hesabın var mı? giriş yap

  • türk sineması’nın en değerli filmlerindendir.
    gizli yüz öyle muhteşem bir filmdir ki senaryosundan oyunculuklara, ışık ekibinden yönetmenine kadar şiirsel bir bütünsellik ve âhenk içinde akar gider.

    filmin öyküsü büyük yazar orhan pamuk’un kara kitap adlı eserine dayanıyor. 1988 yılında ömer kavur bir film önerisiyle orhan pamuk’un kapısını çalar. pamuk’tan bir senaryo yazmasını ister. pamuk ise o sıralarda kara kitap’ı yazmaya odaklanmıştır ve tüm dikkatini sadece bu romana verir. pek çok şey henüz kafasında taslak hâlindedir. senaryo yazımı işi kara kitap’ın 1990 yılındaki çıkışının sonrasına kalır.
    orhan pamuk, kara kitap adlı romanındaki “karlı gecenin aşk hikâyeleri” bölümünde bir pavyon fotoğrafçısının anlattığı kısacık bir öyküden yola çıkarak bu harikulâde filmi senaryolaştırır. pamuk, senaryo aşamasında zaman zaman ömer kavur ile birlikte bazı detayları kendisiyle tartışarak filmin senaryosunu tamamlar. bu iki değerli şahsiyetin buluşmasından da tabii ki ortaya böyle bir şaheser çıkıyor. türk sineması’ın en önemli yönetmenleri arasında gözümde ilk sıralarda olan ömer kavur filmin yönetmenidir de. gizli yüz izlediğim ömer kavur filmleri içinde beni en çok etkileyen, en sevdiğim, en mükemmel filmi olma özelliği de taşıyor.

    filmin oyunculukları tek kelimeyle harikulâdedir. gizli yüz’e sinemamızın iki nevişahsına münhasır harika oyuncuları zuhal olcay ile rutkay aziz’e yine sinemamızın çok değerli isimlerinden fikret kuşkan eşlik ediyor. başrolde muhteşem aktris zuhal olcay kusursuz, olağanüstü oynuyor. ikinci başrolümüz ise karizmatik aktör fikret kuşkan. henüz sektördeki ilk yılları olmasına rağmen kuşkan fotoğrafçı rolünde son derece başarılıydı. gizli başrolümüzde ise büyük sanatçı rutkay aziz’i izliyoruz. üstadın oynadığı süre küçük olsa da rolü görkemliydi. zuhal olcay’a ayrıca değinmek istiyorum. yahu bir kadına soğuk, katı, derin, ruhunu kaybetmiş bakışlar, buz dağı gibi donuk ifadeler bu kadar mı yakışır. orhan pamuk bu eseri yazarken sanki zuhal olay’ı hayâl ederek yazmış. bir aktris bir role bu kadar mı yakışır. zuhalciğim bu gizemli kadın karakterini oynamamış, bu karaktere ruhunu vermiş.

    öyle büyüleyici bir film ki sanki bir film değil bir rüya gibi. izlerken kendinizi bir masalın, düşün içindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. şöyle ki, bir gece uyuyorsunuz ve düşünüzde hayatınızda iz bırakabilecek şeyler izliyorsunuz ve o rüyadan hiç uyanmak istemiyorsunuz. işte gizli yüz tam manasıyla öyle bir film. bunun bir film olduğunu bilmesem ya masal ya da rüya olduğuna inanırım. orhan pamuk’un ne kadar güçlü, ne kadar sonsuz, ne kadar şahane bir kalemi olduğunun kanıtıdır bu film bize. orhan pamuk boşuna nobel edebiyat ödülü almamıştır. bu adamın kaleminde olağanüstü bi yaratım, hayâl gücü yeteneği var. var olsun.

    filmin müzikleri de filmle o kadar uyumludur ki henüz ilk saniyelerinde sizi yakalar müziği. böyle büyüleyici bir film ancak bu kadar çarpıcı ezgilerle bu etkileyiciliği yaratabilirdi. müziklerin filmlere etkisinin önemini görüyoruz burada. bu sanat eserinin müziklerinin bestecisi ise ülkemizin en değerli müzisyenlerinden cahit berkay’dan başkası değil. kendisini saygıyla anıyorum.

