hesabın var mı? giriş yap

  • irticayı her yıl düzenli olarak tsk’nın ensesinden söken ve fetö’nün serpilip gelişmesini ve ahtapot gibi ülkeye el atmasını uzun yıllar durdurmuş/yavaşlatmış mgk’ya islamcılar gelip mürtecilerin atılmasını veto etmeye ve kendi kafalarına uygun generalleri kilit yerlere getirmeye başladıktan sonra bu ülkenin boku çıkmıştı.

    akp onu atmayın bunu atmayın diye geleceğin fetöcülerini tskda zorla tuttukça kısa zaman sonra hepsi ordunun sinir sitemlerine çöreklenmiş ve harp okullarında birkaç yıl içinde standlarda zaman gazetesi sızıntı dergisi falan satılmaya başlanmıştı. yeni mezun subaylar “abi kho kantinde zaman ve sızıntı satılıyor alanların sınavları da hep iyi” dediklerinde şaka yapıyorlar abartıyorlar öyle bir şey olamaz sanıyorduk.

    ama günü geldiğinde yapanların yıllarca bilerek ve istenerek vetoyla tskda tutulması sayesinde bu ülkede bir darbe yaşandı. darbe yüzünden de bu ordu ve ülke sadece bu fethullah peşinde iman etmiş tarikatçı öğrencileri değil kendi öz değerini, askeri kültürünün kalbindeki okulları, liseleri de kaybetti. iki pire için 150 yıllık yorganlar yakıldı. kuleli katarlılara acaba hangi gün peşkeş çekilecek diye gazete okuyasımız gelmiyor. şahsen benim öyle.

    şimdi içlerinde bir miktar fetöcü öğrenci olan o okullar fetö yuvası diye yüzlerce yıllık tarihiyle kültürüyle kapandıysa, liselere baştan temiz öğrenci alabilecekken orduyu uzun vadede islamlaştıracağız diye öz kültürünü nasıl söndürdüyseniz, burada da tarikatları bence bir iki sapık yüzünden söndürebilirsiniz. ortaya çıkardıkları tehdit ve bunlara kapılıp gidenler kuleli öğrencilerinin birkaç yüz bin katı.

    o zaman nasıl gık demediyseniz, buna da demeyiverin.

  • kahve dükkanı olarak kurulup, 3.57 trilyon (mart 2022) hacme ulaşan borsadır.

    1680 yılında jonathan miles, lonra'nın bank bölgesinde bulunan change sokakta jonathan's coffee shop'u açtı. 1690 yılına gelindiğinde ise şehirde hisselerini pazarlayan 100'den fazla şirket bulunuyordu.

    tüccarlar, thames nehri üzerinden şehre giren diğer tüccarlar hakkında bilgi almak için diğer tüccarlarla buluşmak için jonathan's coffee shop'da buluşuyorlardı.

    kafede haberler, barın arkasında bulunan panolara yazılıyordu. zamanla, tüccarlar, şehre giren gemiler hakkındaki son bilgileri iletecek bir koşucu ağı oluşturdular ve bunlardan sağlanan bilgiler bu panoya yazılmaya başladı.

    kahve dükkanı 1748'deki büyük londra yangını sırasında yanınca, brokerların maddi desteği ile hemen yeniden inşa edildi ve new jonatthan's adını aldı. 1773 yılında ise london stock exchange adını alarak bugünkü londra borsasının temelini oluşturdu.

    kaynak: history extra, wikipedia

  • bugün 4 yediğinde takımını terkeden yarın 4 kilo aldığında seni de terkeder. unutma, en güzel beşiktaş'ın çocukları sever.

  • pop müzik listelerini sarsacak yeni hit parça.

    nakaratı şöyle:

    yazgımla kanlı bıçaklı
    hükümet hep alacaklı
    hayalim üç kelime
    o da şöyle vali mutlu tutuklu

  • bir kişinin kendini “polisim hayırdır amuğa goyim?” şeklinde tanıttığı kavgadır. adamın ilk cümlesi buydu.

    adı soyadı amuğa goyim galiba. umarım e-devletten isim soyisim değiştirme kolaylığından faydalanır. böyle memuriyet zor.

  • - hangisinden kullanayım abi? head&shoulders, clear men, pantene filan var
    + amk hepsinin içine doldurduğun ipek şampuan değil mi?

