hesabın var mı? giriş yap

  • şimdi burda osursam, kokusunun 3 farklı camiye ulaşabileceği kadar çok ve sık aralıklarla inşaa edilmiş camiler barındıran bir ülkede, sakildir, showdur.
    ibadet değildir.

    sıçmak için yol kenarlarını değil tuvaletleri kullanıyoruz değil mi?
    eğitim almak için okulları..
    ibadet için de aynısı geçerlidir adap bakımından.. bu kadar bolluk varken...

    edit: "orda düz ayak cami yok, kocatepe te yokuşun tepesi, yaşlılar nasıl çıksın" dendi mesajla.
    buyrun, düz ayak camiler.. hepsi 2 sokak, 3 sokak arayla
    https://www.google.com/…a3aae50d:0x1ce03f0f3e9d7dbb

    edit2: aynı yerde kendi inancım gereği "nüdist şamanist" ayin yapmam mümkün değilse, kimse ibadet özgürlüğünden filan bahsetmesin. ibadetten, inançtan, kutsaldan anladığınız tek şey sünni islam amk!

    öyle olunca onun adı "özgürlük" olmuyor

  • "yazmayin, baslamayin" diyenlere kulak asmayin.

    bazi ulkelerde insanlar kod yazsin diye devlet baskani duzeyinde kampanya duzenlenir, bizim ulkede birak devleti ayni isi yapan diger insanlar dahi "baslamayin" diye kostek olmaya calisir.

    cok acaip milletiz yemin ederim.

  • nedenine ilişkin olarak istanbul üniversitesi zooloji anabilim dalı başkanı prof. osman murathanoğlu'nun görüşü şu şekilde: "erkek bülbül mayıs ayında çiftleşmek için öter. bir süre sonra kendine eş bulur ve ötmeyi keser. tam o sırada da dut ağaçları meyve verir. halk bülbülün susmasını, duta bağlar ama yanlıştır. ikisi arasında bir neden-sonuç ilişkisi yoktur. bülbülün ötmesi ve susması çiftleşmeyle ilgilidir."

  • geçenlerde üniversite sınavına hazırlanan ufak kuzenlerimle bir araya gelince, meslek seçimi ile ilgili nasihatler verebilecek yaş ve kemâle erdiğimi hissettim. iyi kötü bir kariyeri, ne bileyim az bi uluslararası tecrübesi olan bir roket adam olarak gelen talepler üzerine bu konuda çok değerli olduğunu düşündüğüm birkaç tavsiye iletmek isterim. dünya vatandaşı olacaksanız, global geçerliliğe sahip bir meslek istiyorsanız bunu iyi araştırmanız lazım.

    biraz uzun oldu ancak zaten adam olacak çocuk okumayı sever, okumayı sevmeyen adamdan zaten hiç bir şey olmaz.

    1) meslek, para için yapılır. para kazanma kaygınız var mı?

    bir insanın ailesinin zengin olması kesinlikle kötü bir şey değil, aksine hayata bir çok noktada 20-0 önde başlamanızı sağlıyor. bankada miras kalmış birkaç milyon lira, ya da babanızın gel başla diyebileceği hazır bir dükkanı varsa, hayat size güzel. tutkularınızın peşinden koşabilir, gitar çalabilir, felsefe okuyabilir maddi getiri kaygısı olmadan tamamen keyif odaklı olarak istediğiniz mesleği seçebilirsiniz.

    eğer şanslı azınlıkta değilseniz, kendi hayatınızı kendiniz kuracaksanız ya da bağımsız olmak gibi idealleriniz varsa, para kazandığınız işten keyif almak zorunda olduğunuzu unutmayın. bunu iş hayatınızın ilk gününden kafanıza sokarsanız, bundan sonraki 40 yılda sabah 7'de uyanmak nispeten daha çekilir hale gelir.

    2) çarpıcı bir yeteneğiniz var mı? para ediyor mu?

    bazı insanlar doğuştan şanslı oluyor - ya da yetiştirilme tarzından ötürü daha çocukluktan bazı yetenekler kazanıyorlar. kimi acayip şarkı söylüyor, virtüöz gibi piyano çalıyor, ne bileyim çok hızlı koşabiliyor, hagi gibi şut atabiliyor, vesaire vesaire. bu tarz bir yeteceğiniz varsa ve paraya çevirme ihtimaliniz varsa bunun da peşinden gitmeniz bir ihtimal hem sizin, hem de dünyanın güzelliği açısından faydalı olabilir.

    benim yok. sizin de yoksa welcome to the club.

