• farkındalık arttıran eşsiz bir hikayedir.

    ekrem demirli'nin okuma kayıtları:
    https://www.youtube.com/…9ee1_swdyeibifspkkwwmgberz
  • simurg yani otuz kuşun destanı, tasavvuf şiiri. kitabın başlığı kuş dili, kuşlar öykülerle, mesellerle birbirleriyle konuşuyorlar. genel çevirmen ve yol gösterici hüthüt (hudhud, hudhud kuşu, çavuşkuşu) her birinin özrünü, psikolojisini, direncini dinliyor da yola sokma gayretini artırıyor. anılan kuşları daha disiplinli kaydetmeli ama başlıca hangileri varmış özetleyebiliriz: kumru, dudu (dudu kuşu), doğan, turaç, keklik, tavus, kuyruksalan, sülün, üveyik, şahin, hüma (hüma kuşu), puhu (puhu kuşu), kaz.

    feridüddin attar'ın farsçanın klasiklerinden olan kitabı mantıku't-tayrabdülbaki gölpınarlı mantık al-tayr adıyla türkçeleştirmiş. nazım değil nesir, çok duru ve anlaşılır. ilginç bir türkçe sözcükle beni ilk kez karşılaştıran kitap oldu bu çeviri: dipnot anlamındaki açılama. bu açılamalar dizininden bir de hoşgeldin bilgilenmesi aktarayım:

    eskiden kölelerin kölelikleri ve/veya sahipleri belli olsun diye belleri dağlanırmış. bu dövmenin* tarihsel kökenlerinden biri. kölelerin kulağına halka geçirmek* de adetmiş. bektaşi, haydari, kalenderi vs batıni-şii tarikatlarda ehl-i beyte kul olma* göstergesi niteliğinde dervişlerin kulağına küpe takılması* adetmiş.

    gölpınarlı'nın kendisinin açılamayı cümle içinde kullanışı: "ayrıca elimizdeki metinlerin bazısında bulunmayan hikayelerle yıldızla ifade edilemeyecek farkları açılamamızda yazdık."

    abdülbaki gölpınarlı, feridüddin attar'a önsözünde şöyle yorumlar: "attar, bizce halk hikayelerini tespit etmiştir. mevlana da bu yolda attar gibi hareket etmiştir. sonradan bu hikayeler büsbütün taammüm etmiş, yüksek zümreye de geçmiş ve söylendikçe söylendiği zamanın hususiyetlerine bürünmüştür." devamen başka bir karşılaştırma yapıyor: "bunları, hele mesnevi'deki harikulade şiir parçalarını "mantık al-tayr"da bulamayız. "mantık al-tayr", vahdeti vücud'un* ilmini yapmayan ve adeta halka, halkın anlayacağı hikayelerle bu felsefeyi sunan serbest, fakat tamamıyla mantıki düşünceli ve temkinli bir sofinin eseridir."

    [isa'da bir iğne bulunduğunu gördü... bu yüzden onu dördüncü kat gökte yüzüstü bıraktı!]

    [bir kayadan dişi deve çıkarır... sarı öküzü feryada figana getirir.]

    [gönlü coşup köpüren, başına testere konduğu halde hiç seslenmeyip susan zekeriyya'yı*;]

    [şeriat güneşi, yakıyn denizi, alemin nuru, alemlere rahmet olarak gönderilen* peygamber!]

    [ululuk ve yücelikle iki kıbleye namaz kılmış, gölgesizliğinin gölgesi doğuyla batıya yayılmıştır.]

    [ay, parmağının bir işaretiyle yarılmış... güneş batmışken bir emriyle tekrar doğmuştur.]

    [mahşer günü baştan başa bütün diller mahvolur, ancak onun dili kalır, arapça konuşulur.]

    [can simurg'u gördü mü, musa bile dehşete düşer, üveyik kuşuna döner!]

    [ey kerem sahibi, kilimden başını kaldır da kelim'in bile yüce kadrine ayak bas!]

    [musa da onun vardığı makama vardı, ama tanrı'dan ona "ayakkabılarını çıkar!" diye ses geldi.]

    [dinin en ileride geleni, en büyük sıddıyk*, hak kutbu... her şeyde herkesten öndülü kapan, herkesten ileri giden!]

    [dağda mağarada dili daima "hu" desin diye ağzına taş almıştı; onun hikmeti buydu;]

    [söz söylemeye başladı mı, hakikat gönül yolundan gelir, gözünün önünde belirir, dilinden meydana çıkardı.]

