hesabın var mı? giriş yap

  • kızartma işlemi bitince önceden 200c ye ısıtılmış fırında 10 dakika daha pişirin, sonra mangal üzerinde asma yaprağı içinde közleyin, küllerini rüzgarda savurun, tadına doyamıyacaksınız

  • "komura bak komura diolar, ne komuru ya" deyip sudanlı abimizi isyan ettirmişlerdir :))

    gülüyorum ama 21 yy a geldik hala ten rengine göre insan sınıflamak devam ediyor.

    not: o sudanlı bebek ayrıca ne tatlıymış öyle.

  • kabaca sebebi yeryüzünü oluşturan toprak ve kayaların tuz ihtiva ediyor olmasıdır. yağmur suları karbondioksit içerir. bu yağmur damlalarını asidik hale getirmektedir. asidik haldeki yağmur kayalara yağdıkça, onları eritir ve iyonik hale geçer.

    yağışlar ve akarsularla okyanus ve denizlere inen bu iyonik maddenin çoğu deniz florasınca tüketilir. hem bu tüketim işleminden sonra açığa tuz çıkar; hem de bu sulardan arta kalan tuz suda birikir. sonuç olarak denizler tuzlu olur.

    tuzun yoğunluğu ise, mevsim şartlarına; buharlaşmaya; iklim özelliklerine ve topografik yapıya göre değişiklik gösterebilir. bu da o alandaki suyun kaldırma kuvvetini etkiler vesaire vesaire...

  • ege ve akdeniz sahillerinde konuşlanan pek çok tatilci güneş-kum-deniz* kombosunu antik kent gezisi sosuyla süsler; yani efes*, bergama*, side* gibi kentler bu tip tatillerin sosu işlevi görür bazıları için. tatilciler taş toprak deyip koşar adımla antik kentleri tavaf ederken, taşlara yüklenen estetik, kazınan cemaller, semboller, ifadeler binlerce yıl öteden bugüne bizlere o toprakların sahibi olduklarını, onlara gözlerini çevirenlerin yahut bir bakışını dahi esirgeyip koşarak uzaklaşanların da kendileri gibi yok olup uçup gideceğini, ancak kendileri kadar şanslı olup sonraki nesillere bir dikili taş bile bırakamayacaklarının mesajını vererek alay ederler adeta... gezenlerse, bugün hangi plaja gitsek sorunsalıyla meşguldür ve taşlara oyulmuş ve bugüne iletilen sembolik mesajların onda birini duyumsamadan hızlı adımlarla gezinir, çıkar, giderler ve çok yorulduklarından dem vururlar.

    aizanoi*asla herkesin* görebileceği, uhrevi havasını soluyabileceği bir antik kent değil; zira deniz-kum-güneş keyfine eklemlenemeyecek bir yerleşime sahip... bu antik kente binlerce yıl önceden bugüne var olduklarına dair bizlere, bugünlere iki çift kelam edenlerin ayaklarının bastıkları taşların kemikleştiği, soludukları havayı çevreleyen, gözlerinin gördüklerini misafir eden, seslerinin/konuşmalarının iyonosfere yükseldiği evrenin tam da o noktasında bulunmak ayrı bir ruh hali sunar. salt* kıymet bilenlerin, farkındalığı yüksek ve hisleri kuvvetli değer bilenlerin bu ruh haline varacağına dair çok güçlü bir inancım var.

    velhasılı kelam aizanoi antik kenti, bilhassa çağdaşları ve tüm antik tapınaklardan benzersiz olan aizanoi zeus tapınağı ile öyle herkesin ulaşabileceği*,*, esen rüzgarında saçlarını uçuşturup nefesini içine çekebileceği, taşlarıyla, sütunlarıyla, köşeleriyle göz göze gelip kavuşabileceği ve mahzenine büyük bir heyecanla inebileceği, ve elbette o mahzenin merdivenlerinden inerken sessizliği yırtan fondaki müziğin yine uhrevi bir mesaj gibi eleni karaindrou'dan vals tou gamou'nun olduğunu fark edebileceği tapınak değil... bu durumlar aizanoi'yı katmerli bir değere* ulaştırıyor.