    3) en çok para getirecek sektörler hangileridir?

    gelelim üçüncü meseleye. size deli para lazım, özelliksiz düz bi insansınız ve amcamızın fabrikası da yok maalesef. o zaman size para getirecek işleri tespit etmeniz gerekli. bu konuyu 40 kişiye sorsanız hepsi ayrı yanıt verir, o yüzden amcanıza, dayınıza sormayın. bilgi danışacağınız insanların, ancak kendi çapı, bilgisi, görgüsü dahilinde yorum yapabileceğini unutmayın.

    ufak birkaç google araması yapalım. aramayı yaparken, "geleceğin mesleği" gibi abuk subuk bir tümce yerine, "highest paying companies in us" gibi bir şey aratmanız daha spesifik olur. neden amerika'dan başlıyoruz: çünkü amerika, bu zamanın tüm trendlerini belirleyen coğrafya.

    peki, çıkan sonuca tıklayalım: https://www.cnbc.com/…9-according-to-glassdoor.html

    10 - microsoft, bilişim (genel)
    9 - salesforce, bilişim (yazılım)
    8 - facebook, bilişim (sosyal medya)
    7 - linkedin, bilişim (sosyal medya)
    6 - vmware, bilişim (it altyapı)
    5 - google, bilişim (sosyal medya, yazılım)
    4 - gilead sciences, tıp
    3 - twitter, bilişim (sosyal medya)
    2 - nvidia, bilişim (donanım)
    1 - palo alto networks, bilişim (siber güvenlik)

    dolayısıyla, tablo ortada. bilişim sektöründe mühim olan bilgi ve bilgiyi toplayan ve değerlendirebilen altyapılar olduğu için, bu meslek dalında sermaye bahsi geçen altyapıları kurabilen "insan". bir inşaatçının sermayesi arsa ve beton, bir makinacının sermayesi makinasıdır, ama bilişim sektöründe sermaye yalnızca ve yalnızca insandır. o yüzden tüm yatırım insana yapılıyor.

    4) "bu firmalarda binlerce iş ilanı var, hangi alana yönelmeli?"

    peki sektör seçtik, alan olarak neye odaklanalım? bu firmaların her biri büyük birer dev, her türlü fonksiyon var. hangi alan daha mantıklı olur?

    bu konu çok tartışmalı olmakla birlikte benim şahsi düşüncem her zaman firmaların kalbinde, core business'ında yer alan kişiler olmaktır. örneğin nvidia, donanım ve yazılım üreticisi bir firma. bu firmanda bilgisayar ve elektronik mühendislerinin kolkola çalışarak bir ürün çıkarması beklenir. bu ürünü geliştirecek ve çıkaracak araştırmacı kişiler arasındaysanız, paraya para demezsiniz. ama atıyorum finansçı olarak bu firmada bulunuyorsanız, her zaman değiştirilebilir yan rollerden birinde takılmak durumunda kalırsınız.

    5) "üniversite o kadar da önemli mi?"

    dandik bir üniversitenin dandik bir bölümünden mezun olarak bilişim sektörüne atıldım. benim ve benim gibi alaylıların bu sektörden para kazanabiliyor olması, herkese bir umut ışığı olmalı kesinlikle. demek ki herkes yapabilir. anncaaaaaaaaaak:

    -ki bu çok uzun bir ancak-

    "önce bi okuyayım da sonra toparlarım" diye düşünüyorsanız size kötü haberim var. boğaziçi bilgisayar mezunu bir adam, her zaman birkaç adım önde olacak. siz 30 çalışırken, o 10 çalışarak aynı imkanlara ulaşabilecek. boğaziçi'li arkadaşları ile şirket içinde lobi yapabilecek, ciddi bir etki alanına sahip olacak.

    üniversite bir nevi çarpan oluyor bu durumda. sizin yeteneğiniz 5 üzerinden 5 ve üniversiteniz de 3/5 bi yer diyelim, 15'lik para kazanırsınız. sizinle aynı yetenekteki biri odtü mezunu ise 5x5'ten 25'lik para kazanabilir, hem de daha az çalışarak. önüne daha çok kapı açılır ve daha az başı ağrır.

    o yüzden okul kesinlikle önemli. dandik bi yerde okuyorsanız bilin ki 5 kat daha fazla kastıracaksınız kendinizi. onun yerine öss'ye çalışın daha iyi.

