628 entry daha
  • aşağıya isimlerini, yazarlarını falan yazdığım kitapların hepsini yan yana koyarsanız toplam uzunluğu hepi topu 91 cm oluyor.
    internetteki kitap satışı yapan sitelerden satın alırsanız ortalama 862,43 tl. tutuyor.

    yani bakın sadece bu kadarcık kitap için şöyle sizi üzmeyecek kitaplık modelleri var.

    http://i.imgur.com/muchowo.jpg
    http://i.imgur.com/mqltcip.jpg
    http://i.imgur.com/08ojyax.jpg
    http://i.imgur.com/xblwsb3.jpg
    http://i.imgur.com/1xc2lkh.jpg
    http://i.imgur.com/9vual2g.jpg
    http://i.imgur.com/hq9yvwh.jpg
    http://i.imgur.com/vxwhe0q.jpg
    http://i.imgur.com/rpa4vmw.jpg

    books v. cigarettes kitabında bu ince kitap vs kalın kitap için şöyle bir bölüm var:

    - "yayıncıların her iki üç yılda bir endişeye kapılmasına yol açan bir başka nokta ise, kısa öykülere rağbet olmaması. kütüphanecinin kendisi için kitap seçmesini isteyen neredeyse herkes 'kısa öykü istemiyorum,' ya da alman bir müşterimizin dile getirdiği biçimiyle 'küçük öykü arzulamıyorum,' diyor. nedenini sorduğunuzda, her hikâyede bir takım yeni karakterlere alışmanın fazla yorucu olduğunu söylüyorlar; ilk bölümden sonra artık düşünmeyi gerektirmeyen bir romanın 'içine girmeyi' seviyorlar."

    sonra bir de şu başlık içinde resmen tribünlere oynayan bebeleri görmek insanı hakikaten üzüyor,
    herifin bebesi tutmuş 600-700 sayfalık kitapları ince kitap diye yazmış ve bir de tutup kime göre neye göre ibaresini eklemiş.
    kime göre olacak olm, zekâna göre. daha ince kitap kalın kitap ayrımına varamıyor musun?
    senin ince kitabın 600 sayfaysa kalın kitabın herhalde bir 3.000 sayfa vardır.
    var mı öyle bir kitap?
    varsa kaç tane var?
    kaçını okudun?
    yani aslında demek istiyor ki, "ben çok sert okurum". bu söyleme inanan varsa helal olsun.

    ya neyse bırakalım bu dedikoduları, ben sizi birkaç tane ince kitap ile baş başa bırakıyorum, ufkunuzu açar mı, iki katına çıkarır mı bilemem...

    001 - 12,0 cm * 19,5 cm - 069 sayfa - 04,80 tl. - e'siz potkal
    002 - 13,5 cm * 19,5 cm - 120 sayfa - 08,00 tl. - 1339 ... or so an apology for a pedlar
    003 - 13,5 cm * 19,5 cm - 099 sayfa - 09,02 tl. - aramızdaki en kısa mesafe
    004 - 13,5 cm * 21,0 cm - 095 sayfa - 07,92 tl. - buf-i kur
    005 - 13,5 cm * 21,0 cm - 120 sayfa - 11,25 tl. - istanbul kriterleri
    006 - 13,5 cm * 19,5 cm - 190 sayfa - 13,50 tl. - zargana
    007 - 13,5 cm * 19,5 cm - 137 sayfa - 09,72 tl. - yazmak eylemi
    008 - 13,5 cm * 19,5 cm - 119 sayfa - 08,10 tl. - books v. cigarettes
    009 - 13,5 cm * 19,5 cm - 167 sayfa - 05,92 tl. - el llano en llamas
    010 - 13,5 cm * 19,5 cm - 147 sayfa - 12,30 tl. - engereğin gözü
    011 - 13,0 cm * 19,0 cm - 157 sayfa - 11,89 tl. - odin den ivana denisoviça
    012 - 13,0 cm * 19,0 cm - 126 sayfa - 10,66 tl. - sluchai na stantsii kochetovka
    013 - 11,5 cm * 18,5 cm - 080 sayfa - 03,96 tl. - angst
    014 - 13,5 cm * 21,0 cm - 133 sayfa - 07,40 tl. - les identites meurtrieres
    015 - 12,5 cm * 18,5 cm - 055 sayfa - 05,11 tl. - in der strafkolonie
    016 - 13,0 cm * 19,5 cm - 141 sayfa - 12,14 tl. - erken kaybedenler
    017 - 13,5 cm * 21,0 cm - 174 sayfa - 08,45 tl. - candide ve micromegas
    018 - 13,5 cm * 19,5 cm - 087 sayfa - 06,48 tl. - un cabinet d'amateur
    019 - 13,0 cm * 20,0 cm - 198 sayfa - 13,30 tl. - verbrechen
    020 - 13,5 cm * 21,0 cm - 127 sayfa - 09,10 tl. - pe strada mantuleasa
    021 - 13,0 cm * 19,5 cm - 118 sayfa - 05,53 tl. - waldo sen neden burada değilsin
    022 - 13,0 cm * 20,0 cm - 151 sayfa - 13,30 tl. - schuld
    023 - 13,0 cm * 19,5 cm - 110 sayfa - 07,20 tl. - der papalagi
    024 - 11,0 cm * 16,0 cm - 030 sayfa - 05,00 tl. - la voyage d'hiver
    025 - 13,0 cm * 19,5 cm - 166 sayfa - 13,20 tl. - precis de decomposition
    026 - 13,5 cm * 19,5 cm - 192 sayfa - 09,38 tl. - generation x
    027 - 13,5 cm * 19,5 cm - 125 sayfa - 11,48 tl. - ağır roman
    028 - 13,0 cm * 19,5 cm - 108 sayfa - 08,61 tl. - albayım beni nezahat ile evlendir
    029 - 13,0 cm * 19,5 cm - 154 sayfa - 08,00 tl. - man kan inte valdtas
    030 - 13,0 cm * 19,5 cm - 058 sayfa - 05,25 tl. - fakat müzeyyen bu derin bir tutku
    031 - 14,5 cm * 21,5 cm - 096 sayfa - 07,20 tl. - kompile hikâyeler
    032 - 14,5 cm * 21,5 cm - 125 sayfa - 11,34 tl. - one thousand mustaches
    033 - 13,0 cm * 19,5 cm - 104 sayfa - 10,80 tl. - un homme qui dort
    034 - 13,5 cm * 21,0 cm - 069 sayfa - 03,90 tl. - enchiridion
    035 - 13,5 cm * 19,5 cm - 151 sayfa - 08,00 tl. - laz kapital
    036 - 13,0 cm * 19,5 cm - 115 sayfa - 11,20 tl. - histoire et utopie
    037 - 13,0 cm * 19,5 cm - 154 sayfa - 11,60 tl. - kitab-ül hiyel
    038 - 13,0 cm * 19,5 cm - 167 sayfa - 13,20 tl. - muhteşem vahşi dünya
    039 - 13,0 cm * 19,5 cm - 152 sayfa - 12,14 tl. - bangır bangır ferdi açlıyordu evde
    040 - 13,0 cm * 19,5 cm - 143 sayfa - 11,07 tl. - el libro de arena
    041 - 13,0 cm * 19,5 cm - 087 sayfa - 08,00 tl. - quel petit velo a guidon chrome au fond de la cour
    042 - 13,5 cm * 21,0 cm - 128 sayfa - 09,38 tl. - hayal meyal
    043 - 13,5 cm * 21,0 cm - 160 sayfa - 08,14 tl. - kürk mantolu madonna
    044 - 13,5 cm * 21,0 cm - 134 sayfa - 09,38 tl. - kekeme çocuklar korosu
    045 - 14,0 cm * 21,0 cm - 158 sayfa - 10,40 tl. - a'mak-ı hayal
    046 - 13,5 cm * 19,5 cm - 072 sayfa - 06,56 tl. - l'infra-ordinaire
    047 - 13,0 cm * 19,5 cm - 124 sayfa - 10,66 tl. - olduğu kadar güzeldik
    048 - 14,5 cm * 21,5 cm - 089 sayfa - 07,20 tl. - soğuk sabun
    049 - 12,5 cm * 19,5 cm - 108 sayfa - 08,74 tl. - la fete de l'insignifiance
    050 - 12,5 cm * 19,5 cm - 073 sayfa - 07,22 tl. - theseus
    051 - 12,5 cm * 19,5 cm - 120 sayfa - 08,74 tl. - amerigo
    052 - 12,5 cm * 19,5 cm - 109 sayfa - 08,74 tl. - der tod in venedig
    053 - 12,5 cm * 19,5 cm - 170 sayfa - 12,92 tl. - die aufzeichnungen des malte laurids brigge
    054 - 12,5 cm * 19,5 cm - 067 sayfa - 06,40 tl. - the dead
    055 - 12,5 cm * 19,5 cm - 043 sayfa - 03,00 tl. - j'accuse...
    056 - 13,0 cm * 19,5 cm - 094 sayfa - 10,00 tl. - syllogismes de l'amertume
    057 - 13,5 cm * 21,0 cm - 094 sayfa - 08,00 tl. - la symphonie pastorale
    058 - 12,5 cm * 19,5 cm - 122 sayfa - 10,50 tl. - vierundzwanzig stunden aus dem leben einer frau
    059 - 12,5 cm * 19,5 cm - 108 sayfa - 09,88 tl. - la chute
    060 - 12,5 cm * 19,5 cm - 102 sayfa - 06,08 tl. - die verwandlung
    061 - 12,5 cm * 19,5 cm - 118 sayfa - 09,12 tl. - cronica de una muerte anunciada
    062 - 12,5 cm * 19,5 cm - 055 sayfa - 07,22 tl. - novecento
    063 - 12,5 cm * 20,5 cm - 083 sayfa - 06,30 tl. - die gouvernante
    064 - 12,5 cm * 20,5 cm - 088 sayfa - 06,66 tl. - brennendes geheimnis
    065 - 12,5 cm * 20,5 cm - 069 sayfa - 05,92 tl. - phantastische nacht
    066 - 12,5 cm * 20,5 cm - 132 sayfa - 08,88 tl. - sobachye serdtse
    067 - 12,5 cm * 20,5 cm - 062 sayfa - 04,44 tl. - brief einer unbekannten
    068 - 13,5 cm * 19,5 cm - 096 sayfa - 06,75 tl. - işkenceci
    069 - 13,5 cm * 20,0 cm - 142 sayfa - 08,30 tl. - kodin
    070 - 13,5 cm * 21,0 cm - 075 sayfa - 04,44 tl. - zinde be-gür
    071 - 13,5 cm * 21,0 cm - 141 sayfa - 07,40 tl. - sırça köşk
    072 - 13,5 cm * 21,0 cm - 110 sayfa - 05,92 tl. - se katre hun
    073 - 13,0 cm * 19,5 cm - 092 sayfa - 09,02 tl. - kambur
    074 - 13,5 cm * 21,0 cm - 053 sayfa - 05,18 tl. - le voyage de hafez
    075 - 13,0 cm * 19,5 cm - 078 sayfa - 05,10 tl. - l'art et la manière d'aborder son chef de service pour lui demander une augmentation
    076 - 13,0 cm * 19,5 cm - 091 sayfa - 06,40 tl. - şinel
    077 - 12,5 cm * 19,5 cm - 104 sayfa - 08,74 tl. - cinque scritti morali
    078 - 12,5 cm * 19,5 cm - 075 sayfa - 05,70 tl. - skvernyj anekdot
    079 - 12,0 cm * 19,5 cm - 155 sayfa - 08,40 tl. - sokakta
    080 - 12,5 cm * 19,5 cm - 092 sayfa - 07,98 tl. - vukuf mütekerrir
    081 - 12,5 cm * 20,5 cm - 050 sayfa - 05,11 tl. - bartleby the scrivener
    082 - 13,5 cm * 19,5 cm - 216 sayfa - 09,75 tl. - fifteen dogs
    083 - 13,5 cm * 21,0 cm - 168 sayfa - 09,62 tl. - nine short stories
    084 - 13,5 cm * 21,0 cm - 165 sayfa - 07,40 tl. - yalnız seni arıyorum
    085 - 13,5 cm * 21,0 cm - 167 sayfa - 09,62 tl. - le premier siecle apres beatrice
    086 - 13,5 cm * 21,0 cm - 108 sayfa - 06,66 tl. - anayurt oteli
    087 - 13,5 cm * 21,0 cm - 198 sayfa - 08,88 tl. - the catcher in the rye
    088 - 13,5 cm * 21,0 cm - 151 sayfa - 07,40 tl. - franny and zooey
    089 - 13,5 cm * 21,0 cm - 155 sayfa - 07,40 tl. - aylak adam
    090 - 13,0 cm * 19,5 cm - 112 sayfa - 09,84 tl. - herkes herkesle dostmuş gibi
    091 - 13,5 cm * 19,5 cm - 197 sayfa - 17,60 tl. - la vie devant soi
    092 - 12,5 cm * 20,0 cm - 126 sayfa - 07,40 tl. - a modest proposal
    093 - 13,5 cm * 19,5 cm - 199 sayfa - 11,34 tl. - dias y noches de amor y de guerra
    094 - 13,5 cm * 19,5 cm - 188 sayfa - 12,30 tl. - the picture of dorian gray
    095 - 13,5 cm * 19,5 cm - 160 sayfa - 12,00 tl. - sult
    096 - 13,0 cm * 19,5 cm - 174 sayfa - 13,12 tl. - hikayem paramparça
    097 - 13,0 cm * 19,0 cm - 134 sayfa - 12,00 tl. - uzak
    098 - 13,5 cm * 19,5 cm - 069 sayfa - 04,38 tl. - ein hungerkünstler
    099 - 13,5 cm * 19,5 cm - 080 sayfa - 04,38 tl. - ein landarzt
    100 - 12,5 cm * 19,5 cm - 089 sayfa - 08,40 tl. - la casa de papel
    101 - 10,5 cm * 16,0 cm - 065 sayfa - 03,60 tl. - über die dummheit

    ......................
    ..................................
    ............................................
    .......................................................
    ...................................................................
    .............................................................................
    01 - e'siz potkal - ersin tezcan
    georges perec'in la disparition kitabındaki gibi "e" harfi kullanılmadan yazılan bir kitaptır. kitap içinde 5-6 tane bulmaca da vardır.

    bir intihar şekli olarak:
    - "bir çığa bağıracağım adını."

    02 - 1339 ... or so an apology for a pedlar - trevanian - 1339...ya da öyle bir yıl - bir sokak satıcısı adına apoloji
    trevanian'dan mükemmel bir masal kitabı.

    ağzı çok sıkı bir şekilde kelime yapan bir sokak satıcısı geceyi geçirmek için bire eve sığınır. ev ahalisi ise o gece kıyametin kopacağına inanır ve huşu ile dua etmektedir. sokak satıcımız çenesiyle alayının anasını laciverde boyar. çok güzel diyalogları vardır.

    - "bu dünyadaki en lüzumsuz adamım. yiyecek sıkıntısına düştüğümüzde feda edilecek ilk kişi ben olurum herhalde. ya da sevgi yokluğunda. ben azar azar her türlü yeteneğe sahip biriyim. zekiyim ama asla akıllı biri değilim. sözlerimde hiçbir derinlik yoktur hepsi kaçamak cevaplardır. sevecenimdir ama asla sevgi veremem. sadece eleştiririm, asla yaratıcı olmam. eğlenirim ama mutlu olamam. üzülürüm ama incinmem. çok konuşurum ama asla ne düşündüğümü belli etmem. her şeyle ilgilenirim, hiçbir şeye bulaşmam. büyüleyiciyimdir ama içten değilimdir. hile yapmakta üstüme yoktur! maddenin benim için hiç önemi yoktur, beni biçim ilgilendirir."