    filmde derin aforizmalar bulunuyor. sonu gelmeyen düşünceler, sorgulamalar, arayışlar, bekleyişler, sonuçlar ve daha fazlasıyla zihnimizde belki onlarca belki de binlerce cevapsız soru bırakıyor film. algımızla gerçeklik birbirine karışıyor. düş ile gerçek içiçe geçiyor âdeta. filmin en büyük öznesi kuşkusuz bitmek tükenmek bilmeyen arayıştır.

    öteden beri nostaljik saatlere ve antikaya hevesli biriyimdir. bu filmle birlikte saatlere olan tutkum on yüz bin milyon kat arttı diyebilirim. antika saatlerin bende uyandırdığı his harika. o sşyah beyaz yeşilçam filmlerindeki eski ihtiyarların yeleğinin cebinde taşıdığı uzun zircirli, kapaklı o kıymetli köstekli saatler artık nerede? peki ya o duvardaki guguklu saatler? o saatlerin kuş sesiyle tik tak sesini işitmek ne büyüleyici bir his. gelecekte imkânın olursa antika dükkânı açmayı arzu ediyorum. zaten kendimi bu çağa ait hissetmiyorum. antika saatlerin çarklarında kaybolmak, sonsuz arayışa düşmek muhteşem olurdu.

    psikoloji, gizem, macera, dram türü seviyorsanız kesinlikle doğru adrestesiniz. muhteşem filmimiz antalya film festivali’nde en iyi film ödülü ve en iyi senaryo ödülü başta olmak üzere yurt içinde ve yurt dışında çeşitli ödüllerle taçlandırılmıştır. hak ettiği kadar ödül alamasa da aldığı tüm ödülleri hak etmiştir. bence aday olup kazanamadığı ödülleri de hak eden nadide bir film.

    gizli yüz türk sineması’nın en etkileyici, en iyi, en değerli filmlerindendir. kesinlikle saygıyı hak ediyor. türk sineması’nın değeri bilinmeyen sanat esetidir aynı zamanda, tıpkı büyük yönetmen ömer kavur gibi. film hem döneminde hem de bugün hak ettiği saygıyı ve ilgiyi tam anlamıyla görmemiştir. bu durumun olumsuzluğu benim ruhuma da yansımıştır.
    bu öyle bir filmdir ki her kesimden, her yaştan her ulustan insanı etkilemeyi başarır. en çok da özellikle babasıyla güzel ve özel yaşanmışlıkları olan veya yaşanamamışlıkları olan kız çocukları için çok başka hisler yaşatacağını düşünüyorum.

    izleyecek olanlara tavsiyem, filmi izlemeden önce zihninizi tüm dünyevi sorunlardan, dertlerden arındırın. en sevdiğiniz günün gecesi, en sevdiğiniz içecek ve yiyeceğinizi alın, odsçanın perdelerini iyice örtün, en sevdiğiniz yerinize kurulun ve yüz on sekiz dakikalık bir şölene bedeninizi ve ruhunu bırakın. gizli yüz, türk sineması’nın kıyıda köşede kalmış gizli başyapıtıdır. bu şaheserin yaşama veda etmeden önce izlenilecek filmler listesinde olması gerektiğine inanıyorum. bu enfes film benim o listemde ilk sıralarda.

    ömer kavur’un antrakt sinema dergisine 1991 yılında verdiği röportajından önemli bulduğum alıntılar,

    “yolculuk, ele almayı sevdiğim üç-dört temadan bir tanesidir. gerçek anlamda yapılan yolculukları filmimde kullanmayı severim. çünkü ben de yolculukları severim. fakat bir de içsel bir yolculuktan söz etmek mümkündür. kişinin ya da bireyin kendi içsel yolculuğu ki bu bana göre daha da anlamlıdır.”

    bu filmle izleyiciye neyi anlatmayı amaçladınız?

