hesabın var mı? giriş yap

  • türk mitolojisi, yer-gök dikotomisi üzerine kuruludur. bu anlayışta her şey birbirinin zıttı ve tamamlayıcısıdır. gök ne kadar kutsalsa, yer ana da o kadar kutsaldır.

    aslında bu, çin kültüründe de olan ying ve yang ilkesinin (gök ata ve yer ana, yer karanlık yani karang; gök ise aydınlık yani yaruk) türk kültürüne özgü bir ifadesidir.

    çinlilerin ve türklerin dikotomik kozmolojisi, iran dinlerindeki iki ilke üzerine kurulu/ikici* görüşten farklıdır. iranlılar, iki ilkeyi birbirine düşman ve birini iyilik, diğerini kötülük simgesi sayar. zerdüşt ve mani dinlerinde, ışık iyilik simgesi, karanlık ise kötülük simgesidir.

    çinliler ve türkler ise bu iki ilkeye ahlaki bir anlam vermezler. bu sebepten mani rahipleri, türklerin bu anlayışlarına şöyle bir sitemde bulunurlar:
    “bunlar, iyi ve kötü, göksel ve aşağı ruhlar arasında fark gözetmeden bütün ruhani varlıklara tapıyorlar.”
    (bkz: dikotomi/@ay hatun)

    “aydınlığı-karanlığı (yaruk-karank), geceyi-gündüzü (tün-kün) vs kısacası evrendeki zıtlıkları sembolize ettiği için temsil ettiği değerleri bir çeşit çinlilerin yin yang öğretisine de benzetebiliriz aslında.

    işte bu çift başlı kartalın bizim dev ikiz kuşlar toğrul ve konrul'un birbirine kaynaşmış ve tek varlık haline gelmiş hali olduğu da pek çok kişi tarafından dile getirilir.”
    (bkz: türk mitolojisinde kuşlar/@ay hatun)

    gök, türkçede yaruk (ışık/parlak) ve çincede yang denen ilkenin en yüce yerini oluşturuyor, yer sub ise (yeryüzü ve orada akan sular) çincede yin (karanlık, gölge) ve türkçede kararıg denen ilkenin en yüce yeri sayılıyordu."
    (emel esin - türk sanatında ikonografik motifler)

    "çin mitolojisinde yin zayıflığın timsali aydır. yang ise güçlülüğün timsali güneştir. güneş tutulması sırasında, bu iki gök cismi ortak güçler olarak birlikte iş görür. böyle bir anda gökyüzünde ne ayın dişil, pasif enerjisi ne de güneşin eril, aktif enerjisi baskındır. güneş ile ay arasındaki tezatın açık seçik olmasına karşın, her ikisi de tam dengededir."
    (mitoloji-ntv yayınları)

    "şeytanın çocukları denilen betr, zellenbur, metun vs aslında içimizdeki şeytanlar değil midir,
    ne kadar meraklıyız kendi defolarımızı başka varlıklara yıkmaya,
    oysaki protagonistle antagonist, yin yang gibidir. insan içinde hepsini birden barındırır,
    kısacası hepimizin içinde bir mr. hyde vardır"
    (bkz: şeytan/@ay hatun)

  • birisi turizm ve otel yönetimi okulunun tiyatro kulübünü kurmuş, diğeri de tiyatro bölümünde turistmiş gibi duruyor.

  • gerald edelman tarafından yazılmış bir kitap olup onun aynı isimdeki bir teorisini ele alır. bu teori yalnızca beyin fonksiyonlarını değil aynı zamanda beynin bilinci ortaya çıkarma prensiplerini de açıklamaya çalışır.

    edelman'a göre neural darwinism 3 ana ilkede temellenir:

    1) epigenetik gelişim süreci ilk ilkedir. edelman buna gelişimsel seçilim der. gelişim sürecinde farklı sinir devrelerinin oluşumunu dna değişimlerine değil selektif mekanokimyasal süreçlere bağlayarak açıklar. bu birincil repertuardır.

    2) doğum sonrasında dış dünyaya adaptasyon, sinaptik bağlantılardaki epigenetik modifikasyonlar için önem arz eder. artık dış dünyadan gelen stimuluslara göre bazı bağlantı kombinasyonlarının seçilimleri gerçekleşir. bu ikincil repertuardır.

