden film izleme serüvenim böyle başladı. o zamanlar televizyondan, şimdiki kadar kopmamıştık tabi. gerek her evde bilgisayar olmaması gerekse de çoğu kişinin bilgisayar kullanmayı bilmemesi ve bilenlerin de internetinin olmaması, tek eğlence kaynağını televizyon yapıyordu. akşamları herkes televizyon izliyordu. ben de çok
    televizyon izliyordum. türk dizileri, türk filmleri, çizgi filmler, yabancı filmler, ne denk gelirse izliyordum. eve internet gelmesi de beni
    televizyondan koparmadı. türkiye’ye adsl geldiği yıllarda servis sağlayıcı kuruluş internete kota koyduğundan şimdiki gibi film izleme platformları online tvler ve içerikler bu kadar rağbet görmüyordu. çoğu insan iletişim için kullanıyordu. arkadaşlarla mesajlaşmak veya tanımadığımız insanlarla mesajlaşmak için kullanıyorduk. insanların kotasız interneti alabilecek duruma gelmesiyle
    beraber, video izleme olanaklarımız değişmeye başladı. internetten film izleme ve indirme devrine böylece adım atmış olduk. torrent yoktu ama başka programlar vasıtasıyle film indirebiliyorduk. youtube’a daha çok kısa videolar yükleniyordu. film klip türü şeyler daha sonradan yüklenmeye başladı. kendi adıma konuşmak gerekirse benim tv’den kopuşum lost adlı diziyi izlemeye başlamamla başladı. dizi o kadar sürükleyici gelmeye başlamıştı ki bırakın televizyon izlemeye günlük rutinlerimi bile aksatmaya başlamıştım. internetin başından bir türlü kalkamıyordum. lost dizisini bitirdiğim zaman prison break dizisine başladım. o da çok sürükleyici bir diziydi ve onu da sonuna kadar izledim. başka diziler birbirini takip etmeye başladı. artık tv’de herhangi bir şey ilgimi çekmiyordu. entrika dolu saçma sapan türk dizileri veya aptal yarışma programları yerine zekice kurgulanmış yabancı diziler daha iyi vakit geçirmemi sağlıyordu. şu anda halen internet üzerinden dizi veya film izliyorum. yaşadığım evdeki insanlarla yemek yemek dışında en son ne zaman ortak bir şey yaptığımı hatırlamıyorum. evde olduğum süre zarfında veya boş vakitlerimin çoğunda yaptığım tek şey bir şeyler izlemek. sanırım çoğu insan da benim gibi. film izlemeyi çok sevmeme rağmen, sinemaya gidip bir film izlemek açıkçası bana çok cezbedici gelmiyor. daha doğrusu evde film izlemek kadar haz vermiyor. sinemaya gitmem için ya bir arkadaşımın ısrar etmesi ya da muhteşem efektlerle doldurulmuş bir filmin popüler olması gerekiyor. 2015 yılında çıkan “mad max fury road” filmi gibi. geçtiğimiz günlerde ilk netflix üyeliğimi de vodafone’un bir
    kampanyası sayesinde aldım. açıkçası netflix yeni bir şey vadetmiyor. film ve dizi izleme etkinliğini bir portala çevirmişler o kadar. bunu da parayla sağlıyor. halbu ki internette ücretsiz. benim gibi korsan ürün takıntısı olmayan kişiler için gereksiz bir şey netflix; en azından şimdilik. iş arkadaşlarımdan birisi oyun oynamak için “vr” satın almış ben de kullanmak için birkaç günlüğüne ödünç aldım. açıkçası pek cezbedici bir tarafı yok. tatmin etmedi beni. uzun vadede tutulacağını zannetmiyorum ama farklı formlarda karşımıza çıkabilir.
  • ayrıca audience, izlerkitle, izlerçevre var.

    nasıl fotoğrafçı dünyaya kareler halinde, sinemacı akan çerçeveler içinde bakıyor, ben de edebiyatçılar gibi cümleler, sözcükler, zikzaklı insan durumları ve sesler halinde bakıyorum. edebiyatçı ses üstünden müzikçiye yaklaşıyor. ben de cümle besteliyorum, olanaklarını araşıyorum. ruhçu yanımla çözümcüyüm, ama edebiyat yanımla daha çok izleyici, hatta kışkırtıcı, kundakçı.

    "sinema modern izleyiciler için, iö 5. yüzyılda tragedyanın yunanlılar için gördüğü aynı işlevlerin çoğunu görür." glen o gabbard & krin gabbard - psychiatry and the cinema

    "hayat budur de, ikinci bir kez çağrılmayacağın bir oyun olduğunu söyle. zevk verici ve acı çektirici bir oyun, inanç ve aldatma oyunu, maskeler oyunu, onu sonuna kadar oyna, ister oyuncu olarak ister izleyici olarak." amin maalouf - les echelles du levant

    "psikanalizin kurucusu neden telepatiye ilgi duymamalıymış ya da duymayacakmış ki? bu diyelim ki psikanalitik bakış açısından freud'un karakteri hakkında bize ne söyleyebilir? jones freud'a bu konuda sorular sormaya başladığında freud 7 mart 1926'da bir mektupla şöyle cevaplar:

    eğer biri günaha girmemle ilgili seni eleştirirse telepatiye bağlılığımın yahudiliğimin, [puro] içmem ve diğer şeyler gibi şahsi bir meselem olduğu karşılığını vermekte serbestsin ve telepati konusu, psikanaliz açısından esas önemde değil.

    bu cümle çarpıcı derecede incelikli ve karmaşıktır. (...) jones, telepatiye ilgi duyan bir adamın (jones'un tabiriyle) takipçisi olmanın kendisi hakkında ne gösterebilecefi konusunda son derece endişeliydi." adam phillips - freud olmak bir psikanalistin gelişimi

    (ilk giri tarihi: 15.5.2016)

    (bkz: seyirci/@ibisile), takipçi
    (bkz: izlemek/@ibisile), izler/@ibisile, izlek
hesabın var mı? giriş yap