hesabın var mı? giriş yap

  • cehalet anlaşılmadan oldukça yüzeysel kalacak özelliklerdir. genel olarak bilgi eksikliği ya da düşük entelektüel seviye olarak ele alınabilse de cehalet genel kavramı çok da kolay yapılabilecek bir kavram değildir.

    1) rasyonel davranış eksikliği kaynaklı güven erozyonu

    öte yandan, gelişen ilk insan türlerinden bugüne gelecek olursak ve insan ırkının fiziksel özelliklerini dikkate alırsak bugün dünya'da kuşkusuz hakimiyetini kurmuş olan insan ırkı bunu tamamen bir arada yaşayabilme becerisine borçludur. bugün bakıldığında bazı ülkelerde yaşayan insanlar diğerlerinden daha yüksek refah seviyesinde yaşayabiliyorsa işin özünde demek ki bir arada yaşayabilme becerisinin bir adım ileriye taşınabilmiş olması yatıyor denebilir.

    birileri yine çıkıp diyecek ki o ülkeler başka ülkeleri sömürdükleri için bugün daha fazla refah içindeler yanlış düşünüyorsunuz. oysaki gerçeğin bu durumla bir alakası yok. bir ülkenin başka bir ülkeyi sömür(ebil)mesi için zaten teorik olarak o ülkeden başlangıçta daha yüksek refah seviyesine sahip olması gerekirdi. aksi takdirde mesela fransa senegal'i değil senegal fransa'yı sömürüyor olurdu. başlangıçtaki bir arada yaşayabilme becerisinden gelen ilk farkın bir refah seviyesi farklılığı getirmesi ve bu farkın bir noktadan sonra sömürü sistemi üzerinden giderek artan refah farklılığına yol açması apayrı bir konudur.

    şimdi genel anlamda cehaletin içine hapsolmuş toplumların diğerlerinin çok gerisinde kaldığını düşünecek olursak, cahil insanlardan oluşan toplumların birbirlerine güvenmesinin ve bir arada yaşayabilmesinin daha zor olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

    oyun teorisi ya da prisoner's dilemma konusunu duymuş olanlar zaten bilecektir. bu probleme göre, yakalanan iki suçlunun toplamda en az ceza alacağı seçenek ikisinin de suçunu inkar etmesi olacakken, suçunu inkar eden eğer karşı taraf itirafçı olursa daha fazla ceza alma riskini göre alamaz ve iki taraf da itirafçı olur.

    bu aslında yaşamın hemen her alanında farklı bir şekilde yaşadığımız bir problemin özüdür. tıpkı iki kişi arasında karşılıklı güven oluştuğunda o iki kişinin çok daha güçlü olması gibi birbirine güvenebilen toplumlarda da toplumsal ilerleme daha hızlı olacaktır.

    şimdi tekrar mahkum ikilemi problemindeki mahkumlardan birisi olduğunuzu ve itirafçı olmak ya da olmamak kararını vermek üzere olduğunuzu düşünelim. iki tarafın da çıkarına olan senaryo iki tarafın da inkar etmesi olacaktır. diyelim ki siz bunun farkındasınız fakat karşı tarafa güvenebilmeniz için karşı tarafın da bunun farkında olmasına ve rasyonel davranacağına olan inancınıza ihtiyacınız var.

    şimdi şu aşamada karşı tarafın rasyonel davranabilmesi için cahil olmaması gerekiyor ama güvenebilmek için gerek şart olsa da yeter şart değil. yine de bu kısmı şimdilik geçiyorum.

    işte cahil insanların en temel ortak özelliklerinden birisi güvenilmez olmasıdır. çünkü hayatta her zaman olmasa da çoğu zaman rasyonel olan seçenek tektir ama mantık dışı olan birçok seçenek vardır ve öngörülemeyen davranışlar karşısında güven gelişemez.