    - "ben konuşmaktan başka bir şey bilmeyen bir adamım, sen ise sağırsın. ne kadar olmayacak bir çiftiz!

    ama benim sağırlarla konuşmak ve dilsizleri dinlemek gibi bir marifetim vardır. biliyor musun, kafanın içindeki bu huzuru kıskanıyorum.

    03 - aramızdaki en kısa mesafe - barış bıçakçı
    barış bıçakçı'nın kısa kısa bölümlerden oluşan kitabı. bana göre en güzel kitabı. ufak bir çocuğun anlatımıyla insana sıkı bir nostalji yaptırıyor. hele erkekseniz daha da sarıyor.

    - "sonra öyle güzel utandı ki, her şeyi unuttum."

    - "bu dünyada hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi!"

    - "satranç oynadık. o düşünürken ben onu seyrediyordum. yüzünün çocuksuluğuna aykırı düşen boynunu ve satranç tahtasına doğru eğildiğinde ortaya çıkan göğüslerinin başlangıç çizgisini seyrediyordum. (ne yapayım nihan?)"

    - "oya ile ben yaşıttık. aylin ise daha beş yaşındaydı. odamın duvarına pastel boyayla yaptığı bir resmi asmıştım. 'nayli' diye imzalamıştı resmi. kâğıdın kenarından yazmaya başlayınca ismini sığdıramamıştı."

    04 - buf-i kur - sâdık hidâyet - kör baykuş
    zamanında iran'da yasaklı kitaplar arasında gösterilen, iran edebiyatından, içinde değişik tanımlamalara yer veren sadık hidayet kitabı. ince bir kitap olduğuna aldanmayın, duygu yoğunluğu bakımından kalın bir kitaba tekabül eder.

    - "kapıyı bir ölü ağzı gibi açık bırakmıştı."

    - "suya düşmüş de çamaşırları değiştirilen bir kız vücudunun diri eti gibiydi kum."

    - "bir salatalık gibi serinletici, hoş, buruk bir tat veren bacaklarını öptüm."

    05 - istanbul kriterleri - ibrahim paşalı
    yer yer sert dokundurmalar yapan ibrahim paşalı kitabı.

    onurlu isyankâr marcos bir söyleşide bir özeleştiri yapar:
    - "zira bu toplantı, bizi, solu hep sınırlamış olan çizginin ötesine geçmeye zorluyor. oysa sol, genellikle 'hayır, hayır ve hayır' demekle yetinir, ancak hiçbir şey önermez ve alternatif sunmaz."

    - "insanın zevkli dakikalar geçirdiği yerler vardır... paris ve londra, hayatta her zaman aşka ve medeniyete önem verdiğini söyleyen, başkalarına ahlâk dersi vermeyi çok seven ünlü fahişelerden sadece ikisidir. saraybosna yerle bir edilirken, milli kütüphane yakılırken, eşi bulunmaz kitaplar ve yazma eserler kül olurken, mostar köprüsü yıkılırken, saraybosna'da ordusu olmayan bir halk 1300 gün boyunca avrupa'nın dördüncü büyük ordusu tarafından bombalanırken avrupa birliği, unesco ve nato neredeydi? bin üç yüz gün!"

    - "kalsik batı müziği'yle dünyanın en iyi iki müziğinden biri olan klasik türk müziği'ni yasaklamasalardı, bu ülkede ezanlar makamıyla okunmaya devam edecekti."

    06 - zargana - hakan günday
    "hayat her omuza aynı ağırlıkta çökmez." lafını doğrularcasına yazılmış bir kitap. tam bir yeraltı edebiyatı klasiği.
    zargana adlı kahramanımız daha 12 yaşındadır ve evlatlık olduğunu öğrenir. öğrendikten sonra da hemen evi terk eder. bu sefer 4 kişinin tecavüzüne uğrar. olaylar gelişir...

    kitap jacques dutronc'un "hayat cinsel ilişki ile bulaşan ölümcül bir hastalıktır." sözü ile başlar.
    "batı hafifleşmek, doğu ağırlaşmak için kaldırdı kadehlerini."

    07 - yazmak eylemi - ferit edgü
    raymond queneau, bir olayı 99 farklı kişinin bakış açısı ile anlatır. ve bu ferit edgü'ye ilham kaynağı olur. sonra oturup kendisi bir olayı 101 değişik kişinin bakış açısı ile yazar. pek güzeldir, değişiktir.

    mevzu bahis olayımız ise kısaca:
    devrimci bir örgüt istanbul'da bazı dükkanlara girer ve dükkân sahiplerine gözdağı vererek kepenkleri kapatmalarını ister. eğer kepenk kapatmayan olursa cezalandırılacaktır. işte ferit edgü bu olayı 101 değişik kişinin ağzından yorumlar.

    uzun:
    - "acıyayım mı güleyim mi bilemediğim bir çocuktu bugün dükkânıma gelip, ertesi günü dükkânımı kapamamı isteyen..."

    bilinç:
    - "dükkânları açmamışlar bugün. iki kişi geliyor, iki yeni yetme, sağcı ya da solcu (çünkü amaç bir, yollar aynı), 'yarın dükkânı açamayacaksın' diyor, esnaf da açmıyor dükkânı."

    şaşkınlık:
    - "doğrusu çok şaşırdım. tüm dükkânlar kapalı! ihtiyaçlarımızı nasıl göreceğiz? manav kapalı! kasap bile kapalı! tüm dükkânlar nasıl kapalı olabilir?! şaşırmamak elde mi?!"

    militan 1:
    - "bana da görev verildi. örgütün aldığı bir kararı uygulatma görevi. benim gibi birçok arkadaşa da bu görev verilmiş olmalı. eylemimize aynı gün, aynı anda başlayacağız."

    dış basın:
    - "istanbul'da, dükkânlarını açtıkları takdirde şiddete başvuracaklarını bildiren bilinmedik kişilerin tehdidi karşısında birçok dükkân bu perşembe günü kapalı kalmıştır."

    telgraf:
    - "bizim caddeye büm tükkânlar kapalı stop anasistler tehdidi altıyız stop bizde kapadık stop."

    08 - books v. cigarettes - george orwell - kitaplar ve sigaralar
    sahafta çalıştığı zamanları, kitapçıda yaşadığı diyalogları, çocukluk yıllarını anlattığı, paris'teki bir hastanede yaşadığı sıkıntıları anlattığı bir kitap.

    hele kitabın başlarındaki yaptığı tespit bana "vay anasına yavv, tee eskidende mi varmış bu dallamalardan" cümlesini kurdurttu.

    - "sahafta çalışırken -sahafta çalışmıyorsanızbu mekânı kafanızda çekici yaşlı beyefendilerin uçsuz bucaksız deri ciltli kitap sayfalarının arasında gezindiği bir tür cennet olarak canlandırmanız ne kadar da kolay- beni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunurluğu olmuştu. dükkânımızın olağanüstü ilginç bir kitap stoku vardı, ancak müşterilerimizin yüzde onunun bile iyi kitabı kötü itaptan ayırt edebildiğinden şüpheliyim. ilk baskı züppeleri, edebiyat sevdalılarından daha fazlaydı ama ucuz ders kitapları için pazarlık yapan doğulu öğrenciler onlardan da çoktu; yine de en çok yiğenleri için doğum günü hediyesi arayan kafası karışık kadınlar geliyordu." (bkz: okumalık kitap)
    - "katolikler ve komünistler, karşıtlarının hem dürüst, hem de zeki olamayacağını varsayma konusunda birbirlerine benzerler."

    09 - el llano en llamas - juan rulfo - ova alev alev
    tam bir garibanlık, fakirlik, yokluk, yoksulluk kitabı. anlatılan kısa öykülerin hepsinde de bu satırbaşlarından izler var.

    - "asla cırcırböceği öldürmedim. felipa'nın dediğine göre, cırcırböceklerinin nefes bile almadan sürekli gürültü yapmalarının sebebi, araf'ta acı çekmekte olan ruhların haykırışları duyulmasın diyeymiş. cırcırböceklerinin tükendiği gün dünya aziz ruhların çığlıklarıyla dolacak ve hepimiz korku içinde kaçacak delik arayacakmışız."

    10 - engereğin gözü - zülfü livaneli

    17. yüzyıl osmanlısını bir hadımın ağzından anlatan zülfü livaneli romanı. zülfü livaneli'ye 1997 balkan edebiyat ödülünü kazandırmıştır.

    gün kavuşurken köye bir adam geldi ve peygamber olduğunu söyledi. köylüler adama inanmadılar, "ispat et!" dediler.
    adam karşılarındaki eski suru gösterdi ve "eğer bu duvar konuşur ve benim peygamber olduğumu söylerse inanır mısınız?" diye sordu.

    köylüler, "elhak, inanırız!" dediler.
    adam duvara döndü ve elini uzatarak, "konuş ya duvar!" buyurdu.

    bunun üzerine duvar dile geldi ve şöyle dedi:
    "bu adam peygamber değildir. sizi kandırıyor. peygamber değildir."

    latince lügatinde "ahit" kelimesi testamentum olarak yer alır. "eski ahit"e vetus testamentum, "yeni ahit"e ise novum testamentum derler.

    testamentum kelimesi, kadim bir geleneğe dayanarak, erkek husyesinin adı olan "testis" kelimesinden türemiştir. bu şaşırtıcı bağlantıyı kurmam kolay olmadı, ben de yıllarca merak edip erkek yumurtası ile kutsal kitapların ne gibi bir ilişkisi olabilir diye uzun uzun düşündüm, ama epey araştırdıktan sonra gerçeği buldum.

    kadim çağlarda, kudüs yöresinde yaşayan erkekler savaşa gidecekleri zaman bir daire olurlar ve birbirlerinin husyelerini tutarak yemin ederlermiş. insan bedeninin en duyarlı organı üzerine edilen yemin herhalde akıldan çıkmayacağı için, bu gelenekten testament, yani "testis üzerine edilen yemin" kelimesi türemiş. kutsal kitaplara da bu yeminin adını uygun görmüşler.

    hem bizim zekeriya sofrası dediğimiz şey de "zeker" yani "erkek organı"ndan türememiş miydi? "zeker"i, "bereket"in karşılığı olarak kullanmıyor muyduk?

    11 - odin den ivana denisoviça - aleksandr soljenitsin - ivan denisoviç'in bir günü
    askere gidenler bilir, askeriyede ahmet, mehmet, doktor, mühendis, fakir, zengin yoktur. orada siz sadece bir adet kafasınız. bir kişisiniz.

    ivan denisoviç adlı mahkûm kitapta bir numara olarak belirtilir ş-854

    çalışma kamplarındaki yaşanan zor şartlar ancak bu kadar çarpıcı bir şekilde yazıya dökülebilirdi.

    - "hükümlünün iki çift ayakkabısı olması görülmüş şey miydi!.. şuhov iki şıktan birini seçecekti; ya bütün kış fotinlerle geçirecek ya da baharda karlar eriyince keçe çizmeleriyle kalacaktı."

    - "şuhov çizmesinden kaşığını çıkardı."

    - "ayaz sanki zehirli bir duman gibi çevresini sarmıştı, şuhov öksürmeye başladı. soğuk -27 dereceydi, ateşi ise +37 derece! bakalım kim kimi yenecekti."

    - "cezalıyı gündüzleyin hücreye kapatmazlardı, bir adamın işten eksik olması demekti bu. gün boyunca canını çıkarırlar, akşamleyin de hapse atarlardı."

    - "dualar da şikâyet dilekçesi gibidir. ya yerine ulaşmaz ya da ulaşsa bile red cevabıyla geriye çevrilir."

    12 - sluchai na stantsii kochetovka - aleksandr soljenitsin - kreçetovka istasyonu'nda bir olay ve matriyona’nın evi
    - "iki öyküden oluşan soljenitsin kitabı.
    kreçetovka istasyonu'nda bir olay adlı parçada; karısına sadık, görev bilinci ile yoğrulmuş, boş zamanlarında das kapital'i okuyan zotov adlı teğmenin bir demiryolu istasyonunda başından geçen ikilemler, sefaletle yüzleşmesi, özlemleri anlatılıyor.

    - "ta uzaklarda, belarus'ta karnında bebeğiyle almanların elinde kalan karısının özlemini duyuyor denilemezdi. kaybettiği malını mülkünü de düşünmüyordu, çünkü zotov'un zaten bir şeyi yoktu ve olmasını da istememişti.
    akıl almaz savaşın sürüp gidişinden duyduğu eziklik ve hüngür hüngür ağlayamamaktı sıkıntısı."

    matriyona’nın evi adlı parçada ise matriyona adında babayiğit bir kadının hayatı üzerinden tam bir dram ile karşılaşıyorsunuz. yani yokluk, garibanlık, sevdiğin ile evlenememek, hastalık, savaş falan alayı ile sarsılıyorsunuz.

    - "kira'nın kocasının verdiği eski kaputtan kendisine bir manto diktirdi. köyün kambur terzisi kumaşın altına pamuk koyarak öyle güzel bir manto dikmişti ki, matriyona altmış yıldır göremediği şeyi bu yaşında giydi."

    - "yelena adını koyduğumuz bir kızımız vardı. ölüverdi bir gün teknede yıkarken. zavallının yıkanması bile yarım kalmıştı."

    - "matriyona'nın boz renkli örme bir atkısı vardı. öldükten sonra bunu benim tarka'nın kullanmasını istemişti. biliyorsun değil mi? peki, izin verirsen şunu hemen götüreyim. yarın sabah akrabaları sökün ederler, o zaman bir daha alamam."

    - "malları paylaşacaklardı. kız kardeşlerden biri keçiyi alacaktı."

    13 - angst - stefan zweig - korku
    stefan zweig bu eserinde, eşini aldatan bir burjuva karısının şantaja maruz kalmasını işler.

    - "demek siz evli hanımefendiler, soylu kibar hanımlar, başkalarının erkeklerini ayartmaya giderken böyle giyinirsiniz. yüzünüze tül korsunuz, öyle ya, sonradan yine kibar kadın pozunda olmak için tül kullanırsınız..."

    güzel stefan zweig benzetmelerinden bazıları:
    - "kurumuş, kavrulmuş şeyler gibi donmuş, iki yana sarkmış ellerini yokladı."

    - "bir olta iğnesi gibi beynine saplanmış bu yaşantının dehşetinden kurtulmak için bağırmak..."

    - "bu sefer de yabancı bir semtte, hareket ve bakışları kendisine maddi acılar veren telaşlı insanların itişip kakışmaları arasına düşmüştü."

    - "talihin şımarttığı, ailesinin nazlı büyüttüğü, paraca sıkıntıda olmadıkları için her dileği gerçekleşmiş biri sıfatıyla karşılaştığı hüsranın ilk sıkıntısı ona pek ağır gelmişti."

    - "yakın bir gök gürültüsü gibi tehlike yuvarlanıyordu."

    14 - les identites meurtrieres - amin maalouf - ölümcül kimlikler
    dinler, diller, aidiyetler, ülkeler, göçmenlik, yurttaşlık vb. gibi kavramları ustaca işleyen, anlatan, sorgulayan, sorgulatan amin maalouf kitabı.

    - "aslında bizler çağdaşlarımıza, atalarımıza olduğundan çok daha fazla yakınız. size prag, seul ya da san francisco sokaklarında rasgele çevirdiğim biriyle, kendi büyük-büyükbabamla olduğundan çok daha fazla ortak şeyim olduğunu söylesem, abartmış mı olurum?"

    - "yarın almanya ile fransa arasında ilişkiler her iki ülkenin ingilizce konuşanlarının elinde mi olacaktır, yoksa fransızca konuşan almanlar'ın ya da almanca konuşan fransızlar'ın mı? yanıt hiçbir kuşkuya yer bırakmamalıdır."

