hesabın var mı? giriş yap

  • 5 yıl önce bizzat mehmet şimşek'e söylemiştim. daha şimdi mi akılları başlarına geldi. hehe.
    https://twitter.com/…slek/status/104788887444008960

    11 yıldır casino sektöründeyim. 2005'te kıbrıs'ta başladım. kurpiyerliğe girince önüm açıldı, hayatım değişti. hatta bir dönem istanbul'da büyük illegal kumarhanelerde işletmecilik bile yaptım. şu an 11 casinosu olan bir grubun satış pazarlama müdürlerinden biriyim. istanbul'da yaşamayı sevdiğim için istanbul'da holding ofisindeyim uzun zamandır, haftasonları ve yogun dönemlerde gidiyorum kıbrıs'a casinolara, o da eğer çok müşterim varsa...

    diyeceğim şu ki bu sektördeki dünya çok farklı. türkiye'den her haftasonu kıbrıs'a, bulgaristan'a, gürcistan'a, karadağ'a, belarus'a, las vegas'a giden binlerce kişi var. bunların en az oynayanı 5.000 usd kumar oynamakta (yoksa kumarhane misafir olarak kabul etmez) bir gecede yüzbinlerce dolar verenler de var tabi. sadece benim kendi portföyümün son 1 yıldaki net kaybı 2 milyon doların üstünde. bu şekilde ülkeden bir yılda çıkan milyarlarca dolar haricinde; türklerden daha büyük miktarlarda kumar oynayan arapların, iranlıların ve yeni zengin ırak kürtlerinin kıbrıs'a daha fazlasını kazandırdığını söyleyebilirim.

    1998'de türkiye'de kumarhaneler kapatıldığında 50.000 kişi işsiz kalmıştı. şu an türkiye'de casinolar açıldığında sağlayacağı istihdam ve döviz girişinin ülkeyi ne derece ihya edeceğini tahmin bile edemezsiniz.

    ekşi sözlükte pek çok arkadaşa yardımcı da olmuştum bizim sektörümüze girmeleri için. ülkemizde güzelim üniversite mezunları 2bin lira maaşa iş bulamazken casinolarda en kötü garson 3bin lira maaş alıyor. ortada böyle bir fırsat varken değerlendirilmeli.

    ayrıca buraya gelip de ''kumar süründürür'' diyen çok bilmişlere şunu söylemek isterim. sizin o bildiğiniz süründüren kumar şu an türkiye'de her köşede dar gelirlilerin 300-500 lirayla oynayacağı tombala , zar , çanak varvar gibi pis kumarlar var. bunları oynayanlar kazanma ihtimali olan paraya ihtiyacı olan dar gelirliler. buralarda insanlar borçlandırılıyor. zorla tahsilat yapılıyor.

    casino kumarı belli sistemleri olan, dar gelirlilerin istenmediği, kimsenin borçlandırılmadığı, kimseye zorla tahsilat yapılmadığı yerler. ve buralara gelen kişiler buradan para kazanıp kendini rahatlatma derdinde değil. bunlar zaten kaybedeceğini bile bile eğlenmeye geliyor. kendisini etkilemeyecek miktarda parayla oynuyor. adam milyon dolarları var. ticari zekasıyla senin gibi binlerce işçi çalıştırıyor. bu adam senden benden daha iyi akıl eder kumarda batmamayı merak etme. 11 yılda hiç görmedim kıbrısta kumar yüzünden batan.
    batan 3-5 salak olursa da batsın amk, bu sektörle öbür yandan 200-300bin kişi ekmek yiyecek.

    debe editi: debe editinin de, yapanın da , teklif edenin de... bıktırdınız ya...