    2) neden sonuç ilişkisi kurma noksanlığı

    neden sonuç ilişkisi kurabilme yeteneği kazanabilmek için her ne kadar zeka bir ön şart olsa da, buna ek olarak asıl şart başkalarının kurduğu neden sonuç ilişkisini öğretim yoluyla edinmek gerekir. bunu farklı alanlarda edinebildikten sonra kişi herhangi bir hareketinin, eyleminin olası sonuçlarını da ele alarak düşünebilme yetisi kazanmaya başlar.

    özellikle toplumsal ilişkilerde ve genel toplum düzeni içinde bu yeti bireye empati yeteneği de kazandırır. bunu yaparsam ne olur sorusu doğa için sorulabilirken, bunu şu kişiye yaparsam nasıl bir tepki alırım sorusu insan ilişkileri için sorulabilir. aslında empati yeteneği bu sorunun sorulmasıyla başlar.

    bu durumda cahil insanın düşük entelektüel birikimi nedeniyle neden sonuç ilişkisi kurmakta zorlanması ve bunun da empati yeteneğinin gelişmesini engellemesi olağandır.

    bunu en berrak şekilde görebileceğimiz ortam ise şehir içi trafiktir. emniyet şeridini sıkışık trafiği baypas etmek için kullanmak ya da sola dönüş cebini sola dönmek için değil de yine trafiği baypas etmek için kullanmak empati yeteneği gelişmemiş ve bir sonraki hamleyi düşünme farkındalığına bile sahip olmayan insanların ortak özellikleridir.

    aslında bu da birinci maddedeki gibi bu insanların bir arada yaşayabilme yeteneğinin kısıtlı olmasının başka bir tezahürüdür.

    3) korkunun getirdiği fanatizm

    neden sonuç ilişkisi kurmakta başarısız olan kişiler bilgi birikimlerini artırmakta da başarısız olurlar. çevrelerindeki herkesi kendilerine benzetebilirlerse, bu korkunun şiddeti azalacaktır. bunun için de aralarında kendilerini rahat hissedecekleri topluluklarda ve bu topluluklarda kutsallaştırılmış birtakım değerlere ihtiyaç duyarlar.

    bu kimi zaman bir din, bir siyasi parti, bir futbol takımı, bir ırk ya da bir ideoloji taraftarlığı olabilir. hayatında kendini arayışı sırasında başarılar ortaya koyma ümidi kalmamış insanlar, kendilerini kendilerine direkt olarak faydası olmayan bir kavrama adamaya teşnedirler. çünkü dış dünyaya karşı taşıdıkları korkuyla başka bir şekilde baş edebileceklerine inanmazlar.

    4) fanatizmin getirdiği nefret

    fanatizm çoğu zaman kendini bir karşıtlık üzerinden tanımlar. özellikle bu fanatizmden çıkarı olan odakların da desteğiyle kitleleri bir arada tutabilmek için cehalet gerekir. nefret, öfke, haset gibi duygular için gelişmemiş bir frontal kortekse ihtiyaç vardır. gerisini limbik sistem kendisi halleder zaten.

  • 2008 yılından beri motosiklet tepesinde olup yılda 100.000km civarı yapan bir insan evladı olarak bazı şeyler söylemek istediğim başlıktır.