  • sapiens kitabında üstü kapalı olarak bolca atıfta bulunulan kavram.

    tarım toplumunda haftada 50-55 saatini toprağına ayıran ve tuketebildigi besin maddeleri sepeti son derece kısıtlı olan bununla beraber herhangibir açlık /kıtlık/kuraklık durumunda yapacak pek fazla bir şeyi olmayan bir çiftçi ile doğada özgürce gezen , birçok besin maddesinden tüketebilen ,kuraklık vb kaygısı olmayan bir avcı toplayıcıyı kıyasladığımızda oyumuz tabiki avcı toplayıcıdan yana olur mantık çerçevesinde .

    bununla beraber tarım devriminin tetiklemesiyle uygarlık öyle bir noktaya geldi ki acaba alternatif bir tarih söz konusu olsa ve her daim avcı toplayıcı kalsak acaba şu an nerede olurduk merak konusu.

  • hücum yeleğinin ön ceplerinde bulunan iki el bombasıyla beraber, muhtelif dağ zirveleri. insan gençken ne kadar cesur oluyormuş.
    (bkz: komando)

  • passaparola yarışma programından:
    -c harfiyle başlayan, akdeniz kıyılarında da görülebilen bir köpekbalığı cinsi (doğru yanıt: camgöz)
    -cavs !!!

  • akran zorbalığı'na maruz kalmanın berbat bir şey olduğuna inanıyorum.
    çocukken dayak da yesem hep karşılık verdim. bir karşılık verdim iki dayak yedim ama üçüncüsü hiçbir zaman olmadı.

    dövmekten çabuk mu bıktılar yoksa bir gün dayak yemekten mi çekindiler bilmem:)

    öte tarafta hep korkan, çekinen arkadaşlar vardı. bu baskı, onların üzerinde yıllarca sürdü. şu anda bile etkileri var bence üzerlerinde.

    çocukların masum olduğuna; yaşlıların bilge olduğuna inanmam.

    tabii ki çocuğunuza önce öğretmen ile iletişime geçmesini tembihleyin ama onu bir pısırık olarak yetiştirmeyin.

    yoksa ilkokul, lise, askerlik, iş hayatı derken özgüvensiz bir birey olur.

    burada bazıları, bu çocukların ileride barzo olduklarını söylemiş ama öyle bir durum yok! çocuk kavgaları, bir dönem sürer ve biter. sizin burada karar vereceğiniz şey çocuğunuzun geleceğidir.
    ya hakkını korumayı bilen ya da her zaman hakkı yenen biri olacak.

    hiçbirimizin babası anası john dewey değildi tabii ama " sana vurana sen de vur! " cümlesi harika şekilde kurulmuş bir cümledir!

    durduk yere kimseye vurma fakat sana vuranın karşısında da sessiz kalma!

    dipçe-i türkî: üzerinden 32 yıl geçmesine rağmen acısı dinmemiş ve avrupa'nın katil ermenileri görmezden geldiği hocalı katliamı'nda hayatını kaybeden türk kardeşlerimize allah'tan rahmet diler; dünyanın hiçbir yerinde bir daha türk soyundan herhangi bir ülkede böyle katliamlara maruz kalmamamız için inancı, tipi, cinsiyeti, ülkesi neresi olursa olsun tüm türklerin birlik olması gerektiğini bir kez daha hatırlatırım.

  • bazılarına göre bir komplo teorisi olan inanış. şimdi, epey eskiden alınmış bazı ürünlerin hayvan gibi dayandığına pek çoğunuz şahit olmuşsunuzdur. şimdiki tasarımlar, ürünleri ufaltmaya çalıştığı ya da donanım özelliklerinin artmasından ötürü veya firmaların kasti ibneliğinden kaynaklı mı bilemiyorum ama kesinlikle daha kısa ömürlüler. en azından bir şekilde ya hızlıca zamana yenik düşmesi isteniyor, ya yan ürünlerine para bayılıp müptelası oldurulmaya çalışılıyoruz veya gerçekten garanti süresinden kısa bir süre sonra çöp olması isteniyor.