  • korku, şüphe ve güvensizlik, insanların bütün hayatını şekillendiren, insanı her türlü akıl dışı komplo teorilerine sürükleyen, yeri geldiğinde koruyan, yeri geldiğinde icatlar bulduran, hayatının akışını da değiştiren ve yeri geldiğinde dış dünyadan soyutlaştıran olgulardır.
    ilişkilerde de bu hislerin tesir etkisi, genelde duyguları daha fazla ve yoğun olan kişiyedir. eğer kişinin geçmişinde içinden çıkılması zor deneyimler ve tecrübeler var ise, bu etki katlanarak büyür. tabi karşınızdaki kişinin yani partnerinizin negatif biri olması durumunda da bu hisleri yaşayacağınız için, bu sizin geçmişinizin arızalı olduğu anlamına da gelmez. bu konuları birbirinden ayrı tutmak gerekir.
    zira;
    ''kendinize depresyon ya da itibar kaybı teşhisi koymadan önce, çevrenizdekilerin aşağılık insanlar olmadıklarından emin olun !..'' demiş, william gibson.

    bir ilişkide de şüphe ve korku içerisinde iseniz, bu illaki sizin; duygusal yoksunluk şemanızda veya diğer şemalarda giderilmesi gereken arızalarınız olduğu anlamına gelmez. sadece yanlış bir kişiye denk gelmiş olabileceğinizi de bilin...

    kaybetme korkusu, ya hiç bir şey başaramayan ya da sürekli kazanmak isteyen bir insanın yaşadığı negatif olumsuzluktur. bu da kaybetme sendromuna sebep olur.
    esasen, hiç kaybetmemiş bir insanın, gerçekten kazanmanın ne olduğunu da bilemesi de zordur. kazanmayı sadece bir metaya dönüştürmek, onun dışındaki seçenekleri görmezden gelmek, anlamamak aslına bakılırsa kazanmak değildir. böyle durumlarda eline bir şey geçmeyen kişi genelde yıkılır, çünkü kaybetmeyi sonsuzluk sanır, halbuki kaybetmek başlangıçtır. buradaki sorun da aslında bakış açısıdır. günlük hayattaki hırslarınızı ve ihtiraslarınızı ilişkinize yorarsanız, kaybetme korkusunu orada da yaşarsınız.

    korku, şüphe ve güvensizlik hislerini yoğun olarak barındırmak, aynı şuna benzer;
    sizi, demir parmaklı bir pencerenin arkasından dünya’yı izlemeye sevk eden,
    ama aynı zamanda sizi o parmaklıklar arkasında da koruyan bir histir. buna rağmen sizi ürkütücü ve içerisinden çıkılamayacak paronayalara sevk eder.
    parmaklıklar arkasında izlediğiniz ama yaşayamadığınız bir dünyanın tercihiniz olması, sizi ne kadar mutlu edecekse, bu hisler ile yaşamakta sizi o kadar mutlu edecektir!
    demir parmaklıklar sizi bugüne kadar ne kadar koruduysa, bundan sonrada sizi ancak o kadar koruyabilecektir. güvensizlik ve şüphe sizi sadece hapseder.

    bu hisler, bir şeylerden uzaklaşarak korunma içgüdüsü olabilir ama bünyeyi korkulan duygulara karşı da en zayıf hale getiren duygulardır. bu hislere ne kadar kucak açarsanız, o kadar katlanarak büyür. bu korunma içgüdüsü, sevgiden ürperen, ondan uzaklaşmak için yerli yersiz bahaneler arayan kişilere dönüştürür bizi.

    bu hisler, ikili ilişkilerde ve günlük hayatta genelde aşağıdaki tanımlara sebep olmaktadır

    mutsuz olma hissi/korkusu
    olayların dışında kalma hissi/korkusu
    birini kaybetme korkusu
    sevgiliden ayrılma korkusu
    sevgilinin sizden ayrılma korkusu
    aldatılma korkusu
    kontrol edilme korkusu
    tehlikede olma korkusu
    başaramama korkusu vs…………. şeklinde uzar gider.

    tüm korkularımızın arkasında güvensizlik ve şüphecilik yatar. bu hisler esasen aileden gelen ve zamanla bu duygulara sahip çıkılması ile katlanarak büyüyen bir olumsuzluktur.
    herhangi bir olumsuzluk anında gösterilen genel refleks eğilimi ise direk olarak savunmaya geçmektir. çünkü böylece kaybetmek yerine uzaklaşma psikolojisi ile sağlam bir pozisyon aldığımızı düşünürüz! kontrolü sağlamak, bize güven verir sanırız.