    - "kendimizde kabul ettiğimiz bütün aidiyetlerimiz arasında dil, neredeyse her zaman en belirleyici olanlardan biridir. en azından, bütün tarih boyunca bir bakıma başlıca rakibi, ama bazen de müttefiki olduğu din kadar. iki topluluk farklı diller konuştuğunda, ortak dinleri onları bir araya getirmeye yetmez -katolik flamanlar'la wallon'lar, müslüman türkler'le kürtler ya da araplar, vs.-; dil ortaklığı da, bugün bosna'da ortodoks sırplar'la katolik hırvatlar'ın ve müslüman boşnaklar'ın yan yana yaşamasını sağlayamıyor. dünyanın her yanında ortak bir dil etrafında kurulan pek çok devlet dini çatışmalar yüzünden parçalandı ve ortak bir din etrafında toplanan nice devlet de dil çatışmaları yüzünden bölündü."

    15 - in der strafkolonie - franz kafka - ceza sömürgesi
    bir suç işliyorsunuz ceza olarak bu suçun adı dövme gibi vücudunuza kazınıyor. ve kitapta bu dövme makinesinin çalışma prensibi tek tek işlenmiş. hırsızın vücuduna "hırsız" yazılıyor, savaş suçlusuna "şerrefsiz" yazılıyor, tecavüzcüye "sapık orospu çocuğu" yazılıyor vb. gibi. okuyun, okutturun. radyo tiyatrosu var, onu bari dinleyin.

    16 - erken kaybedenler - emrah serbes
    emrah serbes bizi çocukluğumuza götürüyor ve orada biraz misafir ediyor, keşke bu misafirlik hiç bitmeseydi.

    - "vaktinde biri ülkemizdeki bütün kızları çok pis korkutmuş, hiçbirinde gerçeği söyleyecek cesaret bırakmamış. ben kız olacağım da ders vermeye gittiğim evde beni öpecekler var ya, dünyayı ayağa kaldırırım, analarını sikerim."

    - "saat ücretini yetmiş beş liraya çıkaralım," dedi. "para her kapıyı açar."
    gizem'i aramadan önce bana döndü, "hocaya yetmiş beşi veririm ama zayıf alırsan da belanı ızdırabını sikerim."

    - "evde, ilk yalnız kaldığımız anda taban girdim teyzemin kızına. karnına kurşun yemiş gibi iki büklüm oldu, kaldırdım, seri tokatlarla sersemlettim, sonra da tuttum saçlarından çarptım duvara. çünkü en iyi savunma hücumdur. ayrıca ne demişler, acıma yetime koyar götüne. hah ha ha!"

    17 - candide ve micromegas - voltaire - candide ve micromegas

    - "her şey en iyisi içindir."

    - "unutmayınız ki burun gözlük takabilmemiz için yaratılmıştır, bu yüzden gözlük kullanıyoruz. bacaklar açıkça görüldüğü üzere kasıtlı olarak örme uzun çorap için tasarlanmıştır, bunun için uzun çorap giyiyoruz."

    1759 yılından beri sadece fransızcası 17 ayrı versiyonla basılmış ve hangisinin en eski versiyon olduğu bilinmiyormuş. voltaire bazı ülkelerle, krallarla, kişilerle alay eder. örneğin engizisyon cezaları ile alay ederken, gerçek bir olaydan yola çıkarak, lizbon depreminden sonra depremi önlemek için tek çareyi insanları asmakta bulan zihniyete çatarak ele alır. *

    iyimserlik denince akla gelen pollyanna'dan sonra 2. isim olan leibniz'e biraz laf sokan bir voltaire romanı.

    18 - un cabinet d'amateur - georges perec - harikalar odası
    kitaba adını veren olay ise yine zengin, aristokrat vık vık vık heriflerin yaptığı bir işmiş.
    şöyle ki:
    şimdi zenginsiniz, paraya para demiyorsunuz, türlü türlü sanat eserleri koleksiyonunuz var. misafirlere bu eserleri sergilemekten kıvanç duyuyorsunuz. müzayedeler sizin yaşam amacınız. vs. vs.
    işte bunlar size kâfi gelmiyor ve tutup elinizdeki bütün sanar eserlerini bir odayı koyuyor ve bir ressam çağırıp ondan sizi bu sanat eserleri ile dolu olan oda içinde resmetmesini istiyorsunuz.

    resim, heykel, sergi vs. gibi sanatsal aktivitelere ilgisi olanlar için güzel bir kitap. kitap içinde adı geçen sanat eserlerini duymadığım/bilmediğim için bana sanat galerisi tanıtım broşürü gibi geldi.

    19 - verbrechen - ferdinand von schırach - suç
    "hipokampus, poseidon'un arabasını çeken hayvandı, yarı at, yarı solucandı. beynin şakak bölgesindeki bir bölüm bu adla anılır. orada hafıza bilgileri kısa süreli hafızadan uzun süreli hafızaya dönüşür."

    almanya'da avukatlık yapan ferdinand von schirach, kendisine gelen ilginç davaları paylaşıyor. kitabın arkasındaki tanıtım yazısı bile kitabı okumak için yeterli sebep:

    - "biri türk, biri yunan, biri arap üç genç , japon bir mafya babasının evini soymaya kalkıyor."
    - "hâkimler, mahkum ettikleri bir banka soyguncusu için aralarında para topluyor."
    - "genç bir kadın kardeşini öldürüyor. sevgisinden..."

    20 - pe strada mantuleasa - mircea eliade - yaşlı adam ve bürokratlar
    bir sebepten dolayı nezarete atılan adam, cezasını geciktirmek için, celladının ya da görevlinin merakını uyandıracak şekilde bir hikâye anlatmaya başlar, ama hikâye başka hikâyeyi de peşinde getirir, yeni hikâye başka bir hikâyeye yön verir derken hangi hikâye içinde olduğunuzu unutursunuz.

    21 - waldo sen neden burada değilsin - ismet özel
    bu kitap için "ismet özel'in hayat hikâyesi" diyebiliriz. sosyalist takıldığı zamanları, şiire başlayışı, şairlik zamanları, müslümanlığı vb. gibi olaylardan bahsediyor.

    kitaptan bazı bölümler:

    - "sanat eserlerinin iki sahibi birden olamaz. bu şartlarda nasıl olsa böyle bir sanatçı çıkacaktı diyemeyiz. sanat eseri keşfedilmek üzere bir yerde bekliyor değildir. on yedinci yüzyılın son çeyreğinde leibniz ve newton birbirlerinden habersiz infinitesimal hesaplamayı bulmuşlardı. sanatın alanında böyle yakınlıklar gerçekleşmemiştir. ingiliz tarihinin bir başka cromwell ortaya çıkaracağını düşünebiliriz, ama ingiliz edebiyatının bir başka milton vereceği söylenemez. kolomb yeni bir kıta bulduğunu bilmeden öldü. sanatçıların başına böyle kazalar gelmez. kısacası sanat gayri şahsi kılınamaz."

    - "ne yanar kimse bana âteş-i dîlden özge
    ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"

    şairliğe ilk başlayış zamanlardaki acemiliklerini şöyle anlatır:

    - "şiiri seçişim verilen şartlarda en iyisini yapma niyetimin sonucuydu. lâkin en iyisini yapabilmek için en kötüsünden başlamak kaçınılmaz görünüyordu."

    ismet inönü için:

    - "italya'da duçe, almanya'da führer artık yoktu. peki, bizim "milli şef" ne olacaktı? akılları durduracak bir pişkinlikle diktatörümüzü demokrat yaptık."

    çok partli döneme geçiş için:

    - "tarihte ilk defa başına hiç haberi olmayan bir şey geldi: oy mekanizması aracılığıyla yönetime etkide bulunmak. müslüman halk oyunu yasaklara karşı, sıkıntılara karşı, yoksulluğa karşı, şahsiyet fukaralığına karşı kullandı. 1946'da ve 1950'de müslüman halk için kimin iktidara geleceği önemli değildi, kimin iktidardan gideceğiydi önemli olan."

    demokrat parti dönemi için:

    - "artık kimse kur'an öğrendiği veya öğrettiği için kanuni takibata uğramıyor, dindarlığı sebebiyle hakarete uğramıyordu. demokrat parti dönemi, müslüman halk için uzun sürmüş ağır bir hastalıktan sonra gelen "nekahat" dönemiydi sanki.

    1960 darbesi ve 1961 anayasası için:

    - "tanzimattan bu yana yaşadığımız her batılılaşma hamlesinde olduğu gibi ülkede yaşayan insanların büyük çoğunluğuna aklı ermez zavallılar gözüyle bakılıyor, onlara mahcur muamelesi yapılıyordu."

    mizahi bir olayı anlatır:

    - "kısacası siyasi iddialarla ortaya çıkanlar, siyasi bilinç söz konusu olduğunda acınacak bir manzara arz ediyorlardı. bir mizah furyası başlamıştı. polis kitap toplamak için girdiği evde eflatun'un devlet'ini görünce demiş ki: "yahu biz kızıl devlet bilirdik, bu eflatun devlet de nereden çıktı?"

    22 - schuld - ferdinand von schırach - suç 2
    - "mevzu bir kadın" dedi holbrecht.
    - "mevzu hep kadınlardır" dedi diğeri.

    sonra almanya'daki dava için almanya'ya yollandı. brezilya'daki bir yıl hapis cezası, feci şartlar nedeniyle, buradaki üç yıl hapis cezasına eşit olarak hesaplandığı için almanya'daki davası kapandı. serbest bırakıldı.

    23 - der papalagi - göğü delen adam
    "bize, ışığı getireceğinize inandırmıştınız," demişti son kez birlikte olduğumuzda, "oysa sizin niyetiniz bizi de kendi karanlığınıza çekmekti!"

    24 - la voyage d'hiver - georges perec - kış yolculuğu
    - "edebiyat tarihindeki intihalleri konu edinmiş bir georges perec romancığı."

    25 - precis de decomposition - emik michel cioran - çürümenin kitabı
    - "gece geçmişinizde kaç uykusuz gece saklıdır?"
    - "yalanlar hiyerarşisinde hayat en ön yeri işgâl ediyorsa, hemen ondan sonra, yalan içinde yalan olan aşk gelir."
    - "bir gün bir adam onu zengince döşenmiş bir eve soktu ve şöyle dedi: 'sakın yerlere tükürme'. canı tükürmek isteyen diogenes, adamın suratına bir balgam attı ve ona, bulduğu tek pis yerin orası olduğunu ve oraya tükürdüğünü haykırdı" (diogenes laertios).
    bir zenginin evine kabul edildikten sonra, yeryüzündeki tüm varlıkların üzerine boşaltacak bir tükürük okyanusuna sahip olmadığı için kim pişmanlık duymamıştır? saygın ve göbekli bir hırsızın suratına yollama korkusuyla küçük balgamını kim yutmamıştır?"

    26 - generation x - douglas coupland - x kuşağı
    aşağıdaki bkz.'ların hepsi doludur.

    (bkz: mcjob)
    (bkz: yoksul jet sosyete)
    (bkz: tarihsel yetersiz doz)
    (bkz: tarihsel aşırı doz)
    (bkz: tarihsel ziyaretler)
    (bkz: brezilifikasyon)
    (bkz: aşılanma gerektiren zaman yolculuğu)
    (bkz: on yıl karmaları)
    (bkz: et yağlandırıcı bölme)
    (bkz: duygusal ketçap patlaması)
    (bkz: kanamalı at kuyruğu)
    (bkz: boomer kıskançlığı)
    (bkz: mekanik süreklilik)
    (bkz: konsensüs terörizmi)
    (bkz: hastalık binası göçü)
    (bkz: çark etme)
    (bkz: ozmoz)
    (bkz: güç bulutu)
    (bkz: aşırı yükleme)
    (bkz: toprak tonları)
    (bkz: etnomanyetizm)
    (bkz: yirmili yaşlar ortası krizi)
    (bkz: başarıfobi)
    (bkz: güvenlik ağı - cılığı)
    (bkz: boşanma seçeneği)
    (bkz: kalıcılık karşıtlığı)
    (bkz: güdümlü nostalji)
    (bkz: şimdiki zamanın inkarı)
    (bkz: bambileştirmek)
    (bkz: öpüşmekle geçen hastalıklar)
    (bkz: abartıcılık)
    (bkz: azlık)
    (bkz: statü dengeleme)
    (bkz: sona kalmacılık)
    (bkz: platonik gölge)
    (bkz: zihinsel sıfır mekan)
    (bkz: yalnızlık tarikatı)
    (bkz: ünlülerin ölümlerinden pay çıkarma)
    (bkz: imparatorun yeni alışveriş merkezi)
    (bkz: fukarakondri)
    (bkz: kişisel tabu)
    (bkz: mimari sindirim)
    (bkz: japon minimalizmi)
    (bkz: emek ve devreler)
    (bkz: seçmen blokajı)
    (bkz: armanizm)
    (bkz: fakirlik düzeni)
    (bkz: müzikal ayrımcılık)
    (bkz: 101 - izm)
    (bkz: yuppie heveslileri)
    (bkz: ultra yakın geçmiş nostaljisi)
    (bkz: başkaldırı ertelemesi)
    (bkz: bariz minimalizm)
    (bkz: kafe minimalizmi)
    (bkz: çeşnicilik)
    (bkz: sahte aile)
    (bkz: kıvranmak)
    (bkz: tenezzül edilen eğlence)
    (bkz: tenezzül edilen sohbet)
    (bkz: tenezzül edilen meslek)
    (bkz: anti kurban belirteci)
    (bkz: tenezzül edilen beslenme)
    (bkz: tele - kıssadan hisse)
    (bkz: tbf)
    (bkz: tbmf)
    (bkz: bence - cilik)
    (bkz: kağıt kuduzu)
    (bkz: bradycilik)
    (bkz: karadelikler)
    (bkz: kara inler)
    (bkz: strangelove reprodüksiyonu)
    (bkz: şövalyeler)
    (bkz: fakirlik saplantısı)
    (bkz: fişi çek pasta dilimini kap)
    (bkz: zayıfın yanında yeralma)
    (bkz: 2+2=5' izm)
    (bkz: tercih felci)

    27 - ağır roman - metin kaçan
    - "şu hayattan zevk almadan bir günümün geçtiğini anlarsam o akşam kendimi düşünerek öldürürüm."
    - "tuttukları partinin siyasetinden hiç anlamayanlar, gece, gündüz, sigara, içki ve kadından başka sözcük bilmeyenler 'parti tutma modası'na kapılıp futbol takımı tutar gibi partili oldular."
    - "ali, kolera'nın sokaklarından o kadar sinirli ve ateşli geçiyordu ki, önüne çıkan karlar korkudan donarak ölüyordu."

    28 - albayım beni nezahat ile evlendir - ilhami algör
    - "çevreme bakındım, yanı başımda efes'in öyküsü adlı bir kitap duruyordu. uzanıp aldım, rastgele bir sayfayı açtım. "dert anası meryem ana" başlığı ve ziyaretçilerin anı defterine bıraktıkları notları okudum:
    - "dileğim ikinci bir newton olabilmektir."
    - "bana doktor olmak için zihin açıklığı ve ölülerden, hastalardan korkmamak ve tiksinmemek için cesaret ver."
    - "meryem, keşke kürtaj olaydın."

    29 - man kan inte valdtas - marta tikkanen - bir erkeğe nasıl tecavüz edilir
    kitapta bahsedilen bir erkeğin erkeğe olan tecavüzü değil, bir kadının erkeğe tecavüz etmesi olayı.

    tova adlı bir kadına martti wester adlı biri tecavüz eder. ve roman kahramanı tova bunun intikamını almak ister. bu intikama giden süreç boyu yaşadıkları, iç çekişmeleri vs. hepsine ince ince değinilir.

