hesabın var mı? giriş yap

  • gelinin erkek kardeşinin çeyiz sandığının üstüne oturması veya gelin kapısını tutması.
    sövsen olmaz, dövsen olmaz, adettendir diyerek cebine bir şeyler sıkıştıracaksın mecbur.
    ha bir de bazıları parayı beğenmiyor. enişte cimri misin sen? kız veriyoruz sana bu mudur yani? diyenini duydum.

  • kendisini devirmek icin yapilan darbeyi arastirmak icin meclise verilen onergeyi red eden bir parti var basimizda. dunya insanoglu tarihinde boyle birsey ilk defa oluyor.

    (kahkaha efekti)

    anlayan anladi.

    ama aktroll ler anladigi halde ak olmaya devam ediyorsa dunyanin en serefsiz yaratiklaridir.

  • umarım bizim bayrak yoktur diye açtım ama nafile..tuzumuz elimizde koşmamamız mümkün değil tabi.

    t: enteresan bir fotoğraftır.

  • pek farkında olmasak da dünya tarihini değiştiren etkenler arasında başa oynayan bitkilerden birisidir. ispanyol fatihlerin taşıdığı tonlarca altın ve gümüş bir asırda hızla erirken getirdikleri bir kaç sandık patates avrupa ve asya'da hızla çoğalarak artmış ve tarihin akışını değiştirmiştir.

    öyle enteresandır ki güney amerika'dan kuzey amerika'ya gidişi avrupa üzerinden olmuş, kolonileri beslemek amacıyla kendi kıtasına geri dönmüştür. sinema severlerin elizabeth the golden age filminden hatırlayacağı walter raleigh adlı tarihi karakter ingiltere ve irlanda'ya patatesi ilk getiren adam olmakla kalmamış, kurulan ilk ingiliz kolonisine de patates vererek bu ürünü kuzey amerika'ya taşımıştır. (bkz: virginia) 1995 yılında ise patata, yaşadığımız yer kürenin sınırlarını aşarak uzayda yetiştirilen ilk sebze olmuştur. gelecek yıllarda başka gezegenlerde kurulacak kolonilerde astronotları besleyecek en temel gıda kaynağı olacak olması da ayrı bir ironi. umarım ilk uzay kolonilerimizin kaderi de geçmiştekiyle aynı olmaz.

    eski dünyada belirli bir coğrafyada yetişen ürünlerin dünyanın geri kalanına yayılması lojistik, depolama, dayanıklılık gibi çeşitli faktörlerden ötürü her daim mümkün olmuyordu. ayrıca bir ürünün binlerce kilometre taşınmaya değmesi için sadece lezzeti yeterli değildi. yetiştirme ve depolama kolaylığı, her türlü coğrafyaya ayak uydurabilmesi gibi bir çok yan unsur da büyük önem arz ediyordu. bugün mısır, pirinç ve buğdaydan sonra patates gelir. yeni dünyanın keşfinden önce buğday ve pirinç çok önemliydi. sonrasında ise mısır ve patates geleceğe yön verdi.

    ispanyollar bu bitkiyi kendileri keşfetmedi. bizzat yerlilerden bütün yetiştirme tekniklerini öğrenerek taşıdılar. hatta bunun için yanlarında çiftçiler dahi getirdiler. çünkü bu bilgi aktarımı öyle kolay değildi. amerikan yerlilerinin bu bitkileri ehlileştirmesi de hiç kolay olmamıştı. konuya dair çeşitli hikayeler okudum ve tekrar insan zekasının kıvraklığına hayran kaldım. bu tür hikayeler bana, insan zekasının altında yatan sırrın büyük kısmının merak ve gözlem ilişkisi olduğunu düşündürür.