    bunları yaparken aslında güçlü kalmak ve kendimizi daha güvende hissetmek isteriz. genel olarak algılanan ve yaşanılan hisler;

    güvenmek zayıflıktır
    şüphe sonuca vardırır
    sevmek zayıflıktır
    kaybetmek zayıflıktır
    kendini bırakmak zayıflıktır
    peşinden gitmek zayıflıktır
    derdini anlatmak zayıflıktır
    hislerini paylaşmak zayıflıktır diyerek;

    sevgini gizlersin
    kaybetmemek için, sahiplenmezsin
    kendini bırakmamak için sürekli olumsuz bahaneler bulursun
    peşinden gitmek yerine, köşende nefretle sebepler ararsın
    hislerini paylaşmaktan ve yaşamaktan bile korkarsın...

    çünkü, bahane bulmak ve onların arkasına sığınmak daha kolaydır. bünye zaten olumsuzluk ile yaşadığı için kendini orada daha huzurlu bile sandığımız olur!

    tüm bunları kontrolü elde tutmak için yaparız. halbuki bazı şeyler kontrollü yaşanmaz. karda ve buzda kontrollü yürümek size sadece tedbir aldırır ve küçük küçük adımlar ile hareket etmenizi sağlar, bu düşmeyeceğiniz anlamına gelmez. halbuki, karda ve buzda en çok zevki ve eğlenceyi kontrolsüzce kayarak yaşarız. bir tarafınızın kırılacak olsa bile bu riski almaya değeceğini bilirsiniz. güvensizlik ve şüphe; hem heyecanı öldürür, hem de ilişkilerdeki motivasyonu düşürür.

    kaybetme korkusu, insanın içine öfke, nefret ve kazanma hırsı ile çeşitli yanlışlar yaptırma seçeneklerini de ekler. kişi hayatın hiç bir noktasını ayırt edemez hale gelir. ne günlük hayatta, ne de özel hayatında bir ayırım yapamaz.
    kişi kaybedeceğini düşünmeye başladığı an, partnerine karşı elini güçlendirecek, içinde ki savunma mekanizmasını harekete geçirecek sebepler aramaya başlar. bunları bulduğunda yapacağı şey, genelde kontrolü ele aldığını düşünerek negatif yönde karar vermek olur. yani ilişkiyi bitirip gitmek isteyen kişi olduğunu düşünmek ona yine bir kazanma hissi yaşatır! ama asıl sebep kaybetme korkusudur. bunu destekleyen faktörler de güvensizlik ve şüpheciliktir.

    ilişkilerde kaybetme korkusu, güvensizlik ve şüphecilik aşağıdaki 4 durumda ön plana çıkar.

    aldatılma korkusu
    sevgiliyi kaybetme korkusu
    sevgilinin sebepsizce ayrılma korkusu
    kontrol sağlayarak ayrılma korkusu

    aldatılma korkusu genel itibari ile güvensizlik ile alakalıdır. geçmişten gelen deneyimler ve ebeveynlerin kişiye yeterince özgüven aşılamamasından kaynaklıdır. bunu yaşayan kişiler en sağlıklı ilişkileri bile berbat etmek için elinden geleni yapar.

    sevgiliyi kaybetme korkusu bu 4 seçenekten en makul olanıdır. tam olarak sevgili ile alakası yoktur. insan, bir olayda kontrol sahibi değilse genel olarak bir huzursuzluk ve endişe halinde olur. yukarıda da saydık, temel bir yönelim haline gelen bu fikri sevgiliye yorduğunuzda, içinden çıkamayacağınız bir dehşet durumu yaşıyorsunuz. ama size sadece bilinmez duygular ile bağlı olan bir kişiyi kaybetme korkusu normaldir. hatta bu ilişki içinde insana bir motivasyonda sağlar. ama bu hislere güvensizlik ve şüphe eşlik ederse anormalleşir. buradaki güvensizlik ve şüphe, ilişkinin gidişatı ile ortaya çıkar veya çıkmaz. alt yapısı ilişkilerdeki dinamiklerdir.

