hesabın var mı? giriş yap

  • gelmiş geçmiş en iyi dizidir.

    çünkü bu cümle sabırsız bekleyişin son bulmasıdır. nihayet başlamıştır, kafalardaki sorular cevap bulacaktır. ya da o sorulara yenileri eklenecektir. ne olursa olsun o cümlenin yaşattığı hissiyatı artık hiçbir dizi veremeyecektir.

    `(bkz: previously on lost)`

  • merhaba,

    yaklaşık 10 gün önce zirve ile ilgili yer, program gibi önemli detayları belirlemiş, kalan tüm ayrıntıları kesinleştirip açıklama yapmayı beklerken malesef soma'daki üzücü facia ile karşılaştık. bir süre organizasyonla ilgili hiçbir şey yapmadık. ardından limon'da bazı arkadaşların da belirttiği gibi zirveyi ertelemeyi veya iptal etmeyi düşündük.

    cumartesi günü mekan işletmecilerine erteleme talebimizi söyledik. fakat daha uygun bir tarih hem mekan, hem de bizim takvimimize(gezi yıldönümü, ekşi fest vs.) uymadı.

    zirveyi iptal etmeyi planlarken hafta başında hayatın bir nebze olsun normale dönmesiyle birlikte, zirveyi planladığımız tarih ve programda, lakin gecenin tüm gelirini soma'daki ihtiyaç sahibi kişilere ileterek, bir yardım gecesi şeklinde yapmaya karar verdik. mekan da bu fikri olumlu karşılayıp kabul edince(bu konudaki hassasiyetleri için kendilerine minnettarız) zirveyi aşağıdaki gibi şekillendi.

    buna göre;

    zirvenin tüm gelirlerini soma felaketinden ciddi oranda etkilenen ancak çeşitli nedenlerden dolayı yardımlardan uzak kalan elmadere köyü'nden iki aileye ulaştıracağız. isteğimiz elmizden geldiğince iki ailenin hayatında olumlu yönde değişiklik yaratmak.

    ailelerle ilgili ayrıntılı bilgiyi yarın sizlerle paylaşacağız. tüm yardım süreci şeffaf olacak. düşüncemiz ise nakdi yardımda bulunmak.

    organizasyonun ayrıntılarına gelirsek;

    zirve yeri daha önce sourberry yedi yaşında zirvesi'ni gerçekleştirdiğimiz the mekan, sahne alacak gruplar ise geçen sene "ekşi fest 2013" alternatif sahnede bize keyifli vakit geçirten tramvay ve ekşi band olacak. bunun dışında teras bölümünde sözlük yazarlarının dj peformansları da yer alacak.

    zirve ile ilgili detaylı bilgilere limon veya facebook etkinlik sayfası'ndan ulaşabilirsiniz.

    tüm sözlük yazarları ve arkadaşları davetlidir.

  • bugün akraba kontenjanından askeri havuza gideyim dedim tek başıma. bahsettiğim havuz kartal civarında, cevizli'de. neyse işte orada takıldım tüm gün, çıkışta hedefim mecidiyeköy tarafına dönmek. ama bende yer-yön duygusu olmadığından; yine tüm yollar birbirine benzemeye başladı. ben böyle stresle çevreye bakınırken, o sırada arabaların olduğu kısma doğru ilerleyen bir amca gördüm. yani benim için klasik bir amcaydı, -askeriyeyle alakam yok- meğer o amca paşaymış...

    - ee, şey merhaba. böyle düz gidince e5'in geçtiği kapıya mı çıkıyo acaba?
    - (çok sinirli bir ses tonuyla) sen nereye gideceksin çocuğum?
    - e5'e gideceğim?
    - (daha da sinirli) e tamam da kızım, e5'te nereye gideceksin?!!
    - şey, mecidiyeköy'e.
    - tamam bin arabaya, ben de o tarafa gidiyorum.
    - eeöö.. şey evet tamam bineyim.
    - binsene evladım!!
    - tamam tamam bindim. :/

