• düzyazı edebi metinlerde oldukça çok kullanılan betimleme tekniğidir. hatta zaman zaman benim de kullandığım

    "... güneşi kapatan bulutların bir ucu maviye uzanan bir iskele sanki." ifadesinde olduğu gibi

    ve insanın içindeki karışık ve yer yer zarar verici sertlikteki duygu halini dışavurmasını sağlayan deniz imgesi ve bir kurtuluş, çıkar bir yol veya ulaşılmak istenen ülküyü temsil eden iskele imgelerinin vurgulanmasından oluşuyor. öyle ki, sevgili olunmak istenen insanı da bu karmaşaya çekmeyi denemek yerine, kişiye duyulan karşılığı olup olmadığı bellisiz ve neredeyse umutsuz sevgisi ağır basan ve iskeleye ulaşmayı denemektense kendi denizinin içine gömülen bir yazar görüyoruz.

    bir okur olarak kendime soruyorum: denizin dibine gitmek mi yoksa bütün karmaşam-denizimle ona sarılmayı denemek mi daha mantıklı? en fazla tecrübelerime dayanan bir yorum yapabilirim. bir kere bunu denediğimde o sırtını döndü ve hepimiz biliriz denizden çıkınca ne kadar üşüdüğümüzü. o çalkantılı deniz, o sıcak deniz istediği kadar karışık olsun koşulsuz kabul eder sizi. beni de etti ve bir süre iyiden iyiye karanlığa gömdüm kendimi.

    ta ki o elimi tutana kadar. umudun ve inancın geri geldiğini hissetmiştim damarlarımda. ama bu tamamen farklı bir konu. daha sıkıcı olmadan bırakıyorum yazmayı.
  • bir sorunu parçalarına ayırarak çözmek. bir alanı parçalarına ayırarak açıklamak. bir bütünü mantıksal parçalarına ayırış: bu ayırışın yöntemi.
  • analiz etmek, işleyen veya işlemeyen bir bütünlüğü anlamak üzere, işe yarar veya tutarlı birimsel yapılar ve yasalar ve kurma çabasıdır. birimine dek indirgeyerek yapıyı anlaşılır kılma. parçalayıçı görünürleştirme. adı üstünde çözümleme. analiz minimali, birimi, birimin bile alt düzeyini kurma etkinliğiyle yaratıcıdır, başarılı başarısız yaratma ayrı bir konu.

    ***
    bir dostun hakkımdaki zılgıt analizi:
    "buna sadece kişilik çözümlemesi değil de genel bir değerlendirme diyelim...

    her şeyden önce karizmatiksin. evet bunu görmeden söyleyebiliyorum. çünkü karizma sadece orantıyla ilgili bir şey değildir. ruh hali, birikim, cesaret vs de işin içindedir. o yüzden karizmatiksin.

    entel dantel bir adamsın. bunu zaten biliyoruz. sağlam mürekkep yalamışsın. ama bu da tek başına yeterli değil. doktor kocasından dayak yiyen kadın öğretmen arkadaşım vardı. üniversite eğitimi çok da gözde büyütülecek şey değil. eğitimi olmayan bir balıkçı hayatın sırrına ulaşabilir. hah işte sende ikisi de var. hem okullu hem alaylı. nasıl okulun üzerine bir şeyler kattıysan hayatının üzerine katmak için de uğraş içinde olmuşsun hep.

    acayip zekisin. bu kadarı fazla. hayır kıskanmıyorum -yani belki azıcık. ama daha çok üzülüyorum. çok yanlış ülkede doğmuşsun. bu memlekette bu zeka sadece mutsuzluk. bunu da kendine bulduğun uğraşlarla çözmüşsün. kitaplarında, hobilerinle...

    şimdi buraya kadar gayet normal, akıllı, işinde gücünde insanlardan bir adam gibi her şey... cıkk! değil işte. zıtlıkların adamısın aynı zamanda. diğer yandan bela ve macera peşinde koşan bir yanın var -o deli tarafın işte. yani pek çok konuda şanslı azınlıksın. iyi bir işin, evin, çocuğun, vs var. dur bi otur oturduğun yerde di mi? ama yok! özündeki deli taraf buna izin vermiyor. bir motosiklet yolculuğu anlatmıştın bana... benzinin bitmiş de, yağmurun altında hız yapmışsın da... hatırladın mı? işte bir sürü insana felaketler silsilesi gibi görünecek olan o yolculuktan sen eminim çok çok zevk aldın. hatta o yaşadıkların yaşam motivasyonun, hayatının yang kısmı. malum yin yang denge üzerine kuruludur. senin denge ise bazen yalpalıyor. neden? çünkü bazı konularda hayatı yeni yeni tanıyan ve gördükleri karşısında sevinçli bir şaşkınlık yaşayan bir çocuk gibisin. bu yaşına ve bütün yaşam birikimine rağmen bir çocuk tarafın var. bir tarafı hala fethiye'de kalmış bir çocuk.

