hesabın var mı? giriş yap

  • karnesini gösteren ilköğretim öğrencilerine yeter ki okusunlar diye ücretsiz kitap dağıtan bir şirkette, elinde pek de parlak olmayan bir karne ile gözüne kestirdiği bir masaya yaklaşıp son derece mahçup bir eda takınarak ''sadece takdir ve teşekkür belgesi alanlara mı kitap veriyorsunuz?'' diyen bir çocuğun; çalışanın ''olur mu öyle şey? ver bakalım karneni? hmm...fena değilmiş. ama bence sen seneye daha çok çalışıp takdir belgesi alacaksın, bana öyle geliyor. al bakalım kitabını.'' demesi üzerine yüzünde açan güllerin sayısına ve elinde kitabıyla sekerek uzaklaşmasına şahit olmak.

  • komşu oğludur. üniversiteyi ilk yılında kazanmıştır, bitirdiği sene askere gidip gelmiş, geldiği gibi işini bulmuştur. iş yerinden eli yüzü düzgün bir kız bulmuştur, seneye yaza da düğünleri olacaktır. sen de hala bilgisayarın başında oturdur. biz hep ellerde görürüzdür zaten böyle şeyleri. biz bu dünyaya baki değilizdir oğlum, bak yaşıtlarımız kaçıncı torunlarını seviyordur. işlerinizin yoluna girdiğini, dünya gözüyle mürüvvetinizi görmek istiyoruzdur.

    allah belanı versindir komşu oğlu. mahvettin beni komşu oğlu!!!

  • helal olsun lan bize. 5 yıl önce piyasanın bu hale geleceğini kim bilebilirdi? adamlar şarkı sözleriyle devlet adamlarını korkutuyor daha ne olabilir ki? gurur duyuyorum gurur!

  • roma zamanında, vekalet akdi (mandatum) bir dostluk akdiydi. bir başkasının davasını vekil sıfatıyla takip eden kişiye çok büyük sorumluluklar yüklerdi ve karşılığında ücret almak da yasaktı. avukatlığın büyük prestijli bir iş olduğu ve en kutsal sayıldığı dönemler de muhtemelen bu dönemlerdi.

    elbette avukatların büyük çoğunluğu o dönemler toprak ve köle sahibi bireylerdi ve vekil sıfatıyla görev aldıkları davalardan gelecek bir paraya ihtiyaçları yoktu.

    günümüze gelince, öncelikle avukatın kanunen ücret alma yükümlülüğü vardır. ve kendi ücretini kanuni sınırlar çerçevesinde belirleme hakkı da bulunmaktadır. zira maalesef avukatlar henüz fotosentez yaparak karınlarını doyurmayı becerememekte, mantar gibi çoğalan apartman üniversitelerinden mezun yeni meslektaşların aralarına katılmasıyla da ani bir şekilde değişen rekabet şartlarına, reklam yasağına da uymaya çalışarak, ayak uydurmaya çalışmaktadırlar. kalahari çölünde yaşayan erişkin bir avukat canlısının bir büro açıp vergi levhasını da adına kaydettirmesiyle birlikte meslek dışı bireylerin tahmin etmekte zorlanacağı büyüklükte bir masraf kalemi bulunmaktadır.

    tüm bunlarla birlikte, nisbi olarak belirlenen (dava konusu değerinin veya tazminatın yüzdesi olarak düşünün) avukatlık ücretinin üst sınırı yasa koyucu tarafından %25 olarak belirlenmiştir. bundan daha fazla bir ücret isteyen bir avukat canlısıyla, bu sözleşme yapılabilir; yapıldıktan sonra uyulmayabilir, zira bu tarz canlılar ücret davası açtıklarında haksız bulunacaklar ve çok büyük ihtimalle %25'e, düşük bir ihtimalle de bundan da aşağı bir ücrete hak kazandığı belirlenecektir. müvekkil canlısı da bu sırada zaten boş duracak değildir, dava konusunun üzerine tedbir konmadıysa bir takım muvazaalı işlemlerle veya gerçek bir satış yoluyla bunları elinden avucundan çıkaracak, avukata da nanik çekecektir. doğanın bu eşsiz canlısı, açtığı zaman iki metreyi aşkın düğmesiz cüppe genişliğiyle, akan zamana karşı bir zen huzuruyla bakakalır.