    [*gayb aleminde gizli olan şeyler hatırındaydı hep... onun için elini koynundan çıkardı, yed-i beyzayı gösterdi.

    eli, apaçık yed-i beyza olmasaydı, hiç zülfekar* o elde karar kılar mıydı?]

    [bilal'i* hadsiz hesapsız dövmedeydiler. vücudundan kanlar akıyor, fakat hiç aldırmıyor, sadece, "ahad, ahad!" diyordu.]

    ["ben kendimi bile bilmez, tanımazken, artık başkasının işleri hakkında nasıl kıyaslar yapar, başkasını nasıl tanıyabilirim?" dedi rabia.]

    [belimde senin kulluk kemerin... habeş kullar gibi dağınla dağlandım*, senin kulun olduğuma nişanem var!]

    [dedi ki: "ey kuşlar, tanrı tapısının çavuşu da benim*, gayb habercisi de ben!"]

    [bir bülbülün simurg'a takati olmaz ki... bülbüle bir gül sevdası yeter.]

    [ben*, kuşların hızır'ıyım; ondan dolayı yeşiller giyinmişim. olur ya, belki hızır'ın içtiği abıhayatı ben de içerim.]

    [can, sevgiliye verilmek içindir... ancak bunun için işine yarar. can verirsin* de, bir an olsun sevgiliye kavuşursun.]

    [söyle... bu, insanların hayırlısı olan muhammed'den başka kimdir ki? tanrı onu "mazagalbasar" diye övdü.]

    [her an güzelce gusletmekteyim*... seccademi suya sermişim ben*.]

    [hüthüt dedi ki: "ey sudan hoşlanan! su, canını ateş haline getirmiş!"]

    [meczup dedi ki: "iki alem de... yukarısı; aşağısı... hepsi bir katre sudan ibarettir. hakikatte ne vardır, ne de yok!"]

    [ben*, taşla ateş arasında kaldım... hem şaşırmış bir haldeyim, hem perişan bir halde!]

    [tekrar dünyaya gelme imkanını bulsam, padişahlık yapmak şöyle dursun, külhan yakar, külhancı mahmud* diye anılırdım!]

    [*denizden bir katre suyun eksileceğini düşünürüm*. kıskançlık ateşi yüreğimi yakar kavurur.]

    [defineye, altına aşık olmak, kafirliktir. altından put yapan kişi samiri sayılır!]

    [ben* onun adamı değilim, bari kuyu içinde kendi yusuf'umu arayayım ben!]

    [kıskançlık ateşi parlayıp durmadadır. yusuf sevgisi aleme haramdır.]

    [kimin gölgesi olduğunu bildin mi, ister öl, ister yaşa... her şeyden kurtulur, hiçbir şeyle mukayyet olmazsın.]

    [gah sokağa çıkar, şebdiz'ini sürer, yüzüne gülgun bir nikap salardı.]

    [her şey , simurg olsun, çil murg olsun (otuz kuş olsun, kırk kuş olsun), odur. ne görsen gör, simurg'un gölgesidir.]

    [aramızda gizli, kimsenin sezmediği, bilmediği bir yol var... onu görmedikçe bir an bile rahat edemem.]

    [zahiren onu sorar; ondan bir haber almak isterim, ama hakikatte onun ne halde olduğunu bilirim ben*.]

    [ister zahit ol, ister kötü kişi... canını terk ettin mi, aşıksın.

    gönlün canına düşmandır... canını terk et, at yola... canını attın mı, yol biter.

    yol bağı candır; ver canını*... ondan sonra perdeyi kaldır, sevgilinin yüzünü gör!

    sana imandan çık derlerse... candan vazgeç diye hitap gelirse

    bunu da ver, onu da... imandan vazgeç, canını feda et!

    inkar eden, bu olmayacak şey... böyle şey caiz değil derse, de ki: aşk küfürden de yücedir, imandan da!

    aşkın küfürle, imanla ne işi var? aşıkların bir an bile olsa canla uğraşmak işleri mi?

    aşık, bütün harmanı ateşe verir... başına testereyi korlar, sabreder, tenini biçtirir!

    aşka dert ve gönül kanı gerek... aşkın hikayesi bile müşkül olmalı!

    saki, kadehe ciğer kanını dök! derdin yoksa, bizden ödünç al!

    aşka perdeleri yırtan bir dert gerek... gah canın perdesini yırtmalı, gah dikip perde altında gizlemeli!

    aşkın bir zerresi, bütün alemden iyidir... derdin bir zerresi, bütün aşıklardan iyi!

    aşk, daima kainatın içidir, ama dertsiz aşk, tam aşk değildir.

    meleklerde aşk vardır, dert yok... dert adamdan başka bir mahlukta bulunmaz.

    aşkın kafirliğe yakınlığı var... kafirlikse yoksulluğun içyüzü!

    yola ayak basan, bu yolda ayak direyen, küfürden de geçer, islamdan da!]