    sebepsizce ayrılma korkusu özgüven eksikliğini işaret eder. süreli olarak bazı şeyleri yanlış ve eksik yaptığınızı/yapıldığını düşünmenize sebep olan bir bilinç altı pozisyonudur. yani korkuyu tetikleyen faktörler aslında diğer kişilik özelliklerinizin oluşurken yarattığı tahribattan ileri gelmektedir. bunda da sürekli olarak güvensizlik ve şüphecilik vardır. ama bu sonradan başlayan bir güvensizlik ve şüphecilik değildir, kişinin ikili ilişkilere başlaması ile ortaya çıkar. yaşanılan hisleri kendine fazla görme, öz güven eksikliği ortaya bu duyguları çıkarır. sürekli olarak karşı tarafın gideceği kurgusu üzerine yoğunlaşır. kendisini unutur ve varsa yoksa karşı taraf vardır ve bir gün biri gidecek ise, o da karşı taraftır!
    bir nevi (bkz: eziklik psikolojisi) olarak baş gösterir. karşı tarafa, aşırı değer verme veya fazla değer gördüyse, değersizleştirme noktasına kadar da gidebilir.

    kontrol sağlayarak ayrılma korkusu kazanmak üzerine kurduğunuz bir inşaatın temelsizce çökmeden önceki halini koruyabileceğinizi düşündüren ve en yanlış seçenektir. yaşama ihtimaliniz olan mutluluğu, kazanma içgüdüsü ile kendi elleriniz ile yıkmak anlamına da gelir. bir panik, kriz ve yanlış anlaşılma halinde hızlıca karar vermenize neden olur. aşırı derecede güvensizlik içerir. yapılan ve söylenen her şeyin size kasıt yapıldığını düşünmenize sebep olur.
    kendince başa çıkılmayacak bir durumu engelleme çabasıdır. kontrolsüz kaybetme korkusundan başka bir şey değildir. korkularınız yüzünden, size değer veren insanları da görmenize engeldir. her an tetikte beklemenize sebep olur. negatif düşünceler bu noktada başlar. buradaki korkunun sebebi ise kontrolsüzlüğe olan tahammülsüzlüktür ve bu seçenekte güvensizlik ve şüphe ilişkiden bağımsız kişinin geçmişinden gelir. genelde aileden gelen bir güvensizlik temeline dayanır.

    güvensizlik ile ilgili bir psikolog tarafından yazılmış basit ve anlaşılır bir makaleyi de buraya ekleyelim, göz gezdirebilirsiniz.
    güvensizlik problemi

    yaşanılan bu üçlü kombinasyon hiç bir ilişkide mutlu olmanıza izin vermez. sürekli olarak kendinize negatif sebepler bularak uzaklaşma eğiliminde olmanıza yada yine aynı senaryoda kendinizi üzmenize neden olur.
    sürekli olarak, paronaya, endişe, huzursuzluk ve kaygı bozuklukları ile yaşamınızı sürdürmek zorunda değilsiniz. güvensizlik tüm bunları besler ve sizi koruduğunu sandığınız bu temel nitelikler, aslında sizin yaşamınıza engel olur ve sizi zayıflatır.

    deneyimlerimizin bize yaşattığı haz ve olumsuzlukları iyi ve kötü olarak adlandırmak yerine, tüm deneyimleri hayatın bir parçası olarak ele almak, insanın ilerlemesine ve gelişim sürecine büyük bir katkı sunacaktır.