    “şimdi bunu yanıtlamak durumundaysam, kanımca sorulmaması gereken tek soru, bir sinemacıya neyi istediğini sormak oluyor. çünkü zaten sinema bir ifade alanı ve sinemaya giden insanlar bir filmden neyi algılayabiliyorlar, neyi anlıyorlarsa onu zaten alacaklardır. filmi gerçekleştiren yönetmenin niyetinden bazen de bağımsız olarak kendi yorumlarını yapacaklardır. o bakımdan size çok açık bir cevap vermem mümkün değil bu konuda. ama tutkulu bir aşk hikayesinin, doğu masalı üslubu ile anlatılmaya çalışıldığını söylersem herhalde yeterli bir cevap olur.”

    neden erkek değil de kadın kahraman seçtiniz?

    “ana kahramanın ya da daha etkin görünen, sürekli arayan ve de bir anlamda daha üst düzey bir bilince varan ve aradığını bulan kişinin ya da kahramanın kadın olduğunu görüyoruz filmde, bu doğru. sanıyorum toplumlunuzda kadınlar erkeklere oranla daha cesurdurlar. kalıpları kırmayı, erkeklere kıyasla daha iyi becerebiliyorlar. ve zaman zaman konformist düşünceye ya da konvansiyonel düşünceye kadınlar daha cesur bir biçimde karşı gelebiliyor, en azından ön yargılı düşüncelere karşı koyabiliyorlar. toplumumuzun bir özelliğidir bu. filmde, yani filmdeki kahramanımız, yani kadın kahramanımız unutmamak lazım ki biraz baba vasiyeti doğrultusunda hareket etmektedir.”

    yönetmenin film üzerine bir başka demecinden,

    “saatler benim için en gerçekçi gösterge olmuştu. her bakışımda o andaydım. bir sonraki tik-tak gelecekti. arayışımın sabırsız saniyeleriydi. bir önceki tik-tak geçmişim ve özümdü. asla geriye gidemeyeceğimi bildiğim bir gizem gibiydi. sanki sürekli iki yer arasında sıkışmış kalmıştım. ve sadece tek bir anda yaşamama rağmen üç zamanlı yıpranabiliyordum. ama üç zamanı hissedebildiğim için hayranlıklar içindeydim. mekanizmaların inceliğine, yayların korkunçluğuna, çarkların karanlığına kapılmış gibiydim. şimdi saatlerin farkındayım…”

    ömer kavur’un başka bir söyleşisinden,

    “en çok emek verdiğim, en fazla zamanımı alan film galiba gizli yüz filmimdi. bir defa orhan’la cebelleşmek kendi başına bir zorluktu.”

    orhan pamuk ile ömer kavur filmin senaryosu üzerine çalışırken
    görsel

    filmle ilgili bazı enstantaneler

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    izlemek isteyenler için zuhal olcay ile ömer kavur’un söyleşisinden

    kaynak

    kaynak, ikinci kaynak, üçüncü kaynak, dördüncü kaynak, beşinci kaynak

    --- spoiler ---

    film kendi içinde bölümlere ayrılıyor.
    ilk bölüm “şehirler şehri”dir. bu bölümde gizemli kadın rüyasında gördüğü o gizli yüzün peşine düşer.
    ikinci bölüm “ölüler şehri”dir. bu bölümde fotoğrafçının hayatına değinilir.
    üçüncü bölüm ise “garipler şehri”dir.
    bu bölümde ise fotoğrafçının arayış ve bekleyiş sırasında başından geçenlere tanık oluruz.
    son bölüm ise “kalpler şehri”dir. burada genç fotoğrafçı ile gizemli kadın sonunda tekrar bir araya gelir. olaylar farklı bir noktaya evrilir.

    filmin açılışında şu harika cümle ile karşılaşırız.