    şöyle tahayyül edin; binlerce yıl önce and dağları civarında bir inka kabilesi yaşıyor. bazı savaşlar sonucunda bereketli topraklarını bırakıp daha yüksek rakımlara çıkıyorlar. ulaştıkları noktada kıtlık gibi ağır sorunlarla baş etmeye çalışıyorlar çünkü tohumları bu iklimde yetişemiyor. bu esnada dağın eteklerinde yetişen çiçekli bir kök bitkisini fark ediyorlar. bu bitki o kadar hızlı yetişiyor ki daha önce gördükleri hiç bir şeye benzemiyor. ayrıca bir sürü hayvan bunları yiyebiliyor. yalnız insanlar çiğ yedikleri zaman zehirleniyorlar o yüzden pişirerek yemeyi deniyorlar ama onun da sonuçları ölümcül oluyor.

    bir çok bitki kaynatıldığında insana zararlı toksinlerden arınır fakat bu bitkinin içerdiği toksinler ısıdan da etkilenmiyor. yüzlerce deneme yanılmadan sonra bazı vahşi lama türlerinin bu bitkileri sorunsuzca nasıl yedikleri kafalarına takılıyor. yeni bir gözlem süreci başlıyor ve lamaların bu bitkiyi yemeden önce kil toprak yaladıklarını keşfediyorlar. haliyle onlar da aynı yöntemi taklit ediyorlar. kil topraktaki bazı minerallerin bu zararlı toksinleri absorbe ederek etkisizleştirdiğini tam olarak açıklayamasalar da işe yaradığı için bu konunun üzerine gidiyorlar.

    önceleri yabani patatesleri yenilebilir kil türleriyle beraber tüketiyorlar. sonraki yıllarda karmaşık pişirme yöntemleriyle toksinleri azaltmayı başarıyorlar. bugün hala bazı dağ köylerinde eski usüller kullanılmaya devam ediliyor. mahsül çıktığı gibi taş fırınlara atılıp gübreyle birlikte pişirilirken üzerine kil toprak döküyorlar. bu yöntemle hem çiğ stoklama derdinden hem de zehirli toksinlerden kurtuluyorlar.

    tabi ki öncelik olarak daha az toksik olan patatesleri yetiştiriyorlar, ancak bazı eski ve zehirli türleri tüketmeyi de hiç bırakmıyorlar çünkü bu türler soğuk bölgelerde sorunsuzca yetiştirilebiliyor. bu açıdan japon fugu balıklarına benzer bir durum söz konusu. fugu çok zehirli bir balık türü. emin olun sırf lezzetinden ötürü kimse ölüm riski olan bir balığı tüketmeye çalışmaz. bir dönem mecburiyetten başlayan fugu yemekleri daha sonra adete dönüşüyor. bugün fugu temizlemek için özel eğitim kurumları var. bu kurumlardan mezun olan personeliniz olmadan restoranınıza bu balığı satamıyorsunuz. japonlar tarihte bu balığın ne kadar zehirli olduğunu bizzat test ettiler. belli bir standartı yakalayana kadar binlerce insan öldü. bugün japonya'da hala senede belli bir oranda doğru hazırlanmamış fugudan zehirlenerek ölen insanlar var. şuradan tarihçesini ve fugu nedir ne değildir öğrenebilirsiniz.

    neyse patatese geri dönelim. inkalar yüksek rakım ve soğuk iklimde bu patatesleri yetiştirebiliyorlardı. orduları için vazgeçilmez bir besin kaynağıydı. o yüzden chuno icat edildi. yüksek rakımda ıslanmış mahsülü gece dona bırakıp sabah güneşte kurutup suyunu sıkarak yıllarca dayanabilecek bir ürün elde ettiler. bizim göçebe atalarımızın kurut veya basturması gibi düşünün. suyu olmadığı için uzun süre dayanan, yanınızda kolayca taşıyabileceğiniz, besin değeri yüksek bir ürün.

    yeni dünyanın kefşi ile ispanyollar altından sonra bu bitkinin değerini görür görmez idrak ederek kendi kıtalarına taşımışlar ki yine olayların baş rolünde francisco pizarro var. şu ahir dünyada yerinde olmak istediğim biri varsa o da bu adamdır. neyse i, patates pizzaro'nun ilk getirdiği vakitler pek kabul görmemiş. hatta bir çok salgının bu lanetli bitkiden geldiğine dair dedikodular türemiş. değeri zamanla anlaşılmaya başlanmış. özellikle orduları beslemek için müthiş verimli bir bitki olduğunu fransızlar çok çabuk farketmişler. daha doğrusu fransız yönetimi diyelim zira halk, kafirlerin gıdalarını bir sürü sebepten ötürü üretmek istememiş.