    özünde bizim yok saydığımız her şey aslında şuan nasıl davrandığımızın kanıtıdır. yani tüm davranışlarımız aslında bizim yok saydığımız, inkar ettiğimiz elementlerden oluşur. biz bunun farkında olmasak bile, çevremizdeki insanlar bizi tarif ederken, bizim yok saydığımız davranış ve duyguları belirterek tarif edecektir.
    yani bizi biz eden şey korkularımız ve şuan ki davranışlarımızdır. farkında olmadan kazanmak yerine kaybettiğimizi de göz ardı etmemek lazım.

    birilerine güvenmek ve şüphe duymamak elbet yeri geldiğinde bize çok şey kaybettirebilir, ama aşırı derecede güvensizlik ve şüphe kesinlikle kaybettirir.

  • hayal dunyanizda utopik bir sehir olsun ve o sehri cok seveceginizi, tam da boyle bir yerde yasamak istediginizi dusunun. sonra bu utopyanizdaki sehrin guzelliginin 100 kat guzelliginde bir yerin oldugunu hayal etmeye calisarak beyninizi zorlayin. iste tam orasi burning man ya da sehir adiyla black rock city.

    cep telefonunun, elektrigin, suyun, teknolojinin ve en onemlisi paranin olmadigi bir yer burning man. bir festival degil, bir kamp alani degil. cok daha otesi. herkesin yemegini, icecegini, yatagini, sanatini, kiyafetini kisaca herseyini ucretsiz paylastigi, herkesin birbirine karsi insancil yardimsever oldugu bir yer orasi. hayatimda kendimi en guvenli hissettigim en cok eglendigim yer ayni zamanda.

    2013 nufusu 68 bindi, 28 yildir duzenli olarak her sene artan bir nufusu var. kurallar insan sayisiyla her sene artsa da ozgurlugun en ileri duzeyde oldugu sehir orasi. burada ne kadar yazarsam yazayim, ne kadar anlatirsam anlatayim, ne kadar hakkinda video izlerseniz izleyin gitmeden hayal edemeyeceginiz kadar olaganustu bir yer. gunun 24 saati her saniye binlerce etkinlik var. her turlu muzik konserinden, degisik konseptli partilerinden, spor musabakalarindan, sanat arabalarindan, resim sergisinden, yogasindan, yarislarina kadar surekli her yerinde farkli bir etkinlik var sehrin. bir hafta boyunca hic uyumazsaniz yine cok seyi kacirdiginizi dusunebilirsiniz. cok cok buyuk sanat eserleri var sehrin her yerinde ve hepsi sifir para gozetilerek sadece gonullu olarak bu sehir icin yapilmis.

    28 yildir duzenlenen etkinlikte bebeginden, cocuguna, yaslisina gencine her kesimden cok fazla insan var. bu sehirde dogup buyuyup her sene katilan binlercesi var. sehirde nikahini kiyan, cocugunu doguran, torunuyla gelenler var. bu sehirde normal hayatta olmayacak her turlu guzellik var. bu sehirde sasirma diye bir duygu yok. cunku hersey dunyadan farkli ve herkes kendisini kisiligini hicbir cevre baskisi gozetmeden istedigi gibi yasayabiliyor. elglence de burda, ozgurluk de burda, cilginlik da burda, insanlik da burda, paylasim da burda. olabilecek en olumlu sifatlarin hepsi birlesip burada toplanmis. normal hayattaki sacmasapan binlerce davranisin, aliskanligin, olayin ne kadar anlamsiz oldugunu daha bir iyi anlayabilirsiniz bu sehirde.

