hesabın var mı? giriş yap

  • benim için artık bu program dünya tarihinin en çok seyredilen programıdır. nasıl mı bu kanıya vardım ? şöyle ki;

    senelerin ntv spor ve trt3 seyircisi, hayatı futbol ve fenerbahçeden ibaret olan babam tam 10 dakika önce kapıdan içeri girdi ve yemeği veya hiç bir şeyi sormadan daha montu üzerindeyken şu cümleyi kurdu " n'oldu yıldız alan oldu mu bugün?" tepki dahi veremedim.

    bu baba bir zamanlar şu adamdı; #39106087

  • bu insanlar genelde çok yanlış anlaşılır ve içe dönük olmak sanki burnu büyük bir insan olduğunuz ya da değiştirmeniz gereken bir özellik gibi lanse edilir. fakat bu insanlardan mükemmel dostlar ve hayat arkadaşları ortaya çıkar genelde.

    öncelikle bu insanlar yalnız kalmayı severler. kendi özel alanları vardır az insan öz insan felsefesini benimserler. sizi yakınına alması çok zordur ama aldığı zaman da harika bir insan kazandınız demektir. çünkü bu insan bir insanla yakın ilişki kurduysa fazlasıyla emek verir.

    insanların ne dediğini pek umursayan tipler değillerdir. bu yüzden genellikle başarılı olurlar. çünkü dış onaylara ihtiyaç duymazlar. onlar kendi dünyalarında mutludur. zaten az insan sevdikleri için geriye kalan insanların onun için bir önemi yoktur.

    kendi kendilerine vakit geçirmeyi çok sevdikleri için fazlasıyla okuyan tiplerdir. bu nedenle de empati yetenekleri fazlasıyla gelişmiştir. karşısındaki insan bir şey anlatırken öyle dikkatli dinler ki en önemsiz detayları bile hatırlar. onlarla sohbet etmek fazlasıyla keyif verir çünkü kendinizi önemli biri olarak hissedersiniz.

    kendini pazarlamayı hiç bilmez ve bunu yapan insanlara da biraz acıyarak bakar. çünkü dikkat çekmeyi sevmez ama fazlasıyla sorumluluk sahibidir. bir işi yaparım dediyse yapar ve ama bunu dile getirme ihtiyacını hissetmez.

    biraz güven problemi yaşayan tiplerdir. kendi özel dünyasını açması çok zordur. dünyası onun en büyük sırrıdır ve kendini her önüne gelen insana açarsa kendine ihanet ettiğini düşünür. sadece çok önem verdiği birkaç kişi onu gerçekten tanımayı başarır ki bu da bir elin parmaklarını geçmeyen dostları ya da hayat arkadaşı olacaktır. bir arkadaşım benimle ilgili güzel bir tespit yapmıştı yıllar önce "herkesi kitap gibi okuyorsun, dinliyorsun ama kendi iç dünyanı açma konusunda tam bir pintisin." demişti. onun için iki tip insan vardır ya çok samimi olduğu bir insansındır ya da yabancı.

    çevrelerindeki insanlar tarafından çokça yanlış anlaşılma potansiyelleri vardır. genelde oldukça naif insanlardır, her daim her şeyin en iyisini yapmaya çalışırlar, kendilerini bile bulundukları yerden daha ileriye taşımaya çalışırlar. başkalarını üzmek gibi bir amaçları yoktur bu hayatta ama nedense işin sonunda genelde üzülen taraf bu insanlar olur. belki de her şeyi güzel yapma amaçları onların omuzlarına daha fazla yük almak anlamına geliyordur.

    bu insanlar gerçekten gözlem yeteneği sayesinde insanları iyi tanırlar, onların yaralarını iyi görürler. ezmeye değil de destek olmaya çalışırlar. bu özellikler çok nadirdir ve herkeste bulunan şeyler değildir. bu yüzden de genellikle belli başlı meslekleri tercih ederler. kısaca kimseye zararı olmayan ve sanıldığı gibi de utangaç olmayan güzel insanlardır.

    ayrıca benim uzun zaman önce dinlediğim, psikoloji okumama karar vermemi sağlayan videoyu buraya bırakmak isterim.

    susan cain içe dönüklerin gücü

    içe dönük insanlar her anlamda hayatlarındaki kişiler için iyi partnerler olurlar. genelde zor insanlar olarak görülürler ama aslında sadece herkesin yanında aynı şekilde olmayı tercih etmeyen ve kendi dünyasını koruyan insanlardır. onun için özel bir insan olduğunuzu anlamanın tek yolu size kendini açıyor olmasıdır ve sizin yanınızda bambaşka yanlarının ortaya çıkmasıdır. bu naif insanları kırmayın bence. sonra size özel olarak açtıkları her kapıyı kapatıyorlar, yeniden kendi dünyalarına dönüyorlar ve bunun da pek geri dönüşü olmuyor...