    louis xvi patatesi halka kabul ettirebilmek için özel bir bahçe yaptırmış. ilgi çekmesi için dışına nöbetçiler koyup tellerle çevirmiş. halk doğal olarak neymiş lan bu kadar değerli olan patates diyerek merak etmiş ve sarayın desteğiyle üretime başlamış. bu arada çeşitli patates yemekleri saray sofrasında baş göstermiş. enteresan fakat başarılı bir pr çalışması. hatta marie antoinette bazı önemli günlerde saçına, elbisesine vs. patates çiçeği koyarak tanıtıma katkıda bulunmuş. patates diyerek geçmeyin. çok güzel bir çiçeği vardır.

    kraliyet için ise önemi tamamen stratejik. doğru iklimde senede dört kez mahsül alabildiğiniz, aşırı titiz tarım teknikleri gerektirmeyen, doğru şartlar altında uzunca süre depolanabilen bir besin kaynağının halka kabul ettirilmesi her açıdan önemli. arta kalan çiğ patatesi at ve eşeklerin katır kutur yemesi de cabası.

    diğer avrupa ülkeleri de tabi ki ilk başta ordularını beslemek için kullandılar. daha kaliteli patatesler yetiştirmek için çeşitli yöntemler geliştirdiler ama fransa hep bir adım önde oldu. kendi özel türlerini ürettiler. o nedenledir ki güney amerika'dan sonra en geniş patates yemekleri çeşitliliğine sahip olan mutfak fransızlara aittir. bu sürecin devamında bütün avrupa'da bir patates furyası başladı. guano yani kuş dışkısı ve chincha adalarının meşhur olması da bu döneme rastlar. yüksek kaliteli gübreli tarımın verimini keşfeden insan oğlu hunharca kendisine gübre aramaya başlar.

    işte bu noktada devreye patatesin ana vatanı olan peru devreye girer. patatesin verimi de bu ülkeye bağlıdır çünkü kuş bokundan mamül koca koca adaları vardır. chincha adaları uzun zamandır kuşlar için bir geçiş bölgesidir. okyanus tabanındaki lav bacalarından yükselen bu adalar zaten hali hazırda mineral açısından birer cennet iken kuşlar tarafından istila edilmiş olması değerini katlar. çünkü insan elinin değmediği bu adalarda biriken tezek adanın doğal mineral deposu topraklarıyla buluştuğunda ortaya dünyanın en verimli doğal gübresi çıkmaktadır. guano bugün dahi inanılmaz yüksek verim sağlayan doğal bir gübre türüdür.

    guano'nun patatesin verimini arttırdığı gerçeği justus von liebig adlı bir organik kimyacının çalışmaları sonucu meşhur olmuştur. peru kuş boku sayesinde çok zengin olmuş, bu adalara binlerce çinli köle getirerek canları çıkana kadar çalıştırmış, bok bittiğinde ise ülke iflas etmiştir. ekonomiyi kuş bokuna bağlayıp karşılığında fransız parfümü alırsan olacağı o zaten. insan bazen tarihte devletlerin nasıl bu kadar aptalca yönetildiğine hayret ediyor. bu arada chincha adaları başlığında çok aydınlatıcı bir entry var. yazar sağolsun bu konuyu uzun uzadıya benim anlatmama gerek bırakmadan çok güzel özetlemiş. ellerine sağlık.

    entryde değinilmeyen husus ise altı üstü kuş boku yüzünden koca ülkelerin birbirine girmesidir. 40 yıl içinde peru, yaklaşık 13 milyon ton ihracat yaptı. tekel olduğu için fiyatı kendisi belirliyordu. bu hem avrupa hem kuzey amerika'da sorunlara yol açtı. ingilizler adaları istila etmeye niyetlendi. abd kongresi, 1856'da guano adaları yasası'nı geçerek amerikalılara keşfettikleri herhangi bir guano adasını istila etme hakkı verdi. milletlerin gübreye bağlılığı da yine aynı döneme denk gelir. sonrasında ise günümüze kadar bu bağ hiç kesilmedi. insanlık bu dönemde bildiğiniz bok yüzünden birbirine düştü.