    bu kadar guzelliginden bahsettikten sonra bundan sonra gidecekler icin de ufak tavsiyeler vereyim de yardimim dokunsun. bu sehre hiçbir şey goturmeyip, elbise bile giymeyip giderseniz hic sorunsuz guzel bir hayat yasayabilirsiniz o bir hafta boyunca. fakat tabi herkesin kendi ihtiyacini ve paylasim adina baska ihtiyaclari da goturmesi beklenen durum. temel ihtiyaclar zaten internette her yerde bulunabilecek seyler. su, gaz maskesi, deniz gozlugu, el feneri, renkli kostumler, cadir, uyku tulumu vs.. bunlar disinda en temel ihtiyac bisiklet. sehrin simgesi bisiklet cunku. sanat arabasi olmayan herkesin bisikleti var sehirde. yurumek cunku zor o buyuk sehirde, bisikletiniz olsa bile cok yuruyeceksiniz. olmadigi durumda dusunemiyorum. sehirde herkesin gecici kullanabilecegi bisikletler var o isinizi gorecek. cogu tematik kampta banyosundan, mutfagina kadar her turlu ihtiyac var, o kamplarin coguna festival oncesi kucuk bir ucret karsiligi kaydolabiliyorsunuz. kolonyali mendilden, sprey suyuna, gatorade icecegini ve konserve yemekleri bol bol alirsaniz temizlik/yemek/icmek gibi en temel sikintilarinizi bir hafta boyunca hic yasamazsiniz. zaten belli bir esik noktasi sonrasi hicbir seyi kafaya takmadginizi ve her turlu ortama uyum sagladiginizi farkedeceksiniz. normal hayatta uykucu da olsaniz orda sehrin buyusu ve guzelligine kapilip hic uyumayadabilirsiniz. kendinizi birakin, rahat olun, plan yapmayin, bir suru yapilacak, gezilecek, gorulecek sey sizi bulacak zaten, cekinecek, korkacak hicbir durum yok. gercek hayattaki onceliklerinizin, aliskanliklarinizin pesinden gitmeyi birakip cok olumlu degisimler kazanacaksiniz sonunda, bunu bilerek o anlarin tadini cikarin.

    burning man'in kotu yanlarina gelince, yilda bir kez yapiliyor ve sadece 8 gun suruyor. ilk 5 gunu artarak dinamiklesen sehir, son 3 gun azalarak bosaliyor ve sessiz bir yere donusuyor. burning man sonrasi normal hayata, ayni sacmaliklara, sikintilara, ozellikle is hayatina donmek cok pis koyuyor. bir de 2014 burning man icin daha 350 gun kaldigini bilmek en uzucusu. bir sene boyunca internetten fotograflarina bakarak hatirlayarak kendimi teselli edecegim. simdiden seni cok ozledim burning man...

  • şaka maka gözlerimin dolmasına sebep olan açıklama. 25 sene önce okumaya başladım. disiplinli bir okuldu. hayata karışamadım. sokakta fazla vakit geçirebilen bir çocuk değildim. bana kalırsa pek de çocukluğumu yaşayamadım. burjuva tipi sosyal aktivitelerle geçti ömrüm. okula gittim. kursa gittim. yabancı dil öğrendim. sınavlara girdim. iyi derecede ofis programlarına hakimim. presentabl denen bir sıfat var ya hani, onun kelime karşılığı olacak şekilde yetiştirildim. sebebi iyi bir işe girmekti, iyi para kazanmaktı, hayatım, ailemden gördüğüm gibi devam etsin diyeydi hepsi. artık ne için uğraştığımı, neden bir çocukluğum olmadığını, neden hayatımın hiçbir noktasının tadını tasasız biçimde geçiremediğimi bilmiyorum. bana harcanan para bankaya koyulmuş olsaydı, şu anki gelirimin onlarca katını alıyor olurduk. milyarlar... hepsi çöp. bu ülkede bi boka yaramıyor eğitimli ve kültürlü bir insan olmak. kimse, aa maaşallah yavrumuz da ne kadar insaflı ve merhametli demiyor. herkes paranın ve gücün önünde ceket ilikliyor.

    niye okuduk, niye senelerimi çaldınız el birliğiyle? sağıma bakıyorum cahil, soluma bakıyorum cahil. kimse de aa ne cahil adam demiyor.

    deliler, cahiller ve ölüler... öylesine mutlular ki! yalnızca çevrelerindekiler acı çekiyor.

  • cem yilmaz'in insanoglundan her gecen gun biraz daha nefret etmesinin disa vurumu olan film.

    adam nasil nefret ettiyse cevresindeki cahilinden de, okumusundan da, sosyetesinden de, koylusunden de...

    yardirmis.

    inanilmaz bir hikaye anlatimi var bayiliyorum ya.

