hesabın var mı? giriş yap

  • 26 mart 1981 akşamına ait garson ile misafirler arasında hoş bir diyalog rivayet olunur, olunur da bilemem ki ne kadarı doğrudur. buyrun...

    garson: efendim,sizleri burada görmek büyük mutluluk!
    cemal süreya: kim istemez ki mutlu olmayı? ama mutsuzluğa da var mısın?
    garson: anlamadım efendim?
    can yücel: geldiğin kadar değil, göründüğün kadar mutlusun ve sakın unutma; gittiğin kadar değil,hak ettiğin kadar unutulursun…
    garson: anlıyorum efendim…neyse, ne alırdınız?
    nilgün marmara: sen ne getirdin bana çocukluğundan?
    garson: çocukluğumdan mı? siz ne isterseniz mutfaktan onu getireceğim işte.
    edip cansever: bu aralar ellerim hep üşür benim. doktor ‘kansızlık’ der, ben ‘sensizlik’ derim.
    nilgün marmara: üşümüşüm, düşlerimin üzeri açıktı.
    garson : ekrem klimayı aç oradan, çattık ya!
    tomris uyar: bazen sensiz kalmak, kırıldığını göstermenin en iyi yoludur.
    garson: estağfurullah efendim,ne kırılması, bugün kötü bir gün sanırım benim için.
    yaşar kemal: gülümse karamsarları şaşırt, gülümse güller açsın yüzünde,gülümsemenle yayılsın ışık, dünyayı ısıtmasan da güneş gibi çevreni ısıt.
    garson: ekrem klimayı kapat, gülümsüyorum.

  • biz 90'ların sonuna yetişmiş üniversiteliler, tek fitilli kadife pantolon, 2 şile bezi gömlek ve 2 el örgüsü hırka ile anadolu'nun her şehrinden akın akın gelmiştik siyasala.
    işaret ve orta parmak arası, ucuz sigaradan sararmış olurdu, esmer erkeklerin bıyık uçları bile tütünden sararırdı.

    para değil dürüme, memleketten gelen tarhanaya katık edecek ekmeğe bile yetmezdi ay sonları.
    tüm şehrin, öğlen yemeği en ucuz üniversitesinde, öğlen yemeği başlar başlamaz bir jeton atar yemek yer, 2 saat sonra yemek bitmeden bir tur daha yer, aha o yemekle günü gün ederdik. yemek 2500 tl idi. 2500tl madeni bir paraydı.

    ama kantinden hep masadaki insan sayısı kadar çay alırdık. para en çok kantin çayına giderdi. kendine kadar bir bardak çay almayı bilmezdik.
    ama bir tur 8-10 bardak çay alıp, akşama kadar başkasının çay tepsisinden ikram edileni içer yine aynı hesaba çıkardık. çay ise 500tl

    sigaraya winston ile başlar, 3 gün sonra 19 mayıs ballıca döner, 2 hafta maltepe içer, son hafta otlakçılıkla geçerdi.

    ben memur çocuğuyum, harçlığım 15'inde yatardı. bir arkadaş vardı engin. onun burs 1'inden birine gelirdi.
    ben ne zaman son maltepemi içsem, eve döndüğümde çantamda bir ballıca bulurdum, ayın 15'ine geldiğimizde de, muhakkak 2 paket alırdım sigarayı, gizliden ben de kaktırıverirdim birini çantasına.

    biz iki gariban, hiç birbirimize yol paramızın kalmadığını söylemedik.
    dipdibe 2 semtte, birbirinden gariban 2 ayrı öğrenci evimiz vardı. yakındık mesafe olarak.

    her gün okuldan o evlere, 12 durağı yağmur çamur demeden yürümek için bahaneler bulurduk.
    *dostum sana danışacağım bir durum var yürüyelim mi?
    *kardeşim bir film izledim, vaktin varsa yürüyelim anlatayım ister misin?
    *aksaray'daki ezgi müziğe bir baksak mı? almayız da bakarız, yürüyelim mi ki bugün?

    biz yürüdük, hiç gariban hissetmeden, para yok diye değil, biz istediğimiz için yürüyorduk neticede.
    midemizin gurultusu mühim değildi, sigaramız vardı hep, birimiz ballıca içeceğine ikimiz de maltepe içerdik.

    sanıyorduk ki üstesinden gelinir hayatta garibanlığın, bilmiyorduk garibanlık sandığımız parasızlıkmış sadece, kardeşlik ve dostluk karın doyuruyormuş meğerse.

    sonra bitti okul, ben fabrikalara o bankaya, olaylar olaylar, arada bir smsler, bazen facebook'tan kısa merhabalar.

    2014 ocak ayının 8'ydi, engin son vermiş hayatına, haberi geldi.
    demek -mış gibi yapamamış artık.
    ben de fark edememişim, hiç birimiz fark edememişiz.
    gariban kalmış cidden, paradan bağımsız, parayla alakasız.
    hepimiz garibanmışız da aslında, birbirimizi görmez olmuş gözümüz.

    insan sevdiklerini yitirmeye başlayınca ayakları yerden kesilmeye başlıyor.
    para olmayıversin de, ruhu garibanlaşmasın yeter ki insanın, kalbi fukara hissetmesin.

    fukaralığa dayanılıyor da garibanlık yükü çekilmiyor galiba.