    bu guano savaşının sonucu olarak yapay gübre ve modern tarımın ilk adımları atıldı. çok değil üç asır önce avrupalı bir insanın yaşam kalitesi bugünün gelişmemiş afrika ülkelerinden farklı değildi. sıradan halk doğru miktar ve çeşitlilikte beslenemiyordu. hatta afrika ve asya'daki bazı köylüler daha zengin besleniyorlardı. modern tarım sayesinde mısır ve patates yükselişe geçerek avrupa'yı yeni bir çağa taşıdı. 1700'li yıllarda bir milyardan daha az olan insan nüfusu yetersiz beslenirken bugün yedi milyardan fazla insan o dönemde yaşamış bir insandan üç kat fazla beslenebiliyor. bu da haliyle yaşam standartlarının yükselmesine ve nüfus patlamalarına yol açtı.

    yalnız bu dönem bununla kapanmadı. insanlar patatese bağlandıkça karşılarına başka sorunlar çıktı. adanın her yerine patates eken irlandalılar 200 sene içerisinde 1 milyondan 8 milyon nüfusa eriştiler. gel gelelim tek bir kaynağa bu kadar yatırım yaparken yokluğunda ne olacağını hiç hesaba katmadıkları için büyük acılar çektiler. 1845-1852 yılları arasında irlanda patates kıtlığı başladı. nereden geldiğine dair çeşitli savlar bulunan bir tür mantar türünün bütün patates hasatlarını kurutmasıyla irlanda başta olmak üzere patates yetiştiren bütün ülkeler kıtlık çekmeye başladı. süre gelen yıllarda patates bitkisine zarar veren sadece mantar da olmadı. patates yanığı dışında böceğiydi mikrobuydu derken büyük kıtlıklar yaşanmaya devam etti. özellikle kuzey avrupada yaşanan kıtlıklar insanların ölmesine, kalanların göç etmesine yol açarak sanayi devrimini hızlandırdı. irlanda'da 1 milyondan fazla insan öldü, 2 milyondan fazlası ise göç etti. devamında tabi ki patates avrupadan silinmedi fakat bu kıtlık insanlara ders oldu. patatesi korumayı, tarımda tek ürüne bağlı kalmamayı, farklı patates türleri geliştirmeyi öğretti.

    aynı dönemde hem insanlar alternatifler aramaya başladı hem de tarım daha az kişiyle daha fazla verim alınabilen yöntemler geliştirdi. boşta kalan insanlar daha çok fabrikalara yöneldi. bu kımıl zararlılarıyla mücadele ederken tarım ilaçları sanayisi gelişti. son yüzyılda patatesi kurtaracağız derken insanları içten içten yiyen kanser vakalarını arttı. türkiye'de de uzunca süre kullanılan ddt ve öncülü tarımsal zehirler de ilk başta patatesi kurtarmak için icat edilmiştir. bitkilere zerk edilen bu zehirlerin besin zinciri yoluyla insanlara, hayvanlara ve gelecek nesillere zarar verdiğini ise çok geç keşfettik.

    anlayacağınız sadece patates diyerek geçtiğimiz bu bitki son beş asırda dünyanın kaderine etki etti. yeri geldi ülkelerin savaşlar kazanmasına yol açtı, yeri geldi kıtlıklara sürükledi. ülkemizde patatesin ilk defa 1876 yılında adapazarı ovasında yetiştirildiğini bilinmektedir. patatesin, adapazarı bölgesinde yetiştirilmesinde hüdevandigar valisi ahmet vefik paşa'nın büyük rolü olmuştur. patates, toprak kokan bir ürün olduğu için köylüler tarafından fazla ilgi görmemiş, ancak daha sonra 15 yıl süreyle öşürden muaf tutulmak suretiyle bölgeye yayılmasına çalışılmış ve 15 yıl sonra ancak, tarla ziraatı halinde yetiştirilmeye başlanmıştır. 1908 -1910 yıllarında marsilya'dan sağlam ve hastalıksız patates tohumlarının getirilmesiyle verimde önemli artışlar elde edilmiş, kazançlı ve faydalı bir bitki olduğu anlaşılmıştır.