    --- spoiler ---

    kendini merkeze koy, kendini merkeze koy...kimim ben ? belki gotun tekiyim, niye merkeze koyuyorum?
    --- spoiler ---

    ahahah tek cumlede butun yasam koclari ve sosyal medya psikologlarinin icinden gecmis abimiz.

  • dün akşam izmir'de hem hayran bırakan, hem de umut aşılayan dev adam. 2 yıl felsefe, 2 yıl da hukuk eğitimi aldığını ama iki fakülteyi de yarıda bıraktığını, anlayacağınız düz lise mezunu olduğunu anlattı. bir insanın kendini yetiştirmesinin en güzel örneklerinden biriydi. kurduğu cümleler, kullandığı sözcükler, 80 yıllık yaşamından damıtıp da dile getirdiği düşünceleriyle yüzlerce insanı büyüledi. sorulan sorulara içtenlikle yanıt verdi. biz paradigması neden önemlidiri anlattı. bireyselciliğin bugün ulaştığı noktadan olan rahatsızlığını dile getirdi. afad'ın yine "sel geliyor!" diye attığı sms'lere inat hava güzeldi, o kadar sağnak yağış uyarıları yapılırken o güzel insanın hatırına bir damla bile düşmedi dün gece.

    "en az 500 eserin usûlünü vurarak söylemeniz gerekir derler. ben o donanımda değilim, nota da usûl de bilmem. ben ses sanatçısı değilim, ben ses sanatçılarını taklit eden biriyim." dedi içtenlikle. oysa sesine, bilgisine, görgüsüne bakmadan türk sanat müziği albümü çıkartmış onlarcasından, yüzlercesinden çok daha iyi söylerdi bir plak doldursaydı.

    ben de sordum dün, "türk mizahına gırgır gibi, fırt gibi, ferhan şensoy ve nicesi gibi yön vermiş insanlardansınız. ismim hakan, çocukluğumdan beri insanlar bana 'hakan abi!' diye takılır. peki siz kime gülersiniz, sizi güldüren nedir?" diye. "en başta zeki alasya!" dedi, "az oyunla güldürmeyi başaranları da severim. mesela ingiliz mizahı hoşuma gider, peter sellers hayranıyımdır. o bir şey yapmadan da güldürmeyi bilir. şimdilerde büyük büyük oynanıyor ama mizah, tiyatro aynı zamanda ekonomik de olabilmelidir." dedi ve ekledi "tamam mı haakıııınaaaaaabiiiiiiii?!?"

    yıllar yıllar önce, daha 11-12 yaşlarında çocukken, izmir enternasyonel fuarı'nda, aşkolsun'da izlemiştim, neredeyse 40 yıl sonra yine aynı yerde sayenizde umutlarımı tazeledim, hiçbir şey için geç olmadığını anladım üstâdım. tanrım size sağlıklı ömür versin ve zekinizle cennette buluştursun umarım.

    ekleme: 80'ine gelmişken mahkeme koridorlarında süründürdüler bu adamı. dün sorulan sorulardan birine yanıtında dedi ki: "sanatçı dostlarım, çevrem tabii ki bana destek oldu. biz birbirimizi kollarız, bu doğal bir şey. ama sizlerin bana sahip çıkması beni çok mutlu etti. layığımdan çok daha fazlasını verdiniz siz bana, size olan bu borcumu nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum."

  • sıcak bir yaz gecesi, yazlıktayız...
    odamdayım uyku tutmuyor, vakit de geçmiyor, derken telefonuma bir mesaj "uyudun mu prenses?"...
    hemen cevap yapışıyor "uyku tutmadı, yanıyomm çok sıcak!"...
    ardından beklenen cevap öttürüyor telefonumu "odama gelsene"...
    yüzüme pis bir sırıtış dalga dalga yayılıyor ve en doğal halimle odasına dalıyorum...

    ablam benim yaa, uyumak bilmeyen bebesini nihayet uyutmuş ve sigarasını yalnız içmek istememiş..

    sonrasında bi mesaj daha geliyor "sessiz konuşun eşşolueşekler, torunlar uyuyor" *