    3) kategorizasyonun ortaya çıkışını sağlayan haritalanma başlar. haritaların oluşumları ikincil repertuarla bağlantılıdır.

    haritalanma dinamik bir süreçtir ve teker teker nöron etkileşimi olarak düşünülmekten ziyade, nöron grubu etkileşimi olarak düşünülmelidir.

    bu konu ile ilgili olabileceğini düşündüğüm, gödel escher bach'tan yapılabilecek bir alıntı var:

    " "ben"in ve bilincin ne olduğuna ilişkin bu büyüsel görüşün üstesinden gelmenin tek yolu, ne kadar sevimsiz görünürse görünsün, insanın kendisine, sürekli olarak kafatasının içine güvenle yerleşmiş olan "endişe ve düşün iki yana sallanan yumrusu"nun bütün hepsinin metin parçaları ya da cd rom'lar ya da bilgisayarlar gibi evrenin tüm geri kalanını yöneten tamamıyla aynı yasalara uyduğu bütünüyle steril ve cansız bileşenlerden meydana gelmiş bütünüyle fiziksel bir nesne olduğunu hatırlatmaktır. insan ancak bu rahatsız edici olguya şiddetle çarptığında bilincin gizeminden çıkış yolu bulma yönünde bir anlayış geliştirmeye başlar: anahtarın beyinlerin yapıldığı madde değil, ama bir beynin maddesi içinde varlığa gelebilen örüntüler olduğu hissine kapılır."

    "bunun konuyla ilgisi nedir?" derseniz, şudur:

    mesele, henüz keşfedilmemiş olan bir maddesel mucizeden ziyade haritalanmış, büyük nöral grupların birbiri ile örüntüler hâlinde etkileşimidir ve burada dikkat edilmesi gereken önemli bir ayrıntı mevcuttur:

    farklı yapılardaki nöral gruplar, aynı işlevleri farklı zaman dilimlerinde yerine getirebilmektedir. brodmann alanlarına bakan birisi de bunun yanlış olmadığını anlayabilir. pek çok bilişsel fonksiyon, tek bir bölgede farklılaşmış nöronlarla açıklanmaktan ziyade daha bütüncül bir aktivitenin outputudur.

    bunun ifade ettiği bir anlam daha vardır:

    x bir stimulus diyelim. x stimulusu t zamanında y nöronunu aktive ederken, aynı x stimulusu t+1 zamanında y nöronunu aktive etmeyebilir. bu da insan beyninin günümüzdeki klasik bir bilgisayar gibi çalışmadığı anlamına gelir.

    eğer devasa data yüklemeleri üzerinden istatistiksel yorumlar yapmanın ötesine geçip "fenomen üretebilecek" bir yapay zekâ geliştirilmek isteniyorsa bu belki de birim odaklı değil, ince işlenmiş bir senkron ile çalışan örüntü odaklı bir prensip izlendiği takdirde yapılabilecektir. zaten bu prensip sindirilse, etrafta insan beyninin 2.5 milyon gb hafızasının olması gibi absürd, reel bir karşılığı olmayan söylemlerden de vazgeçilir.

  • (bkz: lizbon)

    edit: aşağıda benim gibi düşünenleri cehaletle suçlayan, kendisine olan yanıtımı kamuya açık şekilde yazmadan direk kendisine kibar ve gülücüklü bir mesajla ilettiğim, ancak yanıtında "salak" ve "davar" şeklinde hakaretamiz ifadelerde bulunan dallamaya* da belirttiğim gibi; 6 ay barcelona'da, 1.5 yıl buenos aires'te yaşamış, kahire'de deniz olduğunu zannedecek, buenos aires'in 7 tepeli istanbul'la alakasız şekilde dümdüz olduğunu bilmeyecek kadar zırcahil dallamanın* bahsettiği tüm şehirleri bizzat görmüş, hatta bu dallamanın kimsenin zorbalığa uğramaz dediği barcelona'da 2 metre cüssemle bir soyulma, bir gasp yaşamış bir şehir plancısı olarak cevabım gene aynı: lizbon.

    ispat niteliğinde şu görseli de şuraya bırakalım:
    https://listelist.com/…14/08/lizbon-listelist-6.jpg

    edit: entry'de adı geçen dallama* uçurulmuş. bu agresiflikle çok bile kalmış burada.

  • lisede aşık olduğum kız biraz şımarık ve dobraydı. bir gün sınıfta bunun yanında bi arkadaşım sadece kibarlık olsun diye sen de yakisiklisin ha dedi. bu kız bunu duyunca ahahaha bu mu yakışıklı ahahaha falan dedi . o an biraz üzülmüştüm açıkçası.