    arabaya bindik gidiyoruz. kapıdan çıkarken "iyi günler komutanım!!" diyen askerlere "sağol asker!!" deniyo falan; böyle değişik diyaloglar... sonra baya yol gittik; yani beraber karşıya falan geçtik köprüden; tüm yolculuk boyunca tek kelime etmedi adam. hala aklım almıyo. ve de hiç gülmedi... ben de gerginlikle bekliyorum "nerede indirecek acaba beni" diye; bi yandan da kafamda tasarladım: inerken "iyi günler komutanım" diyeceğim, böylece adam tebessüm etmiş olacak; günüm güzel geçecek... planlar yapıldı. her şey hazır... bir anda amca arabayı durdurdu. (mecidiyeköy'e gelmişiz; benim yer-yön duyg...) fakat ben nerede olduğumuzu anlayamadığım için panik yaptım o sırada.

    - tamam kızım hadi sen burada in.
    - ??!! teşekkürler kumandanım.
    - hahahahaha kumandanım mı? savaşta mıyız evladım? ahaha.

    amca bildiğin yarıldı lan :/

  • bu konuyla ilgili öyle yorumlar yapılıyor ki,
    - sonuçta o akademisyen, bir sürü makale zart zurt, problem yani soyadı değişikliği
    - sonuçta isim yapmış avukat, zorluk çekicek..., gibi gibi, uzatmaya gerek yok.

    ne akademisyenim, ne de isim yapmış avukat. sadece şunu diyorum: benim kimliğim neden 26 yaşında değişip başka bir şey olmak zorunda? ("zorunda" kelimesinin altını çizerim.) buna itiraz etmek için neden birtakım zorunlu ve mantıklı sebepler üretmek zorundayım ki millete haklı olduğumu kanıtliyim? sadece adımın ve soyadımın değişmesini istemiyorum çünkü ben ona alıştım, ben "o"yum. dileyen değiştirir, dileyen kendininkinin sonuna kocasınınkini ekletir, dileyen apaynı halde bırakır. aksini iddia edenin yaptığı apaçık faşistliktir.

    sevgi, saygı, aile olmak gibi zırvalamalara gidilmesin lütfen. o zaman yeni kural çıkarıyorum: isminin sonuna kocasının ismini ekleme kuralı. mesela hayriye'ysen, kocan da kamil'se bundan sonra adın hayriyekamil. soyadın da gül olsun kocanınki de hayrettinoglu. oldun hayriyekamil gül hayrettinoğlu. aksini iddia ediyosan aile olma kavramını anlayamamışsın demektir canım benim. o zaman evlenmeseydin. oldu mu şekerim? feministlik yapma bana.

    bu arada zannedersem artık mümkün bu sadece kendi soyadını kullanabilmesi mevzusu. ancak büssürü bürokrasisi var.

    edit: hızımı alamıyorum. kocasının soyadı ile babasının soyadını kullanması arasındaki fark şudur: kıza babasının soyadı doğduğu andan itibaren verilmiştir. kız da o soyadı kimlik olarak bellemiştir. değiştirilmesine zorlanması faşistliktir. kocasının soyadı doğumdan itibaren verilebilecek bir soyad olsaydı, o zaman derdin "babasınınkini alıcana kocasınınkini alsın, ne fark edecek ikisi de erkek neticede, feminist havaların kime" diye. illa her şeyi defaultta erkeğin kadına üstünlüğüne karşı bir başkaldırı olarak algılamaya pek meraklısınız.

  • belki de gelir la bi gün.

    benimki geldi mesela. gitti bi gün, gelebilecek durumdaydı ama gelmedi çok uzun süre. ben de hiç gitmedim. o da gelmedi. çok zaman geçti, 8 yıldan biraz fazla.

    sonra bir şey oldu, ne olduğunu anlamadım. o da anlamamış.

    geliverdi. geldi değil, tam olarak geliverdi.

    o kadar yıllık susamışlık, o kadar zamanlık eksiklik. eve dönmüş gibi olduk, çook uzun bir seyahatten sonra kendi koltuğumuza uzanmış gibi. hani kendi evinin kaloriferi bile başka ısıtır ya, öyle.