    [kim o dilberin zülfüne gönül verirse, zülfünün havasıyla zünnar bağlanır gider.]

    [çenesinde gümüş bir kuyu* vardı... isa'ya benziyordu; sözü canlıları, ölüleri diriltmekteydi.]

    [şeyh tamamıyla elden ayaktan çıktı, ele avuca sığmaz oldu. orası sanki ateşlerle doluydu, o da ayağıyla gitmiş, kendini ateşlere atmıştı.]

    [şeyh dedi ki: "bundan daha artık* pişmanlık mı olur... neden bundan önce aşık olmamışım ki?"]

    [kız, "a yıl yaşamış koca kişi, utan... sen gayrı kendine kafur ve keten* tedarikine bak!

    nefesin soğuk... benimle hemdem olma... ihtiyarlamışsın, canınla oynamaya kalkışma!"]

    [kız dedi ki: "bu işe sağlam yapıştıysan, müslümanlıktan el yumalısın.

    sevgilisiyle aynı renge boyanmayanın sevgisi renkten, kokudan başka bir şey değildir!"]

    [şeyh, "yolumuzu vurup kesen şeytan, ne de güzel vurup kesmekte... bizi ne de güzel azdırmakta. söyle, vursun, durmasın." dedi.]

    [şeyhi muğların yurduna götürdüler; dervişler feryad ve figan ederek kalakaldılar!]

    [takva ile aşk uyuşamaz. aşkın sonu kafirliktir, bunu unutma!]

    [içindeki domuzdan haberin yoksa, mazursun ama yol eri değilsin!]

    [dostuna dost olan, ondan ayrılmayan kişinin, dostu gavur olsa, beraberce gavur olması lazım!]

    [ne söylerlerse olağandır... bu yolda olur; rahmet, ümitsizlik, hile, eminlik... hepsi mümkündür.]

    [aşk bir adamın adını sanını kötüye çıkarıyorsa, süprüntücülükle, hacamatçılıkla şöhret bulmaktan daha iyi ya gene. nihayet, aşık diyecekler!]

    [aşk ağacının meyvesi muratsızlıktır. kimin dileği, isteği varsa; söyle ona, başını alıp buradan savuşsun!]

    [sen bu denizde yüzdükçe, denizde ret, kabul dalgaları dalgalanır durur.

    gah seni kabe'den geri döndürürler... gah kilisede sırra aşina ederler.]

    [bir gece ruhül-emin sidre'deydi. tanrı'dan "buyur kulum!" sesi geliyordu. bu sesi duyunca]

    [cebrail, rum ülkesine vardı, tanrı'nın buyurduğu kiliseye girdi. bir de ne görsün? bir kafir, bir putun önünde zari zari* ağlamakta, o puta hitap edip durmakta.]

    [burada daima bilinen, sevilen zahitliği satın almazlar; hiçi de satın alırlar, ona da bir değer verirler!]

    [dedim ki: yarabbi, bu ne iş? uluları ne kadar da elden ayaktan düşürüyor, zelil bir hale sokuyorsun?

    hatiften ses geldi: bu işin hikmetini biz biliriz. biz öldürür, kan diyetlerini de yine biz veririz!]

    [onda yok olan* kendinden kurtulur. çünkü onunla beraber bulunmaya imkan yoktur ki!]

    [erler gibi ayağını bas, korkma... küfürden de geç, imandan da... korkma!]

    [hüthüt dedi ki: "elest aşıklarının muhafızı himmet ve gayrettir; her ne varsa gayretle elde edilir.]

    [ibrahim edhem dedi ki: "ben bir kere canla başla yoksulluğu seçtim, kabul ettim... âlem padişahlığını verdim de satın aldım!"]

    ["tanrı rahmetini gör ki, bir kafir için bir peygamberi azarladı!"

    ulu tanrı dedi ki: "ey musa, karun, zari zari ağlayıp inleyerek seni tam yetmiş kere çağırdı da.

    bir kerecik olsun cevap vermedin. o çeşit bir kere bana hitap etseydi.

    ruhundaki şerrin dalını kökünden söker, sırtına din elbisesini giydirir giderdim."]