    sert değilsin mesela. öyle pata küte bi yanın yok. kavgadan kaçmazsın ama bile bile dalmazsın. (atarlı yanın hariç. o hep var, beşkazalı olmanın sonucu.) aslında kaçmazsın derken onu bile hayatı deneyimlemek olarak görürsün. hatta eğlenceli bulursun.

    acayip eşitlikçisin herkese karşı. senin bu dünyada muhabbet kuramayacağın, söyleyecek laf bulamayacağın kimse yok. herkesle her şeyi konuşabilirsin. küçümsemeden. amaaa, evet, hep dediğin gibi ukala ya da kendini beğenmiş bir tarafın da var. bunu kimseye belli etmiyorsun, insanların yüzüne vurmuyorsun, kendi içinde yaşıyorsun. hani hakikate ermişsin de amaaan diyosun. ingilizce öğretmeni bir arkadaş vardı kara kuşak sahibi, şakayla karışık 'kaç kişiyi dövdün şimdiye kadar,' demiştim; o da 'bir insan dövüşmeyi ne kadar iyi bilirse o kadar az dövüşür,' demişti. seninkisi o hesap işte.

    erkeklerle iyi anlaşıyorsun. erkekler arasında kendini daha rahat hissediyorsun. kadınlara daha çok deneysel yaklaşıyorsun. merak ediyorsun. kadın cinsini tam olarak çözememişsin çünkü. evet iki evliliğe ve bir sürü fingirdeşmeye rağmen. yani kuşkusuz klasik erkek libidosu da devrede, andropoz öncesi erkek azgınlığı -azgın teke modu. ama işte, sen seks olmasa da kadınları çözmeye çalışıyorsun daha çok. bu sana daha çok zevk veriyor. aslında sadece kadınlara değil tüm yaşama karşı var bu deneysel tavır. (bu arada araya şunu sıkıştırayım, bazı insanlar aşka, aşık oldukları kişiden daha çok tutkun olurlar, sen de öylesin. aşık olma duygusunu seviyorsun.) bu noktada ortaya şu çıkıyor: bu bilim adamı tavrı ile birilerinin evladı, birilerinin eşi, birilerinin babası olan ibisile çelişiyor, daha doğrusu kavga ediyor. bu kavgayı çoğunlukla bilim adamı olan taraf kazanıyor. işte sosyal ilişkilerini zedeleyen kısım da bu. çünkü bilimde duygu yok. bu seni, ne olursa olsun ben haklıyım noktasına getiriyor. o dikine giden ibisile bu işte. bu tavır aynı zamanda koleksiyon yapmak gibi. şöyle ki, sana bir zamanlar psikolojik roman yazmalısın demiştim. hatırlar mısın bilmem. o zaman seni daha az tanıyordum ama bence doğru saptama yapmışım. çünkü sen sanki hayatı romanı için malzeme toplar gibi yaşıyorsun.

    peki, hiç duygusal tarafın yok mu? var tabii ki. zaten balıksın duygusal olmaman mümkün değil. o yönün de sanatçı kişiliğinde ortaya çıkıyor. duygusal kısmını sanatçı yönüne kanalize ediyorsun.

    belirsizlikleri de seviyorsun. belirsizlikler o maceracı ibisile'nin iştahını kabartıyor. o merak duygusu, ne çıkacak ne olacak falan derken seni canlı tutuyor. o yüzden belki o macera dolu yolculuklar var hayatında.

    eleştirilmeyi sevmiyorsun. bu özelliğini de kendini beğenmişliğine bağlayabiliriz bana göre.

    sözcüklerin peşine düşmek, belki de hayatında kendin için yaptığın en hayırlı işlerden biri. çünkü o uğraş sendeki açlığı doyuruyor. macera arayan ibisile ile öğrenme açlığı olan ibisile orada aynı potada buluşuyor.

    bütün bunların ışığında, evet bencilsin. kötü bir insan olmadığın için bencilliğin sadece kendi hayatının içine sıçıyor, o kadar. bu yüzden de senden iyi dost ama kötü koca oluyor işte. senin dar çevrene girmek riskli, geniş çevrende olmak eğlenceli bence."