    edit- bir kaç ekleme ve typo. bir de çok uzun yeeae diyenler için mama kıvamında bir özet videosunu şuradan izleyebilirsiniz: https://youtu.be/xromdsulcle

    hatta video sonunda çok beğendiğim kısmı metin olarak şuraya ekleyeyim;

    irlandalıların göç dalgasıyla avrupa, sanayi devrimi aracılığıyla modern dünyayı meydana getirecek, gelişmekte olan fabrikalara iş gücü olabilecek, büyük, sürdürülebilir ve iyi beslenmiş bir nüfus kazandı. bu yüzden patatessiz bir dünya düşünmek neredeyse imkansız. sizce patates olmadan sanayi devrimi gerçekleşir miydi? ya da askerleri besleyen ve kolay yetiştirilen bu ürün olmasaydı ittifak devletleri 2. dünya savaşını kazabilir miydi? böyle düşünürseniz dünya tarihindeki bir çok kilometre taşı peru dağlarından gelen basit bir bitkiye bağlanabilir...

  • 10 mart editi: çok uzun bir süredir 1.90 tl'ye satılan yemek henüz resmi olarak açıklanmamış bilgilere göre 2.80 tl oldu. 1.90 rüyası yakında sona erecek.

    yıldız teknik üniversitesinin, öğrencilerine sunduğu yemek hizmetidir. öğlen ve akşam olmak üzere günde iki öğün çıkar. 1.90 tl'lik ücretiyle (0,16 dolar) tam anlamıyla rakipsizdir.

    fransız devlet üniversitesindeki öğrenci yemeği başlığını gördükten sonra ne zamandır bu başlığı açmak aklımdaydı. bugün yemekhanede güzel yemek çıkınca paylaşayım dedim.

    görsel
    görsel

    her gün et çıkmıyor tabii. fakat arada bir de olsa boğazımızdan et yemeği geçiyor. bugün de onlardan biriydi. havuç tarator yerine istersem salata ya da ayran da alabilirdim. bir çeşit isteğe bağlı kısaca. ekmek ve su ise sınırsız.

    ön edit: evet üniversite yemekleri genel anlamıyla ucuzdur. fakat ytü yemekhanesi ucuzun da ucuzu ve lezzeti genel anlamda öğrenciler tarafından beğeniliyor. entry'mi yazma sebebim de ortaya çıkan fiyat-performans.

  • malatya'da düğün fotoğrafçılığı yapan onur albayrak, bir düğün için fotoğraf çekimine gittiğinde yaşı küçük görünen geline kaç yaşında olduğunu sordu. habere göre “15” cevabını alınca da “çocuk gelin fotoğrafı çekemem” diyerek duruma tepki gösterdi.

    ...ısrarla çekimin yapılmasını isteyen damat ile fotoğrafçı arasında yaşanan yaşanan kavgada damadın burnu kırıldı."

    "... evet maalesef durum bu, keşke yaşanmasaydı ama yaşandı. bir daha olsa gene çekmiyorum der miyim evet derim. kimse kusura bakmasın, çocuk gelin de çocuk istismarıdır benim gözümde ve hiç bir kuvvet bana o çocuğun gelinlikle fotoğrafını çektiremez. çocukların saçına duvak takılmaz, kır çiçekleri ile süslenmiş taçlar takılır ancak. saygılarımla"

    onur albayrak
    http://haber.sol.org.tr/…ografini-cektiremez-242285

  • pilota "sanane be, sen işine bak" diyen arkadaşlar, siz daha otobüs içerisinde nefes almak için zıplamak zorunda kaldığınızda hala arkalara ilerleyin diyen otobüs şoförüne gıkınızı çıkartamıyorsunuz, o uçaktaki her açıdan tek yetkili adama mı akıl vereceksiniz?

    bunu türkiye'de değil de bir amerikan havalimanında yapsan, anında tutuklanırsın. bak uçaktan indirilirsin falan demiyorum, tutuklanırsın. amerikan vatandaşıysan 5 yıl uçuş yasağı yersin, vatandaşı değilsen sınırdışı edilirsin ve vizen iptal edilir.

    uçak lan bu uçak, dingonun ahırı değil. deplasman uçağı falan da değil, bildiğin tarifeli uçak. ne hostes senin bağırmanı dinlemek zorunda ne de diğer yolcular. ben uçakta tezahurat yapmak istiyorum diyorsan kiralarsın kendi özel uçağını, istersen uçakta halay çekersin.