    [herkes namaza, niyaza koyulsaydı; aşıklığın, hikmetine sığmaması lazım gelirdi.]

    [ten candan ayrı değildir, onun azasından bir uzuvdur.]

    [başka bir kuş dedi ki: "ben puşt tabiatlıyım... her zaman bir başka dalın üzerine konarım.

    gah rindim, gah zahit, gah sarhoş... gah varken yok olurum, gah yokken var olurum.]

    [şibli, bağdat'tan bir müddet kayboldu. kimse nereye gittiğini anlayamadı.

    onu her tarafta bir hayli aradılar, nihayet birisi, ona puştların kerhanesinde rastladı.

    o edepsizler arasında gözü yaşlı, dudağı kuru... perişan bir halde oturuyordu.

    adamın biri, "ey sırlara eren ulu zat, burası senin yerin değil... bu sırrı aç bize." dedi.

    şibli dedi ki: "bunlar eteği bulaşık kişiler... erlerin yolunda bunlar, ne erkek, ne karı!

    ben de tıpkı onlar gibiyim, ama din yolunda. dinde ne karıyım, ne erkekliğim var!"]

    [fakat kendini bir karıncadan bile ileri görürsen, kendini putçudan beter bir hale sokmuş olursun.

    medh ile zemm, sence bir olmazsa, put yontup yapan bir putçuya dönersin.]

    [eğer hakikaten aşık olsaydı, hakikaten aşk eri bulunsaydı, burada başının kesilmesini kabul ederdi.

    başı sevgiliden daha iyi olan adamın, aşk davasına kalkışması ayıptır, günahtır!]

    [mezarcı "sana şaşılacak bir şey söyleyeyim, halimi anlatayım: bu köpek nefsim, tam yetmiş yıldır

    mezar kazdığımı gördü de bir an bile ölmedi... bir an bile tanrı buyruğuna uymadı." dedi.]

    [gözünün kararması, kulağının duymaması, ihtiyarlık, acizlik, aklın, düşüncenin zayıflığı...

    bunlar ve bunlar gibi yüzlercesi, ölüm beyinin* askerleridir... hepsi de ölüme kuldur bunların!]

    [dünya i nedir? tamamıyla işsizlik... işsizlik nedir? baştan başa iptila!]

    [isa, " a melun, ne bekliyorsun?" dedi. iblis dedi ki: "kerpicimi başının altına aldın...

    bütün dünya benim malım mülküm ya... apaçık meydanda ki, bu kerpiç parçası da benim malım."]

    [altının işe yarayacak bir yeri var, o da şu: "katırın fercine kilit yapmalı altından!]

    [ne amr'a ehemmiyet verirsin, ne zeyd'e... cüneyd bile olsa, sence bir arpa değeri var!]

    [hırtı pırtı bir şey yatağın olsa, o bile yolunu keser, seni yoldan alıkor!]

    [yoksulluk noktasını bulmadıkça tanrı yakınlığıyla bir ilişiğin olamaz.]

    [dedi ki: "a hamhalat, şimdicek ben de koşa koşa gelip sarayına yestehlemek isterdim ama

    meşgulüm, mazur gör; uzaklaş benden, bana zahmet verme!"]

    [kimin davulu, bayrağı varsa, derviş değildir... eline geçen şey, ancak bir sesten, ancak bir yelden ibarettir.]

    [dedi ki: "erin süreceği kızıllık kandır. ben de şimdi yüzüme kızıllık sürüyorum ki

    kimseye sarı benizli olarak görünmeyeyim... bu darağacında durdukça kızıl benizli durayım.]

    [kaknus güzel, fakat acayip bir kuştur. yeri yurdu da hindistan'dadır.

    uzun, kuvvetli bir gagası vardır. o gagada ney gibi birçok delik bulunur.

    yüze yakın delik vardır. sonra bu kuşun eşi de yoktur. tektir bu kuş!]

    [bukrat dedi ki: "oğul, beni bulabilirsen, nereye istersen gömüver gitsin?"

    bu uzun ömrümde, ben kendimi bulamadım ki, sen öldükten sonra beni bulasın!"]

    [halil dedi ki: "oğlumu kesmek güçtü; babamı cehennemde görmek güçtü;

    ateşe atılmam, belalara düşerek ömür sürmem,

    pek güçtü, pek müşküldü ama, can vermeye karşı bunlar bir hiçten ibaret!"]