    1- 250cc sıfır alacağına bilmemkaç model 2. el r6 al diyen arkadaşlarınızı takmayın. eğer böyle bir düşünceniz varsa bir an önce vazgeçin. hele ki eliniz anahtar tutmuyorsa sanayide hem ayranınız dökülür hem de istemediğiniz şeyler yaşanır. mümkünse sıfır veya sıfıra yakın olsun ufak hacim olsun sizin olsun.
    2- bütçeniz kısıtlıysa çin yerine hintli motosikletlere bakın
    3- yamaha veya honda gibi akredite olmuş bir kurumdan mutlaka eğitim alın. sizi ehliyete hazırlayan hocalar bir sikim bilmiyorlar. ayrıca bu kurumlardan aldığınız eğitim sertifikasını kasko sigorta yaptırırken sunduğunuzda masraflardan indirim alabilirsiniz.
    4- ihtiyaçlarınızı iyi belirleyin. vitesli motosikleti öğrenmek gibi özel bir isteğiniz yok ve sadece sağa sola gitmek için alacaksanız scooter alın. yağmurda çamurda ayaklarınız ıslanmadan, bagaja laptopunuz market alışverişiniz vb koyarak insan gibi işinize evinize gidip gelin.
    5- ekipmanınızı olabildiğince iyi hazırlayın. şekline değil ürünün kalitesine önem verin. mont ve eldiven ikinci el alınabilir ama kaskı ikinci el almamanızı öneririm. bilinen markalarla beraber fiyat performansı çok üst düzeyde markalar da var. pahalı = iyi değildir.
    6- ekipmanınıza yatırım yaptığınız gibi lastiklerinizin de iyi olmasına özen gösterin. motosikletlerde en temiz maliyet düşürme noktası lastik olduğundan fabrikadan genelde daha az silikalı ucuz lastiklerle gelir. unutmayın; yere tutunduğunuz tek şey bir avuç kauçuk parçası.
    7- motosiklet gruplarına girdiğinizde bol keseden atan dalyaraklar göreceksiniz. bu dalyarakları anlamanın yolu üzerlerindeki ekipmana bakmaktır. 10 liralık motor alıp 1 liralık ekipman giyiyorlarsa orada bir sorun var demektir. bilinçli adam 5 liralık motor alıp 5 liralık ekipman giyer.
    8- allah için grup sürüşüne gitmeyin. gaza gelip gideceksiniz ama giderseniz neden allah için gitmeyin diye yalvardığımı anlayacaksınız.
    9- yolun kenarından giderseniz üstünüze çıkarlar. trafiğin akış hızında ilerleyin ve şeridinizi sahiplenin.
    10- arabaların arkasından gitmeyin. trafikten bir tık daha hızlı şekilde önünüzü temizleyerek filtreleme yaparak ilerleyin. bu sayede önünüzdeki malın telefona baktığı için bomboş yolda yaptığı fren sizi etkilemez veya yine aynı telefona bakan bir malın arkadan gelip size çarpacak olmasını engeller.
    11- ışıklarda durduğunuzda veya trafiğin aniden durduğu anlarda mutlaka araçların arasına girerek öne doğru ilerleyin. arabanın arkasında beklerseniz gelip duramayan biri vurduğunda sandwich olursunuz. araba olsanız sadece airbagleriniz açılır ve boynunuz biraz ağrır ama artık motosiklettesiniz. başka şeyleriniz açılır.
    12- 50cc almayın. çünkü maksimum 45 yapan motosikletle ilçe değiştirmeniz gerektiğinde istanbul gibi şehir içi yollarda 100-120 hatta 140-150 giden adamların arasında yaşama şansınız yok. bodrum, kuşadası gibi ufak yerlerdeyseniz başka.

    sorusu olan yeşillendirebilir. doblolara dikkat.

    debe editi:

    (bkz: 4-11 nisan haftası deprem bölgesi ihtiyaç listesi)
    (bkz: depremzede engellilere duyuru)
    (bkz: gönüllü eğitimciler platformu)
    (bkz: depremzede öğrencilerin eğitim ve kitap sorunu)

  • askerde sık sık parti yapardık. parti dediysem askeriyenin yanındaki lojmanın marketine belli saatlerde girme iznimiz vardı. oradan cipsler kolalar alıp gazinoda toplanıp yer içer eğlenirdik. o markette kiloluk çiğ köfte, lavaş falan da olurdu. haliyle partimizin starı da çiğ köfteydi. genelde de lavaş yetmezdi. tabi o zamanlar böyle doritoslu dürümler ortada yok. arkadaşlardan birisi lavaş bitince doritosun üzerine koyup yemeye kalktı. tadının harika olduğunu söylese de hepimiz iğrenir gözle izledik onu. sonra birisi daha cesaret etti. o da çok beğendi. birisi daha birisi daha derken hepimiz bu eşsiz tadı denemiştik. artık partilerimizin starı doritoslu çiğ köfte olmuştu.

    zaman böyle akıp gitti biz terhis olduk. terhisten bir kaç ay sonra gördüm ki komagene bu doritoslu dürümleri listesine eklemiş. o yüzden hiçbir zaman kim olduğunu bulamadım ama bu fikri komagene'ye veren kişinin benim devrelerden birisi olduğuna eminim.