    6) "ben kendi işimi kurmak istiyorum"

    girişimcilik ruhu iyidir, güzel bir şeydir. ancak güzide ülkemizde cebinizde sermaye olmadan yapılacak bir iş yok. acayip bi cihaz tasarımınız da olsa, dükkan fikriniz de olsa, beşyüz milyon dolar edecek bir lokanta düşünceniz de olsa sermayeniz, dolayısıyla da babanız, dayınız ya da amcanız olacak.

    eğer yoksa, girişimcilik açısından yine en kısa yol bilişim sektörü. 1000 dolarlık bir bilgisayarla dünyayı değiştiren insanlar var. zor, ama imkansız değil. 1000 dolarla bina dikemez, daire alıp satamaz, makina yapamaz, dükkan açamazsınız. ama dandik bir bilgisayar ve internet bağlantısıyla yapabileceklerinizin sınırı yok.

    7) "neden bu kadar para odaklı olmak zorundayız? ben kafama göre takılacağım"

    son maddemiz bu olsun. tabii ki para odaklı olmak zorunda değilsiniz. barlarda gitar çalabilir, günü birlik yaşayabilir, üç kuruşa tamah edebilirsiniz. bu da gerçekten çok saygı duyduğum bir yaşam biçimi olmakla beraber, parasızlığı iyi kötü tatmış birinin bu tarz hobilere odaklanması zor. çünkü biliyoruz ki istanbul gibi bir cangılda düşene bir tekme de sokaktakiler vuruyor. ortadoğu'nun bu acımasız coğrafyasında, depremini, darbesini, savaşını, kavgasını, cinayetini düşünerek yaşamak zorundayız. bu noktada ben böyle naif bir hayat planlamakta güçlük çekiyorum. belki siz becerebilirsiniz.

    neyse, aklıma gelenler bunlardı. çocuklara da 100 defa anlattım artık çıktısını alır bunun veririm. yine de burada yazılanlar yanlış olabilir, ne bileyim arkeoloji falan okuyup kendini aşırı geliştirmiş bi arkeolog olarak güneş altında kazı yaparken acayip mutlu olabilirsiniz. bilemiyorum bu kişiden kişiye değişir, ben kendime, kendi gördüğüme göre anlattım. bir abimiz demiş ki, "it is the career of careers" - yazının özeti de bu olsun.

  • her okurun kendine mahsus bir dünyası vardır. benim de öyle. şu yazarı çok severim, bu yazarı sevmem, diğer yazarı abartılmış bulurum falan filan. bilindik mesele…

    bir roman ve öykü yazarı olarak sıklıkla raymond carver ismiyle karşılaşırım. raymond carver okudun mu?, raymond carver muhteşem değil mi? eğer öykü yazıyorsan referans noktan carver olmalı, gibi…

    evet, raymond carver okudum, carver’ı severim, gün olur carver’ın sadeliğine imrenirim fakat raymond carver’ı ilk okuduğum andan bugüne, hakkındaki görüşüm bir dirhem değişmedi. amerikalı yazarı kişisel sınıflandırmamı baz alırsak “sanatçı yazar”dan ziyade hep bir “zanaatkâr yazar” olarak gördüm. bir ıkea zanaatkârlığı bu… küçümsediğim için söylemiyorum, ikea ürünleri gibi yalın, basit, bu özellikleriyle takdire şayan, gelin görün ki kalıcı değil. kalıcılıktan kastım, bir okur olarak hoffmann, poe, çehov, kafka, borchert, buzzati, yourcenar, borges, cortazar, jackson, salinger, vonnegut ve daha birçok yazarın kısa öyküleri bende ikinci, üçüncü kez okuma isteği uyandırsa da carver aklımda yer etmiyor, tutunmuyor. salinger'ın öykülerini zevkle okuyup carver'a mesafeli bir sevgi beslemek garip değil mi? bence de öyle ama öyle işte...