    ömrümün en güzel 4 yılını geçirdiğim okulun kantininde, heykelinde, meydanında, yanımızda engin olmadan çekilmiş fotoğrafım yok diye, bakamıyorum 1 yıldır hatıralarıma, telefonunu silemiyorum, mesajlar da duruyor.
    kalbimde koca bir yük, içimde bir gariban kalmışlık, taşıyacağız artık bir ömür.

  • afgan güzellemesi okudunuz.

    ülkemde sistematik olarak demografik darbe yapılıyor, sorun sadece afgan mülteci sorunu değil. bu ülke kendi vatandaşlarına iş fırsatı yaratamazken bu insanlar kayıt dışı istihdam ediliyor. ülkenin dili bozuluyor, istanbul'da her yer arapça tabelalarla doldu. suç oranları daha da arttı. bizim kendi sorunlarımız bize fazla gelirken bir de bunların sorunlarıyla uğraşıyoruz. o yüzden;

    (bkz: ülkemde afgan istemiyorum)

  • bilen bilmeyen herkesin çullandığı bir diğer başlık. ülkemizde çok olmasının tek sebebi düzenli olarak toplanıp yok edilmemeleridir. bu talih midir yoksa gelişmemişliğimizin bir göstergesi mi orasını sizin vicdanınıza bırakıyorum.

    ingiltere'de başı boş sokak hayvanları yakalandıktan sonra çok kısa süreler (1-2 ay) hayvan barınaklarında tutulur, daha sonra uyutularak krematoryumda yakılırlar. bu işlem ve süreç abd'de 14 gün gibi çok kısa sürelerde cereyan eder. avrupanın lideri konumundaki bir çok ülke benzer uygulamaları kullanır.

    rusya ve doğu avrupa ülkelerinde ise bizim belediyelerin kullandığı eski usül zehirli yem, toplayıp kurşuna dizmek gibi en acı şekillerde yok ediliyorlar. hindistan'da sokak köpekleri tarafından öldürülen insan sayısı terör saldırılarından daha fazla olduğu için son beş yıldır köpek avcıları gibi salak saçma ekipler kurarak her yerde ava çıkıyorlar.

    approximately 7.6 million companion animals enter animal shelters nationwide every year. of those, approximately 3.9 million are dogs and 3.4 million are cats. each year, approximately 2.7 million animals are euthanized (1.2 million dogs and 1.4 million cats).

    yukarıdaki aspca verilerine göre her yıl ortalama 7.6 milyon hayvan barınaklara alınıyor ve bunun yarısına yakını ötenazi ile öldürülüyor. bu işleme ötenazi denilmesi bile büyük ironi. sanki hayvanlar kendi elleriyle teslim olup barınaklara tıkılmış ve ölüm belgelerini kendileri imzalamış gibi. tabi bu veriler abd, canada ve belli başlı bir kaç ülkeyi kapsıyor. bizim ülkemizde kendi başına küçük bir şehir nüfusu kadar sokak kedisi ve köpek mevcut. şükredelim ki ülkemizde genel itibariyle sokak hayvanlarını seven bir kitle var. belediyeler eskiden olduğu gibi harala gürele hayvanları kamyonlara toplayıp bir yerlerde yakamıyorlar. en azından artık ayan beyan ve gündelik yapılamıyor.

  • manu maçından sonra "bir sonraki takımım çok sürpriz olacak" diye demeç vermiş.

    beyler antalyaspor devrede galiba :/

  • gereginden fazla cesur davranmak.
    birseyin olmayacagini bildigi hatta emin oldugu halde, olabilirlige inanip, fazlasiyla caba harcamak.
    cok dusunmek, cok ince dusunmek.
    tum sevdiklerini ayri ayri dusunmek.

    kendilerini yipratmak.

  • izbandut gibi bir herif olmak isterdim. trafikte ayılık yapanları döverdim. dövmesem de dövecekmiş gibi yapardım mesela.
    ikinci olarak da kalın ses isterim. kadınlığın en kötü yanlarından biri ses. ne dersen de, ne kadar karizmatik konuşursan konuş... vıyyvk vıyyk diye çıkıyor sesim, tizleşiyor. halbuki erkek olsam hey heyyy yine de hey heyy diye konuşurdum.

    erkeğe değil ayıya dönüşmek istiyorum sanırım.

  • millet anlamadan saydırıyor, başlığı açan da mal topluluğuna laf anlatmaya çalışırsan böyle olur diyor. arkadaşlar 100 liralık mala %200 enflasyonla 300 lira oldu diyelim, daha sonra 300 liraya 200 lira daha enflasyon olursa ne olur %66 oldu eee ne olmuş oldu enflasyon %200 den %66 ya geriledi heyoooo ama sonuç ne, 100 lira olan mal 500 liraya yükseldi.