    aizanoi kentinin bütünsel parçalarını oluşturan en önemli merkezi olan aizanoi zeus tapınağı çarpıcı güzelliğiyle dünyadaki en iyi zamana direnmiş ve mimarisi kendiliğini koruyan, ziyarete açık sapasağlam tonozlu yeraltı mahzeni* ile de sizi gerçek anlamda sarsacak sahiden. ben azizanoi'nin eşsiz mahzeninde retiarius ile tanıştım, onun mezar taşlarıyla karşılaşarak hem de... bu cesur kahraman, diğer gladyatörler gibi zırhlar ve miğfer gşymeyi reddederek kendini özgür savaşacağı şekilde sadece kasık kuşağı ve geniş bir kemer ile ağır kılıç ve kalkanla donanmış gladyatörlerle savaşmıştır. bir balıkçı ağı* sağ elinde ve ölümcül silahı hançeri sol elinde olan* gözüpek bir savaşçı... caesar'a* demiş ki " ave caesar, morituri salutamus!"*

    mahzeni ve taşlarının dimdik ayakta biçimini korur vaziyette kalması en önemli özelliklerinden biri, " bu tapınak, anadolu'daki antik çağ yapıları arasında ilk şeklini koruyarak günümüze ulaşmış nadir örneklerden..."*
    ben bu mesajların hücumundan sarhoş ve mutlu ruh halimin serencamında, yanımdaki bir termos kahvemle zeus'un şerefine ve medusa'nın saçlarına kaldırdım kahve kupamı tapınağın bir köşesinden aizanoi platosunu izlerken sütunların arasından. saçlarımı da saldım aizanoi'nin serin rüzgarına, indim tapınak girişindeki medusa'nın heykelinin yanıbaşına...

    ******************************notaizanoi***********************************
    aizanoi kentinin diğer nadide parçaları*:
    dünyanın ilk borsası olan aizanoi antik borsa*,
    hemen yanı başında görkemli bir parçası dikili duran aizanoi sütunlu yol ,
    çağdaşlarından daha talihsiz olduğunu düşündüren devasa aizanoi stadyum ve antik tiyatro ,
    ponçik ama sinirli ördeklerin vakvaklayıp peşinizden kovalayabileceği penkalas çayı* üzerinde, çavdarhisarlı şoförlük yapan bir amcamızdan öğrendiğime göre geçtiğimiz aya kadar üzerinden tonluk kamyonların geçebileceği kadar direnebilmiş antik köprü. bu köprü, yakın zamandan itibaren inşaat işçilerince hatalı uygunsuz malzemelerle yamalama usulü talihsiz bir restorasyona maruz kalıyor ve orjinal halinden eser kalmayacağı şimdiden belirgin olan aizanoi antik köprü

  • hem işlerin yürütülüp hem de yatılabildiğinin fark edilmesiyle iş verenlerin sinirlerini bozan gerçektir. çalışmak demek ömür kısaltacak streslere girmek zorunda olmak demek değildir. ofise ulaşımın ve ofiste bulunmanın yapılan işten bağımsız olarak ne kadar zaman ve enerji harcadığının farkına varacağına "evde boşa çıkan zamanı nasıl denetleyerek doldurabiliriz?" diye düşünen boomerların tez zamanda yaşlanıp emekli olması dileğiyle.

  • üniversiteden sevgilimle tanıştırınca şöyle demişti;

    - dersler nasıl gençler?! okulda aranızda okuma yarışı filan yapıyor musunuz ehehehe...

    (bkz: oo espri)

  • 1970'ler beşiktaş... yıldız teknik üniversitesi'nin iki öğrencisi, annem ile babam, muhtemelen bir eylemde, aynı çevrenin içinde karşılaşırlar. bölümündeki tek kadın öğrenciymiş annem, istanbullu, hırslı bir kadın. babam bildiğiniz köylü çocuğu, odtü'den kaçmış ytü'ye gelmiş.
    bir gün annem vapurda beşiktaş'tan üsküdar'a geçerken bir olay yaşanır: faşistler annemi vapurun pervanesine atarlar, kurtulur, karaya çıkarılır, orada da üstüne saldırırlar. neyse, eve gelir, dedem geç kaldığı için kızmış, "ne olursa olsun bu sofraya 7'de oturulacak" der, annem ertesi gün evden kaçar. rahat hareket edebilmeleri için evlenmişler, arkadaşları öyle dedi. bir de babamın anneme abbasağa parkı'nda evlenme teklif ettiğini biliyorum. günler geçer; çok kısa bir sürede evlenirler. beşiktaş'ta bir sürü hatıraları var, bazı günlerde, bazı duvarlarda görülebilen... "bak biz burdayız" diye kırmızı kırmızı göz kırparlar bana... hep olay, hep debdebe...
    günlerden bir gün annem çalıştığı fabrikaya gider, gece nöbetçi. trafoda bir yangın çıkar, bir işçi içeride kalmış, annem girip, kurtarır adamı, kendisi yanar... 10 gün yaşar, sonra ölür ankara'da... öldüğünde 25 yaşında...
    bana da bu hikâye kaldı; bazen bir insanı kurtarmak devrim yapmaktır... bazen bir insanı kurtarmak dünyayı kurtarmaktır...
    bir insanı, düşüncesi, ırkı, dili, dini fark etmeksizin sevmek, hiç tanımadığı bir insan için canını verebilmek...