    [türkistan piri*, kendi halinden haber verdi de dedi ki: "en fazla iki şeyi severim.

    birisi yürük kıratım, öbürü de oğlum!

    oğlumun ölümünü haber alırsam, bu haberi getirene muştuluk olarak atı bağışlayacağım.

    çünkü görüyorum ki, bu iki şey canıma adeta iki put gibi görünmede!"]

    [küstahlık etse de olur; ona yaraşır bu. çünkü daima padişahın sırrına mahremdir.

    fakat sırra mahrem olan, sırları bilen bir kişi alelade bir küstah gibi küstahlıkta bulunur mu hiç?]

    [sana da cezbe gelir, sen de deli divane olursan, ne dersen de; sözün dinlenilebilir!]

    [eğer tanrı seninle aşk oyununa girişirse, kendi aşk oyununu, kendi yarattığı kulla kendi oynayıp duruyor demektir.

    sen hiç yoksun ve hiçbir işte güçte değilsin... tamamıyla yok ol da, bu sanatı sahibine bırak.]

    [iblis dedi ki: "daima şu sözü hatırında tut; ben ben deme de, benim gibi olma!"]

    [yolun sonu muratsızlıktadır; erin şöhreti, adının kötüye çıkmasındadır!]

    [sendeki haset ve kızgınlığı sen görmezsin, ama erlerin gözü görür.]

    ["o bizim vuslat incimizi elde edemedi, yok yoksul bir halde kaldı; daima sakalıyla meşgul olup durdu."

    musa bunu söyleyince, adamcağız hem sakalını yolar, hem ağlardı.

    cebrail derhal gelip musa'ya dedi ki: "şimdi de yine sakalıyla meşgul!

    sakalını süsler, bezerse, teşvişlere düşer; yolmaya kalkışırsa, yine sakalıyla meşgul oluyor demektir."]

    [sende nefis ve şeytan varsa, sen de firavun'a, haman'a uydun demektir; çünkü nefis ve şeytan, sana göre firavun ve haman'dır.]

    [bir sofi, arada bir çamaşır yıkamaya kalktı mı, hava bulutlanır, bütün alem kapkara kesilirdi.

    buluttan, yağıştan yüzlerce derde giriyordu, ama elbisesi de adamakıllı kirlenmişti.

    çaresiz çöven almak için bakkala gitti. derhal hava bulandı, bulutlandı.

    sofi dedi ki: "a bulut, neden peydahlandın? yürü git... ben kuru üzüm alacağım!

    bu kuru üzümü de ondan gizli alıyorum, sen ne geliyorsun? çöven almıyorum ki!

    senin yüzünden ne kadar çöveni yerlere döktüm. kaç kere elimi sabundan yudum arıttım!"]

    [sen ayıp gören gözle ayıp aradıkça, gaybı nereden göreceksin?]

    [kadının gözündeki akı gördü; dedi ki: "gözündeki bu ak da ne zaman peydahlandı?"

    kadın dedi ki: "bana olan aşkının azalmaya başladığı zaman! gözüme tam o zaman ak düştü!"]

    [ebu ali rudbari, ölüm çağında dedi ki: bekliyorum; bekleye bekleye canım dudağıma geldi.]

    [beni yakıp yandırsan, kül haline getirsen, yine senden başkasını istemem; senden başkası derdime derman olamaz.]

    [sultan mahmud dedi ki: "kıyamet günü bütün halka karşı tanrı'nın,

    azer'le mahmud'a kulak verin; bunların ikisi de birdir. o put yontar, yapardı; bu da satardı demesinden korktum."]

    [padişahlar meclisinin mumu sultan mahmud, gaznin'den kalkıp hintlilerle savaşa gitti.]

    [bir yasta yüzlerce ağlayıcı olsa, yine dert sahibinin ahı, tesir eder.

    bir yerde yüz tane dertli halka kurup otursa, halkanın kaşı yine yaslı olandır.

    sen de dert sahibi olmadıkça, erlerin saffında er sayılmazsın.]

    [tanrı huzurunda sıcak kuma, sıcak toprağa yüz koy. çünkü her yaralının yere yüz koyması, yarasını dağlamasıdır.]

    [isteklilere çok sabır gerek. herkes sabırlı ve istekli olamaz ki

    içte bir istek meydana gelmedikçe, nafenin göbeğindeki kan, misk olamaz.]

    [tek bir kişi bütün sırları görsün de kemale ersin diye, yüz binlerce kişi bu yolda kaybolur gider!]

    [bekçinin işi gücü uykusuzluktur; aşıklarda yüz suyu, şeref ve yücelik bulunmaz!]