    carver seri üretim yapan bir fabrikanın bandında önünden geçen ürünler arasında tuhaf, tekinsiz, soluk bulduğu şeyi hemen tespit ederek çekip çıkaracak gözlere sahip usta işçileri andırıyor bana. evet usta… gerçekten de gündelik hayatta, özellikle amerikan orta sınıfının sakin hayatındaki tekinsizlikleri, eksiklikleri, yalanları, ikiyüzlülükleri en basit tabirle durgun suya düşmüş damlanın yarattığı dalgalanmayı hiç kelime israfına girişmeden, ustalıkla okura yansıtıyor. ve bunu cheever’ın yüzücü’sünde kullandığı metaforik seçenekleri es geçerek, gerçeği gerçekle, belki daha cüretkar, daha emek isteyen bir metotla yapıyor. görsel efekt, ses efekti, fon müziği eklenmemiş ham görüntüyle beyaz perdeye çıkmak misali… işte tam da bu yüzden bırakın okurları, birçok yazarın bir dönem abartıya kaçarak carver’ı yaşayan en iyi yazar olarak mimlemesi doğal. marcel duchamp’ın sergi için diğerleri tuvalleri önünde ter akıtırken pisuvarı ters döndürüp ismini çeşme koyması gibi dâhiyane, özgün ve pratik bir seçim. tek farkı devrimsel olmaması. aynı zamanda yazarın bu nadir bulunur özelliği, postmodern dünyanın çeperinde kısılıp kalmış, kendinden menkul bir eser yaratmakta güçlük çeken yazarlara ve yazar adaylarına ilham, daha doğru tabirle bir dayanak noktası oluyor. dikkat ederseniz, metnin içeriğini değil tekniği, hayal gücünü değil çalışmayı salık verenlerin ağzından düşmez carver. çünkü umut veriyor. bu adam bu denli basit şeyleri basit bir dille anlatıp meşhur olduysa, o halde ben de yapabilirim diyenlere rastlamak mümkün. bu yüzden semih gümüş’ün evinin gizli bir odasında raymond carver için hazırlanmış, atölyesinden öğrencileriyle muhtelif zamanlarda ayinler yapılıp şirke koşulan bir sunak mevcut:p seçkin bir zevkin nesnesi oluyor carver, jazz gibi, video art gibi, performans sanatı gibi… adam röportajlarında derin anlamlar, metaforlar peşinde koşmadığını söylese bile nato kafa nato mermer, orada burada üçüncü kez okuyunca carver öykülerindeki alt metni kavradım’cılar türüyor. gerçi hak vermemek elde değil, o kadar çok övülüyor ki sıradan okur carver okuduğunda "eee bu adamın nesini çok beğeniyorlar?" sorusuna bir cevap arıyor, bulamıyor, okuyor, okuyor, okuyor ve kendince, hayali bir alt metin üretiyor. halbuki carver direkt gösteren bir adam... dikkat et anlatıyor demiyorum, gösteriyor. sen poe'nun çalınan mektup öyküsündeki polisler gibi gözünün önündekileri değil, gözünün göremediği yerleri deşmeye meraklı olduğundan, bahis konusu öykünün sonundaki gibi büyük bir arayıştan sonra aradığın şeyin gözünün önünde çıkmasıyla irkiliyorsun:)

    ayrıca adım kadar eminim, herkes raymond carver okusa bugün onu allayıp pullayanlar kendilerini toplumdan farklı hissetmek için başka bir yazarın üstüne çullanıp carver için “eh yani” diyecek. mesela son yıllarda maurice blanchot - clarice lispector gibi isimleri sıklıkla duyma sebebimiz bu. seçkin okur kitlesi yeni mabut ve mabudeler peşinde:)

    sözün kısası, raymond carver’ın okunması ve bilinmesi gereken, hatta birçok noktada örnek alınması elzem bir yazar olduğunu düşünmekle birlikte, şayet başıma bir iş gelmeyecekse, kişisel dünyamda ve yaratım faaliyetimde önemli bir yer tutmadığını belirtir, uzar giderim.

  • beşiktaşlıyım ama galatasaray'ı destekledim.

    yapmayın şöyle boru falan. büyük bir heyecanla takip ettim maçı. galibiyete de çok sevindim. ama siz böyle yapınca tiksinti geliyor.

  • ilk önce abisi bahattin ışıklardan karşıdan karşıya gecerken bir arabanın çarpması sonu vefat etti. diğer abisi sinan pistte tur atarken motordan düştü vefat etti . babası irfan sofuoğlu kanserden vefat etti. ve en son olarak da yeni doğmuş olan hamza sofuoğlu beyin kanamasından vefat etti. bu yaşta bu kadar acı çok zor be abi allah yardımcısı olsun.

  • ben bunu bi kere yaptım bin yıl önce dağ başında bir şantiyede çalışırken birlikte kaldığım kız iş arkadaşlarımızla bi çıkalım dedik. anadolu'nun küçük sayılabilecek bir ilçesi. mekan sahibi de tanıdık. gittik dört kız söyledik rakılarımızı hazırlattık masamızı bir güzel içiyorduk ki bizim büyük şeflerden biri geldi. tesadüf diye düşündük adamın gelmesini meğer öyle değilmiş. mekan sahibi aramış sizin kızlar burada içiyor diye. şef bize biraz kızdı. burası istanbul değil, canınız içmek istiyorsa söyleyin bize diye. eee o zaman kız kıza rakısı olmaz dedik. o da olmaz dedi. konu kapandı. dört mühendis genç kadın anadolu'nun bir ilçesinde yalnız içemezmiş. bu da böyle bi anımdır.