    - "böyle bir şey olamaz," diyor martti wester, "eğer bir erkek kendi istemezse, dünya yüzünde kimse ona tecavüz edemez, eğer kalkmıyorsa, kalkmıyordur, yapacak bir şey yoktur, uğraşmak faydasızdır, erkek kendi karar verir, isteyip istemediğine ve kiminle, ne zaman ve ben seninle istemiyorum, şimdi istemiyorum ve hele bu şekilde hiç istemiyorum."

    tova şunları söylüyor:
    - "tecavüzün tamamlanmış sayılması için ve yasalarca geçerli kabul edilmesi için gelmen gerektiğini kim söylüyor. tecavüz ettiğin kadınlar için durumun nasıl olduğunu sanıyorsun sen? yoksa zevk aldıklarını falan mı düşünüyorsun? sadece sen üstlerine çıkıp salyalarını akıttığın için art arda orgazma vardıklarını, zevkten çıldırdıklarını, bundan hoşlandıklarını mı sanıyorsun? eğer boşalmadan tecavüz olmuyorsa o zaman dünyada tecavüze uğrayan o kadar da çok kadın yok demektir, bundan emin olabilirsin!"

    30 - fakat müzeyyen bu derin bir tutku - ilhami algör

    halk diye kime denir?
    - "belli ki kırmızı plakalı arabalar içinde, kalın birileri geçecekti. aklıma 'son imparator' adlı filmden, çocuk imparatorun saraydan çıktığı sahne geldi. kafilenin önünde eskort mahiyetli, çinli ölçülerine göre ızbandut denilebilecek iki zebani, havayı yaran el kol hareketleri ile yolu açıyor, adlarına halk, tebaa, kul, kıl, tüy denilen garibanlar, duvar diplerine çekilip, büzülüp, yerin dibine girip taş kesiliyorlardı."

    - "madamın biri karşımda dikilmiş, çaydanlık deliğine bakar gibi bana bakıyordu."

    31 - kompile hikâyeler - nihat genç
    - "genelev sokağında bir tabela gördüm. vizite: 100, sevişme: 150, kompile: 200...
    kompile ne demek? dedim sokaktakilere. gülmekten her biri bir yana kaçtı... öğrendim. ne zamandır genelevlerinde müşteri azalmış. ve basında o günlerde travesti, eşcinseller manşetlerden inmiyormuş. müşterilerin tercihleri, genelev geleneklerini alt üst etmiş... kompile demek, arkadan da demek.

    32 - one thousand mustaches - allan peterkin - 1001 bıyık
    tarih boyunca bıyık ile alakalı olan ne varsa onların alayının derlemesi.
    kralların, padişahların, imparatorların bıyık hakkında söylemleri, kestikleri cezalar vb. gibi haberler.

    ilginç bıyık tiplerinden bazıları:

    adolphe menjou bıyığı
    tren vagonu
    fişek bıyık
    surat süpürgesi
    ingiliz bıyığı
    fu manchu bıyığı
    zaviyeli nişan bıyığı
    hovarda bıyığı
    imparator bıyığı
    zapata bıyığı

    handlebar club: palabıyık kulübü
    american mustache institute: amerikan bıyık enstitüsü
    dünya sakal ve bıyık şampiyonası
    glorius mustache challenge: şanlı bıyık iddiası
    movember: 1999'da avusturalya'nın adelaide şehrinde kurulan movember, başlangıçta "kedi bıyıkları için bıyık uzatın!" sloganı ile hayvanlara karşı zulmü engelleme kraliyet cemiyeti'ne (royal society for the prevention of cruelty to animals) fon sağlamak amacıyla sekiz üyenin inisiyatifle kurulmuştur.

    bıyık fincanı
    http://i.hizliresim.com/za60j7.jpg

    33 - un homme qui dort - georges perec - uyuyan adam
    "sevmeyi falan değil yalnızlığı öğren. çünkü en çok ona ihtiyacın olacak." * kitabı.

    - "önemli olan tek şey yalnızlığın: ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok, yaptığın her şey boşuna, aradığın her şey sahte. var olan tek şey yalnızlık, her seferinde er ya da geç karşında bulduğun, dost ya da yıkıcı yalnızlık; onun karşısında, her seferinde yalnız kalıyorsun, yardımdan yoksun, şaşkın ya da afallamış, umutsuz, sabırsız."

    - "yalnızsın. yalnız bir adam gibi yürümeyi, aylak aylak dolaşmayı, sürtmeyi, bakmadan görmeyi, görmeden bakmayı öğreniyorsun. saydamlığı, hareketsizliği, varolmayışı öğreniyorsun. bir gölge olmayı ve insanlara sanki hepsi birer taşmış gibi bakmayı öğreniyorsun. oturur durumda, yatar durumda kalmayı, ayakta durmayı öğreniyorsun. her lokmayı çiğnemeyi, ağzına götürdüğün her parça yiyecekte aynı manasız tadı bulmayı öğreniyorsun. resim galerilerinde sergilenen tablolara sanki duvar parçalarıymış, tavan parçalarıymış gibi, duvarlara, tavanlara da yağlıboya resimlermiş gibi bakmayı öğreniyorsun, üstlerindeki hep başa dönen onlarca, binlerce yolu, amansız labirentleri, kimsenin çözemeyeceği metni, parçalanmakta olan yüzleri bıkmadan yorulmadan izliyorsun."

    34 - enchiridion - epiktetos - kılavuz kitap
    - "sana zevk veren, faydalı veya derinden sevdiğin hangi nesneler varsa, en basit şeylerden başlayarak, kendine onların genel tabiatının ne olduğunu telkin etmeyi unutma. mesela, özel bir seramik çömleği seviyorsan, kendine, sevdiğin şeyin topraktan yapılma bir çömlek olduğunu hatırlat. böyle yaparsan, o çömlek kırıldığında çok fazla üzülmezsin. çocuğunu ya da karını öperken, sonuç itibarıyla fani bir insanı öptüğünü hatırla ki, onlardan biri ölürse çok fazla üzülmeyesin."

    35 - laz kapital - yılmaz durmuş
    komünist jargondaki kelimeleri: laz şivesiyle ve karadeniz insanını merkeze alarak örneklendiren eğlenceli bir yılmaz durmuş kitabı.

    - "işçi sinifi tarihun itici gücüdür ve tarihun akişini değişturecek sınıftır" dedum diye "halkun öteki kesumi ense yapacak" demedum. köylü, memur, genç, öğrenci, sanatkâr, kuçuk esnaf.. sağlı solli ilerleyelum beyler, hanumlar. her şeyi işçi sınıfından beklemeyun da!"

    tröst: şirketlerin tek yönetim altında birleşip, hammadde kaynaklarını ve işletmeleri kontrol etmelerine höst denir. bu terim zamanla 'tröst'e dönüşmüştür. bazı dillerde, "yuuh ayu, boşan da semeruni ye!" şeklinde kullanilmaktadur.

    36 - histoire et utopie - emil michel cioran - tarih ve ütopya
    2. mehmet konstantinopolis'i kuşatmaya aldığında, her zamanki gibi bölünmüş olan, üstelik haçlılar'ın anısını kafasından sildiğine sevinen hıristiyanlık âlemi, müdahaleden imtina etti. kuşatma altındakilerin önce hissettiği rahatsızlık, felaketin kesinliği karşısında hayrete dönüştü.panikle gizli bir tatmin arasında kalan papa yardım vaadinde bulundu, ama çok geç gönderdi yardımını: "mezhep ayrılıkçıları" için acele etmenin ne lüzumu vardı? bununla birlikte "mezhep ayrılığı" başka yerde güç kazanacaktı. roma, bizans'ın yerine moskova'yı mı tercih etmiştir. uzakta bir düşman daima yakında bir düşmana tercih edilir. buna benzer olarak, günümüzde anglo-saksonlar, avrupa'da rus üstünlüğünü alman üstünlüğüne tercih etmek zorundaydılar. zira almanya fazla yakındı.

    - "bir ütopya hazırlamak, bir kıyamet hazırlamaktan daha mı kolaydır?"
    - "kuşkuculuk, incinmiş ruhların sadizmidir."

    siyasi liderler için: "insanlar dinliyorlardı ya; anlamalarına ne gerek vardı?"

    37 - kitab-ül hiyel - ihsan oktay anar
    - "eliuzun kâmil paşa dünürü altın bey ise onun, kendisine ejderha menisi satan esnafı üç beş arkadaşıyla gelip falakaya yatırdığını, üstelik adamın ne acılar çektiğini daha iyi anlamak ve hissetmek için zavallının tabanlarına vurulan beşyüz değneğin aynısının kendi ayaklarına da eksiksiz vurulmasını istediğini nakletmiş."

    38 - muhteşem vahşi dünya - andrey paltonov
    - "tek kurşunla altı değil yedi kişi öldürülebilirdi, yedinci hemen değilse de sonradan nasılsa ölür, devletse yüzde on dört oranında ateş tasarrufunda bulunmuş olurdu."

    39 - bangır bangır ferdi çalıyor evde - mahir ünsal eriş
    - "buyurun lütfen," dedi doktor kibarca. "kötü haber vereceğim buyurmaz mısınız?" demek bu. oturdum. sayısız ilaç eşantiyonu, kırtasiye malzemesi tarafından bayram yerine çevrilmiş, alelade bir doktor masasının ardına mevzilenip oturdu o da. kalemliğine bayıldım, istersem verir mi? aman vermesin, şimdi herkes acıyacak zaten bana. ben ölüp giderken, onlar yaşamaya devam edebildikleri için bana karşı ezilecekler, vicdan azabı duyacaklar ve bu azabı bana acıyarak hafifletecekler içlerinde. istemiyorum zaten kalemlik malemlik, vermesin. elişi dersine ödev mi yapacağım sanki kalemlerle. hoş, adam zaten onkolog. kimse grip olduğu için, sırtı tutulduğu için gelmiyor ki. gelenlerin hepsi ölüyor ya da ölmek üzere. bu kadar insana eşantiyon mu yetişir? işte ben de sana acıyacak bir şey buldum, genç-yaşlı demeden tüm hastalarıyla senli-benli konuşan artist doktor. sen başarısız bir doktorsun. çünkü başarısız olmaya mahkum bir alan seçmişsin, sana gelen hastaların hepsi bu hastalık yüzünden ölecek ve sen hiç kimseyi tamamen kurtaramadan emekli olacaksın, seni zavallı.

    "maalesef, kanser çok ciddi ve tehlikeli bir hastalıktır. ancak, inanın elimizden geleni yaparak, birlikte bunu atlatmaya çalışacağız."
    bu da "acılar içinde öleceksin ama bu acının tadını doya doya çıkarabilesin diye ömrünü uzatabildiğimiz kadar uzatacağız," demek.

    "yalnız önemli bir nokta var. hastalığın tüm vücudunuza yayılmasına engel olmak için göğsünüzü bir an önce ameliyatla almak zorundayız."
    demek güzelliğime de kastettin doktor frankenstein.

    "tek çaresi ameliyat mı bunun?" diye sordum. gözlerimi hızla kaçırdım sonra. pazarlık yapıyormuş gibi görünmek istemedim göz göze gelerek. bana merhametle bakışını görmek istemiyorum hiç kimsenin. başımı eğdim, önümdeki sehpada duran, uçaktan aşırılmış dergilere baktım.

    40 - el libro de arena - jorge luis - kum kitabı
    - "esse est percipi"

    41 - quel petit velo a guidon chrome au fond de la cour - georges perec - bahçedeki gidonları kromajlı pırpır da neyin nesi
    savaşmayı reddederek, askerlikten çürüğe çıkmak için uğraşan bir kişiye yardımcı olmaya çalışan arkadaş grubunun yaşadıklarını anlatan eğlenceli georges perec kitabı. kitabın arkasında 150-200 arası söz sanatı var.

    antitrope - ters söyleyiş - istidrak
    cacemphate - bozuk tını - biahenk
    epithete contradictoire - çelişkili sanlık - tenakuzlu vasf-ı tahsini
    metagramme - yoğrulum değişmesi - inkılab-ı kelime
    paralipse - önemsemezleme - tahfif-i arifane

    42 - hayal meyal - tarık tufan
    - "evlet, insanlar hakkında allah'a uy, allah hakkında insanlara uyma."

    43 - kürk mantolu madonna - sabahattin ali
    madonna'nın giydiği bir kürk üzerine, geniş halk kitleleri sanatçıyı hayvanlara yapılan işkencelere çanak tuttuğunu hatırlatarak kınar ve olaylar gelişir (!).

    - "bu halimizle hepimiz acınmaya layıkız; ama kendi kendimize acımalıyız. başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur..."

    44 - kekeme çocuklar korosu - tarık tufan
    - "karanlık bir odada kara bir kedi yakalamak zordur; özellikle de odada kedi yoksa."

    45 - a'mak-ı hayal - filibeli ahmed hilmi
    - " azizim!, insanlar mantığı, kendi söyledikleri doğru görünsün diye icat etmişlerdir."

    bir deli gördüm. elindeki bir teraziyle oynuyordu. "ne yapıyorsun?" diye sordum, bana şu cevabı verdi:
    - "ahmaklıkla bilgeliği tartıyorum.
    - "bundan maksadın nedir?"
    - "mal varlığımı tespit etmek."
    - "ee, nasıl bir durumda?"
    - "ahmaklığım o kadar , o kadar ağır geldi ki, sanırım bu zamanın karun'u benim."

    46 - l'infra-ordinaire - georges perec - olağan-içi
    diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da şaşırtmaya devam ediyor georges perec.
    yani olağan olan şeyler için kafa yormuş, hiç öyle abidik gubidik yollara sapmadan sadece sadeliği ön plana almış.
    mesela kitabın bir bölümünde 200 küsür tane kartpostal mesajını yazmış, bildiğin sıradan mesajlar.
    başka bir bölümünde perec bir sene boyunca ne yiyip içtiyse onun envanterini çıkarmış.
    diğer bir bölümde "vilin sokağı" diye bir yeri 6 sene boyu gözlemleyip olan değişiklikleri yazıya dökmüş.

    47 - olduğu kadar güzeldik - mahir ünsal eriş
    - "güzel kokular sıktım üstüme başıma sonra, bunu çok uzun zamandır yapmamış olduğumu fark ettim. o gitmeden önce bile. sevilirken, kendimize, sevdirmeye çalıştığımız zamanlardaki kadar bakmıyoruz çünkü."

    48 - soğuk sabun - nihat genç
    - "eskiden hacı adaylarının konya'ya uğraması bir gelenekti, hatta hatay'da soğukoluk denilen fahişelerin yerine gitmek de bir gelenekti, burada kendi paralarını fahişelerin paralarıyla değiştirirlerdi, sebebi, fahişelerin paraları daha müslüman, daha hak edilmiş para olduğu için, bu paraları alıp öyle haca giderleri, ismail 'bu yalan' diyor, diyanet işleri başkanlığı'nın altmışlı yıllarda fetvası var, para değiştirme işlemine son vermek için."

    49 - la fete de l'insignifiance - milan kundera - kayıtsızlık şenliği

    bana kalın gelen kitaplardan biri. yani ince olmasına ince bir kitap ama kitabın içeriğini anlama konusunda bir kalın gelme durumu var.
    - "yoldaşlar, kant'ın en önemli görüşü, 'kendinde şey'dir, buna almancada 'ding an sich' denir. kant, görünüşlerimizin ardında nesnel, bununla birlikte gerçek bir şey, bir 'ding' olduğunu düşünüyordu. ama bu görüş yanlıştır. görünüşlerimizin ardında gerçek hiçbir şey, hiçbir 'kendinde şey', hiçbir 'ding an sich' yoktur."

    50 - theseus - andre gide - theseus
    andre gide kitabında mitolojinin bu kahramanının aşklarını, hayatını, götlüklerini anlatıyor.

    sen git minotaurus denen öküzbaşı öldür, prokrustes denen ibineyi gebert, sonra seni hayata bağlayan ariadne'yi terket. sende de varmış inceden bir götlük ama neyse, geminin hatırına seni affediyorum.