    “binlerce binlerce sır bilinecek
    o gizli yüz gösterince kendini”

    bu cümle belki de biraz sonra izleyeceğimiz ve hiçbir zaman unutamayacağımız ve unutmak istemeyeceğimiz o büyüleyici yolculuğa işarettir.

    gizemli kadın ile fotoğrafçı arasındaki o etkileyici diyalog

    — başka fotoğrafı var mı bu adamın?

    — hepsi burada.

    — başka?

    — yok, başka çekmedim.

    — niye?

    — ötekiler gibi bir yüz.

    — değil. yüzü hikâye anlatıyor. anlamlı bir yüzün hep bir hikâye anlattığını söylerdi babam.

    gizli yüz kitabından alıntılar

    “bazı insanlar vardır, hikâye anlatırlar sana. eve döndüğünde kafan bu hikâyelerle doludur, ama adamın söylediği tek kelimeyi hatırlamazsın.”

    “harita diye birbirlerimizin yüzlerine bakıyor, hikâye diye ruhlarımızı masaya koyuyoruz.”

    “her şey var bu yüzde; keder, korku, âşk.”

    “bir yüze bakarsın, bir hayâle kapılırsın…
    ama gözünü açıp kapayana kadar hayâl kaybolur. hayâl artık aklında, ama doğru mu ya? her zaman yanında olmalı, aklında değil, yoksa yanarsın…”

    “beni aradığını hiç mi düşünmedim sanıyorsun? hiç mi istemedim bir gün aradığın yerlerde karşına çıkmayı?”

    “ne zaman bir hikâye anlat deseler ağaçları düşünüyorum. rüyamdaki ağaçları. bir zamanlar bir hikâye anlatmıştım, kalbimi açmıştım. ama yalnız ben değildim anlatan. herkes bir hikâye anlatıyordu. ben de, neden bilmiyorum, ağaçları düşlüyordum. ama o zaman gençtim. hayır, ben artık delikanlı değilim.”

    “yüzümüzde kaybolan anlamı ancak hatırlayarak buluruz. kayıp güzel zamanları bularak. acıyı hatırlayarak. anlatarak. ruhumuzdaki gizli saatin çarklarını arayarak. saatler hatırlar.”

    — nereden anladın bir derdi olduğunu?

    — öyle hissettim… huzursuz ediyordu beni…

    — herkes bu kadar hissedebilseydi dünya bambaşka bir âlem olurdu…

    “geçen gece seni gene rüyamda gördüm. insan benim gibi severse, aynı şekilde sevilebilmeyi hayal eder. bunu bir umut olarak yaşar. bunu bir onur olarak yaşar.”

    “tersinden görünce dünyayı, anlıyorum ki bütün lambalar küllük olacak, bütün masalar ağaç, bütün aynalar baş olacak…”

    “ölene kadar vakit geçsin diye beklersin bu kasabada.”

    kadın: gülüşü? gülüşü nasıldı?

    fotoğrafçı: kederli.

    “bir bakıyorum, bir dükkânda da hayatlar satıyorlar. istediğin hayatı seçiyorsun, o ruhun yüzü senin yüzün oluyor, artık mutlu yaşıyorsun.”

    “söylesene cancağızım, hayatta insan her istediğini elde edebilir mi hiç?”

    punctum dergi sitesinden alıntı

    mantıku’t-tayr’da kuşlar, simurg adındaki efsanevi kuşa ulaşabilmek için kaf dağı’nın ardına doğru yola çıkarlar. bazıları bu zorlu yolculuğu tamamlayamaz. yolculuğun sonunda vazgeçmeyen otuz kuş bir şeyin farkına varır: simurg, farsça “30” (si) ve “kuş” (murg) sözcüklerinden türetilmiştir. simurg artık kendileridir, arayıştır (attar, 2006:440). filmin temelinde de bu arayış yatar. filmde simurg göndermesinin en aşikâr olduğu sahne kadın’ın (zuhal olcay) video kasetten izlediğimiz monolog sahnesidir:

    ‘‘...büyüyüp kocaman bir kadın olduğunda kızı, kaf dağı’nın ardındaki kuşu bulacak, bütün talihsizlerin yüzünü birbirine benzeten tılsımı çözecekmiş...’’

    kavur bu seyirde delikanlının yüzü ile kadın’ın yüzünü üst üste koyar. ardından delikanlının gazeteden kestiği fotoğraflardaki yüzlerde bir anlam, bir punctum aradığını görürüz. simurg’u arayan kuşlardandır her ikisi de ve hatta kasaba saatçisi de bu kuşlardan biridir; ama o dünyevi tatlara yenik düşer, rüyaları çözebilecek kadar manevi değeri olan video kaseti meta karşılığı satar ve mantıku’t-tayr’daki gibi arayışı bırakan kuşlardan olur.

    film boyu dinmeyen bu masalsı arayış punctum’a hastır. barthes’ın annesinin fotoğrafları arasında kendini vuracak olanı araması gibi. atilla dorsay da filmdeki arayışa dikkat çekmiştir. ona göre, filmde iki kişilik bir mutluluk yoktur, aranan değil arayış önemlidir. bu yapısıyla gizli yüz’ün modern bir leyla ile mecnun olduğu yorumunda bulunmuştur (yıldırım, 2010: 96). ancak kara kitap’ta şeyh galip’in hüs’nu aşk’ı daha hâkimdir. mantıku’t-tayr etkisi ikincildir ve daha geneldir (hadzibegovic, 2013:66). ama orhan pamuk’un kara kitap’a dair istanbul’u resmettiği çizimlerinden birinde (hadzibegovic, 2013:35), istanbul semalarında devasa bir kuşun süzüldüğünü görünür; bu kuşun simurg olması muhtemeldir. gizli yüz’ün tüm şehirlerine simurg’un gölgesi düşmüştür.

    gizemli kadın ile fotoğrafçı arasındaki sahneden

    — bir yüzü diğerinden ayıran nedir?

    — bir hikâye. anlamlı yüz hep bir hikâye anlatır.

    filmde dikkatimi çeken bir ayrıntı vardı. film boyunca hiç kimsenin adı söylenmiyordu. herkese sıfatlarla ya da lakaplarla hitap ediliyordu. bu durumu daha önce hiçbir filmde görmemiştim. gizemi çok seven biri olarak bu gizemli durum çok hoşuma gitmişti.

    saatçi işe fotoğrafçı arasında geçen unutulmaz diyalog

    — hayatta ne olmasını isterdin en çok?

    — insanlara saatleri anlatmak isterdim. mekanizmaların inceliğini, yayların korkunçluğunu, çarkların karanlığını. şimdi kimse saat nedir farkında bile değil. belki bunun için insanlar kederli, belki bunun için kendi hikâyelerini bile anlatamıyorlar. akreple yelkovanın arkasında nasıl bir can var hissetmiyorlar bile. insanlara saatlerin sırrını anlayabilmek isterdim. o zaman uykudan uyanır gibi dünyaya yeniden gözlerini açarlar, kederlerinden kurtulurlar, belki kendi hikâyelerini bile anlatırlar.

    filmde ve kitapta geçen bu harikulâde söz ile yazımı sonlandırıyorum.

    “rüyalar tamamlanmaz ki hiç. hikâyeler tamamlanır.”

    --- spoiler ---

  • bu pazar yaptığım eylem. dünya tatlısı bir sözlük yazarı ile tanıştım. hatta enteresandır birbirimizi neredeyse hiç görmeden tanıdık, tanıştık sıcak bir cay içtik aynı sıcaklıkta bir sohbet ettik.

    bu ilk değil aslında, gerçek hayatta görüşmeye devam ettiğim bir sürü dostum oldu. hatta geçen sene evde kızılca kıyamet kopup ben pılımı pırtımı toplayıp evi terkettiğimde, bu dostlarımdan biri öğrenir öğrenmez "ev bomboş duruyor, anahtar komşuda al, gir istediğin kadar kal" diyen jet hızında bir mesaj çekti taa londra'dan.