  • son kur krizlerinden sonra orta sınıf denebilecek bir grup kalmadığı için göze batan olma durumu. 3-5 sene çoluğu çocuğu özel okula yolladık, özel hastanede doğum yaptırdık. 5 yıldızlı otelde sezonun azıcık dışında erken rezervasyonla tatil yaptık, orta-sınıf jipimsi bir araba alıp, enparaya maaştan kalanları yollayıp, borsada bilmem ne hissesi yükselirken kendimizi yatırımcı hissettik, ama geçti artık. artık bu hayata essek gibi çalışmaya gelip karnını zar zor doyuran, barinacak eve maaşı zar zor yetirenler grubundayız.

  • - oğlum gülten teyzengil geldi, bak içerde oturuyorlar, bir hoşgeldin de yavrum...

    - ya istemiyorum anne işim var ya...

    - oğlum bak, "ayten hanım'ın oğlu da ne yabaniymiş, gittik de bir hoşgeldin demedi" derler... hadi yavrum.

    - öffff ya.... demiycem hoşgeldin...

    - oğlum bak ayıptır, bi' hoşgeldiniz de sonra yine odana gelirsin... kaçmıyor ya bilgisayarın.

    - fak yu!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

    - ney?

    - fak yu!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

    - oğlum ayıp fak yu denir mi anneye?

    - ya git.... fak yu!!!!!!!!!!! fak yu!!!!!!!!!!!!!!!! fak yu!!!!!!!!!!!!!!!!!

    - hımmm.... korkarım bu haftasonu cezalısın bayım... ayrıca tam iki gün boyunca çöpü sen dışarı çıkaracaksın ve bayan vilyıms'a bahçesini düzeltmesinde yardımcı olacaksın... belki sana bu iş için küçük bir de ücret verir ve cefri'yle birlikte o çok istediğin ağaç ev projesini hayata geçirebilirsin... ne dersin?

    - aman allahım... ingilizce küfredince annem şoka girdi... anam... anam... talihi saçlarından kara çileli anam... kendine gel canım anam.... ne oldu sana?

    - dont argü vit mi, yu lidil pank!

    - ühühühühühüh....

  • dün metrodayım, kulağımda müzik, dışarıdan hiçbir ses duymuyorum, kaşlarımı çatmışım ve bir yerlere dalıp çıkamamışım. yanımda dokuz, on yaşlarında bir kız çocuğu, onun yanında da annesi var. bir ara küçük kızla bakışıyoruz, daha doğrusu bana baktığını hissediyorum. sonra kafamı yine önüme çeviriyorum. bu sefer bana doğru eğilip, bir şeyler söylüyor. kulaklıklarımı çıkarıp, "efendim? duyamadım?" diyorum, "kirpiğin düşmüş de" diyor ve birden uzanıp yanağımdan kirpiğimi alıyor, iki parmağının arasında tutuyor. bu oyunu hemen hatırlıyorum. hala oynandığını unutmuşum, oynamayı da çok zaman önce bırakmışım. küçük kız ise heyecanla oyuna devam ediyor, "bir dilek tut" diyor. gözlerimi sıkı sıkı kapatıp, bir dilek tutuyorum. "dileğin uzunmuş" diyor gülümseyerek, "peki, alt mı üst mü?". ben de gülümseyerek, "alt" diyorum. sabırsızlıkla oyunun sonucuna bakıyoruz beraber. kirpiğim alt parmağının üstünde duruyor, "dileğin tutacak" diyor sevinçle. "tutacak" diyorum sevinçle. hafifçe üflüyor kirpiğimi sonra. müziği olduğu yerde bırakıyorum ve yolculuğun sonuna kadar, küçük kızla birbirimize gülümsüyoruz.