hesabın var mı? giriş yap

  • moğolistan / 2011

    harhori (karakurum)- orhun abideleri.

    moğol çadırlarında konaklıyoruz. çadırların az ilerisinde derme çatma da olsa wc olarak kullanılan ufak barakamsı bir yer var. kapı yok.

    ben :-neden kapı yok ki burada?

    yerel rehber :-neden olsun?

    ben : ımm!!? wc yahu burası

    yerel rehber : ee?

    ben : ee si, kimse hacet giderirken görülmek istemez, o nedenle kapı olması gerekir

    yerel rehber : evet kimse hacet giderirken görülmek istenmez, o nedenle burada kimse hacet
    giderilen yere bakmaz, kimse bakmayacağı için de kapı yoktur.

  • internette kendisi hakkında bu kadar az bilgi olmasıyla beni biraz şaşırtmış olan sanatçı/gazeteci/dansçı/spor tarihçisidir. beşiktaş dergisinin son sayısında* kendisine geniş yer verilmiş. bir kısmını buraya aktarmakta fayda var. zira kendisi beşiktaş'ın eksik kalan iki şampiyonluğunun peşine düşüp tescilleyen kişi olarak beşiktaş tarihi açısından önemli bir insan.

    23 ocak 1931 izmir güzelyalı'da doğmuştur. asken kafkas kökenlidir(çerkes ve kırım türkü karışımı). genç yaşta kendini çizime vermesine rağmen bir yandan futbol oynamaya devam ediyor, bir yandan da dekorlarını tasarladığı bir tiyatrodaki dansçının ayrılması üzerine dansa başlıyordu. ancak ikisini birden devam ettirmesi mümkün görünmediğinden bir tercih yapması gerekiyor ve kendisi dansı seçiyor. başarılı bir dans kariyeri olmasına rağmen çizmeye de devam ediyor. bu çizim merakı, kendisine hürriyet gazetesinin kapısını da açarak gazeteciliğe başlamasına sebep oluyor. 25 yıl boyunca çalıştığı hürriyet'in dışında yeni sabah, gün, günaydın, akşam, tercüman ve fotospor gibi gazetelerde ve hayat spor, atlas tarih, beşiktaş, fotoroman, çarşaf gibi dergilerde de çalışıyor. basın kariyeri boyunca genel olarak karikatür, spor tarihi ve grafik gibi konularda eser üretiyor.

    1957 beşiktaş kulübüne üye oluyor ve bir süre sonra voleybol şube kaptanlığına getiriyor. o aralar küme düşmüş olan erkek volebolu'nu birinci lige çıkarıyor. daha sonra kadın voleybolu ve kadın basketbolu branşlarında çalışmaya başlıyor ve epey başarılı bir dönem geçiriyor.

    1978 yılında spor tarihi üzerine yazıp çizmeye başlıyor ve beşiktaş spor tarihi, fenerbahçe spor tarihi, galatasaray spor tarihi(sanırım bu basılmamış), fenerbahçe galatasaray rekabetinde 300 maç, milli takımın 66 yılı, türkiye ligi'nin 30 yılı, türk dünya voleybol tarihi, voleybol'un 102 yılı, türk futbol tarihi kitaplarını yazıyor. bunların akabinde teknik taktik yönleriyle futbol ve guinnes rekorlar kitabının türk sporu kısmını hazırlıyor. aynı amanda "revüler ve operetler tarihi" adında bir kitabı daha mevcut. kitaplarına şuradan ulaşabilirsiniz. piyasa kitapları olmadığından biraz pahalılar yalnız. "beşiktaş spor tarihi" tsyd tarafından o tarihe kadar yapılmış en iyi spor kitabı olarak kabul edildi.

    beşiktaş'ın eksik iki şampiyonluğunu ortaya atan ve bunun üzerine mücadele edip kabul ettiren yine vala somalı'dır. aynı zamanda beşiktaş'ın kartallı kulüp logosunun çizeridir.

    bütün bunların dışında "türkiye cumhuriyeti'nin 80.yılında futbolda terör ve anarşi" konulu, 205 belgeden oluşan bir sergi açmış ve inönü stadı'nda 1 yıl boyunca sergilemiştir. bunun dışında belçika ve abd'de sergi açmış, özellikle "ünlü amerikalılar portre karikatür sergisi" epey ilgi uyandırmıştır. karikatür yanında bir çok illustrasyona da imza atmıştır.

    aynı kuşaktan olan süleyman seba'ya "süleyman bey" olarak hitap eden vala somalı'nın, beşiktaş'taki 50 yılı sebebiyle altın rozet'i bulunmaktaydı. 21 ocak 2016'da yaşadığı rahatsızlık sebebiyle tedavi altına alan vala somalı, adeta şampiyon olduğumuz 18 mayıs tarihine kadar direndi ve şampiyonluk kutlamalarını yaptığımı 19 mayıs 2016 tarihinde vefat etti. ruhu şad olsun.

