hesabın var mı? giriş yap

  • ülkede adı amk olan bir spor gazetesi var.
    emre belözoğlu sporda şiddete karşı olan bir kamu spotunda oynuyor.
    türk milli takımı dünya çapında daşşak oğlanı olmuş falan filan.....
    ama en acısı,
    yıldırım demirören federasyon başkanı.

  • yabancı gerizekalı değil böyle bir vaade kanıp gelsin. yabancı bilir ki bugün kendisi için değiştirilen kanun yarın tekrar değiştirilip kendisine silah olarak döner. ekonomiden anlamıyorsunuz onu anladık bari biraz konuşmayı da bilseniz.

  • hiç ama hiç hoşlanmadığım için bittabii burnumun dibinde biten ottur.

    başlık "kadınlar" olarak açılmış ama maalesef bunu yapan erkekler de görüyorum bu arada. her duyuşumda sinirlerimi zıplatan bir hitap çocuklara "aşkım, sevgilim" denmesi. arkadaş bu kadar mı kıskançsınız ki bu hitapları bile çocuğun gelecek sevgilisinden önce parselliyorsunuz? neymiş "ama çocuk en büyük aaaaşşşkkk" ya bi git, yeme beni! "tanrı aşkı" falan da var, tanrınla konuşurken "aşkım tanrım" diye mi hitap ediyorsunuz?

    "aşkım" kelimesinin çağrıştırdığı anlam bellidir. "yavrum, çocuğum, evladım, kızım, oğlum", bilumum sevimli hayvanat ("kuzum, uğurböceğim" falan ne bileyim ben) gibi bir sürü hitap varken hiçbiri tatmin etmiyor da mı bir de bunlara sardırıyorsunuz? yahu bu nasıl bir doymazlık? "sevgiliniz" de olmayıversin artık çocuğunuz! bu nasıl hastalıklı bir sahiplenme artık?

    bunun niye bu şekilde kullanıldığını gerçekten anlayamıyorum. yani daha doğrusu bazı tahminlerim (aşksızlık, varlığını çocuğu üstünden inşa etme, kimlik bunalımı vs.) var da, o tanıyı koyan ben olmamalıyım herhalde...

    ekleme: bu entry'yi yazdıktan iki hafta sonra uzmanların bu konuya yönelik açıklama yaptığını gördüm. "tanıyı ben koyamam, uzmanlar koysun" demiştim, koymuşlar: bunu yapan anne babalar "duygusal istismarcı" kategorisinde ve ilgi eksikliği içinde, terapiye gitmeliler. "bişi olmaz yeaa"cılar kanadından değilim kusura bakmasınlar, çocukları daha fazla umursuyorum zira.

    “çocuklara ‘aşkım, sevgilim’ diyen anne - babaların aslında kendilerinin sevilme ihtiyacı var. anne, babalara düşen onların kendi ayakları üzerinde durabilen, bağımsız kişiler haline gelmelerini engellememektir. evlatları tarafından çok fazla sevilmek isteyen anne - babalar, çocuklarına duygusal olarak yapışma eğilimi gösterdiklerinden bağımsızlaşıp olgunlaşmalarını engelliyorlar. çocukları kendi isteklerimiz doğrultusunda kullanmak, duygusal istismardır.”

    http://m.t24.com.tr/…-demeyin-terapiye-gidin,419579

  • şu anki ev sahibimin içinde bulunduğu keyif verici durum.

    bizim sülale hep artist, okumuş insanlar. kanundan korkarlar, nizama uygun harekette bulunurlar hep. böyle ahlaki, (namuslu) davranarak vatan için, millet için toplum için faydalı bireyler olduklarını düşünürler. beni de maalesef böyle yetiştirdiler. bunların hepsini "medeniyet" çatısı altında yaptılar.

    ama ben şu an kimin evine kira veriyorum?

    60-70 li yıllarda istanbula gelip, hazine arazisine gecekondu dikip ilk seçimde tapu alan ve şu an bu arsa yüzünden 26 dairesi olan malatyalı ilkokulu bitirmemiş birine. 3000 lira da kiram var. ev sahibimi görseniz gider bir lokantada karnını doyurursunuz.

    ben kimim? yüksek lisansını yapmış biri maaşımın yarısı direkt bu insana gidiyor yani. evet bazılarınızın o meşhur vergileriyle aldığım maaş.

    peki bu insanın vatana millete ne gibi bir katma dağeri var, ben görmedim. belki gizliden gizliye bir şeyler yapıyordur ama şahit olmadım.