    şimdi neden gelmedi diye sorgulayıp bok etmek de var her şeyi, koltuğa uzanıp o muhteşem sıcaklıkta ısınmak da.

    uzandık ısınıyoruz. dönüp baktığında gördüğün şey şaka gibi geliyor, inanamıyorsun, inanamadığına sevinip tekrar bakıyorsun.

    belki de gelir, mevzu, gelmiyorken zamanını nasıl geçirdiğinle ilgili. ya gelirse, ne anlatacaksın?

    beklerken öyle yaşa ki, dönüp geldiğinde gurur duysun seninle, anlatacak bir şeylerin olsun.

  • richter ölçeği logaritmik olduğuna göre 6.2'lik deprem, 5.7'lik depreme göre 3 kat şiddete sahiptir. allah korusun ama bizde 6.2'lik deprem olursa 300'den çok daha fazla zayiat veririz diye düşünüyorum.

  • eşşek gibi çalıştıktan sonra kendine yemek yapmak gibi bişey. asıl sorun eşşek gibi çalışıp evde yemek yapmak zorunda olmak. yani eşşek gibi çalışıyorum ulan dışardan söylerim lüksünün olmaması. çünkü para yetmez. yahut eşşek gibi çalışmana rağmen, evde yemek yapacak birini istihdam edemiyor olmak sorun. öyle ki, çocuğu anane babanne elinde büyütmek zorunda kalmak, okul başlayınca bakıcı parası verilmesin diye fellik fellik etütlü okul aramak zorunda kalmak gibi.

    çare zengin koca! asdfgfgdsd

  • sosyal medya'nın yalanlar okyanusu olmasının en büyük kanıtı
    hani lan, "o bakış" lı, "bir de bunun için cigara yakalım"lı iç geçirmeli, "aşkla bakış" fotoğrafları
    hani ahmet kural aşkla bakıyordu sıla'ya.
    noldu?
    yalansınız olm
    alayınız yalansınız.
    hayatınız, sosyal medyanız, o resimler, hepsi yalan

  • prion dediğimiz açılmış proteinler var. normal proteinlerin tam sindirilemeyip zombiye dönüşmeleriyle oluşan ve diğer proteinleri de etkilemesiyle üreyebilen, biyoloji tarafından canlı kabul edilmeyen moleküller. her protein bozunduğunda bu şekilde davranmıyor tabii ki, 1 milyon bozunmaya uğramış proteinden yani priyondan 1 tanesi şans eseri başka proteinlerle etkileşime girecek şekilde oluşabiliyor. evrimdeki doğal seleksiyon mantığı aynen prionlar için de geçerlidir.

    bu tarz küçük moleküllerin yaşayıp yaşamadığı sadece biyolojiyi değil felsefeyi ve metafiziği de etkiliyor. bizler biyolojide virüsleri yarı canlı kabul ediyoruz örneğin, çünkü virüslerin kendi kendilerine üremeleri için gerekli mekanizmaları yok. başka bir canlı hücreye doğada denk gelmeye ve onun sistemlerini ele geçirerek üremeye mahkumlar. yeryüzünde virüslerden başka bir canlı kalmamış olsaydı her cansız varlığın davrandığı gibi virüsler de oldukları yerde hiçbir faaliyet göstermeden duracaklardı. bizler bu gerçekten yola çıkarak virüsleri yarı canlı ilan ediyoruz ama virüslerin tabii ki bunu pek taktıkları yok. kendi varlık çizgilerinde çoğalmaya ve başka hücrelerle karşılaşmadıklarında cansız özellik göstermeye devam ediyorlar.

    gerçek şu ki canlıların ilk atası olduğunu tahmin ettiğimiz şey aslında rna olarak da bilinen bir organik molekül. bu organik molekül zamanla geçirdiği mutasyonlar ve doğal seçilim sayesinde daha kompleks molekülleri oluşturuyor. bu canlıyla cansız arasında karar veremediğimiz evrimsel zincirlerden ilk prokaryot hücreler, daha sonra ökaryotlar, daha sonra çok hücreli canlılar ortaya çıkıyor. insanoğlu olarak canlı ve cansız olarak varlıkları ayırt etmeye o kadar alışığız ki bu ara basamaklar bizlere çok yabancı geliyor. yukarıda verdiğim rna linkinde bu anlattıklarımı çok daha detaylı ve anlaşılabilir örneklerle anlatıyor. hatta ilginizi çektiyse kanalın kendisini tavsiye ederim. tüm bu bahsettiklerimden tutun, ekosistem dengeleri ve hayatta kalma stratejilerine kadar çok güzel simülasyonları var.