    beni, olasılıkla dağlı, şiddet bilen, net güce dayalı, sert ve coşkun yanım kızılderilimsi yapıyor. bu, bakışlar mayalar tarihöncesi kitabımdaki efelik ruhu yazıma yansıdı diyebilirim. ama ilk özgün çocukluktan sonra ovada, gurbette, toplumda kazandığım iletişim yetileri bunu dengeliyor veya kısmen örtüyor. kabul edilebilir, çağdaş, şehirli gibi görünüyorum, öyleyim de. ovada kazandıklarımın bir kısmı, bir ovalı olan annemden devralınma aynı zamanda. anamla babamın zıt kutuplar özellikleri bende tek bedende.

    öteki biri assisili yani allah'ın garibi notları hakkında dedi ki:
    [sizsiniz bu, hep siz
    mesela yağmurunuz hep vardı
    ağlamalardan bildiğiniz. nedeni belirsiz ağlamalar
    sevgi mi bu? ne bu, aslında ne?
    çocukken başlamıştı sizde olan
    yağmur damlalarına aşkı doğuştan bilensiniz.
    bu nedenle geldi yağmurunuz aslında.
    denize aslında damla damla
    damlaya aslında deniz olduğunu anlatmaya çalışacak olansınız ayrıca.
    evet dudaktan olmalı bu, iletişimle, ama hangisi?
    yazılı, evet bence de.
    şimdi bu benim inancım mı? değil
    aslında insana dair inançlı değildim ibisile
    iletişime, yazmaya inanmazdım
    artık, insana dair herhangi bir çıkış olacaksa, sadece bununla olabilir inanıyorum.
    işte buna inanır haldeyim.
    sonunda insana dair bir inancım var!
    sevgiyle bir olmak. belki düş'lerimde sadece
    yalnız uçan kuş olmak, denizde yüzen dalan çıkan balık
    kolonisine isyankar işçi karınca
    ayaza rağmen inatla çiçek açan meyve ağacı
    seçemiyor insan, hepsi güzel bunların, hepsi ben olmalıyım
    evet hepsi benim.
    tutunuyorlar. gidemezler bir yere
    benim düş cennetime lazım onlar
    sizin yaşadığınız belki de]

    ***
    "hangi yollara başvurabilirim? susmaya mı? susma kavga isteğini ancak körükler; öyleyse tartıştırmak, yumuşatmak için yanıt vermek zorundayım. uslamlamaya mı? hiç kimse ötekine söyleyecek söz bırakmayacak kadar arı bir özden yapılmamıştır. kavganın kendisini çözümlemeye mi? kavgadan üst kavgaya geçmek yeni bir kavga başlatmaktan başka bir şey değildir. kaçmaya mı? önceden gerçekleşmiş bir dağılmanın göstergesidir bu: çift şimdiden dağılmıştır: aşk gibi, ağız kavgası da her zaman karşılıklıdır." roland barthes - fragments d'un discours amoureux

    (bkz: analiz/@ibisile), psikanaliz/@ibisile
    (bkz: ben kendim/@ibisile)
  • eski yunanca'da "bileşik olanı ayrıştırma" anlamına gelen analysis sözcüğünden türetilmiş terim. en genel anlamda, bir bütünün kendisini oluşturan parçalarına ya da öğelerine ayrıştırılması; bir konuyu yalın bileşenlerine ayırarak açıklamak; bir sorunu parçalarına ayırarak inceleme yöntemi; bir öğretiyi, bir kuramı ya da bir kavramı açıklığa kavuşturmak için yalın bileşenlerine ayırma işlemi. çözümleme, "parçalarını birleştirerek bir bütünü anlamaya çalışmak" demeye gelen bireşimin (synthesis) karşıtı olarak "bir bütünü parçalarına ayırarak anlamaya çalışmak" demektir.

    metafizik, mantık ve ahlak dizgeleri oluşturmak (bireşim) ile önemli düşünceleri açıklığa kavuşturmak (çözümleme) daima felsefecilerin belli başlı amaçlarını oluşturur. kimileyin bireşim ile çözümleme, bir bakış açısından çözümleme olduğundan ötürü, kesin bir şekilde birbirlerinden ayırt edilemezler. sözgelimi platon'un devlet'i hem adil bir toplumun düşüncede oluşturulması olarak hem de adil bir toplum çözümlemesi olarak görülebilir.