    debe edit: içe dönük özelliğe sahip insanlar ki bunlar toplumun yarısını ya da üçte birini oluşturuyor. yani karşınıza çıkan 3 kişiden birisi içe dönük bir yapıya sahip oluyor. eğer bu yapıya sahip bir insansanız bu içe dönük özelliklerin değişmesi çok zor oluyor. o nedenle dışa dönük olmaya çalışmak yerine kendi özelliklerinizi öne çıkarmak ve kabullenmek gerekiyor. içe dönük insanlar çok fazla kişiyle yüzeysel ilişkiler kurmaktansa az sayıda kişiyle derin ilişkiler kurmayı tercih ederler. yapılan araştırmalar empati yeteneklerinin çok gelişmiş olduğunu gösteriyor. dünyada iz bırakmış bilim insanları genelde içe dönük insanlardır. çünkü içe dönük insanlar için kendi dünyası ve düşünceleri çok daha önemlidir. yalnız kalmak bu insanlar için mükemmel bir deşarj olma yöntemidir. zaten genel olarak sakinliği çok seven insanlardır, kavga, gürültü gibi ortamları hiç sevmezler. bu kişinin en yakınları ile kavga ederken bile kolay kolay sesini yükseltip, hakaret ettiğini duymazsınız çünkü özünde naif insanlardır ve bu durumların içine girmeyi sevmezler. az laf çok iş durumunun insanlarıdır. yapılan araştırmalar içe dönük insanların okulda ya da iş yaşamında daha başarılı olduğunu ortaya koyuyor ama bu insanlar bunu dile getirme ihtiyacı hissetmiyor. yüzeysel şeyleri gerçekten sevmiyoruz ve her durumda derinleşme ihtiyacı hissediyoruz.

    hatalı olan siz değilsiniz tam tersine günümüz sisteminde bize dayatılan dışarıya dönük olma durumu ve toplumun bu şekilde dizayn edilmiş olması bize kendimizde bir hata olduğunu düşündürmeye çalışıyor. halbuki kendimizi kabul ederek güçlü yönlerimizi öne çıkarmak zorundayız. insan sevmiyor değiliz sadece az insan tercih ediyoruz o kadar. insanın kendini kabul etmesi kadar güzel bir şey yoktur bu hayatta. içe dönük olmak bir sorun değil tam tersine oldukça ender özeliklere sahip olduğunuz için gurur duymanız gereken bir şey.

    kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık sanmayacağınız şekilde yetiştirin. (andrey tarkovski)

  • yeşil mercimek, karabuğday kadar olmasa da kaliteli bir bitkisel protein kaynağıdır. lifli ve düşük glisemik indeksli olduğu için de diyet yaparken bazı kronik hastalıklara iyi gelebilir. içeriğinde demir ve potasyum da ciddiye alınacak kadar yüksektir.

    gıdaları hissiyata ya da statüye (?) göre yiyeceğinize "bunun bana ne faydası/zararı olur?" diye düşünerek yerseniz garibanlık neymiş anlarsınız.

  • benim evliliğimde çocuklardır.

    biri sekiz, diğeri altı yaşında iki vahşi erkek besliyoruz. eşim için hiçbir problem yok, çocuklar mükemmel. özellikle büyük çok zeki. fakat benim için boşanmanın eşiği. iki çocuk da o sevimli hallerinden bu noktaya nasıl geldi çözemiyorum. eve girmek istemiyorum artık.

    en son büyük olanı, küçüğe kedi maması yedirirken yakaladım. önlüğünü de taktırmış, itinayla mamaları kaşığa tek tek koyup besliyor. vurmadım. kaç tane yedirdiğini sordum, güldü; ama yine vurmadım. yemeğini aldım diye küçük ağlamaya başladı bu sefer.

    arkadaşlarım özgür eğitim, özgür okul, ekolojik pedagoji muhabbetleriyle başımın etini yedi. iyi dedim, okudum hepsini. güzel tamam da sanmıyorum dedim. büyüğü müfredat dışı, bahsi geçen referanslara dair eğitim veren özel bir okula gönderiyorum. ağaçlar altında ders, doğa gezileri, atölyeler falan. ikinci ayında okula çağırdılar. bir sıkıntısı mı varmış evde? anlatmak ister miyiz? var. kardeşine kedi maması yedirip mobilyaları kırıyor. ağaç falan yaramamış. bahçeye bağlasalar sesimi çıkarmam. çocuk da iki ay çıkarmaz, sever. hoşuna gidiyor böyle acayip şeyler. bi ara eğitim videoları izlerken önüme köpek eğitim videoları çıktı. eline ödül maması koyup burnuna tutuyor köpeğin, o da oturuyor. aldım çikolatayı gittim yanına, burnuna doğrultup otur, dedim. kaçtı gitti.

    keşke şimdi hiç değilse büyük olanı alıp otuz iki yaşında falan geri getirseler eve.