    dönelim konumuz olan prionlara.

    inek eti, dana eti vs'den gelen prionlar bizi etkilemiyor çünkü genetikleri bizim genetiğimizden uzak. tutup büyük babası ölünce ruhu benim bedenimde yaşasın diye beynini yiyen tipler var. tedavisi yoktur. prionlarla başa çıkamıyoruz. bu moleküller canlı özelliği göstermedikleri gibi varlıklarını sürdürmek için bir besine veya solunum materyaline ihtiyaç duymuyorlar. kendilerini akıntıya bırakıyorlar, hayat onları nereye sürüklerse. kendi orijinal yapısına benzeyen bir protein buldukları zaman onunla etkileşime girip kendisi gibi bir zombiye dönüştürüyor. virüsten daha küçükler. ısıtsanız da yaksanız da hiçbir etkisi olmuyor çünkü zaten şurada görebileceğiniz üzere katlanmış kompleks formdan helix formuna düşmüş proteinlerden bahsediyoruz. bizim yemekleri pişirmemizin sebebi hem sıcağın etkisiyle mikro organizmalardan arındırmak, hem de proteinlerin sıcakta katlanmış formlarını kaybederek helix yapıya düşmesinin sindirimi kolaylaştırması. dolayısıyla işlevselliğini kaybetmiş olmuyor.

    insan eti yemek bu yüzden tehlikeli. prion hastalıklarına yol açıyor. bir dönem dünya çapında inekleri kırıp geçiren deli dana salgını ineklere birbirlerinin öğütülmüş kemiklerinin yedirilmesinden ortaya çıkmıştır.

    insanlarda prion hastalıkları en çok sinir hücrelerinin tüketilmesiyle açığa çıkıyor.

    şu linkte bu insanlarda ve hayvanlarda görülen hastalıklardan detaylı olarak bahsediyor.

  • prensipte basit bir oyundur ancak bir kaç ekstra kuralla çok daha zevkli bir hale döndürelebilir...

    işte ekstra kurallar (belki bir kısmı ekstra değidir zaten öyledir, ben bildim bileli böyle oynadığım için gerçek kuralları unuttum):

    -uno: uno'ya kalan kişi uno demezse ve kendinden sonraki oynamadan biri farkedip uyarırsa, iki kart çeker... kendinden sonraki kişi oynadıysa iş işten geçer, istediği gibi biter... uno'ya kalan kişi, kendisini uno'ya bırakan kartı desteye değmeden "uno" deme hakkına sahiptir, kart desteye değdiği anda ise diğer oyuncular "uno demedin" diye müdahele edebilirler. burada uno'ya kalan zaten avantajlıdır, kartı daha elindeyken uno diyip kartı sonra atabilir, ancak kart desteye değdiği anda başka biri "uno demedin" cümlesine bir salise önce bile başlasa (kişinin kendi bunu görüp unooooooo diye çığıracaktır), dememiş sayılır ve 2 kartı çeker... yok "daha yeni attım vaktim olmadı" gibi mazeretler dinlenmez...

    - hatalarda kart çekme: sıra onda olduğu halde oynamayıp etrafına bakan, sıra onda olmadığı halde oynayan herkese birer kart verilir... yanlış kart oynayanlara da (oynamak kartın desteye değmesi anında olur) birer kart verilir...

    -kesme: destedeki kartın aynısı elinizde varsa (birebir aynı, hem renk hem rakam), sıra sizde olmasa bile oynayabilirsiniz... bu kural herkese hızlı oynama mecburiyeti getirir, çok oyalananı çat diye kesebilirler... bu arada, kesilen reverse'ler, +2'ler, skip'ler oyun sırasında karmaşa yarattığından bir sürü insan hatalı oynamaktan ceza kartı yiyebilir,.. bu kural da oyunu sıkı takip etme zorunluluğu getirir...