    çok uzun zamandan beri kıta felsefesi bireşime, ada (ingiliz) felsefesi çözümlemeye yönelimlidir. descartes'a göre kavramların çözümlenmesi çözümleme yoluyla elde edilen açık ve seçik düşüncelere dayanan bir bilgi dizgesi oluşturmak için ön hazırlıktır. spinoza belirli sayıdaki tanım ve ilksavdan geometrik bir tanıtlamayla çıkarsadığı bir dünya görüşünü oluşturmak, onu dizgeleştirmek için uğraşmıştır. öte yandan ingiliz felsefeciler, özellikle de deneyci olanları, düşünceyi ve deneyimi temel öğelerine ayrıştırmak eğilimindedirler. 20. yy.'ın russel, moore ve wittgenstein dahil olmak üzere pek çok önemli felsefecisi "felsefece çözümleme"nin en uygun felsefe yöntemi olduğunu savunurlar. ne var ki çözümleyici felsefenin uygulayıcıları ne tür şeylerin çözümlenmesi gerektiği konusunda hemfikir değildirler. sözgelimi moore felsefesinde duyu verilerini bileşenlerine ayrıştırma işine ağırlık verirken, felsefeye "dilsel dönemeç" verilmesinde düşünceleriyle başrolü oynamış wittgenstein bambaşka bir yoldan ilerlemiştir.

    çözümleyici felsefeciler en genelde kavramları ve önermeleri çözümlemeye çalışırlar. bu çözümleme kavramsal çözümlemedir. kavramsal çözümlemeyi birbirini izleyen beş savın birleşimi olarak tanımlayabiliriz:
    1- içerik savı: bir kavram kendine özgüi tekilleştirici yapıları ve bağıntıları olan, gerçek ve olası nesneler dizisine ya da diğer kavramlara karşılık gelen uygulamaları bulunan genel bir içeriktir.
    2- dilsel sav: bir kavram özneye ilişkin bir ifadenin anlamıdır; bütün bu türden sözcüklerin gündelik konuşmada tümcelerin oluşturulmasında kullanılan bağlamda anlamları vardır.
    3- kipsel sav: kavramsal içsel bağlantılar ifade eden her doğru önerme zorunlu ve çözümleyicidir.
    4- bilgi savı: tamamıyla kavramsal bir çözümleme önemli ölçüde a priori üretir. bu bilgi ya kavramsal içeriklerin tanımsal çözümlemesi yoluyla doğrudan ya da aşkınsal uslamlamalarla dolaylı olarak doğru bilinen çözümleyici önermelerle ifade edilir.
    5- üstfelsefece sav: bütün felsefi sorunlar ya da hatalar kavramların yanlış anlaşılmalarından kaynaklanırlar ve uygun kavramsal çözümlemelerle düzeltilebilirler.

    birtakım felsefeciler görevlerinin, dahası felsefenin temel ödevinin çeşitli türden tümcelerin çözümlenmesi olduğunu düşünmektedirler. bu çözümleme dilsel çözümlemedir. dilsel çözümleme terimi ingilizce konuşulan dünyada çok yaygın olan genel bir felsefe yöntemi için kullanılmaktadır. bu felsefeciler kendi aralarında sözgelimi metafiziğe yakınlık uzaklık derecelerine göre ayrılırlar. bu felsefecilerin yöntemi, yaşayan dildeki sözcüklerin, tümcelerin gerçek kullanımı üzerinde odaklandığından ötürü kesinlikle dilsel de olsa kelimenin tam anlamıyla çözümleme olarak adlandırılamaz. bütün dilsel çözümlemelerde ortak nokta, felsefi sorunun çözümüne yönelik ilk adımın sonunu doğuran alandaki anahtar sözcüklerin incelenmesi ve onların gerçekte nasıl kullanıldıklarının belirlenmesi olduğuna duyulan inançtır.
  • optik sistemlerin verebildigi ayrinti miktari. ne kadar yuksek cozumleme, o kadar yuksek detay anlaminda. buyutme oraniyla ilgili degildir.
  • (bkz: tahlil)
  • (bkz: analiz)
  • jack bauer: chloe'cim, kınalı kuzum, sana kaç kere dedim pda.min şarjı azken bana yüksek çözümlemeli nsa uydu görüntülerini yollama. sıçtın ağzıma, al işte çaktı alet.
    chloecik: ama jack, pda şarj seviyen %90 gözüküyoooooooooooo (nerden görüyon lan)
    jack abi: çıktıları yolla cevahir pasajına, bari altmış altıncı çocuğu tutalım düşmeden
  • (bkz: analitik)
hesabın var mı? giriş yap