  • olmayacaktir. akp (tabi ki aslinda tayyip erdogan) daha once kimsenin yapmadigi sekilde rakiplerine ve rakip olacaklara cozum buldu, onlari yok etti, sindirdi, korkuttu, kendine katti, secmenlerini caldi ve bunlari yaparken kendini durdurabilecek gucleri, ordu, yargi vs etkisizlestirdi, kendi amacina uygun hale getirdi. degisiklikleri yaptiktan sonra da kanunlari eski duzene donulemeyecek sekilde degistirdi, simdi de sistemi degistiriyor. bundan sonra bu duzenden donulmesi mumkun degil. olene kadar tayyip erdogan, ondan sonra da uygun gorecegi bir kisi, damadi, oglu, torunu vs basta olacaktir. bu ulke bitmistir. gecmis olsun.

  • polisin sıktığı tazyikli sudan el ele kurtulmaya çalışan biri türk bayraklı, diğeri bdp bayraklı iki eylemci ve bir köşede polise bozkurt işareti yapan bir amcanın aynı karede yer aldığı fotoğraf.

    bu fotoğrafı bilmeyen yoktur. herkesin ezberini bozan bu fotoğrafta, atatürk posterli türk bayrağını taşıyan kişinin bir kadın olduğu bilinir. ama o eylemcinin bir kadın olmadığını, 55 yaşında bir amca olduğunu öğrendik. peki bu bilgi neyi değiştirir. fotoğrafın kahramanlarından birisi (bdp bayraklı olan) radikal'e konuşmuş:

    "o fotoğraf bir ezberi bozdu. herkes yardım ettiğim kişinin kadın olduğunu ve benim olaya duygusal yaklaşarak o eylemciye yardım ettiğimi sanıyor. oysa o eylemci 55 yaşında bir amcaydı. ben politik ahlakımdan dolayı o sırada zor durumda olan bir eylemciye elimi uzattım''

    o fotoğraftan sonra algım değişti

    "..ben o gün yaşadıklarımızı çok önemsemedim. çünkü benim için sıradan bir durumdu. o fotoğraf hakkında yalan yanlış birçok konuşma yapıldı. insanların çoğu o amcayı kadın sandığı için benim meseleye duygusal yaklaştığımı ve duygusal nedenlerden dolayı ona yardım ettiğimi düşünüyor. oysa o yaşlı bir adamdı. ben politik duruşum gereği ona yardım ettim. gezi parkı’nın en iyi tarafı zıt kitleleri birbirine yakınlaşmasını sağlamak oldu. gezi sırasında insanlar birbiri daha çok empati kurmaya başladı. mesela ben kemalist veya milliyetçi insanlara karşı çok sert duruyordum. sürekli farklı olduğumuzu düşünüyordum. ancak o fotoğraftan sonra onlarla aslında birçok ortak yanımızın da olduğunu fark ettim. örneğin gezi park olayları sırasında biz chp’nin standını ziyaret ediyorduk. onlar da bizim halayımıza katılıp bize yemek getiriyordu. dolayısıyla algım değişti. gezi sonrasında özgürleştiğimi fark ettim..’’

    http://www.radikal.com.tr/…ustu_ezber_bozdu-1372136

    2 sene önce haziran'da önyargılarını kırmaya başlayanlar, 7 haziran 2015 için de seni başkan yaptırmayacağız diye yola çıktılar. bizler de 8 haziran'dan itibaren, diktatörle birlikte ön yargılarımızı da tamamen ortadan kaldırmaya, yeni gezi'lere ve birbirinden anlamlı bu fotoğraf karelerine vereceğimiz bir oyla önayak olabiliriz. vereceğimiz bir oy birçok şeyi değiştirir ve bazen 1 oy 1 diktatörü devirir

    debe editi: (bkz: #51966326) (bkz: hdp'ye yönelik kara propaganda)

  • hobi olarak hikayelerinizi animasyon haline getirmek istiyorsaniz bilmeniz gereken ilk sey animasyonda fazlasiyla angarya is olmasidir, ozellikle ogrenim surecinde bu durum cok sinir bozucu olabilir.