    -çift: aynı karttan elinizde iki tane varsa ikisini aynı anda atabilirsiniz (kendi kendinizi kesmek gibi gereksiz bir olaya girmemek için), ancak atarken "çift" denmelidir,denmezse bir ceza kartı çekilir...

    -blöf: +4'ü sadece ve sadece elinizde oynanacak başka kart kalmadığında atma hakkı olması... mesela ortada sarı 5 var, +4 atarak elimde ne sarı, ne 5 ne de renk değiştirme kartı var demiş oluyorsunuz... +4'ü alan size inanıp direk 4 çekip devam edebilir... ya da blöfünüzü görmek isteyebilir, o zaman o kişiye elinizi gösterirsiniz... gerçekten blöf yapmamışsanız o kişi 4 değil 8 çeker, yok blöf yaptıysanız 4'ü siz çekersiniz, o devam eder...

    tabi +4'ü de kesmek mümkün fakat nasıl? ilk +4'ü atanın, atarken hemen istediği rengi söylemesi kritik burada (biliyorsunuz +4 hem sizden sonrakine 4 kart çektirir hem de sizin belirlediğiniz bir renkten devam etmesi gerekir)... sizin +4'ün üstüne +4 atan kişi, sizin söylediğiniz renge atmış olur... örnek: ortada sarı 5 var siz +4 attınız (elimde sarı, 5 ve renk değiştirme yok demiş oluyorsunuz), ve "mavi" dediniz, sizden sonraki kişi (ya da kesen başka biri) de üstüne +4 atabilir, fakat o atar atmaz, "bende mavi ya da renk değişim kartı yok" demiş olur... o noktadan sonra sizin blöfünüzü kimse göremez, olayın sizle alakası kalmaz.... 2inci +4'ü atandan sonraki kişi +8'e muattap olur (blöf deyip yanılırsa +16) ve blöf kararını maviye göre verir... buradaki hassas nokta, insanların +4'ü atarken hemen renk söylemesidir, genelde insanlar "nası çaktım +4'ü" diyip kurbanlarına pis pis bakmaktan bu detayı unutur (bunu kartla cezalandırmak mümkün), eh böyle olunca da bazı heycanlı kişilikler daha rengi duymadan kendi +4'leri ile kesme olayına girerler, renk 1 2 saniye sonra gelir; dolayısıyla da aslında neye blöf yaptıklarını bilmezler (unutmayalım ki kart desteye değdiği anda oynanmış sayılır -tam olarak bırakılmamış ve sadece ucu değmiş olsa bile- ve hatalı bir oyun olmadığı sürece -yanlış kart, yanlış sıra- geri alınıp değiştirelemez)... her ne kadar bir sonraki kişi için blöfü görüp yanılmak +16 demek olsa da, dediğim gibi genelde şuursuzca yapılan bu +4 kesmelerinde genelde blöf olur...

    başka bir hassas nokta ise yine bir +4 atıldığında, onun üstüne başka bir +4 çakma imkanı olan kişinin önce beklemesi, 1inci +4'e maruz olana kartları çektirmesi, fakat oynamasına fırsat vermeden +4'ü kesmesi olabilir (tabi çektiği kartlara bakması için minimum bir sürü vererek)... böylece eğer blöf yapıyorsa kendi üstundeki riski azaltmış olur, ya da 1inci +4'e maruz kalan kişi uno'da ise ona çektirmek farz olmuştur...

    güle güle oynayın...

    ps: tabi bütün bu kuralları ve oyunu takip edip herkese ceza kağıtlarını dağıtan kişi (ben), oyunun nefret toplayan oyuncusu olur, psikolojik olarak hazır olmak lazım...

  • tüm söylenenlerin aksine tamamen doğru olduğuna inandığım olaydır. benim bi nuriye teyzem vardı, yeni yıla ölü girdi ve gerçekten bütün yılı ölü geçti. o yılı takip eden üç yıl boyunca da ölü girdiği her yılı öyle geçirdi. sonra ne yaptı bilmiyorum. belki evlenip çoluk çocuğa karışmıştır.