    - "ikaros doğmadan önce ve öldükten sonra, kısacık hayatı boyunca ete kemiğe büründürdüğü insanın tedirginliğinin, arayışın, şiirde atılımın simgesi olarak kaldı. oyununu gerektiği gibi oynadı; ama kendiyle son bulmuyor o. kahramanlara böyle olur. kahramanlıkları devam eder ve şiirle, sanatla yeniden ele alınarak sürekli bir simge haline gelir. işte bu yüzden avcı orion cennetin çirişotu tarlalarında hâlâ sağlığında avlandığı hayvanları kovalayıp durmaya devam ederken, omuz kayışındaki takımyıldız alameti de göklerde sonsuzlaşmıştır. tantalos bu yüzden sonsuza kadar aç ve susuz kalmaya mahkûm edilmiştir. korinthos kralıyken dertlerin yiyip bitirdiği sisyphos, bu yüzden hiç durmadan aşağı yuvarlanan koca bir kayayı ulaşılmaz bir tepeye çıkartmak için çabalamaktadır.

    çünkü şunu bil ki, cehenennemde en büyük ceza hayattayken tamamlayamadığın işe tekrar tekrar başlamaktır."

    51 - amerigo - stefan zweig - amerigo tarihsel bir yanlışlığın hikayesi
    amerika'yı kolomb keşfediyor ama kıtanın adına amerigo vespucci'nin adı koyuluyor. neden? vespucci, koca bir kıtaya adının verildiğinin haberi bile olmadan göçüp gidiyor.
    stefan zweig bu kitabında, amerika kıtasının adlandırılmasında, keşfedilmesinde geçen yanlışlıkları, yanılgıları, raslantıları, yönlendirmeleri anlatır.

    ...

    kaderin cilvesi olarak kitabı için "mondo novo e paesi nuovamente retrovati da alberico vesputio florentino"dan (floransalı alberico vesputio'nun bulduğu yeni topraklar ve yeni dünya) daha uygun bir ad bulamaz. böylece büyük yanlışlıklar komedyası da başlamış olur, çünkü adı geçen başlık tehlikeli biçimde çift anlamlıdır. sanki bu yeni topraklara 'yeni dünya' adını vespucci vermiş, aynı zamanda bu yeni dünya onun tarafından keşfedilmiştir; başlığın bulunduğu kapak sayfasına sadece şöyle bir göz atanlar bile kaçınılmaz biçimde bu yanlışlıktan nasibini alacaktır.
    ...

    52 - der tod in venedig - thomas mann - venedik'te ölüm
    fazlaca edebi yönüne giremeyeceğim. 14 yaşında bir erkek çocuğuna inceden inceden aşık olan ünlü bir erkek yazarı anlatan roman. bazı çevrelerde bu romanın thomas mann'ın kendini anlattığı söylenegeliyor.

    - "güzellik karşısında cesaretimizi kırıp havalardaki başımızı yere eğdiren, tanrı'dır kuşkusuz..."

    - "sevenin sevilenden daha tanrısal olduğu, çünkü tanrının sevilende değil, sevende bulunduğu fikrini söyledi."

    53 - die aufzeichnungen des malte laurids brigge - rainer maria rilke - malte laurids brigge'nin notları

    - "sevgili olmak, tutuşmak demektir. seven olmak: bitmez bir yağlı ışık saçmak. sevilmek fani olmaktır, sevmekse baki olmak."

    - "nasıl olur da herkes, hâlâ senin aşkından söz etmez? o zamandan beri, bundan daha dikkate değer ne oldu ki? onları meşgul eden ne?"

    - "çünkü yalnızlık, mutluluktu benim için."

    54 - the dead - james joyce - ölüler

    gabriel:
    - "öteki dünyaya, yaşlılıktan yavaş yavaş kaybolmak ve solmaktansa, bir tutkunun zaferi ile cesurca geçmek vardı. yanında yatan karısının, kendisine yaşamak istemediğini söyleyen sevgilisinin o andaki gözlerinin bakışını yıllarca kalbinde nasıl sakladığını düşündü."
    http://i.hizliresim.com/xdz1d7.png

    55 - j'accuse... - emile zola - suçluyorum
    - "büyük yazarlar, ülkelerinde ikinci bir hükümet gibidir." sözünü sonuna kadar haklı çıkaran bir kitap.

    aslında kitap değil gazetede yayınlanmış bir emile zola yazısı. ama can yayınları bu yazıyı ve bu yazının dayandığı davanın öncesini, sonrasını tahsin yücel çevirisi ile kitaplaştırmış.
    "bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın." *

    56 - syllogismes de l'amertume - emi michel cioran - burukluk
    çeşitli konularda güzel tespitler, sözler bulunduran cioran kitabı.

    sözün körelmesi
    - "bir zihni, karanlık fikirleri kavramaktan duyduğu tiksinti kadar hiçbir şey kurutamaz."
    - "benjamin constant'dan sonra hiç kimse hayal kırıklığının tonunu bulamamıştır."
    - "shakespare: bir gül ile bir baltanın buluşması."

    uçurum dolandırıcısı
    - "ötekileri bizden daha mutlu olmalarından dolayı cezalandırmak için, onlara bunaltılarımızı aşılarız; daha iyisi olmadığından. zira acılarımız, ne yazık ki(!) bulaşıcı değildir."
    - "özgürlük mü? afiyeti yerinde olanların safsatası."

    zaman ve kansızlık
    - "hüzün: hiçbir mutsuzluğun doyuramadığı bir iştah."

    yalnızlık sirki
    - "aklî dengesi bozuk olanların sayısını birkaç misline çıkarmak, zihin özürlüleri vahimleştirmek, şehrin her köşesinde akıl hastaneleri inşa etmek mi istiyorsunuz?
    sövme'yi yasak edin.

    aşkın canlılığı
    - "bir yosma için canına kıyan kişi, dünyayı alt üst eden kahramandan daha bütün ve daha derin bir tecrübe yaşar."

    tarihin başdönmesi
    - "insan felaket salgılar."
    - "bunama alametleri göstermeyen bir siyaset adamı beni korkutur."
    - "it kopuk takımı bir mitosu benimserse, bir katliama veya daha kötüsü, yeni bir dine hazırlıklı olun."

    boşluğun kaynağında
    - "deliliğe ancak gevezelerle suskunlar ulaşabilir: bütün sırlarını boşaltmış olanlar ve fazla biriktirmiş olanlar."

    57 - la symphonie pastorale - andre gide - pastoral senfoni
    yasak aşkı anlatırken, mezhep, din, aile içi tartışmalara kadar bir çok konuya da değiniyor.

    - "ben öyle demek istemedim." diye itiraz etti. "benim demek istediğim, insanoğlu bu dünyayı çirkinleştiren, kirleten, acı veren günahlar ve düzensizliklerden çok, güzelliği, refahı, düzeni ve ahengi sağlayan şeyleri hayal eder. ruhumuzun buna daha çok eğilimi vardır ve bunu yaparken de beş duyumuz yol gösterir bize. aynı zamanda da doğruyu bulmamıza yardım eder. hatta, bana kalsa, bize şimdiye kadar öğrettikleri si sua bona norint sözü yerine virgile'in fortunatos nimium'unu si sua mala nescient sözünü öğretmeyi tercih ederdim: insanoğlu ne kadar mutlu olurdu.
    si sua bona norint - iyiliği bilmiş olsalardı.
    si sua mala nescient - insanoğlu kötülüğü bilmeseydi.

    58 - vierundzwanzig stunden aus dem leben einer frau - untergang eines herzens - stefan zweig - bir kadının yaşamından 24 saat - bir yüreğin ölümü
    bu kitapta ayrı ayrı iki öykü var.
    1. bir kadının yaşamından 24 saat
    2. bir yüreğin ölümü

    stefan zweig ilk hikâyede:
    eşini ve üç çocuğunu terk ederek kendisine gelen bir kadını sırf kumar tutkusu yüzünden yüzüstü bırakan dallama bir genci ve bu dallamaya ilk görüşte vurulup hayatını zehir eden bu ayran akıllı, yoğurt kafalı kadını ve onun bu yirmidört saatlik zaman diliminde yaşadığı ikilemleri, heyecanları ve pişmanlıkları gün yüzüne çıkarıyor.

    - "belli bir hedefi olmayan her hayat bir hatadır."

    ikinci hikâyede ise:
    karısı ve kızının rahat bir hayat sürmesi için ömrü boyunca çalışıp didinen, yemeyip yediren, giymeyip giydiren bir babanın fedakârlığı ve bu fedakârlığının hiçe sayılması üzerine karısı ve kızının bu vurdumduymazlığına sinirlenerek hayat küsmesi, yavaş yavaş ölüme doğru ilerlemesini anlatmış.

    - "fedakârlığının karşılığında beklediği sevgiyi ve saygıyı bulamayan bir insanın yavaş yavaş hayattan kopması ve huzuru ölümün soğuk kucağında arayışı."

    59 - la chute- albert camus - düşüş

    içinde bolca sorgulamalara yer veren albert camus eseri. eski bir avukat aracılığıyla da bize bu sorgulamalarını gösterir. ve bu kitapta dikkat çektiği konularla okuyanını dipsiz kuyularda bırakır.

    kitabın her satırı güzel, ama beni en çok şu bölüm:

    - "bakın, dostu hapse atılan bir adamdan söz ettiler bana, adam her akşam evinde yerde yatıyormuş, sevdiği kişiden esirgenen bir rahatlıktan yararlanmamak için. kim, aziz bayım, kim yatar yerde bizim için?"

    ve bu bölüm düşündürdü:

    - "bizim küçük köyde, bir misilleme eylemi sırasında bir alman subayı ihtiyar bir kadından, iki oğlundan rehin olarak kurşuna dizilecek birini seçmesini nazikçe rica etmişti. seçmesini, tasarlayabiliyor musunuz bunu? şunu mu? hayır, şunu. ve onun alıp götürüldüğünü görmesini.

    şehitler için şu dediği nasıl:
    - "şehitler, aziz dostum, unutulmak, alaya alınmak ya da kullanılmak arasında bir seçim yapmak zorundadırlar. anlaşılmaya gelince, asla."

    avukat, suçlu, masum üzerine:
    - "bir insanın öldürülmesi için her zaman nedenler vardır. buna karşın, onun yaşamasını haklı çıkarmak olanaksızdır. işte bu yüzden suçlu her zaman avukatlar bulur, masum ise bazen."

    karısından ölerek intikam almaya çalışanlar için:
    - "karımızı cezalandırmak için öleceğimizi sanırız, oysa özgürlüğünü veririz ona."

    gerçek aşk:
    - "gerçek aşk pek az rastlanan bir şeydir, aşağı yukarı yüzyılda iki ya da üç kez görülür. bunların dışında boş gurur ya da can sıkıntısı vardır."

    ekşi sözlük'te de mebzul miktarda bulunan amsalakları da unutmamış:
    - "her ne olursa olsun, ten düşkünlüğüm öylesine gerçekti ki, on dakikalık bir macera için bile anamı babamı inkâr ederdim."

    rüşvet, dalkavukluk için:
    - "hiçbir zaman rüşvet almadım, bunu söylemeye gerek yok, ama hiç kimse için aracılıkta bulunmaya da tenezzül etmedim. işin daha az rastlanır yanı, ben, kendisine yaranmak için hiçbir gazeteciye, dostluğundan yararlanayım diye hiçbir devlet görevlisine dalkavukluk etmeye kalkışmadım. iki-üç kez legion d'honneur nişanını alma şansına erdim, ama bunu, benim için gerçek bir ödül olan sessiz bir onurla reddettim. son olarak, yoksullardan hiçbir zaman para almadım, bunu da herkese ilan etmedim. bütün bunlarla övündüğümü sanmayın, aziz bayım. değerim sıfırdı: toplumumuzda tutku yerine geçen açgözlülük her zaman güldürmüştür beni. benim amacım daha yüksekti; bu deyimin benim için yerinde olduğunu göreceksiniz."

    pişmanlık:
    - "birinin kendini suya attığını varsayın. iki şeyden biri, ya onu kurtarmak için arkasından suya atlayacaksınız ve soğuk mevsimde sağlığınızı tehlikeye atacaksınız ya da bırakacaksınız gitsin, o zaman da suya dalmaktan kaçınmanız bazen tuhaf kırıklıklar bırakacak sizde. iyi geceler! nasıl?"

    60 - die verwandlung - franz kafka - dönüşüm

    http://i.hizliresim.com/9gk6eo.jpg

    insanlık aleminin patronluk müessesesini icat ettiğinden beri patronların ne kadar karaktersiz olduğunu gözler önüne seren roman. böceğinde falan değilim, benim için böcek olsun olmasın adam olsun ciğerimi yesin. ulan otobüsün evladı, işçinin evine kadar girip de hasta yatağına kadar kontrol etmek nedir a be kamyonun çocuğu. hadi inanmadın geldin eve, ne demeye hemen işçinden vazgeçiyorsun, olabilir yani, yarına böcek olarak uyanmayacağımızın garantisi mi var. ağa, ağa!! senden büyük allah var!!

    http://i.hizliresim.com/jxlej9.jpg

    61 - cronica de una muerte anunciada- gabriel garcia marquez - kırmızı pazartesi
    bir namus davasını anlatan gabriel garcia marquez kitabı.

    kolombiya'daki ailelerden birinin kızına zengin bir adam talip olur. damat gelinin kız olmadığını bahane ederek ailesine geri gönderir ve gelinin 2 abisi bu olayın müsebbibi olan genci öldürür. bu bilgi henüz kitabın başında verilir.
    kitabın esas dikkate değer tarafı, gencin öleceğini bütün kasaba biliyordur, 2 abi genci öldüreceklerini bütün kasabaya deklare ederler, ama kimse cinayetin önüne geçemez, belki de geçmek istemez veya herkes başka birinden bir hamle bekleyerek olayı geçiştirir.

    - "kitaptaki piskoposun da ayrıcana damak tadına sokayım. horoz ibiği çorbası nedir?, kodumununun herifi!!"

    - "doğruyu söylemek gerekirse, çorbasına ibik sağlamak için horozları kesen, arta kalanları da çöplüğe atan bir adamın eliyle kutsanmayı istemiyordum"

    62 - novecento- alessandro baricco - bin dokuz yüz
    gemide doğup, gemide büyüyen ve hiç karaya ayak basmadan gemide ölen bir piyanistin eğlenceli ve sıradışı kısa hikâyesini konu alıyor. galaksi'nin en iyi piyanisti.
    "danny boodmann t.d. lemon bin dokuz yüz"

    - "ragtime. ama daha hiç duyulmamış bir şeye benziyordu. çalmıyordu, kayıyordu. bir kadının bedeninden aşağı kayan ipek bir sabahlık gibiydi ve dans ederek yapıyordu bunu. amerika'nın tüm genelevleri vardı o müzikte ama lüks genelevler. jelly roll, klavyenin son tuşlarına doğru yönelerek görünmez notaları nakış gibi işledi ve melodi yükseldi, yükseldi, sonunda mermer bir zemine düşen küçük bir inci çağlayanını andırarak bitti. sigarası orada, piyanonun kenarında duruyordu hâlâ. yarısı yanmış ama külü düşmemişti. gören, gürültü etmemek için düşmediğini söylerdi."

    63 - die gouvernante- stefan zweig - mürebbiye
    4 tane kısa hikayeden oluşan stefan zweig eseri.

    - "geçkin bir anneyi çiçek açmakta olan kızıyla birlikte gördüğünüzde, bayağıca olmakla birlikte bir o kadar da kaçınılmaz olarak aklınıza düşen, kızın yanaklarında şimdiden kırışıklıkların, gülüşlerinde yorgunluğun, umutlarında hayal kırıklıklarının hazır beklediği düşüncesi miydi acaba?"

    geç ödenen borç adlı hikâyeden:
    - "insana mutluluk kadar sağlık katan başka bir şey yoktur ve en büyük mutluluk da bir başka insanı mutlu etmektir."