    çalışmalarından bazıları:

    baba hakkı

    metin oktay

    süleyman seba

    mustafa denizli

    jesse owens

    maradona

    edit: linkler yenilendi.

  • üst edit: finali bok gibi olmuştur. board değişmiş ve sam yine ceo olarak şirketin başına geçmiştir. microsoft hissesini sağlam tutmak haricinde bir şey alamamıştır.

    takip edemeyenler, tam anlamayanlar ve hiç bilmeyenler için openaı hikayesinin (hemen hemen) tamamı:

    sam altman, dillere destan chatgpt'nin yaratıcısı olan openaı'ı yöneten ekibin kurucusu. sam ceo ve kar amacı gütmeyen bir kurula rapor veriyor. bu kurulun en temel amacı, openaı'ın uygun güvenlik önlemleri olmadan çok hızlı ilerlemesini önlemek (deceleration, yani aı'nin çok hızlı gelişip bizi öldürmemesini sağlamak). bu kar amacı gütmeyen kurul, ılya adında bir aı bilimcisi, greg adında bir mühendis ve üç başka kişiden oluşmakta.

    birkaç hafta önce, sam microsoft'un ceo'su satya nadella ile beraber bir sunum yapıyor. microsoft, openaı'nin en büyük yatırımcısı (%49'una sahip) ve gpt'yi ürünlerinde kullanmak için özel sözleşmeleri falan var, bu nedenle microsoft, openaı'nin başarısından en çok kazanç sağlayacak olan şirket. yani microsoft için openaı kritik derecede önemli.

    sunum sırasında, sam ve satya, gpt'nin ne kadar ilerlediğinden (hiç beklemedikleri kadar iyi olduğundan) bahsediyorlar, bu da ılya'yı çok ürkütüyor (çünkü onun görevi aı'nin çok tehlikeli hale gelmesini durdurmak). *bu kısım spekülatif tabii ama hikayeye uyuyor*

    (burada bir makul alternatif spekülasyon daha var:

    bu 3 kişiden biri de quora ceo'su adam d'angelo. bu adam poe adında bir platform yapıyor. bu platformda kendinize custom bot oluşturup bundan para kazanıyorsunuz. sam, devday'de “custom gpt” ve “gpt store” tanıtıyor. bu, poe'nun aynısı! yani sam, board'daki birinin yaptığı işi direkt kopyalamış gibi görünüyor. d'angelo bu duruma çok öfkeleniyor ve kurulu sam'in onlardan bilgi gizlediğine ve ona güvenemeyeceklerine dair kışkırtıyor (blog posttaki metinle örtüşüyor). aynı şekilde ilya'yı da manipüle ediyor ve sam'e karşı dolduruyor.

    hikayenin geri kalanında ilya yine başrolde ve görüşmeleri o ayarlıyor.)

    ılya, bu diğer üç kişi ile bir araya gelerek sam'ı işten çıkarmaya karar veriyorlar ve zehir zemberek bir blog post yayınlıyorlar (biz insanlar bu noktada haberdar oluyoruz), greg'i de kuruldan çıkarıp yeni geçici ceo olarak belirledikleri mira'ya bağlarlar (mira normalde cto). bu kararı açıkladıklarında greg hemen istifa eder ve sam'in tarafında yer alır, openaı'daki birçok kıdemli ve önemli mühendis de öyle yapar. şirkette kurulun beklemediği bir kan kaybı başlar ve ortalık bir anda karışır.

    satya nadella (en büyük yatırımcı) bunu öğrenince çok sinirlenir (galiba): neticede hayatının işi, microsoft ve openaı arasındaki ortaklığı kurmaktı ama openaı, en iyi insanlarını kaybedebilir ve en ileri aı şirketi olma yolundan uzaklaşabilirdi. üstelik piyasa kurtlar vadisi gibiyken.