    üzerinden yıllar geçti . büyüdüm, yüz hatlarım daha erkeksi bir hal aldı . epey yakışıklı , görenin dönüp bir daha baktığı erkek oldum . ınstagram hesabim da herkese açık, bu kız bir kaç hafta önce beni takip etmiş. sürekli storylere alev atıyor, mesaj atıp flört etmeye çalışıyor falan. demeyi çok isterdim ama liseden beri tipim pek değişmedi ,yine çirkinim sanırım. sadece biraz serpildim o kadar . geçen bu kıza denk gelince takip isteği attım, hemen engeli basmış . yani bence doğru bir önerme

  • henry agard wallace (d. 7 ekim 1888, adair ili, iowa - ö. 18 kasım 1965, danbury, connecticut, abd), amerika birleşik devletleri'nin 33. başkan yardımcısı. 1930'lar boyunca yönetimin tartışmalara yol açan tarım siyasetini belirlemiş, ama dış ilişkiler konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle 1946'da demokratik parti'den kopmuştur.

    asıl mesleği tarım uzmanlığıydı. verimi yüksek tahıl türleriyle ilgili deneyleri, bitki genetiği alanında büyük ilerlemelere yol açtı. sonradan, bu deney sonuçlarını değerlendirdiği melez mısır üretiminden büyük para kazandı. 1933-40 arasında başkan franklin d. roosevelt'in hükümetinde tarım bakanı oldu. görevi sırasında tarım ürünü fiyatlarını yükseltmek ve istikrara kavuşturmak, toprağı korumak, ihtiyat depolamak ve üretimi denetlemek üzere çıkarılan new deal yasalarını (özellikle 1933 tarım kalkınma yasası'nı) hazırladı ve uyguladı.

    wallace, roosevelt'in üçüncü başkanlık döneminde başkan yardımcısı oldu. abd ıı. dünya savaşı'na girince etkili bir savaş ekonomisi danışmanı olarak özellikle ekonominin yönetiminde birçok yeni görev üstlendi. partinin özellikle güneyli üyelerden oluşan tutucu kanadı wallace'ın 1944'te yaniden aday gösterilmesine karşı çıktı. yerine harry s. truman geçti. wallace sonraki iki yıl boyunca ticaret bakanlığı görevinde bulundu. ama truman yönetiminin sovyetler birliği karşısında benimsediği sertlikten yana soğuk savaş politikasından gitgide daha çok rahatsız olmaya başladı ve istifa etti. 1946-47 yıllarında haftalık liberal the new republic dergisinin yayın yönetmeni oldu. daha sonra dergiden ayrıldı ve yeni kurulan sol eğilimli ilerici parti'nin kuruluş çalışmalarına katıldı. 1948 başkanlık seçimlerinde aday oldu; sscb'yle daha yakın işbirliği kurulmasını, tüm dış yardımları birleşmiş milletler'in yönetmesini ve silah indirimine gidilmesini savundu. seçimlerde 1 milyonu aşkın oy aldı; daha sonra ilerici parti'den ayrıldı.

    verimli bir yazar olan wallace'ın en önemli yapıtları arasında sixty million jobs (1945; altmış milyon iş), the century of the common man (1943; sıradan insanın yüzyılı), america must choose (1934; amerika seçimini yapmalı) ve the long look ahead (1960; uzağa bakış) sayılabilir. 1944 yılında alaska üzerinden rusya ve çin'e giderken kolyma ve diğer sovyet çalışma kamplarında bir kaç hafta kalmış ve anılarını soviet asia mission (1946) adlı kitapta yayınlamıştır.

    kaynak: vikipedi

    ayrıca kendisi hakkında bir yazı; http://www.newyorker.com/…ross?mbid=social_tablet_f

  • bunu yaparken sol omzunda da 19 litrelik damacana taşıyorsa evleneceğim kızdır.

    not: bıyık konusuna değinmiyorum, bazılarına yakışıyor.

    not 2: bademse olmaz ama.

  • sosis diye verilen maddenin büyük ihtimalle yeryüzündeki herhangi bir hayvanın eti olmadığına dair herkes hemfikirdir herhalde. yani öyle çift tırnaklı, tek tırnaklı, tırnaksız falan değil, işte ne bileyim çin'de konfeksiyon atıklarından falan sosis yapıp satıyorlardır. onu da ihaleye girip 4-5 ton alarak yurda sokuyorlardır.

    ekmek+ayran'ın parasını nasıl çıkarıyor o konu hakkında da başkası saçmalasın benden bu kadar.

  • muazzam bir eğitim geçmişine sahip, ekonomist, hukukçu, kültürlü, sanatsever, edebiyatla ilgili, sporu takip eden, entelektüel, mizah anlayışı olan, tevazu sahibi, gurme... vedat milor. çok seviyorum, çok büyük saygı duyuyorum.