  • dişinizi fırçaladıktan hemen sonra portakal suyu içtiğiniz takdirde (mesela uyandınız, dişinizi fırçaladınız, sonra kahvaltıya oturdunuz), portakal suyunun tuhaf, ekşi/acı bir tat verdiğini farketmişsinizdir. peki hiç "niye ki?" diye düşündünüz mü? düşünmediyseniz, araştırıp bulmadıysanız cevabını ben vereyim: diş macunu "sodyum lauril sülfat" (sls) adı verilen bir kimyasal madde ihtiva eder. dişinizi fırçaladıktan sonra ağzınızda arta kalan sls, portakal suyundaki asitle birleştiginde, ortaya bildiğiniz o ekşi/acı tat çıkar. ama dişinizi fırçaladıktan sonra ağzınızı iyice çalkalarsanız, veya kahvaltıya oturmadan önce biraz sabrederseniz, ağzınızdaki sls tükrüğünüz ile çözüleceğinden, portakal suyu da acı gelmeyecektir.

    "sls" şampuanların da içerdigi bir kimyasal maddedir, o yüzden yıkanırken şampuanınızı içmek gibi bir huyunuz varsa, öncelikle "çok tuhafsınız" demek istiyorum, sonra da duştan çıktıktan sonra portakal suyu içmek isterseniz biraz beklemenizi tavsiye ediyorum. (portakal aromalı bir şampuan kullanıyorsanız, zaten içmeyin o şampuanı, çok acı bir tadı vardır.)

    bu entrymi de izninizle hayatını kimya bilimine adamış - ve bizlere de sevdirmiş - kimyagerlere ve kimya hocalarına adamak istiyorum.

  • uzun ve yorucu yolculuk ertesinde yaklaşık bir saat boyunca insan kaynakları çalışanlarının gelmesini bekledikten sonra mülakatte;

    - hmm.. biliyosunuz fransızca bilmeniz bizim için pek birşey ifade etmiyor. ?
    - hmm.. isabet olmuş bende sizin için öğrenmemiştim*

  • ilginctir ki, the godfather uclemesinde, portakal cok onemli bir yer tutar. tahminimce sicilyanin portakali meshur oldugu icin olsa gerek, bu film serisi bir portakalin bakis acisiyla da izlenebilir. bakiniz the godfather serisindeki portakal olgusu:
    -ilerde michael corleone'e ihanet edecek olan sal karakterini ilk defa gordugumuzde bir portakal soymaktadir, sal ilerde olecektir.
    -woltz karakteri bir sahnede bir sepet portakalla birlikte gorulur, daha sonra adamin atinin kafasi kesilir.
    -don corleone* vurulmadan hemen once manavdan iki tane portakal alir.
    -bes ailenin katildigi toplantida tattaglia ve barzininin onune birer kase portakal konur, bu kisiler olur.
    -ve en onemlisi, vito corleone olmeden once bahcede torunuyla oynamaktadir, soyle ki, portakal kabugundan takma dis yapmistir kendine, sonra o da olur.

    bu olay serinin diger iki filminde de var ve de tesaduf olamayacak kadar fazlalar, hatta ikinci filmden simdi hatirladigim bir sahne, vitoyu isinden eden mahallenin kabadayisi fanucci olmeden once portakal kasasindan bir portakal aliyordu. bu konu kesinlikle arastirilmalidir.

  • evvela genel olarak yapılan yanlışları bertaraf ederek başlayalım:
    birincisi "cafe de paris" adı altında sunulan iki farklı (nasıl desek) çeşni mevcutmuş. bunlardan biri ünlü ve tescilli bir sos olup orijinal formülü sır gibi saklanır olmuş. diğeri ise bu sosa öykündüğünden adını bu sostan alan ve ızgara etlere eşlik etmek için hazırlanan bir tereğayı formülü olup orijinal sostan apayrı bir bünye imiş.