    türkiye cumhuriyeti'nde, hele ki özel hukuk davalarında, kimsenin kendisini avukatla temsil ettirme zorunluluğu yoktur. internet erişimi sayesinde pek çok teknik konuyla ilgili, bir avukatın doğal yaşam ortamına giren müvekkilin; google'dan veya posta gazetesinden öğrendiği bilgileri sıralayarak "ben de avukat sayılırım ehin ehin" şeklinde bölge işaretlemesi yaptığı vakidir. bu bölge işaretlemesi genelde ücretsiz verilen ve "çok kısa bir şey soracağım" sihirli cümlesiyle başlayıp bir saat devam eden bir danışma seansının sonrasında yapılır. müvekkil de ilginç bir canlıdır, bazen simbiyotik, bazen parazitik bir davranış içine girebilir. ama vahşi doğanın dengesi her zaman korunur.

    hekim de her ne kadar vekalet sözleşmesiyle iş gören bir başka canlı tipi olsa da, örneğin avukatın işi üstlenme zorunluluğu bulunmamaktadır. zira hekimliğin daha büyük aciliyet gerektiren hallerle karşılaşma olanağı daha çoktur. ancak örneğin, bir göz muayenesi için devlet hastanesine de gidilebilir veya daha başarılı olduğu düşünülen ve özel muayenehanesi olan bir başka uzmana da. aradaki fiyat farkı epey fazladır. bu hususta tercih, hastaya bırakılmıştır. aynı, avukat söz konusu olduğunda tercihin müvekkile bırakılması gibi. yeterli araştırma yapılırsa aynı davayı %10'a, %15'e üstlenecek veya maktu bir ücret belirleyip "avans olarak 5.000, dava sonunda 5.000" şeklinde sözleşme yapacak avukatlar bulunabilir.

    bu açıklamaları yaptıktan sonra, kişisel kanaatimi söyleyeyim. ben açıkçası yaptığı mesleğin etik değerlerine ve kurallarına azami dikkat eden, her zaman en kötüsünü düşünüp önlem almaya çalışan bir avukat olarak birincisi, mesleğim hakkında dolandırıcılık ithamında bulunan ve benden midesi bulanan birisinin davasını ücreti ne olursa olsun üstlenmem. bu durum tecrübeyle sabittir. ücretsiz olarak, her şeyiyle ilgilendiğim ancak vekalet koymadığım (zira ücret almak zorunluluğum var) ve işini yaptığım kişinin huzurevinde kalan emekli bir asker olduğu bir davanın kazanılmasından sonra, bu kişiyi evini bana vasiyet etme kararından döndürene kadar akla karayı seçtiğimi bilirim. ancak ortada, senelerdir birikmiş olan teknik bilgimle kazanılacağına inandığım bir mal varlığına ilişkin dava söz konusuysa ücretimi kesin olarak belirlerim. şimdiye kadar da %15'in altına inmemişimdir. kabul etmeyip giden kişilere de yine yardımcı olurum, en azından başka bir avukatla çalışacaklarsa da neye dikkat etmeleri gerektiği konusunda. tabi dediğim gibi bu durum, mesleğime saygı gösteren bireyler için geçerlidir.

    bu arada, avukatlar ile ilgili genel kanının gerçekten çok kötü bir durumda olmasının en büyük sebebinin de avukatlar, barolar ve türkiye barolar birliği olduğunu düşünürüm. bu gözler, duruşmada "efendim, efendim" diyerek cüppesinin önünü iliklemeye çalışan avukatlar da gördü.

    sözün özü; avukat ücretini belirlemiş; mide bulantısı, baş dönmesi yaptıysa kabul etmemek en doğal haktır. istanbul barosu sicilleri herhalde 50.000'e dayanmıştır artık, size başka avukat mı yok? vekalet hala özünde bir dostluk ve sözleşmesidir. güvenmediğinizi vekil tayin etmeyiniz.

    ben de isterdim adım ivar değil de ivarus olsaydı, latifundialarımdan olan gelirimle sırf prestij için dosya kabul etseydim. ama igdaş diye de bir gerçek var.

    ytd.

  • eski dizilerle alakalı olarak "pandemi döneminde neler yaparlardı?" geyiklerinde aklıma direkt george costanza geliyor. muhtemelen aşı yaptırıp yaptırmakta kararsız kalır fakat ücretsiz olduğunu duyunca ertesi gün aşı olmaya giderdi. yolda bir dergi veya gazete haberi görür, bir barda aşı olanlara ücretsiz bir bira verildiğini okur ve oraya gitmeye karar verirdi. kramer ile karşılaşınca ''bir bira veren varsa başka şeyler veren de vardır onları da araştır'' cümlesiyle birlikte gözleri açılır ve ''sen bir dahisin'' diyerek ülke genelindeki diğer fırsatları araştırmaya başlardı. seinfeld'in evine aşı olanlara bir şeyler veren mekanların işaretlenmiş haritası, beş valiz, iki sırt çantası, bir bel çantası, üç kutu maske ve yirmi litre dezenfektan ile birlikte girip ''enayiliğin alemi yok jerry, bu fırsatları değerlendirmemiz gerekir'' diye açıklama yapar ve yolculuğa ikna ederdi. bu arada bazı mekanlar iki doz olanlara ikram yaptıklarını söyleyince aşı merkezine gidip hemen ikinci dozu olmak istediğini söyleyip kavga çıkarma ihtimali de çok yüksekti.