    bir başkası avukat dedi istediğin an. bir başkası iş dedi hatta "düşünüyorum, ne yapabilirsin diye 3 gündür, istersen buraya gel" dedi. tabi ki istisnalar vardır ama insanlar her yerde tanışıyorlar her yerde arkadaş, dost, sevgili olabiliyorlar. iyi insanlarla, kötü insanlarla karşılaşma ihtimali her yerde var. bu ihtimal galiba sizin ne aradığınızla da alakalı.

    sonuç olarak şu ana kadar, gerçek hayatta karşılaşıp, dost olduğunu zannetiğim kadar zarar görmedim henüz hiç birinden. demek ki o kadar da kötü bir şey değil.

  • klasik bir tool albümüdür. hiç risk alınmamış. başkaları ne düşünür bilmem de benim takdirimi kazanmıştır. tool, dinleyicisine istediği müziği vermiş. pekala kadirşinas bir tutum. bunca yıllık beklentiden sonra opeth'in son üç-dört albümdür yaptığı tarzda slow işler çıkartsaydı ihanete uğramış hissederdik. ne istediysek vermişler. nasıl tool şarkısı yazılırsa öyle yazmışlar işte. sindirince daha bir yerine oturacaktır.

  • ırkçı değil gerçekçi yaklaşım.

    ırak'a, suriye'ye ve afganistan'a bakıp da aynı tehlikenin türkiye'ye sıçramasından endişe ettiği ve buna bir önlem alınması gerektiği için ümit özdağ böyle konuşmaktadır.

  • öncelikle allah rahmet eylesin.

    ama ne kadar duayen gazeteci, ne kadar örnek gazeteciydi bilemem.
    zira 14 aralık 2004 g-mall yangını'nda yaptığı habercilik ile kendi kalitesini herkese ispatlamıştır.

    sinemada yangın çıkmış, insanlar içeride mahsur kalmış ve yoğun dumandan etkilenmişler.
    itfaiyeciler sinemada mahsur kalanları tahliye etmeye çalışırken rahmetli savaş abimiz olay yerine bir minibüs ile ulaşıyor ve ulaşır ulaşmaz minibüs içinden her yeri siyah boyalı olarak çıkıyor ve başlıyor kamera kaydetmeye...
    olaya şahit olan itfaiyeciler şaşkın zira adam minibüsün içinden çıkıp itfaiyecilere "içeride durum çok kötüydü tahliye neden gecikti" gibi sorular soruyor ve itfaiye amiri kendi işine bakmasını söyleyerek tersliyor abimizi.
    tabii rahmetli gidiyor bu sefer başka kimselere, içeriden çıkan insanlara, durum çok kötüydü ne hissediyorsun diye soruyor, birisi "aa savaş abi sen içerdemiydin ben görmedim" diyor.
    bunların hiçbiri yansımadı kameralara...
    ama yangın güvenliği ile ilgilenenler, itfaiyeciler kendisinin programını seyredince hemen anlıyorlar düzmeceyi...
    çünkü; sinemadaki yoğun dumana maruz kalmış herkesin ağız ve burun bölgeleri havadaki nem ile beraber nefes alıp verdikçe is yüzünden simsiyah olmuşken sadece savaş ay'ın ağız bölgesi bembeyaz ve yüzünün her yeri sıvama usulü simsiyahtı...

    bu olay ayyuka çıktı, savaş ay önce yalanladı, sonra itiraf etti.

    işte böyle bir haberciydi, olmadığı yerde varmış gibi davranarak insanlara düzmece şekilde haber ulaştıran...

  • ekşi sözlük'ü ilk gün kodlayan adam olmak dışında 16 yılı aşkındır ekşi sözlük'ün yöneticisiyim. yönetici derken her anlamda: sitede admin, yazılım ekibinde yönetici, yönetim kurulunda başkan, sokakta beyefendi, mutfakta aşçı vesaire. 16 yılda ekşi sözlük türkiye'de en çok ziyaret edilen üçüncü yerel web sitesi olmaya kadar yükseldi. her ay 21 milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor. üstelik yabancı sosyal mecraların yükselişinden de etkilenmedi. tam tersine onları kapsamadığı bir alanda bambaşka bir form ve dinamikle devam ediyor.