    -eger ekstra bir pipeline plugin falan yazmayacaksaniz yazilim bilgisi pek onemli degil.

    -oyun motorlarini kullanmayi biliyorsaniz zaten genel olarak bazi temel konulara haizsiniz demektir bu da isinizi kolaylastirabilir.

    -tanidiklardan karakter/cizim/modelleme icin yardim alma konusuna birsey diyemeyecegim, ama az da olsa bu konularda calisip kendiniz birseyler yapmayi deneyin derim. sonucta eskilerin dedigi gibi tasima suyuyla degirmen donmez. animasyon isinde cok fazla detay is oldugudan yarin obur gun baskalarina guvendiginiz icin yari yolda kalmayin sonra.

    -cevre tasarimi konusu da sinematografisi iyi (misal buyuk kubrick'inkiler) filmler en iyi kaynaktir. gerek hazir bulunacak modelleme ve asset'lerden gerekse kendi modelleyeceginiz (modelleteceginiz) objelerle oncelikle oyun motorlarinda sahne kurup bol bol pratik yapmaktan baska yontem yok zaten. isik tasarimina ve isik render'i konusuna gelince tavsiye edebilecegim kitaplardan bazilari; digital lighting and rendering, motion picture and video lighting, real time cinematography for games, fundamentals of photography and cinematography, the five c's of cinematograpy (eski ama cok degerli ve sektorde kutsal kitap muamelesi goren bir kitaptir), digital animation bible vesaire vesaire. gorulecegi uzere isik tasarimi ve isiklandirma isi sinematografi ile icicedir. bunun disinda bir cok video ders bulmak da mumkun. elbette ozellikle isik ve render konusunda cok daha teknik programlama ve muhendislige yonelik kitaplar/konferanslar/videolar var ama onlar baslangicta gereksiz agir kacar. oyun motorlarinin ve modelleme programlarinin egitim kitaplarinda da isiklandirma bolumlerini okumak cok ise yarar.

    -bu surecte hangi programi kullanacaginiza gelmeden once karar vermeniz gereken asil konu 2d mi 3d mi uzerinden ilerleyeceksiniz. bu ikisi bambaska iki disiplindir, ikisini birden secmeniz imkansizdir, o yuzden kafanizda netlestirmeniz gereken ilk konu budur. ozellikle bu secimi yaparken her turlu cizim/modelleme isini kendinizin yapmaniz gerekecegi bir gun gelebilirmis gibi dusunup hangisinin size ve yeteneklerinize daha yatkin oldugunu iyi dusunmeniz iyi olur. yukarida bir entry'de yazmistim ama tekrar daha ayrintili anlatayim;

    eger 3d animasyon calisacaksaniz ucretsiz olarak blender var, hizli calisan hafif bol sayida dersi bulunabilen bir program. sketch up'in eski versiyonlari da ucretsiz. onun disinda ucretli alternatifler mevcut. cinema 4d cogu kisi tarafindan hem kullanimi kolay oldugu icin hem de standart versiyonunda bile pek cok ozellik hazir geldigi icin (motion graphic icin ) tercih edilir. maya ozellikle keyframe animation konusundaki ustunlugu ile sektorde tercih edilir. 3ds max sektorde en cok kullanilan programdir, modelleme konusunda cok ovulse de arayuzu ve kullanimi gereksiz zordur. lightwave 3d az kullanilsa da koklu ve stok render'i kalitelidir. houdini ozellikle son yillarda film ve vfx studyolari tarafindan tercih edilen prosedural gorsel efekt basta olmak uzere pek cok konuda ustun bir tercihdir ama eger bir workstation veya en azindan cok guclu bir bilgisayar kullanmiyorsaniz caninizdan bezdirir, cunku cok yuksek sisteme ihtiyac duyar- modo benim de sahsen cok sevdigim arayuzu ve kullanimi son derece kolay bir programdir, render ayarlari iyi ogrenilmedikce hep grenli sonuc verir, yuksek sistem ozelliklerine ihtiyac duyar. sketch up acik ara kullanimi en kolay modelleme yazilimidir, hic modelleme bilmeyen biri bile birkac dakika icinda temel modelleme isini cozebilir, ama modelleme yontemleri cok kisitlidir, anime etmek ve modelleme seceneklerini yukseltmek icin parali pluginler alsaniz da asla diger secenekler gibi kaliteli anime ve modelleme basaramazsiniz.