    64 - brennendes geheimnis- stefan zweig - yakıcı sır
    konusu:

    çocuk ve annesi, bir kış merkezindeki otelde kış tatili geçirmek isteyerek otele yerleşirler. ama otelde tam bir süzme piç diyeceğimiz biri ikamet etmektedir. ve çocuğu araç yaparak annesini tavlamak amacıyla kullanmak ister. bu baron denen dallama o kadar alagavat biridir ki, sırf çocuğun annesini tavlamak için çocuğa şirin gözükür, arkadaş olur. gerçi çocuğun annesi de sanki biraz kaşar gibi. o da bu aldatma işine meyilli.

    ama bizim ufaklık olayı anlar ve bu ikisinin bütün planlarını suya düşürür.

    - "baron, yakışıklılığı sayesinde şansı yaver giden, her an yeni bir tanışıklığa, yeni bir gönül oyununa açık, sürekli bir maceraya atılma heyecanı içinde yaşayan, her şeyi inceden inceye hesapladıkları için sürprizlerle karşılaşmayan ve kapıyı açanın arkadaşlarının karısı mı, yoksa hizmetçi kız mı olduğunun ayrımını yapmadan her kadına ilk gördükleri anda şehvetle baktıklarından erotik bir şeyi asla atlamayan genç adamlardan biriydi."

    - "son bir kez daha kendini bir kadın gibi gözyaşlarının hazzına bıraktı."

    65 - phantastische nacht- stefan zweig - olağanüstü bir gece

    kitabı okuduktan sonra tek dileğim "umarım bu kodumun zengin , sosyetik, burjuva, asil, kodamanlar ordusu bir gün bu romanı okur ve bu romandan etkilenir" oldu.

    - "insanları sevindirmenin bu kadar iyi ve kolay olduğunu niçin daha önce hiç anlamamıştım!"

    jet sosyetenin bir ferdi olan roman kahramanı bir gün sevgilisi tarafından terkedilir ama "n'oolur, gitme nalan, beni sensiz bırakma nalan" diyerek gözyaşı dökmez. fark eder ki, bu terkediliş onun ruhunda gram etki etmez. bu kadar hissiz oluşunun nedenini sorgulamaya başlar.
    stefan zweig bu kitabında, cemiyet hayatının ünlü bir siması olan bu adamın artık zenginlerden, lordlardan, konteslerden, havyardan, operadan, portakallı ördekten illallah demesi, hayattan bıkması, beklentisinin kalmaması üzerine psikolojik tahlil gibi bir işe soyunmuş.

    - "bugün sosyetik insanlarla konuşmak hiç ilgimi çekmiyordu, bir ayna gibi bana kendimi yansıtmalarından sıkılıyordum."

    66 - sobachye serdtse- mihail bulgakov - köpek kalbi
    yazar kitabı 1925 yılında yazar ama ölümünden tam 47 yıl sonra yani 1987 yılında rusya'da yayımlanmasına izin verilir. dönemim rusya'sına ait bir dolu hiciv içeren fantastik, bilim kurgu ve kara mizah diyebileceğimiz bir kitaptır.

    şerefsiz bir aşçı çöpleri eşeleyen bu sokak köpeğinin üzerine kaynar su döker, köpek bir yandan soğukla, bir yandan bu yanıkla, diğer yandan da açlıkla mücadele ederken, ünlü bir doktorun iyi niyetinden (!) nasiplenir.
    profesör, sokakta bulduğu bu sokak köpeğine yakın zamanda ölmüş bir insanın hipofiz ve erbezlerini nakleder ve olaylar gelişir.

    - "bunca işin arasında nasıl yetişebiliyorsunuz, filip filipoviç?
    - "acele etmeyen her yere yetişir."

    67 - brief einer unbekannten- stefan zweig - bilinmeyen bir kadının mektubu

    romandaki kadın platonik aşkı bay r. 'ye, henüz 13 yaşındayken aşık olduğu kapı komşusu bay r.'ye, kendisinin kim olduğunu afişe eden isimsiz bir imzayla bir mektup kaleme alır. ve işin evveliyatından beri yaşadıklarını, karşılaşmalarını, isimsiz bir imzayla gelen çiçeklerin sahibi olduğunu vs. hep anlatır.

    kitabı okurken kendinizi "karşı tarafın haberi olmayan bir platonik aşk, bu kadar tutkuyla yaşanır mı acaba?" diye sorgulatır.

    68 - işkenceci- alev alatlı
    türkiye yazarlar birliği tarafından 1987 roman ödülü'ne layık görülen alev alatlı romanı.

    - "anne , baba, biri kız biri erkek, iki çocuklu türk ailesinin mutlaka oğlan olan ilk çocuklarıydı "onlar". isimleri yedinci sayfada murat, yirmi birinci sayfada orhan, doksan üçüncü sayfada oğuz olurdu. kız kardeşlerinin adı ayşegül ya da dilek'ti. kimsenin abdurrahman adından bir babası yoktu; sultan, şükriye, rukiye, adile diye ablaları hiç olmazdı."

    - "işkenceciler, devleti değnekten ibaret görüyorlar"a gelince; türkiye'de değneksiz baba var mıydı?

    - "benim sırtımı keskin bir cisimle yardılar ve tuz bastılar. istanbul harbiye diye adlandırılan merkez komutanlığı'nda kulak memelerimden ve dilimden, parmaklarımdan, afedersiniz, erkeklik organımdan günlerce elektrik verildi cereyan verdiler. hatta ve hatta, beni affedin, (sanık burada ağlamaya başladı) sen erkekliğinden oldun ama seni zevkten mahrum etmeyeceğiz diye cop soktular (sanık hıçkırarak ağlamaya devam etti). bunu tekrarladılar, efendim."

    69 - kodin- panait istrati - kodin
    kitaba adını veren kodin adlı öyküden başka iki öykü daha içeriyor. bataklıkta bir gece ve kör nikola.
    ve her sayfada öykü olmasına bakmayın, küçük adrian her sayfada birileriyle tanışıyor. tanıştığı bu üç kişi de iyi insanlar ama diğer insanlar bu kişilerin iyi yönlerini göremiyor.

    hikâyelerde çok güzel sözler bulunuyor. adrian'ın annesi de ayrı bir güzel. ne zaman oturduğu yerde bir haksızlık ya da uygunsuz bir şey görse hemen o mahalleden taşınıyor.
    oğluna söylediği söz:
    - "her ulus, allah'a türlü türlü dua eder, ama hepsi o'nu aynı şekilde çiğnerler."

    kodin, iriyarı bir mahalle kabadayısı. ailesi tarafından sevilmiyor, hatta annesi ile birbirilerinden nefret ediyorlar. kız arkadaşı boynuzluyor. bu kadar kötülük içindeki dünyada, adrian, onun sığındığı liman oluyor.

    70 - zinde be-gür- sâdık hidâyet - diri gömülen

    diri gömülen
    hacı murad
    fransız esir
    kambur davud
    madeleine
    ateşperest
    abacı hanım
    ölü yiyenler
    hayat suyu
    adlı toplam dokuz öyküden oluşan bu kitap sadık hidayet külliyatına başlayacaklar için iyi bir seçim olabilir.

    kendisi de intihar etmiş olan sadık hidayet özellikle kitaba adını veren ilk öykü "diri gömülen"de intihar izlerinden kesitler sunmuş.

    - her taraftan çıkmaza düşen kimseye "al başını ve git geber" derler. ancak, ölüm insanı istemediği zaman, ölüm de insana sırt çevirdiği zaman, gelmeyen ve gelmek istemeyen ölüm!..
    herkes ölümden korktuğu halde, ben yaşadığım için kendimden utanıyorum. ölümün insanı istemeyip, geri durması ne korkunçtur!

    hayır, hiç kimse intihar kararına varamaz. intihar bazılarında birlikte bulunur. onların yaradılışında mevcuttur ve onun elinden kaçamazlar.

    cennet ve cehennem kişilerin içindedir diyenler haklıdır. kimileri dünyaya mutlu olarak gelir, kimileri de mutsuz.

    bir sahnede chicago'lu ünlü şarkıcı "where is my silvia?" şarkısını okuyordu. o kadar hoşuma gitmişti ki, gözlerimi kapayıp kulak verdim. onun güçlü ve çekici sesi hala kulaklarımdadır. sinema salonu çınlıyordu. onun hiçbir zaman ölmemesi gerektiği aklıma geliyordu. bu sesin bir gün susacağına inanamıyordum. onun yanık sesinden hüzünlenmiştim.

    71 - sırça köşk - sabahattin ali
    kısa kısa öykülerden oluşuyor. hepsi birbirinden güzeldi.

    öykünün birinde şu meşhur şirince köyünü anlatıyor.
    - "biz harabı tahripte bile üstadız, mamuru tahripte neyiz? kıyas buyurun!"

    bir aşk masalı adlı öyküsü beni en çok etkileyen öyküydü:
    - "asıl bahtiyâr, bir ömür boyunca hasretini çektiği şeye kavuşan değil, ona erişeceğini anladığı anda, saadetinin en yüksek noktasında 'ah!' diyerek düşüp ölebilendir."

    hakkımızı yedirmeyiz öyküsünde hem bitirim dili edebiyatını resmetmiş, hem de "sakın bir insana sırf, sadece namaz kılıp oruç tuttuğu için güvenmeyin" konusunu işlemiş.

    kurtla kuzu öyküsünde, rifat'ın polisten yediği tokadı gözümün önüne getirdim ve üzüldüm.
    - "başka bir insanın zayıf olduğu yerde kendimizin kuvvetli kaldığımızı bilmek gurur verici bir şey."

    çilli adlı öyküde bir pavyon gecesini anlattığı bir bölüm var, ki kırk yıllık pavyoncular bile böyle bir tasvir yapamaz.

    72 - se katre hun - sâdık hidâyet - üç damla kan

    ali şeriati kitapları şöyle bir kısa söz ile başlar:
    - "sizi rahatsız etmeye geldim!"

    sadık hidayet kitapları da aynı şekilde okuyanı ziyadesiyle rahatsız ediyor, cin, ruh, intihar, büyü vb. gibi öğeler sayesinde okurken "bari bu öykü karamsar bir tablo çizmese" diye okuyorsunuz.

    bu karamsarlıklar silsilesi içinde güldürdüğü yerler de oluyor:

    - "bir haftaya kalmaz, hatice ölür diye söz verdi bana. ama gel gör ki, bir ay geçti, hatice günden güne uhud dağı gibi şişti."

    - "çocuk oğlan olmasın diye yüreğim hop hop ediyordu. falcıya gittim; ilaç karaç yaptırdım. hatice domuz eti yemişti sanki. büyü müyü tesir etmiyor, günden güne irileşiyordu."

    maskeler öyküsündeki şu bölüm ise aşk hakkında bir çıkarım yapıyor:

    - "sen benim başka birinin mazharıydın. biliyor musun, kendi varlığımızın dışında başka bir gerçek yoktur. bu konu aşkta daha iyi anlaşılıyor. çünkü herkes kendi tasavvur gücü ölçüsünde bir başkasını sever. bu kendi tasavvur gücünden kaynaklanır. haz duyar bundan ama gözünün önündeki kadından değil. onu sevdiğini sanır. o kadın kendi gizli tasavvurumuzdur; gerçekten çok farklı bir mevhumdur."

    af talebi, lale, nefsini öldüren adam ve daş akil adlı öyküleri benim beğendiklerim idi.

    73 - kambur - şule gürbüz
    şule gürbüz'ün henüz 18 yaşındayken yazdığı kitabı.

    şimdilerde 25 yaşındaki kişilere bile "daha çocuk yavv" dediğimizi düşünürsek, 18 yaşında bir kitap yazmak ve her ele alışınızda kendinizi, başka bir satırın altını çizerken bulmak.

    kitap değil sanki bana mücevher.

    - "benden, bana kayıtsız kalınması ile benden nefret edilmesi arasında bir seçim yapmam istense, tereddütsüz, nefreti seçerim."

    - "bir günü daha bitirmenin sevincini, yarına başlıyor olmam yarıda bırakıyor."

    inanç ile şüphe etmenin dışındaki yol nedir ki...
    - "inanç, bilmediği halde şüphe etmemek; ötekiyse, bilmediği halde şüphe etmektir."

    74 - ` - jan potocki - hafız'ın yolculuğu
    içinde çok güzel cümleler bulunuyor.

    - "benim yolumu seçmiş insanlar, bir şeyleri çok büyük çabalarla elde etmektense, bunlara sahip olmaktan vazgeçmeyi yeğ tutar."

    ekmek ve tuz
    - " ekmek ve tuz, araplarda ittifakın ve korumanın simgesidir. bir arap size ekmek ve tuz sunarsa ya da sizinle birlikte ekmek ve tuz yerse, onun yanında güvendesiniz demektir."

    75 - l'art et la manière d'aborder son chef de service pour lui demander une augmentation - georges perec - ücret artışı talebinde bulunmak için servis şefine yanaşma sanatı ve biçimi
    58 sayfa boyunca hiçbir noktalama işaretine rastlamadan bitireceğiniz perec acayipliği.

    kitabın özeti şu fotoğraftır:
    http://i.hizliresim.com/9g1gmr.jpg

    76 - şinel - nikolay vasilyeviç gogol - palto
    eduardo galeano'nun patas arriba la escuela del mundo al reves adlı kitabındaki şu kısa anekdotu akla getiriyor.

    cardona köyün' deki komşularının bakış açısına göre, yaz kış aynı elbiseyle dolaşan toto zaugg müthiş bir insandı:
    - toto asla soğuk almaz, diyorlardı.
    toto bir şey demiyordu. soğuk alıyordu. alamadığı şey paltoydu.

    gogol, bu kitabındaki akaki akakiyeviç karakterinin bir palto alabilmek için neler nelerden feragatte bulunduğunu göstererek bizi sikilmiş sıpa gibi ortada bırakır.

    77 - cinque scritti morali - umberto eco - beş ahlak yazısı
    - "savaşı düşünmek"
    - "ebedi faşizm"
    - "basın hakkında"
    - "öteki sahneye girdiğinde"
    - "göçler, hoşgörü ve hoşgörülemezlik"

    adlı beş bölümden oluşur.

    savaşı düşünmek adlı bölümde:
    eski zamanlarda savaşın amacı neydi, şimdiki modern zamanlarda savaş nasıl oluyor ve savaşın amacı ne gibi konulara değiniyor.

    basın hakkında adlı bölümden:

    achille campanile:
    - "bir zamanlar gazeteler önce bir haber verir, sonra başka yayınlar devreye girerek konuyu derinleştirilerdi; gazete, 'mektup geliyor' sözüyle biten bir telgraftı. artık 1962'de telgraf haberi akşam saat sekizde televizyon veriyordu. ertesi gün gazete aynı haberleri veriyordu; dolayısıyla, gazete 'telgraf geliyor, daha doğrusu geldi,' sözüyle biten bir mektuptu."

    ebedi faşizm adlı bölümden bir şiir:

    köprünün korkuluğunda
    asılmışların başı
    akıp giden sularda
    asılmışların salyası

    pazarın parke taşında
    kurşuna dizilmişlerin tırnakları
    çayırdaki kuru otlarda
    kurşuna dizilmişlerin dişleri

    havayı, taşları ısırırız
    insan eti değil artık etimiz
    havayı, taşları ısırırız
    insan yüreği değil artık yüreğimiz

    ölülerin gözlerinden okuduk
    özgürlüğü getireceğiz yeryüzüne
    ölülerin sımsıkı avuçlarında
    yatıyor kuracağımız adalet

    78 - skvernyj anekdot - fyodor mihailoviç dostoyevski - tatsız bir olay
    yüksek rütbeli üç general içki masasında "n'oolacak bu ülkenin hali?" diye konuşurlarken bu içki masasındaki iki general "acıma yetime koyar götüne" mottosunu benimseyenlerdendir, diğer general ise "yok arkadaş, insanlık henüz ölmedi, astlarımız da insan, onları anlamalıyız, onlarla olan münasebetlerimizi fildişi kulelerimizde otururarak değil, onların yanına inerek onlarla etkileşimde bulunarak geliştirmeliyiz" mottosunu şiar edinmiştir.

    işte "halka inelim" diyen generalimiz ivan ilyiç, kendisinin hizmetinde olan alt rütbeli bir askerinin düğün gününde evinin önünden geçerken "dur şunların evine gireyim de şunları şereflendireyim" der ve eve dalar.
    olaylar istediği gibi gerçekleşmez mal batıya kayar. bir çuval incirin anasını gebertir.

    dostoyevski baba,
    bize bu generalin yaşadığı düşünceleri,
    evdeki alt rütbeli askerin yaşadığı korku-gerilim arası yaşadıklarını,
    düğündeki diğer ahalinin neler düşündüğünü,
    pseldonimov'un annesinin fedakârlığını tek tek gösterir.