    bu nedenle satya, tüm hafta sonunu yatırımcıları ve mühendisleri sam'i geri getirmek için ikna etmeye çalışarak geçirir. ama kurul bunu bir şekilde reddeder, bu yüzden satya başka bir fikirle gelir: sam ve greg'i microsoft içinde bağımsız bir aı laboratuvarı kurmaları için işe almak ve onlara aı'nin gelecek büyük sıçramalarını geliştirmeleri için sınırsız para ve imkan sağlamak. kurul sam yerine eski twitch ceo'su emmett shear'ı işe alır. emmett kurulun istediği “güvenli hızı” sağlayacaktır (güya).

    satya bu sırada yüzlerce openaı çalışanına da sam ve greg'e kurmayı vadettiği aı laboratuvarının kapısını açık bırakmıştır. yüzlerce openaı çalışanı da sam'i destekleyerek sam'i kovan kuruldan hemen istifa etmelerini aksi halde microsoft'un tümüne sunduğu iş teklifini kabul edip oraya gideceklerini söyleyen bir bildiri yazarlar. bu kurula çok sert bir tehdittir.

    ama bu mektubu imzalayanlar arasında tüm bu sürece sebep olan ılya da vardır (biz şok). ılya çok pişman olduğunu ve yaptığını düzeltmek için elinden gelen her şeyi yapacağını söyler ve o da sam tarafına geçer, sam de onun özrünü kabul eder ve x'te kalpleşirler.

    (ilya'nın taraf değiştirmesi konusunda d'angelo'nun manipülasyonuna uğramış olduğunu fark etmesi de muhtemel eğer yukarıdaki d'angelo spekülasyonu doğruysa.)

    tüm bu süreç satya nadella için çok ustaca bir hamle çünkü openaı'nin en iyi yeteneklerine (sam, greg hatta ılya da) ve onları takip edecek yüzlerce aı mühendisine sahip oldu (770 kişinin 700'ü). satya, openaı'nin bir gün çok büyük olacağını ve microsoft ile rekabet edeceğini ve değerli gpu'ları (aı teknolojisini çalıştıran çipler) satın alacağını biliyordu.

    yani satya, sam'i işe alacak, her yaptığını görecek ve gpt'nin arkasındaki algoritmaları da elde etmiş olacak. hem de tamamen bedavaya.

    ve bunların hepsini pazartesi sabahı borsa çanı çalmadan önce yapıyor. microsoft en büyük yatırımındaki kriz nedeniyle zarar edecekken satya'nın ustaca hamlesi sayesinde kara geçiyor. (satya övgüsü)

    tüm bu hikayede her şeye sebep olan aslında ılya gibi görünüyor (idealleri uğruna şirketi p*ç etti). sonradan taraf değiştirmesine rağmen.

    hikaye henüz bitmedi, neler göreceğiz bilemiyoruz. güncelleme geldikçe buraya eklerim.

    https://x.com/…adev/status/1726695041433731475?s=46

    edit: spekülasyon güncellemesi

  • büyük ihtimal japonya başbakanı da ne diyo la acaba bu diyodur içinden.
    adamlara yaptıkları projeyi anlatmış. adamdan aldığını adama satmış.

    adam da naapsın, müşteri herzaman haklıdır diyip he abime, he uzunuma demiştir.

  • (bkz: fıstık)
    bizimki pek eve uğramazdı.
    uğradığında da elinde siyah poşet içinde 4-5 tane bira, 2 paket uzun samsun olurdu.
    bazen o siyah poşetin içinde fıstık olurdu.

    kapıdan sallana sallana, elinde poşet ağır alkol ve sigara kokusu ile girdiğinde, elindeki torbaya kitlenirdik.

    aslında elinde torbayla gelmesi bir bakıma iyiye işaretti. torbasız gelse, annemin elinde günlük kazancı vs varsa döverek alacak ve kumara gidecek demekti.

    siyah torbayla geldiyse, en azından tv'nin karşısında yere oturacak, çakmağıyla efes tombulu açacak, önüne kül tablasını koyacak, yanına uzun samsun paketleri ve en sonda da fıstık torbasını koyacak demekti.

    pek az yemek yerdi. zaten çöp gibi bir adamdı. bünye olarak zayıf ama psikopatlıkta ağır bir abiydi kendisi.

    bazen annem siniyle akşam yemeğinde yediklerimizden önüne koyar, sofra bezinin üstüne dizlerini kırıp, eğilerek höpürdete höpürdete yalap şap yerdi.
    asla bitmezdi o tabaktaki yemeklerin hepsi.
    mutlaka biraya da yer kalması gerekirdi.