    jerry ve elaine'i kestirebiliyorum ama kramer konusunda olasılıklar sonsuzluğa doğru süzülüyor. kimyager bir arkadaşı tarafından ev ortamında üretilmiş ve koruma oranı %1800 olan bir aşıyı olma ihtimali de vardı, yanlışlıkla 28 doz aşı olma ihtimali de.

  • engelli erişimi için maksimum %6 eğimli olması gereken rampa içeren yaya üstgeçididir. estetik olarak tartışılabilir. işlevsel olarak yapılması standartlar tarafından gerekli kılınmaktadır. asansörler gerek bakım eksikliği, gerek kullanım hataları nedeni ile ülkemizde maalesef yeterli olmamaktadır. yukarıda bir yazarın yazmış olduğu, sinyalizasyonlu kavşakta neden üstgeçit yapılmış sorusu esas sorulması gereken sorudur.

  • 1836'da jean françois paujot isimli bir jamaikalı tarafından üretilmiştir.

    aslında, kendisi kırmızı ve mavi muz (sadece pişirilerek yenilebilir) üretimi yaparken, bahçesindeki ağaçlardan birinde bulunan muzun sarı rekli olduğunu ve pişirmeden yenilebildiğini farketmiş. muz türleri arasında daha kaliteli bir muz üretebilmek için çaprazlama yaparken, bugün bildiğimiz muzu üretmeyi başarmış.

    asıl ilginç olan ise, paujot'ın daha iyi bir muz üretme çalışmaları sırasında bu sarı muzun doğal bir mutasyon sonucu kendiliğinden oluşması. yani bu muz onun çalışmalarının ürünü değil. bugün bildiğimiz tüm muz tarlaları o tek ağaçtan ortaya çıkmıştır. tabi sonrasında çok zengin olduğunu söylemeye gerek görmüyorum.

    ayrıca bugün bildiğimiz muzun meyvesi kısırdır. doğal yollarla çoğalamaz.

  • - bir de çekirdek alayım.
    - tabii. (horş şorş)
    - açık çekirdek olmasın ama. tadım yok mu?
    - tadım yok abi.
    - hiç mi yok?
    - hiç tadım yok abi.
    - hayırdır? ekonomik krizden mi?
    - yok abi, hep böyle. hiç tadım olmadı ki şimdiye kadar.
    - kız meselesi mi?
    - nerden bildin be abi? evet, öyle. ömrümü verdim, o hala mal da mülkte.
    - gözlerinden belli. leblebisi var mı peki tadımın?
    - o da yok abi. açık var. zaten leblebi çerez değildir ki abi.
    - olur mu? birayla iyi gidiyor.
    - hayırdır abi bir derdin mi var? bira mira?
    - öyle.. herkesin bir derdi var. tamam açık olsun. 200 gram.
    - leblebilerimiz güzeldir abi. çifte kavrulmuş.
    - tadımınkiler kaçta kavrulmuş biliyor musun?
    - bilmiyorum abi. dedim ya hiç tadım olmadı burada.
    - peki ilerde olacak mı?
    - allah bilir abi.
    - allah distribütörlüğe mi başlamış, ne diye onu karıştırıyorsun?
    - karıştırmıyorum abi. nasıl karıştırayım ki hem. sadece leblebi istedin.
    - doğru sen de haklısın.
    - leblebiyle lebleyi elbette karıştıracağım abi. tek denemede 200 gramı tutturamayabilirim.
    - kaç yıllık leblebicisin?
    - leblebici değilim abi, kuruyemişçiyim.
    - kaç yıllık kuruyemişçisin peki?
    - 40 yıllık kuruyemişçiyim.
    - peki böyle muhabbet gördün mü?
    - görmedim.
    - son
    - evet katılıyorum.
    - credits.

    kendimden full performans verim alamıyorum, çok iyi değilim, sakinim, durgunum, birazcık da yorgunum anlamında bir deyiş.