    [abbase birisine dedi ki: ey aşk eri, kime sevda derdinin zerre kadar ışığı vursa

    erse ondan bir kadın doğar, kadınsa ondan bir er vücuda gelir.]

    [yüzlerce kişi zünnar kuşanmıştır da, nihayet bir isa sırlara mahrem olmuştur!]

    [can gözü açık, yüreği temiz, gönlü uyanık yusuf-ı hemedani,

    dedi ki: ömürlerce arşın daha yücesine çık, sonra yerin ta dibine in.

    ne varsa, ne olmuş ve ne olacaksa; iyi, kötü, hepsi de bir zerreden ibarettir;]

    [durdun mu, buz kesildin, dondun gitti. gah leş haline gelirsin, gah ölür gidersin!

    yok, durmadın da daima yelip yorttun mu, boyuna "gel" sesini duyar durursun!

    ne gitmenin faydası var, ne durmanın. ne ölürsün, ne doğarsın.]

    [hem i bırak, hem işe giriş. işini hem azalt, hem çoğalt!

    bir iş çıkar da bu işe derman olursa, işin sonuna kadar işsiz kalmazsın.

    yoksa bir iş çıkmaz, derdine derman olmazsa, nasibin ancak işsizliktir.

    önce yaptığın işi bırak. bunu yapman da doğrudur, yapmaman da. ha yapmışsın, ha yapmamışsın!]

    [sayı çok da olsa, az da olsa, bu yolda birlikte birleşir, hep bir olur. her sayı, birin bir kere daha tekrarından ibarettir zaten.]

    [sen var oldukça iyi, kötü vardır. fakat sen kayboldun, aradan çıktın mı, bütün hepsi boş şeylerdir.]

    [lokman-ı serahsi, "tanrım," dedi; "ben de daima aklım gitsin, teklif ehli olmayayım diye isteyip duruyorum ya. zaten senden istediğim bundan ibaret vesselam!"

    sonra tekliften ve akıldan kurtuldu. ayaklarını vurarak, ellerini çırparak delilik alemine daldı.]

    [ay gibi yüzü cennete benziyordu. kaşları adeta birer yaydı.

    kaşlarıyla ok yağdırmaya başladı mı, kabekavseyn* bile onu övmeye başlardı.]

    [gönlünde yakınlık, canında ıssılık... beline zünnar bağlamış, elini açmış...

    başlıktan, şeyhlikten hiç dem vurmamakta, bir mecusi ateşkedesinin çevresinde dönüp durmaktaydı!]

    [tanrı'yla olunca kendimden geçerim, hiçbir şey görmem. fakat kendim gördüm mü, kötülükleri görmeye başlarım.]

    [yokluk bezini başına at, onu sarın. yokluk taylasanını arkana sarkıt.

    mahv üzengisine hiçlik makamından ayak bas. muratsızlık atını hiçlik makamına doğru sür!

    yok ol. bir an gelsin, yokluktan da geç. sonra bu ikinci makamdan da fani ol!

    gözünü yum, can gözünü hemen aç. derken gözüne yokluk sürmesini çek!

    böylece rahat ve huzur içinde, ta yokluk alemine kadar yürü!]

    [gönülleri kırık, canları ezgin, bedenleri yorgun, kolsuz kanatsız kalmış, hasta ve perişan halde otuz kuş.]

    ["sizden bir soluktan başka ne çıkabilir ki? siz bir avuç yok yoksuldan ibaretsiniz. dönün geriye!"]

    [eskiden yaptıkları da, yapmadıkları da temizlendi, hatırlarından silinip arındı.]

    [a, adam olmayan yoksul, sen bilmiyorsun ama, her an bir yusuf'u satıp durmadasın]

    [herkes bizim ef'al* vadimizde yürümüş gitmiş, sıfat ve zat vadisine gelince uyumuş kalmıştır!]

    [ne söylediysen, ne duyduysan, ne bildiysen, ne gördüysen hepsi de

    masalın başlangıcından başka bir şey değil! mahvol, mahvol... yerin bu yıkık yer değil senin!

    asıl gerek, hiçbir şeye aldırış etmeyen tertemiz asıl gerek. feri olmuş, olmamış; ne zararı var

    mademki hakiki güneş zeval bulmuyor; söyle: ne zerre kalsın, ne gölge.]

    [dil kılıcının gevheri, ancak sükuttur. bir an bile bundan başka bir şey olmasına imkan yoktur.

    süsenin de on taneden fazla dili var; ama yine de susmakta; susmaya aşık olmuş sanki!]