    2004'te abd'ye microsoft'ta çalışmaya gittikten kısa bir süre sonra firmanın tüm idaresi benim yokluğumda ortağım başak purut'un üstüne kaldı. 2009'da geri dönene kadar o atıl haliyle ayakta tuttu. 2010'da sözlüğü yenilemeye giriştiğimizde ise ben hem daha çok keyif aldığım hem daha tecrübeli olduğum teknik konulara eğildim. milyonlarca insanın istifade ettiği 11 yıllık bir mirası dönemin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırma yükünü sırtlandım. bu konuda iyi çıkardığımız işler olduğu gibi sonuçtan sizin gibi bizim de memnun olmadığımız kısımlar oldu. ama sonuçta ekşi sözlük 2015 itibariyle gelişimini ve popülaritesini yitirmeden büyümeye devam ediyor.

    bu dönemde, yani son 6 yıldır, ekşi sözlük'ün iş strateji ve modellerini pratik olarak başak üstlenmiş durumda. yapısal yeniliklerin kayda değer kısmı da kendisinin projeleridir. siyasi liderlerin reddit tarzı ama oturumları bunun en son örneği.

    yillardır konuşmalarımda ve röportajlarımda ekşi sözlük'ün ben olmadan devam edebilmesinin en büyük hayallerimden olduğundan bahsettim. bunun bir noktasında manzarayı bensiz hale getirmek elzemdi. hem bu hem de bazı yeni projelere odaklanma sebebiyle ekşi sözlük'ün sahibi ekşi teknoloji ve bilişim a.ş.'deki yönetim kurulu üyeliği dahil olmak üzere tüm yöneticilik görevlerimden ayrılmış bulunuyorum. sadece çok uzun zamandır yazarlara borçlu hissettiğim ve tasarımını tamamladığım bir api meselesi var. onunla ilgileneceğim.

    yönetimi başak purut'a devrediyorum. başak ekşi sözlük'ü yakından tanıyor, dinamiklerini biliyor. "adam yiyor ama çalışıyor". başak'la ekşi'nin yüzleşmesi gereken en önemli iki değişimin nitelikli içeriğe erişimin kolaylaştırılması ve yazar onayı için yıllarca sırada beklemenin düzeltilmesi olduğunda mutabıkız. onun da bu iki problemi çözme konusundaki kararlılığını biliyorum.

    takip edenlerin bildiği üzere ekşi sözlük benim için hala bireysel içerik paylaşımlarım için en favori ortamım. 50 bin entry sonra kullanıcısı olmaktan hala çok memnunum. sadece bir paylaşım platformu değil, şahsi hafıza olarak da çok istifade ediyorum. kullanıcısı olarak bir yere gitmiyorum. buradayım.

    tldrkelam: bir sedet yönetiminin sonuna, yeni bir dönemin de başına gelmiş bulunuyoruz.

    not: bu entry'yi uçaktan yolluyorum. uçaktan entry girmek ilk kez yaptığım bir şey değil (bkz: #9353774) ama hala bilimkurgu gibi.

  • önceden terkokuyorsun ve kokuyorsun gibi siteler vardı. artık yalan olmuş. oraya kokan kişinin mail adresini girerdiniz. site de yerinize anonim mail atardı. bunları ikame edecek siteler var mı diye bakındım ama bulamadım malesef.

  • 16 maç ceza yemiştir. pfdk kırk yılda bir doğru karar vermiştir. emsal bir karar olacaktır ayrıca.

    emsalliği sadece hakemi itip kakma değil, arkasını birilerine dayayıp 'adamcılık' oynayanlar için de geçerli olmasından ötürüdür.

    ekleme: yallah katar'a.