    şimdi aileme dönelim, medeniyet çatısı altında vatana millete hayırlı olsun diye yetiştirdikleri çocuk, kirasıdır marketidir yoludur yemeğidir bir tiyatroya bir sinemaya bile ayıracak bütçeye sahip değil. hayatı metroda, metrobüste, tramvayda ayakta yolculuk yaparak geçiyor. çok meraklı olduğu tarih için türkiye dışına dişinden tırnağından arttırarak nadiren çıkabilmiş, vatana millete bir entelektüel olarak dahi katkıda bulunamıyor. fikirleri hiç olmuş öyle solup gidiyor.

    bunu kendim için söylemiyorum, burada bu yazıyı okuyan binlerce insan benim gibi. benden çok daha kaliteli insanlar ulan akşam ne yiyeceğim diye düşünüyor. ticari, ekonomik fikirleriyle istihdam yaratacak, ülke ekonomisine katkı sağlayacak pırıl pırıl binlerce genç, beylikdüzünden levent'e metrobüsle geliyor.

    her neyse başlığa dönelim.
    harika bir olaydır evet.
    istanbul'da 26 evim olsa ne olurdu? aylık 80 bin lira kazanç demek. hadi 10bini düşelim aylık 70 bin. kendi açımdan söylüyorum, ben dünyayı gezerdim. sağlığım oldukça da harika bir hayat sürerdim.
    bunları neden yapamıyorum. ailem medeni, kanuna saygılı bir aile olduğu için.

    hayat mı merhametsiz, biz mi, bilemedim.

    herkese, başar sabuncu'nun namuslu filmini önererek entrymi sonlandırıyorum.

  • ilacın bu kadar pahalı olması normal bir durumdur. ben viral vektörler üzerine çalışan bir viroloji phd öğrencisiyim. önceki entrylerimde de bunu söylemiştim.

    pahalı olmasının asıl sebebi ilacın (ki buna ilaç değil tedavi demek gerekiyor) üretiminin çok meşakkatli olmasıdır. bu tarz ilaçlarda normal ilaçlar gibi aktif madde olmaz. ortada bir virüs bulunur ancak bu virüsün genomu hedef organizmaya aktarılacak genom ile değiştirilmiştir. normalde virüsler konak hücreye kendi genetik materyallerini sokarak kendilerini kopyalatırlar, bu sistemde ise hedef hücreye istenen geni sokarlar.

    aslında hücre kültüründe bu sistemleri sıklıkla kullanırız, mesela hiv temelli vektörler inanılmaz derecede etkilidirler. hatta sırf bu sebep ile hiv iyi ki var diyen araştırmacıları bile görebilirsiniz.

    ancak iş bu sistemi insana uyarlamaya gelince karışmaya başlar. bir hücre kültüründe 3-5 milyon hücre varken insanda trilyonlarca hücre vardır. bu sebeple üretimini yapmanız gereken virüs miktarı aşırı derecede yüksektir. insan için üretim yapacaksanız uygun besi yeri kullanmanız gerekecektir ve bunlar normalden pahalıdırlar. yüzlerce litre besi yerinden bahsediyorum, belki tonlarca. ve hepsi tek bir hasta için.

    virüsleri kültürde ürettiğiniz zaman bu virüsler ya hücrelerde kalırlar ya da besi yerine salınırlar ve bu haliyle kullanılamazlar. bunların insana enjekte edilebilecek hale getirilmesi gerekir. bu izolasyon süreci belkide üretimin en pahalı ayağıdır. her şeyi yaptınız ve ilacı ürettiniz diyelim, bitti mi? bitmedi.

    bu ilacı hastaya uygulamanız gerekecek daha, bir hap gibi ağzınıza atamazsınız ya da serum gibi öyle direkt damardan veremezsiniz. günün sonunda bunlar virüstürler, bu sebeple immün sisteminiz virüslere nasıl davranıyorsa bunlara da öyle davranacaktır. bunları immün sistemden korumanız gerekecektir vs.

    bu tarz bir ilacı karaciğer kanseri olduğunuzda kullandığınız kemoterapi ile kıyaslarsanız yanılırsınız. kıyaslama yapacaksanız karaciğer nakli ile kıyaslamanız gerekiyor. tek bir dozun üretilmesi için geçen zaman sürecinde ki personel maliyeti bile ciddi miktarlara denk gelir çünkü onlarca personele ihtiyacınız olur ve bunlar dünyanın en nadir uzmanlıklarından birine sahiptirler.

    ayrıca şuan covid-19 için üretilen adenoviral aşılarda asılda birer gen tedavisi vektörüdürler. ancak çok küçük miktarda olacakları için uygun bir fiyata elde edilebilecekler.