    ikincisi ise yukarıda bahsettiğimiz ünlü sosun adından kaynaklanan bir yanlış değerlendirmeyle fransa kökenli olduğu düşünülse de de kaynağı isviçre'nin cenevre kenti'nde bulunan cafe de paris adlı restoran imiş. rivayet odur ki sosun asıl mucidi iş bu restoran'ın sahibi freddy dumont'un kayınpederi ve bir başka restoran işletmecisi olan (‘restaurant du coq d'or' ) mösyö boubier imiş. boubier'in kızı freddy dumont ile evlendiğinde sosun tarifi bir nevi ceyiz olarak dumont ailesine geçmiş.

    le monde gazetesi bir zamanlar orijinal "cafe de paris sosu"nun gizli malzemesinin tavuk ciğeri olduğunu açıklamış. yanı sıra kullanılan diğer malzemeler taze kekik ve kekik çiçekleri, %19 yağlı krema, beyaz dijon hardalı, tereyağı, su, tuz ve karabiber demiş le monde. ancak ingiliz "the independent", le monde'un "le relais de venise – l'entrecôte" adlı restoranı kaynak gösterek verdiği haberin restoran yetkilileri tarafından doğrulanmadığını duyurmuş sonradan. sonuç olarak sosun orijinal tarifi hala saklı tutulmakta ve sadece lisans sahibi sayılı restoranlarda sunulmakta imiş.

    öte yandan "cafe de paris terayağı" ise aslen daha özgür bir reçete ile üretilebilen ve oda sıcaklığına getirilen tereyağı ile karıştırılan maydanoz, mercanköşk, dereotu, biberiye, tarhun, fesleğen ve kekik gibi kokulu otlar, curry, karabiber gibi baharatlar ve dijon hardalı, kapari, frenk soğanı, arpacık soğan, sarımsak, worcestershire sosu, ve hamsi gibi diğer çeşnilerin karışımını içerebiliyormuş. bütün bu içerikle zenginleştirilen tereyağı tekrar soğutulup donduktan sonra küpler halinde kesilerek servis sırasında pişmiş etin (özellikle antrikot) üzerine yerleştirilirmiş.

    ne yediğimizi bilelim. değil mi efendim?

    http://en.wikipedia.org/wiki/café_de_paris_sauce
    http://www.cafedeparisbutters.co.uk/the-history

  • ancak akp iktidarında gerçek olabilirdi, oldu da. zira olmayan yerli üretim uçağı seçim öncesinde yine göklere çıkarmayı başarmış olan tek parti akp idi. baktılar bu eyyamları halk çok beğeniyor, 24 km ray ile yurdu demir ağlarla döşediklerini iddia ettiler, ilki çok beğenilince, olmayan uçağı gökyüzüne çıkaranlar bu sefer olmayan rayları yeraltına indirdiler. oysa bakıyorsun karşılarına aldıkları, rakip gördükleri 1920'lerin iktidarı yılda ortalama 180 km ray döşemiş.

    şimdi birileri çıkıp diyecek ki "o zamanki raylarla bu zamankiler bir mi? her şey elektronik falan" o zaman ben de diyeceğim ki "be pezevenk, savaştan yeni çıkmış, parası olmayan, iş gücü olmayan, yorgun, bitkin, kafasını kaldırmaya çalışan türkiye cumhuriyeti ile bugünkü türkiye'yi kıyaslamasını biliyorsun ama!?"

  • vaktinde bir liseli kardeşimizden "çok güzel değil mi yaaa" nidalarıyla adını duyduğum, merak edip dinlediğimde sözlerinden hiçbir şey anlamadığım ancak "bu kadar manasız sözleri dünyanın sırrını çözmüş gibi sunan adamlar, nasıl olmuş da böylesine doğru bir melodiyi yakalayabilmişler acaba" dediğim şarkıyı seslendiren adam.

    o yüzden intihali duyduğumda hiç şaşırmadım. çalıntı iddialarının doğru olduğuna o kadar emindim ki, anlatamam.

  • akp’li belediyede çalışıyorum diye hayatımda 1 kez zoraki akp mitingine katıldım. kitleyi ilk kez yakından gördüm.

    arkadaşlar öyle bir kitlenin sayesinde iktidarlar ki hayatı sorgularsınız. gördüklerimi hala unutamıyorum. bizim asıl rakimiz rte falan değil bu kitle. asla yenemeyeceğin (!) çipli bir ordu gibi düşün…

    o yüzden parti marti ayırt etmeden (ki ben eski bir iyi parti üyesi ve mustakbel zafer partisi sempatizanıyım) istanbul’da bu çipli orduya rağmen erdoğan hegemonyasını yıkmış olan ekrem imamoğlu’nu destekliyorum. bu geleceğimiz için elzemdir. önce bunları yıkmalıyız. sonra aramızda rekabet ederiz. önce bu hegemonyayı en güçlümüzle tamamen yok etmeliyiz…