    79 - sokakta - bahaeddin özkişi
    cini, büyüsü bol olan bahaeddin özkişi kitabı.

    yabancı polisiyelerdeki ruh ve hayalet ögeli romanlara nazaran içindeki cinli, şeytanlı, büyülü yerleriyle daha bir bizden olan polisiye roman.

    - "açıkça söylenmemiş olanlar, müphem'in ürküntü veren burukluğunda, bir saz telinin uzaklarda tınlamasının yankılarında, insan belirli bir şekil çizmeyen seslerde ifade bulurdu. o an türlü gizlilikler ve belli belirsiz haram zevkler yüklüymüş gibi gelirdi bana."

    80 - vukuf mütekerrir - muhammed salih el-azab - kötü geçmişler
    mısır edebiyatının yeni yazarlarından olan muhammed salah el-azab'ın mısır'da sadece piramitlerin olmadığını anlattığı romanı.

    iki genç arkadaş, şehir merkezinde iş bulmanın daha kolay olacağını bahane ederek iş bulma adı altında, garsoniyer olarak kullanmak için bir ev kiralarlar. işler umdukları gitmez ve olaylar gelişir.
    ben o kadar da beğenmedim ama mısır gençliğinin de böyle dertlerden muzdarip olduğunu anlamış oldum.

    81 - bartleby the scrivener - herman melville - katip bartleby
    bir pasif direniş kitabı. öyle bir pasif direniş ki insanı harbiden çaresiz bırakıyor.

    - "samimi bir insanı pasif bir direnişten daha çok hiçbir şey çileden çıkaramaz."

    wall street'te çalışan bir avukat, bir gün işleri çoğalınca hali hazırdaki üç katibinin yanına bir katip daha katmak ister. ve bürosuna bir katip daha almaya karar verir. ilk zamanlar büro sahibi bartleby'den ziyadesiyle memnundur. ama bir zaman sonra artık sözünün geçmediğini fark eder. bartleby'e ne zaman bir iş buyursa aldığı cevap "yapmamayı tercih ederim" olur. bir zaman sonra sadece kendisine buyurulan işleri değil hiçbir işi yapmamayı tercih ederek yapmamaya başlar. avukat o kadar zor duruma düşer ki, sonunda işten çıkarmaya çalışır ama onda da başarılı olamaz, bu sefer "madem bunu işyerinden çıkaramıyorum o zaman ben büroyu değiştireyim" diyerek bürosunu değiştirmeye karar verir. sonuç olarak ne yaparsa yapsın bir türlü bartleby'den kurtulamaz.

    bartleby'nin düzeni bozmasından sonra eminim ki kitabı okuyan herkesin aklına "sokarım onun direnişine, kulağından tutup geçmişini siker atarım"düşüncesi gelmiştir.

    82 - fifteen dogs - andre alexis - tanrılar zar attığında
    apollo ve hermes durduk yere iddiaya tutuşurlar. iddia konusu ise "insan beynini hayvanlara adapte etsek, insan beynine sahip olan hayvanlar mutlu mu olur yoksa mutsuz mu olur?" şeklindedir. iddiayı kazanan diğerine 1 sene kölelik yapacaktır.

    83 - nine short stories - j. d. salinger - dokuz öykü

    "babalar, öğretmenler, hep düşünüyorum: 'acaba cehennem nedir?' ve iddia ediyorum, cehennem, sevememekten ötürü acı çekmektir."

    kitaptaki öykülerin adları:

    1 - muz balığı için mükemmel bir gün *
    2 - sarsak dayı connecticut'ta *
    3 - eskimolarla savaştan hemen önce *
    4 - gülen adam *
    5 - teknede *
    6 - esme için - sevgi ve sefaletle *
    7 - yeşil gözlüm al dudaklım *
    8 - de daumier-smith'in mavi dönemi *
    9 - teddy *

    84 - yalnız seni arıyorum - orhan veli
    bir aşk bu kadar mı sefalet içinde olur diye sorgulamanızı sağlayan orhan veli kitabı.
    orhan veli kısacık hayatındaki, hayatının aşkı olan nahit fıratlı'ya olan aşkını bu mektuplar aracılığıyla bize duyurur.
    normalde nahit hanım bu mektupların yayınlanmasını istemez ama ömer koç bu hazinenin artık okurla buluşması gerektiğini düşünerek orhan veli'nin kızkardeşi füruzan yolyapan'dan gerekli muvafakatnameyi koparır.

    o kadar aşk cümlesi duydum ama bunun kadarı beni etkilemediydi:
    - "bütün yokluğuna rağmen hayatımdaki tek kadın sensin."

    - "istanbul muhakkak ki güzel şehir. ama benim için güzel şehir, çirkin şehir diye bir şey yok. sadece senin bulunduğun şehir, senin bulunmadığın şehir diye bir şey var."

    85 - le premier siecle apres beatrice - amin maalouf - betarcie'ten sonra birinci yüzyıl
    amin maalof'un, kız çocuk yerine erkek çocuk isteyen geniş halk kitlelerini ele alan ince bir bilim-kurgu ya da distopya romanı.

    bilim adamları sadece erkek çocuk doğumunu sağlayan bir ilaç bulurlar ve bazı yerlerde bu ilaçlar el altından kullanılır.
    yani bilim adamından bilim adamına fark var, birisi gidip ne buluyor, diğeri gidip nelerle uğraşıyor.

    kitaptan bazı bölümler:

    - "sudan'ın bir köyünde doğmuş bir kız çocuğunu ele alalım, diyordu. çocuk ölümleri ve ileride yapacağı doğumlardan kaynaklanacak rizikolar göz önünde bulundurulursa, ortalama ömrü kırk yıl kadar olacaktır; oysa aynı kız avrupa'da seksen yıl yaşayacaktır. ömrünün yarısını ondan almaya soğukkanlılıkla kim karar verebilir?"
    - "yoksulluk ülkesine gidip bir çocukla karşılaşmak, gözlerinin içine bakıp kendi kendine şu soruyu sormak söz konusu: bu çocuğu kurtaracak mıyım yoksa burada ölmeye mi bırakacağım?"

    teknolojik aygıtlar ve iletişim araçları ile söyledikleri de dikkate değer:
    - "biliyoruz ki, ışık nasıl gölgeyi büyütürse, iletişim araçları da bilinçsizliği öyle yaygınlaştırıyor; ışıldak ne kadar güçlüyse, gölge de o kadar koyu oluyor."

    - "bu kadar çok gazete, radyo ve televizyon varken insan sonsuz sayıda farklı düşünce duyacağını sanıyor. sonra tam tersi olduğunu fark ediyor: bu sözcülerin gücü, o an egemen olan düşünceyi, başka sesleri duyulmaz hale getirecek kadar abartmaktan başka işe yaramıyor."

    - "mademki hiçbir öğreti kini yok edemedi, belki de korku en iyi danışman olur."

    86 - anayurt oteli - yusuf atılgan
    tahtadan valizler ve yenice sigarasının olduğu zamanlarda geçen psikolojik bir romandır.
    babasından kalan oteli işletirken bir otel müşterisine aşık olup onu özlemle bekleyen zebercet'in psikolojik hallerini yansıtır yusuf atılgan.
    o kadar yansıtır ki zebercet denen adamdan nefret eder "senin ben kalıbını sikeyim" derken bulursunuz kendinizi.
    zebercet denen herif sosyopatın sözlük anlamıdır bana kalırsa.

    - "kağıtları katlayıp banyoya bıraktı; uzun uzun işedi."

    - "bıyığı kesmişsin sen."
    - "ağırlık veriyordu da, dedi gülerek."

    87 - the catcher in the rye - j. d. salinger - çavdar tarlasında çocuklar
    çoğu kişinin "çok abartılmış bir kitap, o kadar da bir numarası yok" demesine bakmadan okunması gereken kitaplardandır.

    j.d. salinger'in yer yer mübalağa sanatı yaptığı bölümler:

    - "ortalık elli milyon puro izmariti atılmış gibi kokuyordu."

    - "sonra d.b.'nin masasında, milyonlarca çekmeceyi açıp kapadığını, içlerini eliyle yokladığını duydum."

    - "zırva bir konusu vardı ama. ihtiyar bir karı kocanın beş yüz bin yıllık geçmişleri anlatılıyordu."

    bunun haricinde kitaptan birkaç güzel bölüm:

    - "bacak bacak üstüne atmış kızlar, bacak bacak üstüne atmamış kızlar, felaket bacaklı kızlar, rezalet bacaklı kızlar, harika görünen kızlar, bir tanısanız ne orospu olduğunu bileceğiniz kızlar. gerçekten güzel bir manzaraydı, beni anlıyorsanız eğer. bir bakıma, biraz da moral bozucuydu, çünkü durmadan hepsinin başına ne rezillikler gelecek diye meraka düşüyordunuz. yani liseden veya üniversiteden sonra. herhalde çoğu, sersem heriflerle evlenecek diyordunuz. hep o lanet arabalarının mil başına kaç litre benzin yaktığından bahseden herifler. golfte ya da pingpong gibi salak bir oyunda size yenildikleri için çocuk gibi kızan herifler. çok ters herifler. çok sıkıcı herifler. hiç kitap okumayan herifler."

    - "olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir. olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir."

    - "pencey'de cumartesi akşamları hep aynı yemek çıkardı. çok önemli bir şeymiş gibi. neymiş, biftek çıkarıyorlarmış size. bin kâğıdına bahse girerim ki, bunu yapmalarının nedeni, çoğu ailelerin pazar günleri okula çocuklarını ziyarete gelmesi ve bizim thurmer'in hesabına göre sevgili oğulcuklarına akşam ne yediniz diye soracak olmasıydı, o da 'biftek' diyecekti. iyi tezgâh, değil mi?. ki kimse ağzına sürmezdi., daha iyisinden hiç haberi olmayan orta kısımdakicküçük çocuklar dışında tabii."

    88 - franny and zooey - j. d. salinger - franny ve zooey

    dört büyük ant:

    "varlıklar sayılmayacak kadar küçük olsa da, onları korumaya and içerim;
    tutkular tükenmeyecek kadar çok olsa da, onları bastırmaya and içerim;
    dharma'lar ölçülemeyecek kadar çok olsa da, onların ustası olacağıma and içerim; buda gerçeği benzersiz olsa da, ona ulaşacağıma and içerim"

    walt bir keresinde waker'a, bu ailede herkes, eski hayatında yığınla kötü 'karma' biriktirmiş olmalı, diye bir laf etmişti. walt'un bir teorisi vardı: diyordu ki, dinsel hayat ve onun getirdiği bütün o acılar, çirkin bir dünya yarattığı için tanrı' yı suçlama küstahlığını gösteren insanlara tanrı' nın musallat ettiği bir şeydir.

    89 - aylak adam - yusuf atılgan
    - "öperken gözlerini görebilsem! yalnızca saçlarını görüyorum."

    dilenci için yaptığı tespit:

    - "üçüncü gün otomobil gidince dilenciye baktı. sigara içiyordu; ama acayip bir içişti bu. avcunda saklı sigarayı ağzına götürüp çekiyor, bakınıyor, dumanı yere yere üflüyordu. 'vay kerata, saklıyor! yoksa sigara içen dilenciye para vermezler mi?'

    geçenler avucuna para bırakıyordu. birden anladı. dilencinin niye beş gün gelip iki gün gelmediğini, niye hep bu vakit burada olduğunu artık biliyordu. güldü. yaman adamdı bu dilenci. insanların işten dönerken ucuza huzur aldıklarını biliyordu. cumartesileri, pazarları gelmiyordu."

    berberler için yaptığı tespit:

    - "nerede tıraş olursunuz beyim?"

    tümü de bu dümeni kullanırdı. hiçbiri ondan öncekini beğenmezdi. bir kere salt konuşmaktan kurtulmak için ingilizce bir şeyler geveleyince, herif yarı türkçe yarı el işareti acayip bir şaklabanlığa başlamış, sonunda fazladan iki buçuk lirasını almıştı. pantolon cebinden bir lira çıkarıp masanın ucuna koydu.
    - "tıraş bitinceye kadar konuşmazsan bu teklik senin olur; konuşursan geri alırım, dedi."
    öteki koltuktaki adamın gülerken dudağı kesildi. berberin neşesi kaçtı ama o rahattı.

    aşk için yaptığı tespit:

    temmuz 23'ün yanına yalnız iki kelime yazılmıştı:
    - "onu seviyorum."
    buna da inanmadı
    - "yalan! beni sevseydin o günün 23 temmuz olduğunu bilmezdin."

    evlilik için yaptığı tespit:

    - "yakında evleniyorum."
    sadık:
    - "beter ol, dedi. dilerim çocukların da olsun."

    ben kitabın kahramanı olan, hayatının aşkını arayan, kadınların hayali olan, erkeklerin öykündüğü bu c. denen adamı sevemedim. kitap güzeldir, tespitler iyidir, ayrı konu.

    90 - herkes herkesle dostmuş gibi - barış bıçakçı
    2000 yılında ilk baskısını yapmış. şimdi okunduğunda etkisi daha da artıyor, özellikle nostaljik öğelere değer verenler için muazzam bir kitap.

    - "bir daha yaşanmayacak. sadece hatırlanacak."

    - "umudun bittiği anlarda yanlış kararlar hiç verilmese."

    sonra göğsüne bastırıp bir güzel öpmüştü nazlı'yı alnından, koklamıştı alnını burnuna bastırarak, içine çekerek. "çiçek tarlası." demişti. "sen bir çiçek tarlasısın. üzerinde dolaşıp çiçeklerini eziyorum senin."

    her durduğunda yüzü kırış kırış bir adam kamyondan aşağı atlıyor, bir koşu dükkânın camına asılı yazıyı akıyordu: "süt 3 yoğurt 1"

    - "manav halden yüklemiş kamyonetini geliyor, kasaları ne güzel yanar."

    91 - la vie devant soi - emile ajar - onca yoksulluk varken
    romain gary bu kitabı emile ajar takma adı ile yazar. ve bu takma ad kendisine fransa'nın prestijli bir edebiyat ödülü olan goncourt ödülü'nü kazandırır. bu kazanım bir istisnadır. çünkü ödül her yazara sadece bir kere verilmektedir. yazar bu romandan önce ödülü zaten kazanmıştır ve bu romanla ödülü ikinci kez alır.

    kitap, fahişelerin çalışırken küçük çocuklarını emanet ettikleri eskiden kendiside fahişe olan yaşlı madam rosa'yı ve küçük momo'yu ele alır. kitap, momo'nun yaşadıklarını, madam rosa'nın başından geçenleri tatlı bir dille anlatır.

    momo'nun ağzından bazı güzellemeler:

    - "onu o kadar çok seviyordum ki, bir başkasına verdim. öylesine üzüntülüydü ki, çirkin olduğu görülmüyordu. o kadar ağlıyordu ki çişim geldi."

    - "bunlar nadine'in çocuklarıydı, okuldan dönüyorlardı ya da ona benzer bir şey. saçları o kadar sarı, giysileri o kadar güzeldi ki, düş gördüğünüzü sanırdınız. bunlar mağazanın önünde değil de içerde olduklarından çalamayacağınız cinste lüks giysilerdi, onlara kadar varmak için satıcı kızları aşmak gerekir. hemen bok gibi baktılar bana."