    yemesi içmesi bitince yine yerde koltuğun kenarına yaslanır, yüzü tv'ye dönük sigarasını yakar, birasını açardı.

    genelde ilk bira bittikten sonra bizle biraz sohbete başlardı. sohbet dediysem dersler nasıl falan filan değil. genelde kendini anlatırdı.
    bazen de annem laf atardı "ee naptın" bugün falan gibi.
    sanki birkaç gündür evde yokmuş gibi değil de, sürekli bizleymiş sanki bozuk bir aile düzenimiz yokmuş sanki varı yoğu kumarda, meyhanede, birahane yememiş gibi.

    benim gözüm ise fıstıklarda olurdu. bazen şeffaf yumurta poşeti gibi poşetlerin içerisinde, bazen de kese kağıdında gelirdi o fıstıklar.

    bense en çok kese kağıdında gelenleri severdim. çünkü kese kağıdında geldiyse, o fıstıklar sıcaktır demekti.

    kül tablasının yanındaki fıstıklara uzanır, içlerinden alabildiğim kadar alır, kenara çekilirdim. görmezden gelirdi. sonra annem alır kardeşime falan uzatırdı.
    kardeşim genelde istemezdi.
    bense hemen çabucak yiyip fıstıklar bitmeden bir kez daha avuçlama derdinde olurdum.
    ikinci kez seğirtip de, biraz fazla alırsam, "höst len meze bu" derdi.
    kendine kadar alırdı çünkü.
    "az al az", "yavaş ye lan boğulacan" derdi. işte o zaman yediğim bütün fıstıklar boğazımda kalır, gözlerim buğulanır, kendimi zor tutardım.
    keyfi yerindeyse de hiç ses etmezdi.

    şimdi düşünüyorum da, deli gibi çerez sevmemin, hatta yemekleri hızlı hızlı yemenin, içki içerken mezeyi bol bol hatta bazen açmış gibi çalakaşık yememin altında da acaba bunlar mı yatıyor?

    hep böyle kasvetli ortam da olmazdı. bazen neşeli olurdu, eğer o gün kumarda falan kazanmışsa, yada çok nadir kumara gitmeyip direkt eve geldiyse, gün içerisinde hoşuna giden bir şey yaşadıysa.

    ama o siyah torba hep elinde gelirdi. ve biz de beklerdik acaba bize ne getirdi diye. torbanın içine kitlenir kalırdı gözlerimiz.
    ama tarife genelde hep aynıydı 4 bira, 2 paket uzun samsun. bazen fıstık, bazen de tavuk..

    çikolata olsun isterdik, dondurma olsun isterdik her çocuk gibi.
    alamayacağından değil çünkü işin kötüsü ne biliyor musunuz?
    bu adamın işi buydu.
    kantini vardı.
    başkalarına çikolata, gofret, sandviç satıyor ama eve gelirken çocuklarına bir parça çikolata getirmek yerine kendine bira ve sigara almayı ihmal etmiyordu.

    hep derim.
    17 yaşımdan 21 yaşıma kadar küs ve kavgalı, 21 yaşımdan 23 yaşıma kadar ise bir baba oğuldan ziyade, onun için bir suç ortağı bir arkadaştım.
    ben 23 yaşımdayken de öldü zaten.

    yine hep derim ki;
    ......ve ben babamı yaşattığı tüm kötü anılara rağmen öldüğünde affetmiştim.
    sonra ben baba oldum ve baba olunca anladım ki, evlat bambaşkaymış.
    şimdi iş yerimde, çocuklarımsız bir doğum günü pastası bile yesem boğazımda kalır.

    o yüzden baba olduktan sonra, babama olan affediciliğim yerini çok daha büyük bir kızgınlığa bıraktı...

  • ekşi'deki bütün rezaletleri okumaya çalışan biriyim, gördüğüm ender rezalet deşifresi bu rezalete aittir. dizi izler gibi okudum. querrery rezalet prosesini adeta nakış gibi işlemiş. üstüne bir de rezaletin lansmanı için bütçe ayırmış. ses kaydı almış, bütün silsileyi takip etmiş. pazartesi harbiden mahkemeye de giderse, şahane bir final olur. bize bunlarla gelin kardeşim.

    (bkz: csi beşiktaş)

    edit: geç de olsa gördüm meğer debe olmuş bu entry ve ilk entry uçmuş. merak edenler için: http://justpaste.it/regus_ofis_rezaleti * *