    özellikle ev eşyası, tekstil ve teknoloji ürünlerinde bu anlayış çok göze çarpıyor. şimdi asıl mesele bunu ben böyle inanıyorum diye açıklamak değil; bunun gerçek olma olasılığının irdelenmesi. mesela kulaklıklar üzerinden bu konu irdelenmiş biraz.

    demem o ki parasını versen de yüzde 99 güven aralığında, kalitesiz kumaştan, bir yerinden pörtleyen kazaktan, yırtılan pantolon ve ayakkabılardan, bozulan aygutlardan; kırılan eşyalardan kurtulamıyorsun. lan bizim 20 senelik emektar eşyalar bile sizin gibi değil. 20 senelik buzdolabını değiştirmek için, "yeter artık bozul" diyerek annemin buzdolabını tekmelediğini hatırlarım. yine de bozulmamıştı o buzdolabı. şimdikilere kötü söz söylesen bile 2 güne pert olur.

  • masamda gönülsüzce doldurulmuş bir form, üstünkörü yanıtlanmış ya da yanıtsız bırakılmış sorular. "bu görüşmede başlıca ele almak istediğiniz sorunlar" kısmı özellikle boş, anne baba ile ilgili soruların olduğu kısımlar detaysız.

    bir kurum görevlisi giriyor odaya, başka birkaç form bırakıyor öncekinin üzerine. yirmi dakikalık bir görüşmenin ardından tanı ve tedavi bilgileri yazılacak üzerine. tanınacak ve iyi edilecek, iyi oldu mu diye kontrol etmek için yeni bir randevu tarihi belirlenip yazılacak.

    bir oğlan çocuğu giriyor sonra içeri, donuk bakışlarını yerleştiriyor masamın üzerine. gözlerini yakalamaya çalışıyorum, gönülsüzce bakıyor. sorular soruyorum, üstünkörü yanıtlıyor ya da yanıtlamıyor. başlıca ele alınması istenen sorunlara yanıt yok, anne baba kısımları detaysız. formda eksik kalan görüşmede tamamlanmıyor.

    buraya getirildiği için mi tedirgin ve öfkeli yoksa buraya getirilmesini gerektiren şeyler nedeniyle mi, hiçbir fikrim yok. bir sonraki sorulacak soruyu kestiremeden bir şeyler soruyorum, her seferinde birkaç kısa birkaç cümle ile etimi koparıyor.

    on dört yaşında. annesi birkaç yıl önce kansere yakalanmış, birkaç yıldan az yaşayabilmiş. babası uyuşturucu kullanırmış, altı ay önce cezaevine girmiş. belki salınırmış birkaç aya, salınmasa ne iyiymiş. dövermiş, sadece dövse yine iyiymiş.

    altı ay bir başına yaşamış evinde, doğum günü gelmiş geçmiş. on dört olmuş.

    bir esnaf lokantasında aşçı yamaklığı karşısında karnını doyurmuş. kış zaten henüz bastırmamış, battaniyeler örtünmesine yeterli olmuş. elektriklerin henüz kesilmediği zamanlarda televizyon izlermiş, ses olsun istermiş evde. ama bir de epilepsi hastasıymış. ışık nöbetlerini tetiklermiş, televizyon ışığı mesela. evin elektriği kesilene kadar zaman zaman nöbet geçirirmiş, sonra devrildiği yerden kalkar ve battaniyenin altına girermiş. allah vere nöbetleri pek sık değilmiş o aralar. zaten allah'ın ona verdiği ancak bu kadarmış.

    söylemiş miydim; altı ay bir başına yaşamış evinde, doğum günü gelmiş geçmiş. on dört olmuş.

    sosyal inceleme raporuna göz gezdiriyorum; üç beş akrabası varmış ama ona bakacak durumları yok imiş. hem babası ile de kavgalılarmış, yüzüne bakılacak adam değilmiş. teşekkür edip telefonu kapatmışlar. oğlanın yüzüne kimse bakmamış.

    yirminci dakika olmak üzere, görüşmede başlıca ele alınması istenen sorunlar kısmı hala boş. zihnimde evde bir başına nöbet geçirişinden, düştüğü yerden kalkıp kanepesine geçişinden başka sahne yok. kaç sahne tahayyül edilebilir, kaç sahne bilinebilir ve kaç sahneye katlanılabilir, bilmiyorum.

    bilinç hep sahnede, kapandığı birkaç dakikalık nöbetler dışında. bilinç orada ve odamda. başlıca olarak ele alınması istenen sorunlarda.

    üstelik ortada bir sahne de yok.