    - "madam rosa gördüğün en çirkin, en yalnız ve en mutsuz kadındır, iyi ki ben varım, yoksa kimse onu almazdı. neden bazı insanların her şeyi vardır? hem çirkin, hem yoksul, hem hastadırlar da birtakım insanların hiçbir şeyi yoktur, anlamıyorum."

    92 - a modest proposal - jonathan swift - alçakgönüllü bir öneri

    jonathan swift abimizin çok güzel noktalara parmak bastığı güzel bir hiciv kitabı.

    momus, "eleştiri" adındaki kötücül tanrıçanın oturduğu yerin yolunu tuttu. eleştiri, nova zembla'da karlı bir dağın doruğunda oturuyordu; momus onu mağarasında, midesine indirdiği sayısız kitaptan arta kalanların üzerine kurulmuş bir halde buldu. eleştiri'nin sağında, babası ve kocası olan, ihtiyarlığı nedeniyle artık gözleri görmeyen "cehalet", solundaysa yırttığı kitap sayfalarıyla onu süslemeye çalışan annesi "gurur" vardı. hareketli, göz boyayıcı, kendine güveni tam ama hoppa, olduğu yerde dönüp duran kız kardeşi "fikir" de oradaydı. fikir'in çevresinde eleştiri'nin çocukları gürültü ve küstahlık, ahmaklık ve kendini beğenmişlik, olumluluk, bilgiçlik ve görgüsüzlük oynuyorlardı.

    - "insanlar da toprak gibidir, bazen yüzeyin altında sahibinin frakında olmadığı bir altın damarı bulunur."

    - "üstün erdemleri olan birini hakkınca övmek zordur, üstün kötülükleri olan birini de hakkınca yermek zordur. ılımlı, vasat karaktere sahip insanlar söz konusu olduğundaysa her ikisini de yapmak oldukça kolaydır."

    - "yaşlandığımızda arkadaşlarımızı bizi memnun etmede gittikçe daha zorlanırlar, ama aynı zamanda memnun olup olmadığımız da onları gittikçe daha az ilgilendirir. hiçbir bilge adam genç olmayı dilemez."

    - "bazı insanlar bilgeliklerini saklamaya, aptallıklarını saklamaktan daha fazla özen gösterir.

    93 - dias y noches de amor y de guerra - eduardo galeano - aşkın ve savaşın gündüz ve geceleri

    eduardo galeano, insanın midesini düğümleyecek, insanın kendisine "ulan! biz nasıl bir ırkız amk?" diye sordurtturacak bir kitap yazar ve ortaya bu çıkar.

    - "o yıl guatemala'da resmi olarak 'barış yılı' ilan edilmişti. ancak artık hiç kimse gualan bölgesinde balık avlamıyordu, çünkü ağlara insan bedenleri takılıyordu."

    - "bir başka seferindeyse kötü kaderliler şampiyonası düzenlendi. sekiz yaşından beri fahişelik yapanlar, çocukları tarafından sokağa atılan kötürümler, açlık ya da dayak yüzünden kör kalanlar, cüzamlılar, frengililer, işlemedikleri suçlar yüzünden ömürleri hapishanede geçenler, kulağı bir fare tarafından kemirilmiş çocuklar, yıllarca bir yatağın ayağına bağlı halde yaşayan kadınlardan oluşan kortej, sokağı mucizeler avlusuna çevirdi. kötü kaderliler içindeki en kötü kaderliye uyduruk bir ödül vaat ediyorlardı."

    - "bolivya madenlerinde bir sürü çocuk var, ama yaşlı kimse yok. onlar, silis tozu yüzünden kartona dönüşmüş ciğerlerle otuz beş yaşına gelmeden ölmeye mahkûm insanlar. tanrı tek başına hepsine yetişemiyor."

    - "brezilya'da ilk işkence sonucu ölüm vakası 1964'te yaşandı ve bu ulusal çapta bir skandala yol açtı. onuncu işkence sonucu ölüm vakasıysa kendine gazetelerde zorlukla yer buldu. ellinci vakaysa 'normal' bir durum olarak karşılandı.
    kışın soğuk nasıl kabulleniliyorsa, makine de korkuyu kabullenmeyi öğreniyor."

    94 - the picture of dorian gray - oscar wilde - dorian gray'in portresi

    eğer oscar wilde türk olsaydı eserin adı ajda pekkan'ın portresi olurdu. bu kitabı okurken ajda adlı hanım kızımızı akla getirmeden okumak sanki olanaksız. çünkü elimizde bu dorian gray'leşme için yegane örnek kendisi.

    formosus: lat. heykel gibi güzel.

    - "kendi hayatının seyircisi olmak hayatın acılarından kurtulmak demektir."

    - "kendi kendini suçlamak tadına doyulmaz bir şeydir. kendi kendimizi suçladığımız zaman başkalarının bizi suçlama haklarını ellerinden aldığımızı düşünürüz. günahlarımız papaz sayesinde değil, itiraflarımız sayesinde bağışlanır."

    - "sevmediğimiz insanların acılarında size her zaman gülünç gelen bir yan vardır. "

    - "dostlarımı yakışıklılıklarına göre seçerim, tanıdıklarımı kişiliklerine göre, düşmanlarımıysa zekâlarına göre."

    95 - sult - knut hamsun - açlık
    açlık konusunun bu kadar ince ayrıntılarla anlatıldığı başka bir roman herhalde yoktur.

    açlıktan, elindeki son battaniyeyi satmak, gömleğinin düğmelerini satıp bir ekmek parçası almayı düşünmek, hatta tek yapabildiğiniz gazetelere köşe yazısı yazmak iken gözlüğünüzü satmaya çalışıp ekmek almak istemek.
    elinize geçen az bir para ile, "kurşun kalem mi yoksa ekmek mi alsam?" diye düşünmek.

    ve bütün bu olumsuzluklar içinde bile borcunuza sadık olmak, gururunuzdan başka yollara sapmamak.

    - "insanın birazcık ekmeği olsa! sokaklarda ısıra ısıra gidebileceği, bir küçük nefis çavdar ekmeği! hem yürüyor, hem de bu çavdar ekmeğini hayal ediyordum; şimdi yemesi ne hoş olurdu! açlık iflahımı kesiyordu; ölmeyi, yok olmayı özledim, duygudan ağladım. sefaletim bitip tükenmek bilmiyordu!

    - "gözlerimi açtım. uyuyamadıktan sonra neden kapalı tutayım? aynı karanlık, pusudaydı çevremde; düşüncelerimin tırmanmak isteyip de kavrayamadıkları , kavranmaz o siyah sonsuzluk! neye benzetilebilirdi acaba? bu karanlığı ifade edebilecek siyahlıkta bir sözcük bulmaya zorladım kendimi; fakat faydasız! söyledim mi ağzımı kapkara edecek şiddette siyah bir sözcük arıyordum."

    96 - hikayem paramparça - emrah serbes
    emrah serbes'in güzel kitaplarından biri. kitap içinde galip işhanı adlı bir hikaye var ki şahsım adına keşke kitabın adı o olsaymış.
    parça parça çok güzel tespitler barındırıyor. ve dünyaca bilinen bazı kitaplardan yaptığı alıntılar ile "vay anasına yavv" dedirttiriyor.

    kazancakis'in zorba'sının en sevdiğim cümlesi, "insanız affet." madam ortans ölüm döşeğindeyken girit'in ileri gelenlerinden biri geliyor, "bugüne kadar senin hakkında ileri geri konuştuysam kusura bakma, insanız affet," diyor. ölüm döşeğindeki ihtiyar bir fahişeye söylüyor bunu. onun affetmesi mühim çünkü. tanrı zaten affeder, konsepti bu, bağışlayıcı olmak. ama en güçsüz olanın konsepti bu değil, onun elinde tek silah var, affetmemek.

    mesela sırf kendisi gibi düşünmüyor diye sevdiği yazarı/sanatçıyı hemen yerin dibine sokanlar için:

    - "şunu çok sık duydum. 'falanca yazarı çok seviyordum, ama son yaptıklarından sonra onu bir daha okumayı düşünmüyorum.' demek ki dostoyevski'nin zamanında yaşasaydın, kumarbaz diye onu da okumayacaktın. yazarların özel hayatını unutmak lazım. yazarların söylediklerini fazla ciddiye almamak lazım. edebiyat tarihi şahane şeyler yazmış berbat adamlarla dolu."

    - "haberler doğru olsaydı onları güzel kadınlara sundurmak zorunda kalmazlardı. televizyon yalanın kalesidir."

    - "maddi bir kayıp olmadan manevi bir yükselişin imkânı yok. yoga kurslarının aylık ücretlerine bakın en basitinden."

    ungeduld des herzens * adlı eserinde, stefan zweig, "vicdan hatırladıkça hiçbir suç unutulmaz" der.
    aynı buna benzer bir köşeden yaklaşır emrah serbes dostoyevski'nin suç ve cezasına:

    en ücra karakterlerine bile ruhsal derinlik katan dostoyevski, lizaveta'yı niye derinleştirmiyor? bu iyi kalpli kıza niye replikli figüran gibi davranıyor? raskolnikov, sonya'ya suçunu itiraf ettiğinde anlıyoruz niye öyle yaptığını. çünkü sonya cinayet itirafını duyunca, "sen o insanlara ne yaptın böyle?" demiyor. "sen kendine ne yaptın böyle?" diyor. raskolnikov ne yaptıysa kendine yapmıştır. kurduğu dünyanın azabını çekmektedir. bu vurguyu arttırmak için lizaveta'nın acısı görünmez romanda. lizaveta'nın ölümü hukukun konusudur. dostoyevski ise bize daha yüksek bir hukuktan bahseder. suçun cezasından kaçabilirsin, ama vicdanın azabından kaçamazsın diyen bir hukuktan.

    - "maddi durumun kötüyse kendini sevdirmek zorundasındır."

    97 - uzak - oruç aruoba
    kitabın başında tavşan beslemek ile ilgili bir 15 sayfalık bölüm var ki, insana "ulan, felsefeciler demek ki böyle böyle felsefe yapıyor" dedirttiriyor. normal insan için tavşan tavşandır. havuç yer, hızlı ürer, korkar, donnie darko, gözüne ışık tutulursa olduğu yerde donup kalır, bugs bunny.

    ama bu tavşanı bir felsefeci ele alırsa işte neler olur neler.

    bu bölümden sonra; özlem, özlemek, özlenmek, özlenen, özleyen gibi kelimeleri daha dikkatli bir düşünmenizi sağlayan bir bölüm var, işte orası insanı derin düşüncelere salıyor.

    - "beklenen daha gelmemiştir; özlenen artık gitmiştir."

    - "özlemek, göremediğini 'düşünmek' değil, görmektir."

    - "özlemin koşulu ayrılmaktır, ayrılıştır."

    - "özlem, görememenin yoğunluğudur."

    özlem, şimdi burada, senin bulunduğun yere yağan yağmurun, o'nun bulunduğu yere de yağması konusundaki ikircikliğindir:
    "keşke, burada, yanımda olsa da, yağmur birlikte yağsa üzerimize."
    "keşke, orada, yağmur yağmasa üzerine de, ıslanmasa..."

    özlem, şimdi gidip uyuman konusunda da ikircikliğindir:
    - "o, şimdi uyuyor mu? uyuyor olsa da, yarın yorulmasa..."
    - "o, şimdi uyumuyor mu? uyumuyorsa, beni düşünüyor olsa, ben de gidip uyumasam."
    işte, diğerkâmlık ile hodkâmlık arası bir şeydir özlem. özlenenden yola çıksa, özleyene; özleyenden yola çıksa, özlenene, yönelen...

    098 - ein hungerkünstler - franz kafka - açlık sanatçısı

    ilk acı
    küçük bir kadın
    açlık sanatçısı
    şarkıcı josephine ya da fare ırkı

    adlarında dört kısa öyküden oluşan franz kafka kitabı.

    açlık sanatçısı adlı öyküden:

    - "pekiyi, neden aç kalmak zorundasın?"
    - "çünkü, tadı hoşuma giden bir yemek yok. böyle bir yemek olsa, asla bu ünün peşinde koşmaz, sizin gibi, diğer insanlar gibi karnımı bir güzel doyururdum."

    rating kavramının başlangıçlarından biri olarak bunu gösterir m. kamil utku:

    - "açlık sanatçısının aç kalacağı süre, menajerinin dayatmasıyla, kırk gün olarak sınırlandırılmıştır. bu sınırlama, açlık sanatçısının sağlık koşullarını gözetmekten kaynaklanmaz. sorun, izleyici kitlenin ilgisinin kırk gün sonunda azalmaya başladığının tespit edilmesidir."

    099 - la casa de papel - carlos maria dominguez - kağıt ev
    - "kimse bir kitabı kaybetmek istemez. bir daha okumayacak olsak da başlığında eski, belki de kaybolmuş bir duyguyu taşıyan bir kitabı kaybetmektense bir yüzük, bir saat veya şemsiye kaybetmeyi yeğleriz."

    eğer bunu yeğleyen kişilerdenseniz bu kitap size çok satırın altını çizdirtecek.

    - "kitabı zarfın içine, zarfı çantama koydum ve çalışma masamın tozunu bir hırsızın itinasıyla temizledim."

    - "çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan daha zordur."

    - "yelkenlilerin, eski tuğla tersanelerin, vinçlerin, gemilerin, denizcilerin ve martıların arasında dolanırdım. ne zaman oraya dönsem yapardım bunu; sanki bir şehrin sırtında ve önsözünde taşıdığı bir gençlik kitabının sayfalarına dönmek gibiydi. fakat burnu havada lokantalar, çatı katları, kafeteryalar ve kapıcılar buldum karşımda; hepsi öylesine değişmiş, gururla sunulmuş ve fena halde pahalı bir dünyaya aitti ki fırlatılmış bir taş gibi kaçtım oradan."

    - "çünkü bir koleksiyoncu için yangın sözcüğü düşlerin yanıp kül olmasıyla eş değerdir."

    100 - ein landarzt - franz kafka - bir köy hekimi

    01- yeni avukat
    02- ein landarzt *
    03- galeride
    04- eskiden bir yaprak
    05- kanun önünde
    06- çakallar ve araplar
    07- maden ocağını ziyaret
    08- en yakın köy
    09- imparatorun haberi
    10- evin beyinin tasası
    11- on bir oğul
    12- kardeş katili
    13- bir düş
    14- ein bericht für eine akademie *

    adlı öykülerden oluşuyor.

    yine güzel betimlemeler mevcut, mesela çakallar ve araplar öyküsünden:
    - "bir çakal hemen leşin boynuna atıldı, usulca atardamarı bulup dişlerini geçirdi. denetimden çıkmış bir yangını umutsuzca söndürmeye çabalayan küçük bir pompa gibi çalışıyordu.

    101 - über die dummheit - robert musil - ahmaklık üzerine
    öğle tatili arasında okuyup bitirebileceğiniz, cüzdanınızla beraber arka cebinize koyup gezdirebileceğiniz bir cep kitabı.
    ahmaklık ile ilgili ince tespitlere sahip, zaten hepi topu 69 sayfa.

    - "ahmaklığa karşı en önemli çare, 'alçakgönüllü olmaktır'. alçakgönüllülük ise, gücün ve iktidarın tadını aldıkça bazı kişilerin uzaklaştıkları bir erdem."

    görüşlerin zaman içinde ne kadar değiştiğine dair küçük bir örnek vereyim; eskiden iyi bilinen bir psikiyatri ders kitabında: "adalet nedir?" sorusuna verilen, "ötekinin cezalandırılması!"şeklindeki yanıt, embesillik örneği diye sunulmuştu; oysa günümüzde bu soru ve bu yanıt, üzerinde çok tartışılan bir hukuk anlayışının temelini oluşturur.

    buraya kadar sıkılmadan okuyanlar için 2. bölüm:
2098 entry daha
hesabın var mı? giriş yap