    2d animasyon uzerinden devam edecekseniz ucretsiz olan opentoonz vardir. onun disinda parali tercihlerden en iyisi toon boom studio'dur. elbette sececeginiz 2d stiline gore pek cok farkli program da mevcuttur.

    hangi programi secmeniz gerektigi "hangi arabayi almaliyim" gibi bir sorudur. kisiden kisiye, durumdan duruma farklilik gosterir. benim icin ideal olan bir program sizin icin ters gelebilir vesaire. ayni sekilde programi kullanacaginiz sistemin gucu isletim sisteminiz gibi konular da tercihlerinizi belirler. burada en iyi yontem deneme surumlerinden kullanarak en uygunu kendiniz bulmanizdir. kimse sizin icin en iyisinin hangisi oldugunu sizden iyi bilemez.

    -bu ise memuriyet maasi ile yatirim yapmanizi asla tavsiye edemem. ozellikle ekonomik sartlarin gun gectikte belirsizlestigi bir ortamda henuz size uygun olup olmadigini bile bilmediginiz bir istek icin buyuk harcamalar yapmayin. kinect ile mocap sistemi kurmak cok sonra dusunmeniz gereken konu. oncelikle mixamo ve ucretsiz mocap database'lerden yardim almaniz daha yerinde olur. aslinda en dogru yaklasim oyun motorlarinda hazir bulacaginiz karakterlerle (makehuman , mixamo poser vesaire) ya ucretsiz mocap dosyalarini kullanarak ya da keyframe animasyon yaparak en az alti ay pratik yapin. bu surecte motorlarin sis, yagmur, ruzgar, kar, yaz gunesi gibi efektleri, terrain generator gibi ve market placedeki ucretsiz hazir objelerle binalarla ve diger seylerle sahneler olusturup cok primitif animasyon denemeleri yapin. bu surecte kafanizdaki hikayeleri falan bosverin oncelikle eldeki malzemelerden basit sonuclar elde etmeye calisin. elbette sonuclar cok amator ve kotu gozukecektir ama bu surecte siz de animasyon hobisinin size hitap edip etmedigini anlar ve tecrube edinirsiniz. eger ki 6 ayin sonunda hala ayni istek ve hevesle devam ediyorsaniz o zaman ufak tefek harcamalarla isi bir sonraki asamaya tasirsiniz.

    ayrica eger ki tek amaciniz hikaye anlatmaksa animasyon disinda alternatifleriniz oldugunu unutmayin. kisa film cekmek, kitap yazmak, radyo tiyatrosu hazirlamak gibi yontemler hikaye anlatmanin daha kolay ve acisiz yoludur. eger ki gorsel anlatim sizin hikayenizi anlatmanin tek yolu gibi gelirse ve gorsel alginiz on planda duruyorsa animasyon o zaman daha iyi bir tercih olur. mesela bu baslikta bir yazar arada bir telefonuyla yaptigi kisa animasyonlari paylasiyor. o animasyonlari izlediginizde yazarin gorsel algisinin cok guclu oldugunu, ve hikayesini anlatmanin yolunu imgeler uzerinden buldugunu gorebilirsiniz. haliye o yazar gibi insanlar icin gorsel anlatim vazgecilmez bir yontemdir. kisacasi birseyler cizmeden duramayan, visualist insanlar icin animasyon angaryasini cekmek normaldir, ama digerleri icin candan bezdirici olabilir.

    ha bu arada ben de kaşar, biz simdi neyiz? tost muyuz? (tovbe tovbe heheh)