    [zahitlikten de vazgeç, saflıktan da. dert lazımdır, dert. iş, düşkünlüktedir.

    kimin derdi varsa, dilerim dermanını bulmasın. kim derde düşer de derman ararsa, dilerim gebersin, yaşamasın!]

    [söz iyilik bakımından altın bile olsa, o sözün söylenmemesi daha doğrudur, daha iyidir!

    erlerin payına düşmüştür, bizim payımızaysa söz... işte asıl dert bu!]

    (bkz: kuş dili/@ibisile)
    (bkz: ahmed bin hanbel/@ibisile)
    (bkz: deli dolu/@ibisile)
    (bkz: kaknus/@ibisile)
    (bkz: şeyh harkani)
    (bkz: zünnun-ı mısri/@ibisile)
    (bkz: hüthüt/@ibisile)
    (bkz: yusuf/@ibisile)
    (bkz: ebubekr vasıti)
    (bkz: yağmur duası/@ibisile)
    (bkz: şebçerağ/@ibisile)
    (bkz: aristo/@ibisile)
  • çeşitli hikayelerden oluşan bir mesnevi.
    allah'a ulaşmada insanların hep bir bahanesi vardır ve bu yola girmek istemezler... insanlar bu yoldan alıkoyan şehvet, arzu, hırs, mal, mülk vs. işte bu kitap da bu insanları anlatmaktadır. fakat gerçek bir yol gösterici onlara yol gösterebilirse bu yolda insanlar canını dahi feda edebilir. kuş dili işte bunların hikayesini örneklerle açıklıyor. örnek hikayelerden biri:

    züleyha hz. yusuf'u zindana attırır. fakat o kadar aşıktır ki en azından sesini duymak ister. bu yüzden zindancıya onu kırbaçlamasını söyler. böylece yusuf'tan çıkacak her "aah" sesi züleyha'ya ulaşacaktı. fakat zindancı iyi biridir ve yusuf'a kıyamaz. yanında bir deri getirip onu kırbaçlar. yusuf'a da deriye her vuruşunda "aah" sesi çıkarmasını söyler. aradan zaman geçer zindancı yusuf'a: "efendimiz züleyha gelip baktığında sırtında yara izi görmezse başım belaya girer. o yüzden birkaç tane de sırtına vurayım." der. yusuf sırtını sıvazlar. zindancı bir tane vurur. hz. yusuf öyle bir "aah" çeker ki züleyha dayanamaz. çünkü bu ses en derinden, en içten gelmiştir. hemen zindancının durmasını sağlar.

    burada anlatılmak istenen herkesten inlemeler duyabilirsiniz. fakat gerçekte kimin inlediği, kimin en içten "aah" çektiği anlaşılabilir...
  • “zahiren ona dair haberler sorarım , ama hakikatte ondan haberdarım.” sözüne rastladığımdan beri kalbimde imana dair soruların ne kadar da beyhude olduğunu anladım. anlamak, idrak etmek ve haberdar olmak.
  • kemerleri sıkıca bağlayıp, oksijen maskesini hemen elin altında bulundurup öyle okumaya başlamak gerekiyormuş. yumuşak bir kalkışla başlıyorsunuz ancak bir anda sağlı sollu kroşelerle neye uğradığınızı şaşırıyor, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen darbelerin ardından müthiş bir acziyete ve sefilliğe doğru yumuşakça iniyorsunuz. öyle bir bitik hal alıyor ki, o küçük işaret, o minik esten sonra devam edebilmek için cesaret toplamaya çalışıyorsunuz. aklınız karmakarışık, zihninizde deli sorular ama dilinizi tutan, sürekli tekrarlanan sus ikazı..

    çok olmasa da iyi kötü felsefe kitapları okumuş biriyim, böylesi gördüğünden dehşete düşüp, o dehşeti bile böylesi durulukla anlatan birinin bir kitabını okuduğumu hatırlamıyorum. henüz başındayım ama bu kitap sanırım bir düşünce, fikir silsilesi değil bir "hâl" kitabı. çok net çok berrak çok direkt ve çok sert.. fikrin düşüncen ne olursa olsun, çok çarpıcı.
  • --- spoiler ---

    hikayelerden bir hikaye;

    bir padişahın ay gibi güzel kızı vardı. bütün âlem ona aşıktı. bu yüzden herkes kendini kaybetmişti.
    fitne daima uyanıktı. çünkü onun mahmur gözleri mestti.
    kâfurdan yanağı, miskten saçları vardı. âb-ı hayatın dudağı onun dudaklarına susamış, kupkuru bir hale gelmişti.
    cemalinin bir zerresi görünecek olsa, akıl, akılsızlıktan rüsvay olurdu.
    şeker, dudağının tadını bilseydi, utancından donar, sonra erirdi.
    tesadüfen fakir bir derviş geçiyordu. gözü o parlayan aya değdi.
    zavallının elinde bir ekmek parçası vardı. o da fırıncıda bayatlayan, fırıncının acıyıp da buna verdiği ekmekti.
    gözü o ay yüzlünün yüzüne düşünce, ekmek elinden kayıp yere düştü.
    kız önünden ateş gibi geçti. geçerken de ona alaylı bir şekilde gülümsedi ve geçip gitti.
    o yoksul, onun bu alaylı gülümsemesini görünce, kendini toprakta kana bulanmış gördü.
    zavallının elinde yarım ekmeği, teninde yarım canı vardı. bir anda bu iki yarımdan da arındı.
    ne gece ne gündüz sabrı, kararı kaldı. ağlamaktan, sızlamaktan konuşmaya mecal bulamadı.
    o güzeller padişahının gülümsemesini hatırladıkça, gözlerinden bulut gibi yaşlar dökmeye başlardı.
    hülâsa, yedi yıl böyle perişan bir halde kaldı. kızın mahallesinin köpekleriyle düşüp kalktı.
    kızın hizmetkarlarının hepsi bu olaya vakıf oldular.
    o cefakarlar hep beraber o yoksulun başını mum gibi kesmeye kalkıştılar.
    kız gizlice yoksulu çağırdı, şöyle dedi: "sen gibi birisi bana nasıl eş olur?
    seni öldürmek istiyorlar, kaç git. kapımda oturma, çek git."
    o yoksul şunları söyledi: "ben, daha seni görüp sarhoş olduğum gün canımdan vazgeçtim.
    ben gibi kararsız yüzbinlercesinin canı, senin cemalin uğruna feda olsun.
    madem ki beni suçsuz yere öldürecekler, lütfen şu soruma cevap ver!
    madem ucuza benim başımı kestirecektin, o zaman bana niçin gülümsemiştin?"
    kız dedi ki: "ey hakikatten habersiz kişi! seni öyle hünersiz biri olarak görünce, öylesine gülmüştüm.
    senin suratını, kılığını görünce, gülmek revadır. fakat senin yüzüne gülümsemek hatadır."
    bunu dedi ve onun yanından duman gibi çekilip gitti. zaten ne var idiyse, gerçekte hepsi bir hiçti.
    --- spoiler ---
  • feridüddin attâr'ın 13.yy'da kaleme almış olduğu fars edebiyatının başyapıtlarından.

    fars mitolojisinde kaf dağının arkasında bulunan simurg kuşuna yani tanrıya ulaşmaya çalışırken peygamber olan hüthüt kuşu ve yoldaş olan diğer kuşlar ile kat edilen yollar ve bu yolu bir döngü halinde vahdeti vücut anlayışı ile işleyen eser.

    (bkz: abdulbaki gölpınarlı)
    (bkz: iş bankası yayınları)
  • "kimin gayb aleminde gizlenmiş bir güneşi varsa
    nihayet bir gün gelir; o güneş bulutlardan sıyrılır, onun üstüne doğar, ışıklarını yayar."
  • böyle giç irmeye ahşama seher
    bu gice rûzı kıyametdür meğer.

    bu gicenün yok mudur yâ rab güni
    böyle uzun görmedim her giz düni.

    çok riyazetde geçirdüm giceler
    görmedi bu gice gibi kocalar.

    uşbu od kim gönlüme düştü benüm
    mûm gibi yandı kamu canûm tenüm.

    gülşehri
  • feriddüddin attâr'ın bana göre unutulmaması gereken bir öğüt verdiği kitabının adı.

    yazar şöyle der: sakın öfkene kapılma, seni yaralasalar da aldırma. akıl, ilim ve yumuşak huylulukla kavga etme; kibir, kin ve öfkeyle barışma. insan, şeytanın sözünü dinlemez;kendi koynunda yılan beslemez. ahlakları bozuk olanları terbiye etmeye çalışma. akıl atının koşum takımını öfke ateşi yakar. hışım ateşini yumuşak huyluluk suyu söndürür. evin duman dolmasını istemiyoran ateşin üstüne daha fazla odun atma.
hesabın var mı? giriş yap